Av bı bêjingê nayê cıvandın
(Elekle su toplanmaz)
Rahmetli babamdan annemin izin vermediği bir isteğimiz için aracı olmasını talep ettiğimizde “yo, beni aşar, beni o işe karıştırmayın” diyeceği zaman, gülerek bir Danıştay kararına atıf yapardı. Kendisi aile yönetiminde oldukça yetkili biri olsa da bu yetkinin konusunun ve sınırlarının belli olduğunu ve bunları aşmaya teşebbüs dahi etmeyeceğini belirtmeye yeterdi bu sözler:
“Adli mehakim mukerraratının tetkiki Şura-yı Devlet’in vazifesi haricindedir”.
1938’de bir vatandaş köydeki arsası ile ilgili bir dava açar. Dava reddolunur, kaybeder yani. O zaman istinaf (Bölge Adliye Mahkemesi) aşaması yoktur, doğrudan Yargıtay’a, “temyize” gider. Orada da haksız bulunur. Konu kapanmıştır, karar kesindir, aynı konuda bir daha dava açma hakkı da kalmamıştır.
Bir yerden kulağına Danıştay (o zamanki adıyla Şura-yı Devlet) diye bir şey çalınır. “Neye yarar bu Danıştay” diye merak eder, “devlet kurumlarının yaptığı iş ve eylemlerdeki hukuka aykırılıklara karşı inceleme yapar” derler. “E, Yargıtay da bir devlet kurumu değil mi?” der, ki bu yaklaşımı hukuki açıdan kabul edilemez hatta komik olmakla birlikte, düz mantık ile doğrudur. Yargıtay da bir devlet kurumudur. Buna dayanarak dosyasının bir kez daha incelenmesi için Danıştay’a başvurur.
Danıştay önüne gelen bu Yargıtay kararının incelenmesi talebini veciz bir Türkçe ile reddeder. Kararın özü “adli mehakim mukerraratının tetkiki Şura-yı Devlet’in vazifesi haricindedir” kısmıdır. Mealen “hukuk yargılamasında verilen nihai kararların incelenmesi Danıştay’ın görevlerinden değildir” der.
Zillullah-ı fil ard
Günlerdir torba yasada yer alan bir maddeyle ilgili tartışmalar sürüyordu ve tüm itirazlara rağmen TBMM’de kabul edildi. Düzenlemeye göre İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı bulunan Kur’an meallerini Diyanet’ten bir kurul denetleyecek, gerek görürse toplatılmasına ve imhasına karar verecek.
Böyle bir düzenlemeye en başta Diyanet karşı çıkmalı, “bizim görevimiz bu değil, biz (en azından kâğıt üzerinde) vatandaşların ibadetlerini rahatça yapmaları için bir takım hizmetleri organize eden bir kurumuz sadece” demeli. “Vebali de büyüktür, allame-i cihan mıyız biz böyle bir kararın, yükün, vebalin altına girelim” demeli. (Ne kadar güzel olurdu, Diyanet’in tarihinde nasıl bir yüz akı olurdu böyle bir itirazı dillendirmeleri, değil mi? Ama bu estetiği fark edecek bir bilinç ve asgari düzeyde bir iyi niyet gerekir bu çapta bir gelecek projeksiyonu için, o yoksa akıllarına bile gelmez bunun bir fırsat olduğu.)
Yok eğer öyle değilse, “burası Şeyhülislamlık, biz de hem allame-i cihan’ız hem de zillullah-ı fil ard’ız” diyorsanız o zaman çıkın bunu açıkça söyleyin, en azından bu kadar dürüst olun, mert olun, cesur olun.
“İslam’da ruhban sınıfı yoktur”. Yüz yıldır bunu diyenler bir taraftan da ruhbandan, engizisyondan beklenen ne varsa yaparlar. Adam hiç olmazsa rütbeler belirlemiş, ekümenik demiş, Papa demiş, kardinal demiş, engizisyon demiş, konsül demiş, kurumsallaştırmış, dürüstçe ruhban sınıfını ilan ve himaye etmiş. Sen ne yapmışsın? Aynı şeyleri üstü örtülü, kurumsallaştırmadan yapmışsın.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu aralar çok gündemde, yeni Papa’nın İznik’i ziyaret edecek olması. İznik Konsülü’nün bildiğimizin aksine diğer İncilleri yok edip 4 İncil’e indirmek gibi bir amacı ve sonucu olmadığına dair hem Hristiyan hem Müslüman isimlerden ciddi itirazlar mevcuttur ama Diyanet bu görüştedir. Bu malum kurul da bari İznik’te (illa ki vardır Diyanet’in orada bir binası) toplansın, tam tamına 1700 yıl önce İznik’te İncil elediğini iddia ettikleri İznik Konsülü gibi, Kur’an meali elesin. Hiçbir değeri olmayan bu girişim en azından (olumsuz da olsa) sembolik bir değer kazansın bari.
Bir iddiada bulunayım: Bir tek Kur’an meali yoktur ki birileri onun için “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı” olduğunu söylemesin. Ali Bulaç için de bunu diyeni bulursunuz, Edip Yüksel için de, Elmalılı için de, Tayyar Altıkulaç için de, Muhammed Esed için de, Süleyman Ateş için de. Açın bakın Taberi Tefsiri için kimler neler demiş, ya da kitaba bakmadan bu konuda saatlerce atıf ve alıntı yaparak konuşacak olan Mustafa Öztürk’ten dinleyin bugün “İslam dininin temel nitelikleri” saydığınız şeylerin bir zamanlar nasıl küfür sayılıp da “katli vaciptir” fetvalarına konu edildiğini. Mesela “Allah gökte değil, her yerdedir” diyenlerin başına neler gelmiş, nasıl mürted ilan edilmişler bir öğrenin. E, o çağda “İslam dininin temel nitelikleri” onlarmış demek ki. Bu çağın “Molla Kasım”ları kimdir, bilmem yazmaya gerek var mı?
Hatta daha da daraltayım itirazımı, iddiamı daha da yükselteyim: Aynı “kol”da olup da birbirlerinin meali için bunu demeyen bir akım, hizip yoktur.
Biraz daha daraltayım iddiamı, daha iddialı bir hale getireyim: Bırakın “İslam dininin temel nitelikleri, sakınca” gibi flu kelimeleri bir yana, Kur’an meali yayınlamış (mesela) bir Selefi’yi diğer Selefiler meali üzerinden “tekfir” ederler, bilenler bilir.
Bu birbirlerini tekfir eden meal yazarlarını konunun uzmanları tek tek sayarlar. Ne yapacaksınız şimdi? Her meal “temel nitelikleri, sakınca” kelimeleri bir yana “İslam akaidine” aykırıdır en az 1 başka meal yazarına göre. O da onun görüşü, madem ki İslam akaidine aykırı mealler toplanacaktır, o vatandaşın günahı kurul üyesi olmaması mıdır? Bu kurulda temsiliyet nasıl sağlanacaktır? Herkesin CİMER’e başvurabiliyor olması temsilde eşitliği sağlayacak mıdır? Hiç bu kalibrede sorular gelmiş midir acaba akıllarına? Sanmam.
İşin komiğini söyleyeyim, “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı” olduğuna en fazla ittifak edilen meal Diyanet Vakfı’nın mealidir. Ne yapacaklar acaba, onu da imha edecekler mi, merak ediyorum.
Ve-şşef’i vel-vetr
Bu millet dergilerine resim koyarken insan figürü varsa üstüne bir çizik çeken yayınevleri gördü (böyle yapmayanları da eleştiriyorlardı), radyoya şeytan icadı, evine televizyon alan din adamına “boynuzlu şeyh” diyenleri gördü. Cahil vatandaşlardan söz etmiyorum, bu yönde çeşit çeşit “eağğlimm”lerin verdiği fetvalar hâlâ duruyor. Tabi hepsi çöp oldu bunların, hiçbir kıymeti kalmadı.
Bu “ileri görüşlülük” bahsini şuna bağlayacağım: Yıllarca “zikri biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz” ayetindeki zikr (kitap) sözüyle kast edilenin mushaf (basılı sahifeler) değil, Kur’an metninin tamamı olduğunu söyleyenlere reddiyeler yazdınız, “hayır orada kastedilen o sahifelerdir” dediniz. “İyi de bak bu bir USB bellek, bunun içinde 150 değişik Kur’an meali var ve sahife değil” diyenlere cevap yetiştirdiniz. Ne oldu da, USB belleklerdeki, YouTube’daki, ‘bulut’taki o 1 ve 0’dan ibaret şeylerin meal olduğuna birden ikna oldunuz? Bir kez olsun yukarıdaki ayet-i kerime (dijital ve “digit” konuşulurken Edip Yüksel’in spontane biçimde zikretmesi gibi) bu anlamıyla aklınızı gıdıkladı mı?
Zaman yine tüm taşları yerli yerine oturttu, bir kez daha haksız çıktınız, yanıldınız, ama hiç utanmadınız değil mi? Şahsen hiç şaşırmadım.
Bu tartışmanın bir başka boyutu da ayrıca ve hassaten rezil edecek sizi, yakacağınız meallerin bazılarında sayfanın bir kısmı Arapça metin, diğer kısmı tercümesi. E, Arapça metin olan kısımlar da yanacak siz bunları yakınca, hani korunan mushaftı? Bu aralar Danimarka’da, İsveç’te çokça yapılan bir nefret eylemi var, Kur’an yakıyorlar. O adamlara ne diyeceksiniz bundan sonra (sizi geçtim, esasen sizin umurunuzda bile değil, vallahi öyle de, İslam camiası ne diyecek) “Türkiye’de heyet kararıyla yakılıyor binlerce Kur’an, ben de bu yaktığım elimdeki Kur’an nüshasındaki fikirlere katılmıyorum, o yüzden yaktım” derlerse?
Bunlar işin fikri, sosyolojik, dini boyutu. Hukuki boyutuna gelince:
Kanun yapma tekniği açısından zavallı, pejmürde bir metin. “İslam dininin temel nitelikleri” ne demektir, kim belirler, “sakınca” ne demektir, “farklı fikir”den “içtihat”tan nerede ayrılır? “Sakıncametre” mi var elinizde, hop tutuyorsun, radyasyon ölçer gibi ötüyor? Böyle kanun metni mi olur? “Hukuki güvenlik ilkesi” diye bir şey duydunuz mu hiç?
“Mealler”. Tekrar tekrar baktım, “tefsirler” ve “meal çevirileri” var mı diye, yok. Peki ya “benim kitabım meal değil ki, tefsir” diyene ne diyeceksin? Yargıtay içtihadı ile yorumlanmasını mı bekleyeceksin?
Bu ülkede Hristiyan vatandaşlar da var. Madem bu uygulama yerinde bir uygulama, “Hristiyan dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olan İncil çevirilerini” de yasaklayın. Bunu dedim ya, şimdi bir aklıevvel çıkar “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı İnciller” ibaresini de ekler. Olur mu olur. Bu kadar pespaye, (kanun ruhu ve lafzı ile bir bütündür ya) hem ruhtan hem lafızdan yoksun bir metni “türeten”lerden bu da beklenir.
Tausendjähriges Verbot
Hak ve özgürlükler, inanç ve inancını yayma özgürlüğü vesaire, bunlar zaten tartışılmayacak kadar açık biçimde ihlal ediliyor ama, sıra bunlara gelmeden, başka acaiplikler de var. İmha edilecek meallere karar veren Kurul’a ait bir vakıf var. Diyanet Vakfı. Bu vakıf Kur’an meali basıyor. Bir meal basan vakıfı da yöneten kurul, dilediği an başka mealleri yasaklayacak.
Onu da geçelim, bu kurul içinde kendisi meal yazarı olanlar da vardır ya da olacaktır. Kendisi de meal yazan, bundan gelir ya da manevi tatmin sağlayan insanlar sevmedikleri mealleri yasaklayacak. Hukuk düzeni en başta bunu kabul etmez. Hukuki bir makalede ya da bir dilekçede kullanılsa buna “rekabet yasağının ihlâli” demek uygun olmaz, o çok daha teknik bir kavramdır ama, gündelik dildeki anlamıyla bu açıkça rekabet yasağının ihlâlidir. İdare hukuku açısından da sakıncalıdır, örneğin bir memuru bir amirine saygısızlıktan yargılayacak olan disiplin kurulunda (üyesi ya da başkanı olsa dahi) o amir yer alamaz. Örnekler çoğaltılabilir, en basit evrensel hukuk kuralları bunlar.
Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir düzenlemeyi iptal etmemesi, AİHM’nin bu uygulama nedeniyle tazminata hükmetmemesi mümkün değil. Yani 2 yıl sonra komedi olarak anılacak, 20 yıl sonra “ya inanmazsın ama adamlar mealleri toplatmışlar, imha etmişler” denecek bir düzenlemeyi niye yaparsınız, nedir mantığınız, beklentiniz?
Bu kitap yakma işinin en önemli sembol ismi Nazi Propaganda Bakanı Dr. Goebbels’tir. Naziler III. Reich için onun bulduğu “Tausendjähriges Reich” (bin yıllık, bin yıl sürecek imparatorluk) ismini kullanırdı, topu topu 12 yıl sürdü. Bu düzenlemeyi yapanların aralarında bir Allah’ın kulu var mı acaba “yanılıyorsun, bu yasak 1000 yıl sürecek (Tausendjähriges Verbot), halkta da hukukta da kabul görecek” diyen? Elini öpeceğim, mecaz değil, gerçekten öpeceğim, haklı olduğu için değil, bu kadar olmayacak bir iddia ile ortaya çıkmaya (ve sonra tabii ki rezil olmaya) yetecek düzeyde özgüveni olduğu için. (Verboten Almancada “yasak, yasaklanmış” anlamına geldiği gibi, yapılması kınanacak düzeyde komik bu nedenle de yasak olan hareket anlamına da gelir, anlayana buradan da bir mesaj çıkabilir.)
Bu millet bu ümmet saçma sapan sebeplerden yeterince vakit kaybetmedi mi? ”Kürt diye bir şey yok kart kurt’tur o” diyenleri nefret ve kahkaha ile anıyoruz ya şimdi, onlar gibi anılacaksınız. “Başörtüsü ile okula girmeyi yasaklamışlar” diye andıklarımız var ya onlar gibi anılacaksınız, bunu da mı göremiyorsunuz?
Çağın ruhunun zaten gerisindeler ama çağın teknolojisinin de gerisindeler. Diyelim bir meali toplattınız, müellif aynı şeyi YouTube’da da söyleyecek ya, ne yapacaksın? Kanun yapma tekniğinden ve asgari gerekliliklerden haberdar olmayan bu metnin yazarları takdir edelim ki bunu atlamamışlar, bu durumlarda erişim engeli kararı verilecekmiş.
Bu madde ile hedef alınan isimlerin tamamı meallerini PDF olarak ücretsiz yayınlıyor (“Kur’an meali ücretli olmaz, bu kadar büyük bir bütçe ile umreden, hacdan kâr edip ultra lüks makam arabaları alırken hiç olmazsa Kur’an meallerini ücretsiz dağıtalım, misyoner kiliseler kadar olalım bari” diyemeyip uğraştığınız “meallerin arkasında ‘fiyatı’ mı yazmalı yoksa ‘hediyesi’ mi” tartışmasına böyle bakmak hiç aklınıza geldi mi acaba?)
Bu düzenlemeyi kimlerin meallerini yasaklamak için yaptıkları önceden belli, isim isim sayalım, bir tane eksiğimiz çıkmayacaktır, fazlası da illa ki olacaktır. Tamamı kuranmeali.com’da kelime aratmasına kadar yer alıyor, ona ne yapacaksın? Tek tıklama, ücretsiz.
Erişim engeli, öyle mi? Erişim engelinin işe yaradığı nerede görülmüş? Hele ki erişmek istediğin sadece tek bir PDF dosyası ise. Internet’i komple mi kapatacaksın?
Elekle su toplamak
Bazı aklı başında isimler, deminden beri söylediklerimde benimle aynı fikirde olan kişiler, bu işin altında bir başka hesap, bir “kaşıma”, gündem oluşturma çabası olduğunu söylüyor. Bu hocalarıma tüm saygımla söylüyorum: Hayır. Öyle değil. Bu düzenleme o çapta, o kalibrede, bir alt metni olan, bir şeyleri kaşıma amacı, yeteneği ve içeriği olan bir düzenleme düzeyinde değil.
Farkında olmadıkları şey şu, yüzyıllardır beklemiş, birikmiş bu barajdan boşalan suyu kovalarla tahliye edebileceklerini sanıyorlar. Kovayla da tahliye edilemez artık, geçti o devirler, o suyun artık karşısında durmaları ya da milyonlarca kova ile dahi tahliye etmeleri de mümkün değil zaten ama üstüne üstlük ellerindeki de kova değil, elek. Hatta sağlam bir elek de değil, 30 yıldır hiç işe yaramadığı halde su tahliye etmekte kullanılırken aldığı nemden paslanmış, sonra da delik deşik olmuş bir “tel elek”. Yani bu girişim de netice itibariyle fayda etmeyecek, müsterihiz.
Söyle “Kur’an”!
Tüm bu anlattıklarım dışında düzenlemeyi yapanlar açısından iki de riskli tarafı var konunun.
Birincisi bunun gibi sosyolojik altyapıdan, felsefi, tarihi ve hatta dini referanslardan ve benzeri tüm gerekliliklerden yoksun biçimde “ben yaptım oldu” formülü ile yumurtladığınız her şeyde olduğu gibi, alay konusu olacaksınız. Orantısız yetkinize karşı kendini gösteren o orantısız zekâ adamı rezil eder, bu noktada epeyce deneyimlisiniz ama ben yine de uyarayım. Kendini yavaştan belli etmeye başladı o “orantısız zekâ”, Gürkan Engin canlı yayında “ileride torunlarımıza ‘gizli gizli Kur’an okurduk’ diyeceğiz anlaşılan” dedi dün. Mustafa Öztürk zaten lafla dövüyor sizi, yıllardır olduğu gibi. Şimdiden “#once_diyanet_meali” tagleri açmaya başladı gençler sosyal medyada.
Ama sonuçta bu (birinci) risk, dünyevi bir şey. Rezil olursunuz, bu da az buz bir şey değildir ama o kadarla kalır.
İkinci riske gelince, o çok daha ciddi.
Ana dili Kürtçe olanlar, inanılması zor bir şey söyleyen kişiye, Kürtçe düşünüp Türkçe konuştukları için “de” ile biten değil de “söyle” ile başlayan bir yemin ettirirler: “Söyle Kur’an!”. Karşıdakinin “Kur’an’ıma” demesi ile ritüel tamamlanır, çok büyük yemindir, mushafa el basmaya bile gerek kalmaz.
Uğraştığınız şey Kur’an, mushaf, Allah kelâmı ve tercümesi. Adı bile büyük yemindir.
Öyle üzerinde oyun oynamaya, bir tek ayetinin bir tek farklı yorumunun dahi yayılmasını engellemeye, toplayıp yakmaya gelmez, benden söylemesi.
Vallahi billahi çarpar insanı.
Amin.