Doğancan Özsel ve Armağan Öztürk yazdı | Muhalefetin siyasal sistem reçetesi: Değiştirmek mi, dönüştürmek mi?

Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş Altılı Masa’nın üzerinde mutabık kaldığı bir yoldu. Kemal Kılıçdaroğlu önderliğindeki muhalefet sadece cumhurbaşkanlığını ve Meclis’i kazanmayı amaçlamıyor, sahip olduğunu varsaydığı büyük halk desteğine atıfla bütün siyasal sisteme yeniden şekil vermeye hazırlanıyordu. Sadece Erdoğan’ı mağlup etmek değil, aynı zamanda Erdoğan için kurgulanmış başkanlık sistemini tarihe gömerek ülkeyi eski güzel günlerine geri döndürmek hayali muhalif aklın politik ufkunu tamamen kaplamıştı. Geri dönülecek olan bu parlamenter sistem, bilgiye dayalı ve yaygın bir tartışma sonucunda olası tüm alternatifler kamuoyu önünde irdelenerek varılmış bir öneri miydi? Böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu yeni sistem büyük oranda kapalı kapılar ardında, Altılı Masa’daki siyasi partilerin bürokratik elitleri arasında yürütülen müzakere ve pazarlıklar neticesinde şekillendi.

Muhalefet parlamenter sistem vaadinden vazgeçmiş değil

Tabii seçim kaybedildiği için bu gündem kendiliğinden bir şekilde düştü. Ancak CHP, Zafer Partisi ve İYİ Parti gibi muhalefetin belli başlı aktörleri parlamenter sistem ezberini kullanmaya devam ediyor. Daha geçen hafta Özgür Özel, İmamoğlu aday olamazsa “Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı, Ekrem İmamoğlu’nun başbakan olacağı bir parlamenter sisteme dönüş” planını muhalefetin olası stratejisi olarak kamuoyuna duyurdu. Öyle görünüyor ki muhalefet parlamenter sistem vaadinden vazgeçmiş değil. Bu noktada bazı soruların yanıtları üzerinde durmak yerinde olabilir: Parlamenter sistem muhalefetin ihtiyacı olan şey mi? Şu aşamada bir sistem önerisi yapmak gerçekten gerekli mi? Anayasa tartışmasını yürütmenin başka bir yolu var mı?

Öncelikle sistem bahsi muhalefetin başkan adayının gündemindeki bir alt maddeye indirgenmemeli. Yavaş, İmamoğlu, Özel veya herhangi bir başka aktörün siyasi iddiası tartışılırken arada geçen herhangi bir öneri değil parlamenter sistem. Daha ciddi, uzun erimli ve ayakları yere basan bir kavrayış düzeyine ihtiyacımız var. Şüphesiz ki mevcut başkanlık sistemi ve iktidarın tek elde toplanma deneyimi karşısında tepkili muhalefet. Bu verili durum parlamenter sistem özlemini güçlü tutuyor ve muhalif aktörler, “güçlendirme” şerhini düşmek kaydıyla eski sisteme dönüş talep ediyor. Parlamenter sistem adeta bir politik nostalji konusu. Türk anayasa tarihine baktığımızda ise, parlamenter sistemin kuvvetler birliği yönündeki eğilimleri dizginlemekte çok da başarılı olamadığı bambaşka bir manzarayla karşılaşıyoruz. 1923 ile 1960 arasında Atatürk, İnönü, Bayar ve Menderes gibi güçlü liderler başlarında bulundukları parti aracılığıyla hem yasama hem de yürütmeyi aynı anda kontrol ettiler. Başbakanların yanı sıra cumhurbaşkanların da siyasi parti üyesi olabildiği bu konjonktürde tam bir kuvvetler birliği yoktur şüphesiz ki.

Özel, İmamoğlu ve Yavaş ile bir araya geldi

Ancak cumhuriyetin kuruluş yıllarından 27 Mayıs darbesine kadar geçen sürede ülkenin hukuk politik gerçeğinin kuvvetler ayrılığından çok uzakta olduğu rahatlıkla söylenebilir. Devlet elitleri vesayetinde kuvvetler ayrılığının ve parlamenter sistemin kurumsallaşması 61 anayasası ile bir nebze gerçekleştiyse de, 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahaleleri sonucunda yürütmenin daha da güçlendiği bir siyasi yapıyla yeniden karşı karşıya kaldık. 12 Eylül’den sonraki dönemde Özal ve Erdoğan gibi güçlü başbakanlar yürütmeyi aşırı şekilde sınırlayan yasama erkini, başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki yetki paylaşımını ve resmi ideolojinin vesayet kurumu gibi işleyen yargıyı millet iradesi önünde engel olarak gördüler. Dahası sıklıkla dile getirilen bir iddia yürütmenin sınırlanmasının ülkenin kalkınmasını ve icraatların istikrarlı bir şekilde yapılmasını engellemesiydi.

Bu bağlamda 16 Nisan 2017’de başkanlık sistemine geçişimizi sadece 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı olağanüstü siyaset iklimiyle ilişkilendirmek hata olur. Bizde sağ partiler hemen her zaman başkanlık sistemine özendi. Bu özenti bir ölçüde Küçük Amerika olma düşünüyle de ilgiliydi şüphesiz ki. Öte yandan cumhuriyet tarihi boyunca yürütmeyi güçlendiren asıl neden hem sağda hem de solda baskın bir siyasi kültür kodu olan devletçilikti. Ayrıca Atatürk’ten bugüne kadar güçlü lider geleneği kendini sürekli bir şekilde yeniledi. Hemen her zaman çoğunlukçuluk çoğulculuktan, tek yanlı karar verme eğilimi müzakereden daha çekici oldu. Parlamenter sisteme geri dönelim diyen muhalefetin öncelikle bu tarihsel miras ve sosyolojik vasatla hesaplaşması, siyasal istikrarsızlığa yol açmaksızın bu merkezileşme eğilimine karşı duracak hukuki düzenlemeleri kamuoyu önünde tartışması gerekir.

CHP’nin siyasete bakışı başkanlık sistemi zihniyetine daha yakın

Laf hesaplaşmadan açılmışken Altılı Masa’nın hazırladığı reform taslağının en güdük kısımlarından birisi siyasi partiler yasasıydı. Belli ki muhalefet partileri, parti liderlerini mutlak başkanlar haline getiren ve demokrasinin aşağıdan yukarıya gelişmesine izin vermeyen antidemokratik parti siyasetine müdahale etmek istememişti. Dahası, muhalefetin başkan adayı belirleme yönteminin kamuoyundan gelen tüm itirazlara rağmen her defasında kapalı kapılar arkasında şekillenmesi ve hem milletvekili hem de belediye başkan aday listelerinin önseçim yerine merkezden atanması gibi olgular açık bir şekilde gösteriyor ki parlamenter sistemi savunan CHP’nin siyasete bakışı başkanlık sistemi zihniyetine çok daha yakın. CHP Genel Merkezi’nin aldığı karara itiraz eden tüm sesler ya susturuluyor ya da dışlanıp ötekileştiriliyor. Dün Kılıçdaroğlu’na karşı çıkıp muhalefet içinde kalmak çok zordu bugün aynı durum İmamoğlu için geçerli.

Ruşen Çakır yorumladı: Altılı Masa'nın laneti

Başkanlık sistemi nasıl düzeltilir?

Gelelim esas meseleye, yani başkanlık sisteminin nasıl düzeltileceği sorununa. Bugün yürürlükte olan sisteme yönelik itirazlar iki noktada toplanmakta: Yürütmenin yasamayı kontrol etmesi ve yargı bağımsızlığı. Bu sorunların parlamenter sistem içerisinde tümüyle çözülebileceğini düşünmek kolay değil. Zira parti disiplininin güçlü olduğu ülkelerde parlamenter sistemlerdeki hâkim eğilim, yürütmenin başı olan başbakanın parlamentoyu da kontrol altında tutması, dolayısıyla yasama ile yürütme arasında eş güdümden ziyade bir hiyerarşik ilişkinin şekillenmesi yönünde oluyor. Hem yüksek yargı organlarının şekillenmesi sürecinde hem yasamanın hem de yürütmenin sahip olduğu yetkileri kullanan güçlü başbakanlar böylelikle fiili bir kuvvetler birliği gücüne kavuşabiliyor.

Bu sakıncalar elbette parlamenter sistem fikrinin reddedilmesini gerektirmez. Ancak parlamenter sisteme dönüş fikrine nostaljik bir değer atfetmeden, somut veriler ışığında ve olası sakıncaların önünü alacak şekilde değerlendirilmesi zorunludur. Neticede parlamenter sisteme dönüşte ısrar edilecek ise, cumhurbaşkanlığı makamının sembolik olmaktan çıkartılarak, yürütme üzerinde fazladan bir denge ve denetleme mekanizması tesis edilmesi yolu tercih edilebilir. Bu bağlamda ikinci bir olasılık, yürütme yetkilerini ikiye bölmek olabilir. Bir diğer deyişle yürütme erkinin, halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı ile farklı bir takvimde seçilmiş parlamentonun içerisinden çıkan bir başbakan arasında paylaşıldığı bir yarı-başkanlık sistemine geçilebilir. Üçüncü ve son seçenek ise mevcut sistemde yasama ve yürütme arasındaki hiyerarşik bağı koparmak adına kimi önlemler alarak bu sistemi tadil etmek olacaktır. Örneğin meclis ve cumhurbaşkanı seçimlerinin farklı zamanlarda yapılması ve siyasi partiler yasası değiştirilerek tüm kademelerde önseçimin zorunlu hale gelmesi kendiliğinden bir denge-fren mekanizmasına yol açacaktır.

Yargı, yürütmeden bağımsız işleyebilir mi?

Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunun ise öncelikle yargı kültürüyle ilgili bir mesele olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Yani yeni bir kanuni düzenleme ile bu sorunu tümüyle ortadan kaldırmak imkansız. Yine de yargının, yürütmeden bağımsız bir denetleme mekanizması olarak işleyebilmesini desteklemek adına alınabilecek önlemler elbette var. Örneğin bu bağlamda atılabilecek adımlardan bir tanesi, olası bir parlamenter sisteme ya da yarı-başkanlık sistemine dönüş senaryosunda, yasama ve yürütme organlarının yargı ile ilgili yetkilerini birbirlerinden bağımsız biçimde kullanmaları için bu iki erk arasındaki kuvvetler ayrılığının temin edilmesi ve yargı makamlarına yapılacak Meclis atamalarında nitelikli çoğunluk şartı aranması olacaktır.

Öte yandan mevcut başkanlık sisteminin tadil edilmesi yoluna gidilecekse, bu durumda siyasi parti üyeliği bakımından cumhurbaşkanına bir seçim hakkı tanınabilir. Eğer ki cumhurbaşkanları siyasi parti üyesi olarak kalmak istiyorlarsa, anayasanın yargıyla ilgili kendilerine verdiği yetkileri nitelikli çoğunlukla karar verme koşuluyla Meclis’e devredebilirler. Yargıya yönelik üst düzey yargıç ve savcı atamalarında TBMM’nin nitelikli çoğunluğunun söz sahibi olması yargının demokratik meşruiyetini güçlendirecektir. Dahası kararlar nitelikli çoğunlukla alınacağı için iktidarı oluşturan aktörler hemen her zaman muhalefetle de anlaşmak zorunda kalır. Cumhurbaşkanı yargı yetkisini kendisi kullanmak isterse, bu durumda parti üyeliği veya başkanlığından vazgeçmek zorunda kalacak, böylelikle de güç kendiliğinden bölünecek, yargının merkezileşmiş tek bir iktidar aktörü tarafından şekillendirilmesi zorlaşacaktır. Böylelikle, anayasanın iki, siyasi partiler yasasının ise bir maddesini değiştirdiğinizde bugünkü başkanlık sistemi tümüyle bambaşka bir şeye dönüşecektir.

Parlamenter sisteme dönüş çözüm mü?

Ezcümle, son yedi yılda deneyimlediğimiz haliyle başkanlık sisteminin uzun erimli olmadığı açık olsa da parlamenter sisteme dönüş de tüm siyasal sistem sorunları için kestirme bir çözüm değil. Yeni bir siyasal sistem tasarlanacaksa, her biri farklı olası sorunlar barındıran bir dizi makul çözüm arasında kamuoyunun açık ve derinlikli bir tartışma yürütmesi ve bir seçenek üzerinde %50+1’den çok daha büyük bir çoğunlukla mutabık olunması elzem. Öte yandan başkanlık sistemini iyileştirmek ya da yarı-başkanlık sistemine dönüştürmek, her şeyi sil baştan yazarak parlamenter sisteme geri dönüş planlarına göre daha az maliyetli bir çözüm. Her halükarda, siyasal sosyolojik yapımız, kurumların geleneksel sınırları ve partilerimizdeki lider kültürü dikkate alındığında muhalefetin sadece parlamenter sistem üzerinde değil, daha özgürlükçü bir başkanlık rejimi için de hazırlık yapması makul olacaktır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.