Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Referandum sürecinde MHP: Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Karakaya ile söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/307912009″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

Merhaba iyi günler. Milliyetçi Hareket Partisi’nin referandum stratejilerini Genel Başkan Yardımcısı, Adana Milletvekili Mevlüt Karakaya ile görüşeceğiz. Kendisiyle Ankara’daki makamında Skype üzerinden bağlanacağız. Mevlüt Bey hoşgeldiniz yayınımıza.
Teşekkür ediyorum Ruşen Bey. İyi yayınlar diliyorum.

Sağolun. Sizinle, seçim zamanı Adana’da ilk Periskop yayınını yapmıştık hatırlıyorsanız. O zamandan bu zamana, biz de çok değiştik, siz de çok değiştiniz diyeceğim. Hemen soracağım. O tarihte, 7 Haziran seçimleri öncesi, benim hatırladığım MHP ile şimdiki MHP arasında çok fark olduğu söyleniyor. Ben de bu kanıdayım, ama bugün Sayın Bahçeli’nin tweet’ini tekrar gördüm ‘’Ben değişmedim Türkiye değişti’’ diyor. Biraz açar mısınız? MHP, özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemi sürecini başlatan parti oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını bir nevi siz cesaretlendirdiniz. Nedir burada değişen ya da değişmeyen?
Ruşen Bey, öncelikle şunu söyleyeyim. Sayın Genel Başkanımızın dünkü tweet’lerinde de ifade ettiği gibi, hakikaten Milliyetçi Hareket Partisi’ne ve özellikle de Sayın Genel Başkanımıza haksız yere bir yüklenme var belli bir kesim tarafından. Sayın Genel Başkanımızda herhangi bir değişme yok. MHP dün ne ise bugün de o. MHP’nin Sayın Genel Başkanı dün neredeyse bugün de orada. Burada herhangi bir şey yok. Ama tabii algı meselesi. Biz MHP olarak, dün neye karşı çıkıyorsak, bugün de ona karşı çıkıyoruz. MHP’nin görüşlerinde, düşüncelerinde, toplumun geleceği ile ilgili siyasi konularda, iktisadi ve sosyal konularda tabii ki iyi yönden bir gelişme her zaman için olacaktır. Ama değişme anlamında herhangi bir değişiklik söz konusu değil.
Bugün belki Türkiye’deki şartlar, konjonktür veya iktidar partisinin veya Sayın Cumhurbaşkanı’nın, belli temel konu ve sorunlara bakış açısında veya uygulamasında bazı değişiklikler söz konusu olabilir. Şartların getirdiği zorunluluktan veya başka sebeplerden, –onun analizini yapma durumunda değilim şu anda– o değişiklikler zaman zaman MHP ile diğer partileri bir araya getirebiliyor.
Aslında, izin verirseniz, çok özetle şöyle bir benzetmeyle ifade etmekte fayda var. MHP kendi doğruları yönünde ve kendi prensip ve ilkeleri doğrultusunda politikalarını belirliyor. Duruşunu, olması gereken yeri buna göre tayin ediyor. Ama zaman zaman, Türkiye gerçeğinden hareketle baktığımızda, CHP ile yan yana gelebiliyor. Bu durumda, MHP’nin, CHP’nin yanına kaydığı söyleniyor. Zaman zaman AKP ile yan yana gelebiliyor. Bu durumda da, MHP’nin AKP’nin yanına gittiği ya da o tarafa kaydığı söyleniyor. Geçmişte oldu. 2010 yılında referandumda, CHP, MHP ile aynı yöne düştü. O zaman, AKP ve MHP’nin müzmin muhalifleri, MHP’yi CHP’nin vagonu olmakla eleştirdiler. 367 olayında veya benzeri olaylarda, ya da bugün olduğu gibi AKP ile yan yana geldiğinde, daha doğrusu MHP kendi doğrusu yönünde hareket ederken AKP’nin yanına gelmesi, bu sefer tersine, “AKP’ye baston oldu, değnek oldu” gibi eleştirilere neden olabiliyor. Onun için bu, MHP’nin durduğu yerle alâkalıdır.

İzin verirseniz şöyle toparlayabilir miyiz? Şunu diyorsunuz galiba – ki daha önce de değişik parti sözcüleri benzer şeyler söyledi: “Bizim yerimiz belli, yerimizden sapmış değiliz. Ama zaman zaman bazıları ve şu son olayda da, iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı bize yakınlaştı. Biz onlara yaklaşmıyoruz, onlar bize yaklaşıyor” diye özetleyebilir miyiz değerlendirmenizi?
Kesinlikle bunu bu şekilde özetleyebiliriz. Ama bunu politikalar anlamında değerlendirmek, daha doğru bir analiz ve değerlendirme için daha uygun bir yaklaşım olur diye düşünüyorum. Biraz önce anlattıklarımı özetlediğiniz şekil doğru bir yaklaşımdır.

Ancak şöyle bir şey var, izin verirseniz Mevlüt Bey, burada kafa karıştıran ya da değerlendirmeleri belirleyen husus şu: Başkanlık ya da Cumhurbaşkanlığı sistemi diye dile getirilen hususu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve tamamı olmasa bile AKP’nin bir bölümü, uzun zamandır dile getiriyordu. Siz parti olarak böyle bir görüş dile getirmiyordunuz. Başkanlık sistemi ya da yeni adıyla Cumhurbaşkanlığı sistemi konusunda sizin partinizde bir değişiklik olduğu doğru değil mi?
Tabii bu nereden baktığınıza bağlı. Onun izahını yapacağım. Siz girişte de ifade ettiniz Ruşen Bey. 7 Haziran seçiminden önce Adana’da sizinle bir röportaj yaptık benzer bir teknikle. Orada da benzer şeyleri konuştuk. O gün biz ne diyorsak, bugün de aynı şeyi söylüyoruz. O günkü görüşlerimiz de kayıt altındadır. Zatıâlinizle yaptık. O gün söylediğimiz, bugün söylediğimizden farklı değil. O gün de biz açılıma karşıydık.
MHP’nin 6 senedir o konudaki duruşu, belki de o süreci yavaşlatarak, bizim söylediğimiz risklerin, tehlikelerin ortaya çıkmasına, vatandaşın ya da bizi yönetenlerin bunu anlamasına neden oldu diye düşünüyorum. Yani, o günkü görüşümüzle bugünkü görüşümüz arasında fark yok. O gün neye karşı çıktıysak, bugün de öyle. O gün müzakere diyen AKP bugün mücadele yapıyorsa… Ben kişilerle konuları onlarla bağlantılı değerlendirmiyorum. Doğru bir yaklaşımla, ben politikamın derdindeyim. Ben kendi doğrularımın, kendi ilke ve prensiplerimin çerçevesinde hareket ediyorum. Eğer AKP, dün Kandil’den gelen talimat ya da Kandil’den gelen bazı rıza veya bilgiler üzerinden bir açılım süreci götürmeye çalışıyorduysa, ben onun karşısındayım. Bugün Kandil’i bombalıyorsa, Kandil’e bayrak dikilsin diyordum. Bugün bu mücadelenin yapılmasında doğru bir yolda olduğu için de bunu destekliyorum. Benim AKP ile bir derdim yok. Değişen, şu ya da bu değil. Değişen, uygulanan politika. Ben politikalar üzerinden, Türkiye’nin temel sorunlarına yaklaşımlar üzerinden bakıyorum. Bana göre açılım süreci, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olup, ülkenin, Türk Milleti’nin ve devletin bir beka sorunu yaşamasına neden olacak bir yaklaşımdı. Bugün ise, benim söylediğim gerçek ortaya çıkmış. İktidar partisi bu gerçekten hareketle olaya yaklaşıyorsa, benim iktidar partisini kişilik olarak, bir parti olarak veya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerinden bir değerlendirmeye girmem, partiyle, siyasi yaklaşımla, görüşle alakası yok. Etik de değil. Benim buradaki konulara bakışım bu. Kimin yaptığı değil, neyin yapıldığı üzerinde duruyorum.

Mevlüt Bey, bu zaten çok konuşulan bir husus. Anladığım kadarıyla, çözüm süreci denen şeyin durdurulması ve tam tersine, müzakere değil mücadele noktasına gelinmesi, sizin parti olarak duruşunuzu büyük ölçüde değiştirdi. Peki, referanduma gelelim. Siz “Evet”çisiniz. Hatta Devlet Bey, Devletin içerisinden o iki harfi çıkartarak, “Evet” yaptı. Bunu nasıl savunacaksınız? Yani, çok yoğun bir kampanya hazırlığınız var mı? İktidar partisi bunu yapacak, biliyoruz. Siz parti olarak, bu kampanyada onlar kadar aktif bir şekilde yer alacak mısınız?
Tabii ki. Sonuç itibarıyla bu görüşün ortaya atılmasında, bu sürecin başlamasının müsebbibi MHP’dir. Biz MHP olarak geçmişte olduğu gibi bugün de, ülkenin geleceği ile ilgili bazı riskleri, tehlikeleri gördük ve bu konuyla ilgili muhataplarını uyardık. 11 Ekim 2016 tarihinde grup toplantısı konuşmasında Sayın Genel Başkanımız, özellikle 15 Temmuz kalkışması yaşandıktan sonraki gelişmeleri ya da 15 Temmuz’dan önce görünmeyen risk ve tehlikelerin ortaya çıkışından bahisle, geleceğe yönelik bir projeksiyon yapıp dedi ki: “Bakın, şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu bu yönetim yapısı, Türkiye’yi sıkıntıya sokabilecek bir sistem krizi ya da kaosuna götürebilecek durumda. Hatta bu bir rejim sorununa kadar da gidebilir. Onun için bunun bir an önce düzeltilmesi gerekiyor”. Onu da şu şekilde ifade etti. Sorunu tanımladı ve dedi ki: “Şu an mevcut fiili durumda Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci adamı, en tepedeki insanı, yani Cumhurbaşkanı, Anayasaya uyumlu hareket etmiyor”. Bu bir realite; bunun tespitini bir daha yapmamıza gerek yok. Niye? Çünkü her gün, herkes, CHP de diğer muhalefet partileri de bunu söylüyor. İktidar partisi tabii ki bunu böyle ifade etmiyor ama o da görüyor. 7 Haziran seçimleri öncesinde yine sizinle konuşmuştuk. Bağımsız ve tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı, 55 ilde miting yapıyor, bir parti lehine oy istiyor. Partiyle bağını fiilen koparmıyor. Kâğıt üstünde bu bağ kesilmiş olsa da fiili bağ devam ediyor. Siyaset yapıyor, ama siz siyasetçi olarak cevap verdiğinizde, karşınızdaki devlet büyüğü statüsünde ve hukuk önündeki durumu bu. Hukuku ve Anayasa’yı çiğnediğinde, belli bir yere artı ya da eksi veya bir partinin lehine çalıştığında, devlet imkânlarını oraya kullandığında, bunu önleyecek hiçbir mekanizma yok. Bunu sormaya kalkacak bir müessese, hukukî bir yol da yok. CHP’li meslektaşlarımızın veya MHP’ye muhalif olanların ya da “Hayır” kampanyası yürütenlerin söylediği en önemli şeylerden birisi şu: “Bundan sonra Cumhurbaşkanına hiçbir şey sorulamayacak”. Bu bir algı yönetimi değil de nedir? Bugüne kadar neyi sordun be adam? Sorulacak bir şey vardı da bugüne kadar neden sormadın demezler mi adama? Ey CHP, hadi sor, neden sormuyorsun, torpil mi geçiyorsun? 32 gün istikşafî görüşmeler yapıldı. Koalisyon da yapacaktın. Peki, bu anlamda bizim de, sizin de şikâyet ettiğiniz birçok yanlış o güne kadar olmadı mı? O güne kadar olmuştu. Onun için, burada bir samimiyet yok. “Bundan sonra Cumhurbaşkanına hiçbir şey sorulamayacak”. Samimi olmak, dürüst olmak, doğru konuşmak lazım. “Bugüne kadar neyi sordun, sorabildin? Nasıl soracaksın? Neden sormuyorsun? Referanduma iki ay var. İki aya kadar sor kardeşim. Bugüne kadar neden sormadın?” Bu çok önemli, onun için çok tekrar yaptım. Çünkü soracak bir mekanizma, bir müessese yok. Ben yeni gelecek değişikliğin savunması peşinde değilim. Şunu söylemek istiyorum: Çok yanlış zeminde, yanlış konular üzerinde tartışma yürütülüyor. Şu an Türkiye’de tartışılan, Parlamenter sistem ve Başkanlık sistemi. “Parlamenter sistem mi daha iyi, yoksa Başkanlık mı daha iyi? MHP geçmişte seçim beyannamesinde Parlamenter sistem demişti, şimdi neden Başkanlık diyor?” Deveye demişler ki “Boynun neden eğri, nerem doğru ki?” demiş. Bu konunun, bu tartışmanın neresini düzelteceğiz?
Şu anki sistem “Hayır”cıların “Evet” diyecekleri –çünkü “Hayır” diyerek de bir şeye “Evet” diyorsunuz– “Evet” diyecekleri sistem, şu an mevcut, fiili durumdaki uygulamadır. Mevcut fiili durumdaki uygulamayı bizim dediğimiz anlamda bir parlamenter sistem olarak tanımlayabilir misiniz? Hayır. Demek ki “Hayır” diyenler bir parlamenter sisteme “Hayır” demeyecek. Peki, “Evet” diyenler Başkanlığa mı “Evet” diyecekler? O da hayır. Niye? Çünkü bu sizin bildiğiniz, tanımladığınız bir Başkanlık sistemi değil. Değilse, koskoca CHP Genel Başkanı “Amerika Başkanlık Sistemini getirin ‘Evet’ diyelim” der mi? Demek ki mesele, Parlamenter sistemle, Başkanlık sistemi tartışması değil. Peki, neyi tartışıyoruz? Şu an mevcut, fiili durumda uygulanan bir yapıyla, yeni getirilen Partili Başkanlık sistemi. Daha da basitleştirmek gerekirse; mevcut fiili durumu –ama fiili durumun tanımlaması yok– yasal statüye kazandırmak. Bu farklı şekillerde farklı eleştiri konusu da yapılabilir, yapılıyor da. “Her yanlış yapana, hukuku çiğneyene hukuku mu uyduracağız?”
Ruşen Bey, burada bir şeyi çok iyi anlamak lazım. Türkiye, 2007 yılında Cumhurbaşkanını seçemedi. 367 tıkacı olarak ifade ettiğimiz o tıkanmayla birlikte, bir Anayasa değişikliğine gidildi. Bu Anayasa değişikliği ile parlamento tarafından seçilen Cumhurbaşkanı ya da Cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçilme yetkisi, parlamentodan alındı, halka verildi. Halk seçecek dendi. Bu aslında vatandaş nezdinden baktığımızda gayet de güzel. Milletvekilleri seçiyor da vatandaş seçemez mi? Bir referandum yapıldı. %67-%68 oranında kabul edildi ve bu değişiklik oldu. 21 Ekim 2007 yılında yapılan referandumla birlikte, –bugün CHP’nin de, bizim de söylediğimiz– güçlü bir parlamenter sistemin en önemli unsuru olan Cumhurbaşkanını seçme yetkisi elinden alındı. Neden oldu? İşte CHP’nin siyasi miyopluğu burada. Geçmişte de aynı şeyler oldu. İşte bunun üzerine yürütme iki başlı hale geldi.

Biraz size nefes alma imkânı tanıyayım. Partinizin içerisinde tartışmalar var. Disipline sevk edilenler var. Daha önce atılmış olanlar var ve onların yürüttüğü kampanyalar var. Referandumda en çok bakılan da, MHP’nin tabanı, seçmeni. Hatta ben, sosyal medyada takipçilerimle kendi çapımda bir anket yaptım “Referandumun kaderini hangi parti tabanı belirler?” diye. 10 bini aşkın kişinin oy kullandığı ankette %60 küsur oranla MHP çıktı. Bu zaten bilinen bir şey. Siz de bu kanıda mısınız? İkincisi, referandumda MHP tabanının alacağı pozisyon konusunda rahat mısınız?
Ruşen Bey, kesinlikle rahatız. Tabii ki MHP’de, MHP’liler ve dava arkadaşlarımız, MHP’nin temel prensip ve ilkeleri, bugüne kadar uyguladığı politikalar açısından konuyu değerlendirdiğinde, doğrunun ne olduğunu çok net bir şekilde görüyor. Burada, MHP’nin, ne bir şahsın, ne bir partinin peşinde olmadığını, MHP’nin derdinin Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası olduğunu biliyor. Biraz önce söyledik. Özellikle 15 Temmuz tarihinden sonra ya da 15 Temmuz’da yaşanan o kalkışmayla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ciddi bir beka sorunu yaşadığı çok net bir şekilde ortaya çıktı. 14 Temmuz’a göre, 16 Temmuz tarihi daha iyi. Biz 14 Temmuz’da devletin içinde bu kadar ciddi bir yapılanmanın, devleti ele geçirme noktasına gelmiş bir girişimin olduğunun farkında değildik.
MHP olarak, bu konularda daha ciddi, algıları daha gelişmiş bir siyasi anlayış dahi, bunun bu boyutta olduğunun farkına varamamış. Partimiz üzerinde operasyonları, özellikle Olağanüstü Kurultay döneminde yapılanları gördük. Onun üzerinden hareketle bazı şeyleri anlatmaya, izah etmeye çalıştık kamuoyuna. Tabii Türkiye’de olaylar daha çok kişiler ve partiler üzerinden tartışıldığı için, Recep Tayyip Erdoğan’ın da bugüne kadar ötekileştirici, kamplaştırıcı izlediği bazı politikalar burada belli zorlukları, ya da yanılsamaları da ortaya çıkarmış olabilir ki öyle gözüküyor.
Buradaki temel meselemiz şu. Türkiye şu anda üç terör örgütünün ablukası altında. Diyorlar ki: “Dün siz Başkanlık sisteminin karşısındaydınız, bugün neden yanındasınız?” Ben biraz önce fiili durumdan bahsettim. Diğer taraftan da, bu gelen de Başkanlık değil, Partili Cumhurbaşkanlığı. Uygulanmakta olan bir şey. “Yarın bu yetkiyi verirsek, bu yetkiyi alan ne olur?” diyorlar. Şu anda, fiili durumda, bugün itibariyle, Cumhurbaşkanı’nın yapamayıp da, değişiklikten sonra yapabileceği bir tek şey yok. Ama bugün hiç soru soramıyorsunuz. Bugün, yaptığı şeyden dolayı bir cezai sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı’nın, yarın böyle bir sorumluluğu olacağını da görmeliyiz. Dolayısıyla, mevcut olan yapıyı hiç kimse bize sürdürülebilir diye ifade edemez. Sayın Genel Başkanımızın gördüğü temel risk, tehlike de işte bu noktada. Bu işin başka boyutları da var, oraya da gireceğim. Siz taban diye ifade ettiniz, biz taban ifadesinden ziyade, “ülküdaşlarımız, dava arkadaşlarımız” diye ifade ediyoruz bu tanımlamanın kapsamına giren insanları. Burada MHP, özellikle 15 Temmuz’dan sonra gördüğü beka sorunu dolayısıyla buradaki yönetim boşluğunun kaldırılmasını talep etti. Bunu kaldırmak için de, ya geriye dönecek ve parlamenter sistemi tam anlamıyla uygulayacaksınız. Cumhurbaşkanı anayasal sınırlar içine girecek — ki bunu en fazla isteyen MHP; koalisyonda da şart olarak koymuştu, biliyorsunuz. Ya da bu mevcut çarpıklığı mevzuatla, Anayasa’yla uyumlu hale getireceksiniz. Orada da MHP şunu söyledi: “Eğer anayasal sınırlar içerisine girmiyorsanız, –görüyoruz ki bunu da yapmayacaksınız–, öyleyse bu mevcut yönetimdeki açıklığı, boşluğu düzenleyecek bir Anayasa değişikliği düşünülebilir. Biz MHP olarak, bizim hassasiyetlerimize dikkat edilirse bu değişiklikte, biz de buna destek verebiliriz.” Bütün mesele budur.
Nedir MHP’nin hassasiyeti? Dün biz neden başkanlığa karşıydık? Çünkü başkanlığın altı, Büyük Ortadoğu Projesi’nde tanımlandığı gibi, federasyona gidecek özerkliği temel alan bir yapıydı. Onun amaçlarına hizmet edecek tarzdaydı. Yani, ülkeyi ve milleti bölecek, üniter yapıyı dağıtacaktı. Şu an yapılan nedir? Şu an yapılan, üniter yapı üzerinde, bütünlük üzerinde ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, ülkesiyle, milletiyle bölünmez bütünlüğünü esas alan, Anayasa’nın ilk dört maddesine dokunmayan, Anayasa’daki Türklük ve Türklükle ilgili diğer konuları ellemeden getirilen bir sistem. Yani bir anlamda, daha önce hazırlanan Anayasa değişikliği söylemleri ve propagandalarında, federasyon çözüm süreci üzerine kurulu bir başkanlık modeli konuşulurken, bugün üniter yapı üzerinde Türklük ve Türklüğü esas alan bir yapı içerisinde Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi getiriliyor. Dolayısıyla, onunla bunun arasında çok fark var. “Başkanlığı dün istemiyordun, bugün istiyorsun, ne oldu da bugün istiyorsun?” diye sormak haksızlıktır.

Çok yapılan bir değerlendirme var, bu da son soru olsun. Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidara geldiğinden beri değişik dönemlerde, değişik ittifaklar kurdu. Bunlardan birisi, şu anda FETÖ diye adlandırılan yapıydı. Daha önce liberallerle kurdu. Sonra çözüm süreci olayı oldu. Ama onların hepsiyle yolları ayrıldı. Bir spekülasyon yapılıyor biliyorsunuz. Yarın, öbür gün, MHP ile de yolları ayrılır mı? Şu anda kurulan bu ittifak, kalıcı mı olacak yoksa bir geçiş süreci ittifakı mı olacak? Bu tür meseleler sizi meşgul ediyor mu?
Bakın ben size bir şey söyleyeyim. Sonuç itibariyle bu şekilde değerlendirilebilir. Ama bir ittifak da yok. Gerçekten bir ittifak yok. Yani, MHP’nin, AKP ile açıktan, gizliden bir antlaşması yok. Millet bunu anlamakta zorlanıyor belki, ya da bizim anlatmak konusunda eksiğimiz var. Böyle bir ittifak yok. MHP kendi doğrularına göre hareket ediyor. Deniyor ki; “AKP veya Sayın Cumhurbaşkanı, bugün üç terör örgütüyle de mücadele ediyor”. Biz bunu Recep Tayyip Erdoğan olarak da görmüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak görüyoruz. Abluka altına alınmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milleti’ne beka sorunu yaşatan üç terör örgütüyle bir mücadele yürütülüyor, evet. Biz bu mücadelede, Devletimizin ve Milletimizin arkasındayız, yanındayız. Hiçbir ön şartımız da yok. Bunu yaparken birileri, dışarıdan PKK, Türkiye’de seçilmiş Belediye Başkanları, milletvekilleri içeriye atılıyor diye Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına, bize göre son derece meşru bir mücadele konusunda yapılan bu çalışmaları, dışarıda farklı bir şekilde anlatıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sıkıntıya sokmaya çalıştığı bir gerçek. FETÖ’nün, başta ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere 130 ülkede bağlantısı vardı. Şu anda FETÖ’yle mücadele kapsamında –hatalı bir şeyler var, biz MHP olarak da bunları minimum düzeye, hatta sıfıra inmesi için uğraşıyoruz– ki burada haklı bir mücadelesi var Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin. Kendisine, varlığına, hayatına bir saldırı, bir kalkışma oldu. Bununla ilgili kim olursa olsun, insanlık da olsanız, devlet de olsanız bir karşı müdahalede ve mücadelede bulunacaksınız. Şu anda bu mücadele yapılıyor. IŞİD’le aynı şekilde, FETÖ’yle aynı şekilde. Dışarıdan baktığınızda, Türkiye’nin bu haklı mücadelesi, vatandaşlara yapılan eziyet, zulüm diye anlatılıyor. Diğer tarafta, yönetim boşluğundan dolayı da biz bu konuları sürekli eleştiriyoruz.
Ruşen Bey, bakın ben size bir şey söyleyeceğim. Bundan 5-6 yıl öncesinde Suriye’de bir diktatör vardı. Öyle dediler, birden akıllarına geldi, değil mi? Diktatör Esad. Hatırlıyor musunuz?

Evet.
Nasıl hatırlamam diyeceksiniz. Altı yıl geçti. Ne yapılacaktı? Ne söylenmişti? Bu diktatör Esad’dan Suriye ve Suriyeliler kurtarılacaktı. Böyle bir gerçek, mizansen ne kabul ederseniz edin, orayı tartışmıyorum. Ama altı sene sonra ne oldu? Altı sene sonra bugün gelinen noktayı söyler misiniz? Nerede diktatör Esad, Ruşen Bey? Sarayında, değil mi? Peki Suriye nerede? Altı parça. Peki, Suriyeli nerede? Özellikle de “Esad gitsin” diyen Suriyeli nerede? Okyanusun dibinde, denizin altında. Kıyıya vuran vurdu, 3 milyon Türkiye’de, 2 milyon öbür tarafa gitti. Kara toprağın altına gidenler… Bugün her tarafını düzenleseniz, oradan silahı, her şeyi çıkartsanız, Suriye elli senede bu travmadan kurtulamayacak. Nesiller gerekiyor. Ama ne yapılacaktı? İşte Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir yansıması. Ne yapılacaktı? Suriye ve Suriyeli diktatör Esad’dan kurtarılacaktı. Bugün aynı oyunlar, Türkiye için de oynanmaya çalışılıyor. Herkesin konuya bakışı, değerlendirmesi ayrı. Yani üç tane terör örgütü hem içeride hem dışarıda, Türkiye’yi sıkıştırmaya çalıştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne beka sorunu yaşatma arzusu, isteği ve çabası içerisindeyken, bir MHP’linin ya da MHP’nin buna seyirci kalması mümkün değil. Biz MHP olarak, geçmişte de olduğu gibi, politika olarak, bir pire için yorgan yakmayız. Onun için, MHP kendi doğrularının peşinde. Ama o doğru peşindeyken, aynı yere Recep Tayyip Erdoğan da düşüyorsa, Cumhurbaşkanı da orada oluyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Devleti de oradaysa, biz bundan mutluluk duyarız. Böyle bir mücadele yapan bir Devlet varsa, biz buna elimizden gelen her türlü desteği ve yardımı yaparız. E suçlasınlar, tabii ki suçlayacaklar, hiç de umurumuzda değil.

Evet, isterseniz burada noktayı koyalım. Başta da böyle başladık, sonda da böyle bitiriyoruz. Mevlüt bey çok güzel oldu, çok verimli bir sohbet oldu. Çok teşekkür ediyorum. Referandum yaklaştığı zaman partinizden, siz ya da başka yetkililerle Medyascope olarak tekrar görüşeceğiz inşallah. Çok sağolun.
İnşallah. Kolay gelsin.

Sağolun. MHP Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Karakaya ile yaptığımız yayını sonlandırıyoruz. Kendisine ve bizi izlediğiniz için sizlere teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.