Reha Çamuroğlu Medyascope için yazdığı “Numan Bey ne diyor? “Yeni ulus”ta Alevilere yer yok mu?” başlıklı yazısında yeni çözüm süreci ekseninde Türkiye’deki Alevilerin durumunu mercek altına alıyor.
Önce 6 Şubat 2023’te korkunç bir deprem dehşeti yaşadı Hatay Alevileri. Suriye’deki Aleviler de bu depremden büyük ölçüde zarar gördüler. Elbette depremden sadece Aleviler etkilenmedi. Fakat deprem sonrasında yaşananlar onları çok rahatsız etti ve etmeye de devam ediyor.
Depremin yaraları sarılmamıştı ki, Suriye’de IŞİD bakiyeleri uluslararası bir darbeyle Şam’ı ve devleti ele geçirdiler. O günden beri Suriye’deki Alevi kardeşlerimizin feryatları arş-ı alaya çıktı. Teröristler bir soykırım başlattılar. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar gündüz gözüyle dahi vahşi yöntemlerle öldürülüyor bu soykırımı yapanlar bu eylemleriyle gurur duyduklarını gösterircesine videolara çekerek “Allahuekber” nidalarıyla paylaşıyorlardı. Hâlâ da öyledir.
Biz Türkiye’nin Alevilerine, bizim de “devletimiz” olduğuna inandığımız devlete müdahale çağrısında bulunduğumuzda, önce bize “Onlar Alevi değil ki Nusayri” denildi. Sonra sık sık “Suriye bizden sorulur” diyenlerin derin, duvar gibi sessizliği ile karşılaştık. Aynı anda dehşetli bir Alevi düşmanı kampanya başladı sosyal medyada. Yavuz Sultan Selim’li paylaşımlar, “Haddinizi bileceksiniz”ler, “Sizi de böyle yaparız”lar ayyuka çıktı. Şikâyetlerimiz, nefret suçu ihbarlarımız da duvara çarpıp geri döndü.
Sonra o sıralarda lafları edilmeye başlayan “2. Kürd Açılımı” ortaya çıkıverdi. Karşı olanlar, lehte olanlar ve ne olduğunu anlamadığı için tavır geliştirmeyenler hâlâ bu mesele üzerine tartışmaktalar.
Yeni süreçte Aleviler nerede duruyor? Alevilere yer yok mu?
Bu bir “anayasa oyunu” muydu? “Yeniden başkanlık” derdi miydi? Yoksa gerçekten bu Türkiye’nin acı meselesine köklü bir çözüm mü geliyordu?
PKK’nın feshinin ilan edildiği konuşmada Lozan Antlaşması’na yapılan vurgu pek çok zihinde hemen o gün ciddi kaygılar uyandırdı. Öyle ya, o antlaşma bir anlamda Türkiye’nin kuruluş senediydi. Kanal İstanbul’un tekrar gündeme alındığı bugünlerde Montrö de hemen akıllara geliyordu. Türkiye böyle bir sürece girebilir miydi? Girerse ne olurdu?
İddia edilen “Yeni ulus” kimleri kapsayacaktı? Kimleri dışlayacaktı? Kimdi bu “Yeni ulus”?
Sonra bugüne geldik. Devlet protokolünde 2. Sırada bulunan TBMM Başkanı Sn. Numan Kurtulmuş “tarihi” bir açıklama yaptı. Şöyle diyordu;
“Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail’e karşı, Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi’nin yapmış olduğu ittifak, Anadolu’daki Müslüman toplulukların birlikte var olmasına neden olmuştur.”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Anadolu’daki Müslümanlar”!
Bu açıklamayı okuduğumda önce devasa bir gaf olduğunu düşündüm. Bir daha okudum. Hayır öyle değildi, aslında “yeni ulus”u tarif ediyordu Meclis Başkanı.
“Anadolu’daki Müslümanlar”!
Bu cümleleri okuyan herkes Şah İsmail’in ve onu sevenlerin, yani milyonlarca Türkiye vatandaşının Meclis Başkanı tarafından Müslüman olarak görülmediğini hemen fark edecektir.
Bu açıklama aynı zamanda uluslararası bir nitelik de taşımaktadır. Milyonlarca Azerbaycan Türkü ve yine İran vatandaşlarının ezici çoğunluğu Sn. Meclis Başkanımız tarafından bu kapsama alınmaktadır. Ama bana bu açıklamanın bir gaf olmadığını fark ettiren şey bunlar değildir.
Fark etme nedenim tam bir tek taşla çok kuş avlama çabasıdır. Değerli “2. Kürd Açılımı” konusunda çok önemli bir detaydır bu. Burada mesela Kürd Aleviler nerededir? Var mıdırlar? Yok mudurlar? Yoksa bu cümleler Kürdlerle Aleviler arasına soğukluk hatta düşmanlık yaratmak için mi kullanılmıştır?
Yoksa “Yeni Türkiye’nin yeni ulus’u” sünni “ümmeti” olarak mı bu cümlelerle tanımlanmaktadır? Yani gelecek her kökenden sünniler ve sünni olmayanlar arasında geçecek bir mücadele üzerine mi kurgulanmaktadır?
Bu satırları yazdığımda bu konuşmaya bir açıklama yahut tekzip gelmemiştir.