Mahalle dediklerine bakmayın, ben bu Güre’ye ilk gelişimde orta boy bir Anadolu şehrinde olduğumu hissettim.
Mahalle ölçeğini Güre diye alırsak, alimallah, İstanbul’un bile küçük ve tenha sayılması içten değil.
Hafta sonunu geçirdiğim Körfez Termal adlı tesisin daha çok muhafazakâr kesime hitap ettiğini Tarık Çelenk’in Cansu Çamlıbel’e verdiği söyleşiden beri biliyordum.
Kaplıcanın yer aldığı bu dinlenme tesisi muhafazakâr burjuvazinin rağbet ettiği bir yer.
Güre’de bir hafta sonu
Körfez Termal’in peyzajlı bahçesi sahil yoluna açılıyor, uzun sahil cıvıl cıvıl, bazı korkusuz insanlar daha mayıs başında olduğumuz gerçeğini yok sayıp kendilerini denize atmışlardı bile.
Sahilde biraz yürüdüm, ama ben onlar kadar cesur olamadığımdan ötürü kendimi buz gibi deniz yerine kaplıcanın sıcak suyuna attım.
Oh, dedim, dünya varmış.
Zaten insan kemiklerini ısındırabilecekken kendini neden dondurmaya çalışır, akıl alır şey değil.
Biraz beni buraya getiren sebebe değinmek istiyorum.
Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin ilerleyen dönemlerde neler yapacağını, hangi alanlarda çalışacağını, çalışma modellerinin ne olacağını konuşmak için bir araya geldik.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ramazan Arıtürk, Tarık Çelenk, Mehmet Altan, İbrahim Uslu, Uğur Özdemir gibi farklı görüşlerden isimler Ekopolitik’e dair görüşlerini paylaştı.
Bu kapalı toplantının bir de “onur konuğu” vardı: Eski TBMM Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç.
Arınç’ın hatıralarının ilk cildi olan Küçük Erbakan kitabını görür görmez alıp okumaya başlamıştım, “parlamenter diplomasi” tecrübesini anlattığı Başkan’ı da yine büyük bir istekle alıp okuduğumu hatırlıyorum.
Küçük Erbakan her şeyden evvel bir mücadele kitabıdır.
Genç yaşında siyasete atılmış Manisalı bir hukukçunun her türlü baskıya direnmeye çalışarak Milli Görüş bayrağını savunma, sözünü korkmadan söyleme ve kitleleri ikna etme çabasıdır.
Kutuplaşmanın en büyük panzehiri
Arınç’ın sözlerine ben önem atfediyorum, o tecrübenin paylaşılması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
Kimse kimsenin her sözüne katılmak mecburiyetinde değil, bu zaten mümkün de değil, ama önyargıları ortadan kaldırabilmek için birbirimizi tanımamız gerekiyor, tanışmak, kutuplaşmanın en büyük panzehiri.
İnsan sadece soyuttan nefret eder çünkü.
Yunanlılardan nefret edebilirsin ama tanıdığın Yunan’dan edemezsin; çünkü onunla ilişkin tek boyutlu değildir, o senin gözünde sadece Yunan değildir, ne bileyim babadır, Fenerlidir, terzidir, dosttur, en sıkışık zamanında sana destek olmuştur vs.
Buradaki “Yunan” kelimesinin yerine meşrebinize göre herhangi bir şey yazabilirsiniz; Türk, Kürt, Ermeni, Alevi, İslamcı, CHP’li, AKP’li, seküler, dindar…
Hiç fark etmez, önyargıyı kıracak olan yegâne şey tanışmaktır.
İşte bu düşüncelerle geldim Güre’ye.
Farklı görüşlerden insanlar Ekopolitik’e dair düşüncelerini söylediler; nelerin nasıl yapılması gerektiğini konusunda epey bir kafa patlatıldığını söyleyebilirim.
İktisatta pozitif dışsallık diye bir kavram vardır, yapılan işler sonucunda dolaylı fayda elde edilmesi anlamına gelir, benim bu Güre seyahatimin en anlatmaya değer yönlerinden biri de bu dolaylı fayda kısmı.
Bu benim Bülent Arınç’la ikinci karşılaşmam oldu; ilki, yine Ekopolitik’in düzenlediği 11 Ocak’taki sempozyumdaydı, fuaye alanında ayaküstü sohbet etmiştik, hatta kendisine romanımı imzalayıp vermiştim.
Güre’de kendisini daha uzun dinleme imkânı buldum.
Evvela şunu söyleyeyim, herkes konuşur ama bu kadar etkili konuşabilmek farklı bir meziyet.
Arınç sözü aldığında sizi genellikle bildiğiniz bir zamanın bilmediğiniz mekânlarına götürüyor, bir salıncakta sallanırmışçasına rahat ve huzurlu şekilde sizi o kapalı odaların içinde dolaştırıyor, ilgi çekici konuları anlatırken mizah dozunu hep yüksek tuttuğu için zamanın ipi kopuyor, bir bakıyorsunuz ki pürdikkat dinlerken bir saati devirmişsiniz.
Konuşurken atıfta bulunduğu bir hadisi not ettim: “Kıyametin kopacağını bilsen bile elindeki fideyi dik.”
Bugüne kadarki söylemlerine bakınca, Arınç’ın hayat yolculuğunda bu hadisin ciddi ve belirleyici bir yeri olduğunu düşündüm.
Bazı sözlerinin bizzat kıyameti koparacağını bilse de o fideyi dikmekte tereddüt etmedi-etmiyor.
Arınç’ın nitelikli insan yetiştirmenin değerinden bahsederken kullandığı “zihniyet fideliği” tabirini çok sevdim.
2000’li yılların başında AKP’nin pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da büyük başarılara imza attığını söylerken tavizsiz tavrı dikkat çekiciydi.
Zaten ben bu toptancı ve apolojetik yaklaşımlardan hiç hazzetmem.
Hiçbir şeyin değişmeden kalamadığı dünyada bazı sabitelerde ısrar etmenin, verilen kararları o günün şartların göre değil de bugünden geriye bakarak değerlendirmenin, toptancılığın hep çok yanlış olduğunu düşünürüm.
Hayata bütün uzlaşı alanlarını bile isteye yitirerek “ya o, ya bu” diye bakanların “hem o hem bu” diyenlere öfkelendiğini çok gördük.
Siyaset insanları kutuplaşmaya davet ettikçe “ne körü körüne her şeyi savun ne de kategorik bir nefretle yapılanları tümden reddet” çizgisinden iyice uzaklaştık.
Oysa, toplumsal barışı ve huzuru kalıcı şekilde tesis edebilmek için bu uzlaşı zeminlerini inşa etmeye ihtiyacımız var.
Ekopolitik, bu zemini inşa etmeye çalışacak.
Ve becerebilirse, bir düşünce kuruluşu olarak çok hayırlı bir iş yapmış olacak.