Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Almanya seçimlerine doğru (7): “Ebedi şansölye” Angela Merkel’in hayat hikayesi

Almanya’da bugün düzenlenecek seçimlerle yeni bir döneme giriliyor. Angela Merkel, 16 yıldır yürüttüğü başbakanlık görevine veda edecek. “Ebedi şansölye” olarak da anılan Merkel, seçimlerle birlikte siyasi hayatına kendi isteğiyle son veriyor. Almanya seçimleri serimizin yedinci ve son bölümünde, 16 yıllık başbakanlık dönemi boyunca yalnızca Almanya’nın değil Avrupa Birliği’nin (AB) de lideri olarak kabul edilen Merkel’in hayatındaki dönüm noktalarını ele alacağız.

Angela Merkel

Almanya, bugün düzenlenecek federal seçimlerle birlikte yeni bir döneme girecek. 16 yıl boyunca Angela Merkel’in başbakanlığında yönetilen Almanya, böylece ebedi şansölyesine veda ediyor. 

Angela Merkel, 2005 yılındaki seçimlerde Almanya’nın ilk kadın şansölyesi seçilerek tarihe geçti. Avrupa’nın en uzun süre görevde kalan liderlerinden biri olan Merkel, hem Alman siyasetinde hem de Avrupa siyasetinde alınan kararlar üzerinde uzun süre anahtar rol oynadı.

Angela Merkel 2005 yılındaki seçimlerde oy kullanırken.

Merkel dönemi hep istikrarla birlikte anıldı. Avrupa’nın ortak para birimi euronun 2008’deki küresel ekonomik krizi az hasarla atlatmasını sağladı. Küresel piyasaları derinden sarsan koronavirüs salgınına rağmen Alman ekonomisini yeniden yükselişe geçirmeyi başardı.

Peki Merkel nasıl dünyanın ve Almanya’nın en önemli liderlerinden birine dönüştü? Siyasete nasıl başladı? Hayatının ilk yılları ve gençliği nasıl geçti, o yıllar dünya görüşünü nasıl etkiledi? 16 yıllık başbakanlık döneminin ardından görevine veda edecek olan Angela Merkel’i yakından tanıyalım.

İlk yılları

Angela Merkel, 17 Temmuz 1954’te Angela Dorothea Kasner ismiyle Batı Almanya’daki Hamburg kentinde dünyaya geldi. Doğumundan kısa bir süre sonra ailesiyle Berlin yakınlarındaki Templin isimli kasabaya yerleşti. Templin, o dönem Doğu Almanya sınırları içinde yer alıyordu. Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya geçişini önlemek amacıyla 1961 yılında yapımına başlanan Berlin Duvarı, Merkel’in bu bölgede sıkışıp kalmasına neden oldu. Merkel, 18 yaşına kadar Doğu Almanya’daki bu küçük kasabada yaşadı.

Merkel’in çocukluğuna dair bir fotoğraf.

Merkel’in babası bir Lüteriyen papazı, annesi ise öğretmendi. Hiçbir zaman büyük bir varlık içinde büyümedi. Soğuk Savaş’ın neden olduğu endişe ve Doğu Almanya’da yaşadığı izole hayat onu temkinli ve tutumlu biri olmaya itti. Gençlik yıllarında babasının dini görüşlerinden ve öğretilerinden etkilendi. Ancak bu durum, siyasi yaşamı boyunca dini görüşlerini kendine saklayan biri olmasına engel olmadı.

Doğu Almanya’da sosyalist diktatörlük altında devam eden hayat, Merkel’i ketum birine dönüştürdü. Doğu Almanya’daki hayatın, Merkel’i dünya görüşlerini ve dini inancını pek paylaşmayan bir insan haline getirdiği ve ona meşhur soğukkanlılığını kazandırdığı yaygın bir kanı.

Eğitim yılları ve Merkel soyadı

Merkel’in babası Horst Kasner bir din adamıydı ve ailesi bu nedenle sosyalist diktatörlük altında çocuklarının ayrımcılığa uğramasını istemedi. Bu yüzden, aile Merkel’i Komünist Gençlik Organizasyonu’na katılmaya teşvik etti. Her ne kadar Merkel siyasi yaşamında bu organizasyona katıldığı için eleştirilse de ailesi, dönemin koşulları nedeniyle bu kararlarını hep savundu.

Komünist Gençlik Organizasyonu’na katılması sayesinde Leipzig Üniversitesi’ne giren Merkel, burada fizik ve kimya üzerine çalışmalarını tamamladı. Ardından Berlin’deki Alman Bilim Enstitüsü’nde doktora yapmaya başladı. Doktora eğitimini kuantum kimyası üzerine yazdığı tezle tamamlayan Merkel, ardından Adlershof Pozitif Bilimler Akademisi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. Burada ileride siyasi hayatında kilit rol oynayacak birçok insanla tanışma fırsatı buldu.

23 yaşındayken Leipzig Üniversitesi’nde fizik okuyan Ulrich Merkel ile evlendi. Çift, 1977-1982 yılları arasındaki beş yıllık evliliklerinin ardından boşandı. Ancak Angela Merkel, “Merkel” soyadını değiştirmedi ve yakın siyasi tarihe bu isimle geçti.

Siyasete atılan adım

Mart 1985’te Mihail Gorbaçov, Doğu Almanya’yı da yöneten Sovyetler Birliği’nin başına geçti. Gorbaçov’un ilan ettiği yapısal reformlar ve ekonomik yapılandırma politikaları eskiye nazaran daha ılımlı bir yönetime işaret ediyordu. Bu durum, Doğu Almanya’da yeni politik grupların oluşmasına ve bölgede farklı siyasi seslerin yükselmesine yol açtı.

1989 yılında Berlin Duvarı yıkıldı ve Doğu ile Batı Almanya arasındaki seyahat kısıtlamaları ortadan kalktı. Merkel yaşadığı değişimlerin etkisiyle bu dönemde siyasete ilgi duymaya başladı. İlk olarak bir siyasi partiye üye oldu. Merkel’in üye olduğu merkez sağ görüşü benimseyen Demokratik Uyanış Partisi, Batı Almanya’nın tahsis ettiği iletişim araçları ve bilgisayarlarla o zamanlarda tanışıyordu. Teknoloji ile arası iyi olan Merkel, partideki ilk görevine bu şekilde başladı.

Merkel kısa bir süre sonra Demokratik Uyanış Partisi’nin sözcüsü haline geldi. Demokratik Uyanış, farklı bloklar tarafından yönetilen Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesini isteyen “Birleşmiş Almanya” kampanyasını destekliyordu. Partinin sözcüsü Merkel artık kampanyanın da sözcüsüydü.

Bu dönemde Merkel, tarafsız bir tutum sergiledi. Her zaman herkesin memnun olacağı ortamlar yaratmaya gayret etti. Bu tavrıyla adeta bir “moderatör” rolü üstlendi. Radikal görüşlerden kaçınması, az ve öz konuşmayı tercih etmesi nedeniyle Merkel’in gözünün yükseklerde olmadığı düşünülüyordu.

Hıristiyan Demokrat Birliği’ne katılması

Doğu Almanya’da ilk kez yapılan özgür seçimlerle Lothar de Maizière başbakan oldu ve iki Almanya’nın birleşmesinin yolu açıldı. Ancak birleşmenin şartı Maastricht Antlaşması’nın imzalanmasıydı. Maastricht Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte Avrupa Birliği (AB) kurulmuş ve ortak para birimi euroya geçilmişti.

İki Almanya’nın birleşmesi ile birlikte Merkel, Batı Almanya’daki en büyük parti Hıristiyan Demokrat Birliği’ne (CDU) katıldı. Parti, erkek egemen olması ve muhafazakâr düşünceleri ile biliniyordu. Bu yüzden, Doğu Almanya’dan gelen bir kadının partiye katılması büyük ilgi topladı, Merkel adı çokça telaffuz edilir oldu.

Helmut Kohl ve Merkel

CDU’nun lideri ve dönemin şansölyesi Helmut Kohl, iki Almanya’nın birleşmesinde rol oynayan liderlerden biriydi. Hükümette görev alacak Merkel’in Doğu Almanya geçmişi, partinin bu “birleşme” mesajına oldukça yarıyordu. Ayrıca erkek egemen kabinede bir kadının yer alması önemliydi.

Merkel, CDU’nun kabinesine ilk önce Kadın, Gençlik ve Spor Bakanı olarak atandı, 1994 yılında ise Çevre Bakanı oldu. Öte yandan bu görevi yerine getirirken kabinedeki erkek siyasetçilerin despot tavrını takınmaktan uzak durdu. Örneğin, o dönem ülke çapında büyük tartışmalara yol açan nükleer güvenlik meselesinde, bölgede yaşayan halkla doğrudan irtibat kurdu ve bu şekilde diğer kabine üyelerinden farklı olduğunu ispatladı.  

1998 yılında CDU, seçimleri Sosyal Demokratlar’a karşı kaybetti. Hemen ardından Helmut Kohl’un isminin karıştığı bazı yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı. Daha önce Kohl’ün siyasi görüşlerini benimsediği bilinen Merkel, Kohl’ün içinde bulunduğu tavrı tasvip etmediğini belirten bir yazı yazdı ve başbakanı istifaya çağırdı. Bu tavrı ile halkın takdirini kazanan Merkel, partinin genel sekreterliğine seçildi ancak görevi devralmadı.

Sessiz bekleyiş ve zafer

Halkın tasvip ettiği bir lider haline gelmesine rağmen Merkel, Sosyal Demokratlar’ın da halk üzerinde büyük tesiri olduğunu bildiği için parti liderliğini reddederek arka planda kalmayı tercih etti. Ancak 2002’deki seçimleri Sosyal Demokratlar’ın kaybetmesi üzerine CDU’nun başına geçti.

2005 yılındaki seçimlerde SDP lideri Gerhard Schröder’i yüzde 1’lik oy farkıyla geçerek bir koalisyon hükümeti kurdu. Böylelikle ilk kadın şansölye olarak tarihe geçti. Göreve geldiği günden beri en dikkat çeken siyasi tutumları arasında serbest piyasa destekçisi olması ve özgürlükçü tavrı oldu. Aynı zamanda Merkel’in sendikal hakların da büyük bir destekçisi olduğu biliniyor.

2005 yılından beri sürdürdüğü 16 yıllık başbakanlık döneminde Angela Merkel, birçok küresel kriz ve sorunla karşı karşıya kaldı. Bu krizlerde attığı adımlar bazen takdirle karşılanırken yer yer eleştirildiği de oldu. İşte Merkel’in siyasi hayatının kilometre taşları:

Euro krizi

Merkel göreve geldikten kısa bir süre sonra, 2008 yılında, dünya kendini bir ekonomik krizin içinde buldu. AB’nin ortak para birimi olması kadar birliğin bütünleşmesininin sembolü olarak kabul edilen euro da krizden etkilendi.

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 2007 yılında konut satışlarındaki ani artışla birlikte gelişen ve iflaslar ve borsadaki çöküşle devam eden ekonomik kriz, 2008 yılında tüm dünyaya yayıldı. AB ülkeleri de krizden etkilendi hatta birlik parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Euro bölgesindeki üye devletler aynı para birimini kullandığı için devalüasyona gidilemeyince başta Güney Avrupa ülkeleri olmak üzere bazı üye devletler borç batağına saplandı.

Kriz derinleştikçe, Kuzey Avrupa’daki siyasetçiler borçlanan Yunanistan ve İtalya gibi ülkeleri euro bölgesinden atma çağrısında bulundu. Ancak bu, euro bölgesinin fiili olarak dağılması anlamına geliyordu. Merkel, Alman halkının tepkisine rağmen euro bölgesini birbirine kenetlemek için uğraştı. Bu şekilde Merkel liderliğindeki Almanya, krizi atlatmada öncü rolü üstlendi. Krizden daha çok etkilenen ülkeler için kurtarma paketleri hazırlanması gerektiğini söyleyen Merkel, Avrupa Merkez Bankası’nın bu ülkelere borç vermesi fikrini savundu. Bugün olduğu gibi o dönem de AB’nin en güçlü ekonomisi Almanya’ydı. Merkel, borçlanan üye ülkeler için geniş kapsamlı yardımlara onay verdi. Almanya’nın borçlanan ülkelere verdiği garantiler artırıldı.

Öte yandan Merkel, borçlanan ülkeleri sert tasarruf önlemleri almaya zorladı. Bu ülkelerin siyasi reformlar yapması gerektiğini savundu. Özellikle Yunanistan’dan oldukça tepki alan bu tutum, Merkel ve hükümetini “Nazi Almanyası” benzetmelerine maruz bıraktı.

Ancak eleştirilere rağmen Almanya’nın euro krizine karşı birleştirici tavrının, Merkel’in AB’nin dolaylı liderine dönüşmesinde büyük rol oynadığı bir gerçek. Krizin atlatılmasında Merkel’in hassas tavrının, temkinliliğinin ve sorumluluk bilincinin büyük etkisi olduğu düşünülüyor.

Nükleer güvenlik krizi

Merkel, nükleer güvenlikle ilgili sorunlarla ilk kez CDU hükümetinin çevre bakanlığına getirildiği 1994 yılında boğuşmuştu. O dönemde nükleer güvenlik endişeleri ile ilgili olarak ilk kez bölge halkının fikrini almış, bu şekilde kendi kabinesinin üyelerinden bile farklı olduğunu kanıtlamıştı.

Ancak Almanya’daki nükleer güvenlik tartışmaları o dönemden sonra da devam etti. 2011 yılının Mart ayında Japonya’nın Fukuşima kenti yakınlarında 9,0 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi, depremi takip eden tsunami felaketinde yaklaşık 18 bin kişi hayatını kaybetti. Tsunaminin Fukuşima Nükleer Santrali’ni de vurması felaketin boyutlarını artırdı, bazı yerleşim bölgeleri haritadan silindi ve yaklaşık 150 bin kişi bölgeden tahliye edildi.

Nükleer santral tartışmalarının 2010 yılında büyüdüğü Almanya’daki karar süreci, 2011 yılındaki Fukişima felaketiyle birlikte hız kazandı, Merkel ve hükümeti benzer felaketleri engellemek amacıyla nükleer santrallerin üç aylığına kapatılmasına karar verdi. Daha sonra alınan karar ile 2022 yılına kadar ülkedeki 17 nükleer santralin kapatılacağı duyuruldu.

Ancak alınan bu kararla Almanya’nın enerji üretimi geçici bir süre de olsa kömüre daha bağımlı hale geldi. Böylece, Almanya’daki kişi başına düşen karbon emisyonu miktarı planlanandan daha yavaş düşmeye başladı. Özellikle de karbon emisyonunun oldukça yüksek olduğu ABD’ye oranla bile daha yavaş bir düşüş yaşanması Merkel’in eleştirilmesine yol açtı.

Göç krizi

2015 yılında dünya, büyük bir göçmen krizine tanıklık etti. Büyük bir kısmı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelen ve amacı Akdeniz ve Balkanlar üzerinden Avrupa’ya ulaşmak sığınmacıların yaşadıkları ve karşılaştıkları güvenlik sorunları büyük endişeye yol açtı.

Birçok AB ülkesi göçmenlere kapılarını kısmen ya da tamamen kapatırken Merkel yönetimindeki Almanya, bir milyona yakın göçmeni ülkeye kabul edeceğini açıkladı. Çoğu Suriyeli yüz binlerce mülteciye ülkesinin kapılarını açan Merkel’in bu kararı tepkiyle karşılandı.

2015 yazı Merkel’in uluslararası alanda gerçek anlamda ün kazandığı dönem oldu. Uluslararası toplumun ve göçmenlerin takdirini toplayan Merkel, 2015’te “Time” dergisi tarafından yılın kişisi seçilerek “özgür dünyanın başbakanı” olarak adlandırıldı. Merkel’in sığınmacılara yönelik adımının dönemin ABD Başkanı Barack Obama’ya ilham verdiği de belirtildi. Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Ben Rhodes, Merkel’in Obama üzerindeki etkisini şöyle anlatacaktı: “Obama’nın başkan olduğu dönemde, dünyada, doğru olduğuna inandığı şeyi, siyasi olarak kendisine zarar vereceğini bile bile yapacak çok çok az lider vardı.”

Merkel ve hükümetinin sığınmacılara yönelik kararı uluslararası basında büyük yankı yaratırken, Alman toplumunda kutuplaşmaya neden oldu ve sağ popülizmi güçlendirdi. Örneğin, daha önce oldukça düşük oy oranlarına sahip Almanya için Alternatif Partisi (AfD), 2017’de yapılan seçimde ilk kez federal meclise girdi. AfD, aşırı sağ görüşleri ve göçmen karşıtlığıyla bilinmesinin yanı sıra Merkel’in 2015’te aldığı sığınmacılara yönelik kararın en büyük muhaliflerinden biriydi. AfD’nin mecliste yer alması, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez aşırı sağ bir partinin milletvekili çıkarması anlamına geliyordu.

Merkel ve ABD

Angela Merkel 16 yıllık başbakanlık dönemi boyunca ABD’nin dört başkanıyla dış ilişkiler yürüttü. Merkel, 2005 yılında ilk kez göreve geldiğinde ABD başkanlığı koltuğunda George W. Bush oturuyordu. 2003 ve 2004 yıllarında dönemin Almanya başbakanı Gerhard Schröder’in, ABD’nin Irak’ta yürüttüğü askeri operasyonlara destek vermemesi nedeniyle iki ülke arasındaki ilişkiler gerilmişti.

Öte yandan, henüz muhalefetteyken bile ABD’nin Irak’taki operasyonlarına destek veren Merkel’in başbakanlığa gelişi, Bush açısından yeni bir fırsat demekti. İkili, ilk kez Beyaz Saray’da bir araya geldikten sonra ilişkilerini yakın tuttu hatta birbirlerine gayri resmi ziyaretlerde bulundu.

Angela Merkel ve Barack Obama

Barack Obama’nın ABD başkanlığı görevini devralması ile Merkel için yeni bir dönem başlattı. Obama ve Merkel, birbirlerinden sık sık övgüyle bahsetmeleriyle biliniyordu. Ancak 2013 yılında ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın Merkel’in cep telefonunu dinlediğine dair haberin ortaya çıkmasıyla ikilinin ilişkileri gergin bir hal aldı. Merkel, memnuniyetsizliğini ifade ederek oldukça öfkelendiğini belirtti. Olay, ABD-Almanya ilişkilerinde ciddi gerilimlere neden oldu.

Obama’nın görevinin son döneminde ABD başkanlığına adaylığını koyan Donald Trump, seçim kampanyası sırasında ’te göçmenleri Almanya’ya kabul etme kararını eleştirdiği Merkel’i adeta taşa tuttu. Trump’ın ABD başkanı seçilmesinin ardından ABD-Almanya arasındaki ilişki daha çok uzaktan yürütüldü.

2021 yılında ABD başkanlığı görevini Joe Biden’ın devralmasıyla birlikte ABD-Almanya ilişkileri iyileşme gösterdi. Merkel, Biden’ın Vaşington’a davet ettiği ilk Avrupalı lider oldu.

Merkel ve Türkiye

Merkel 2005 yılında ülkenin ilk kadın şansölyesi seçildiğinde Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri en iyi günlerindeydi. Merkel’in selefi Sosyal Demokrat Gerhard Schröder, Ankara’nın AB üyeliğine destek veriyordu. Merkel ise göreve geldikten kısa bir süre sonra Türkiye’nin gelecekte birliğe üye olmasını öngörmediğini belirten açıklamalarda bulundu; “imtiyazlı ortak” olarak görülmesinden yana olduğunu söyledi.

Merkel, Türkiye tarafından ısrarla talep edilen AB’ye girmek isteyen Türk vatandaşları için vize serbestisi uygulamasına pek sıcak bakmadı. Görev süresi boyunca Türkiye’yi hukuk, insan hakları ve basın özgürlüğü gibi konularda sık sık sert bir dille eleştirdi. Merkel’in 2013 yılında yaşanan Gezi olaylarına destek vermesi ilişkileri germeye başladı. Merkel ve hükümetinin, Almanya’daki Türklere yönelik ırkçı saldırılara Türkiye’yi tatmin etmeyen tedbirlerle yaklaşması iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi.

Angela Merkel ve Recep Tayyip Erdoğan

İki ülke arasındaki gerilime rağmen Alman ve Türk hükümetlerinin ortak paydası 2016 yılında AB ve Türkiye arasında imzalanan göç anlaşması oldu. 18 Mart Mutabakatı olarak da bilinen anlaşma başta Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkelerinden gelen sığınmacıların Türkiye’de koruma altında alınması ve Avrupa’ya yapılan düzensiz göçün önlenmesini hedefliyordu. Anlaşma, Türkiye’ye Sığınmacı Mali İmkan ismiyle destek fonları gönderilmesini öngörüyordu. Anlaşmanın uygulandığı ilk bir buçuk yıl boyunca Merkel, Türkiye’yi beş kez ziyaret ederek Türk hükümetiyle yakın bir diyalog kurdu.

Merkel’in, 2020 yılında yaşanan Doğu Akdeniz’deki doğalgaz gerginliği sırasında Türkiye’ye uygulanması planlanan ambargoların önüne geçmesi Türkiye ile ilişkilerinde olumlu bir adım olarak görüldü. Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Türkiye’ye karşı Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı destekleyen tutumuna karşı tavır aldı. Gerginliğin ardından Fransa-Yunanistan ikilisinin başını çektiği kanadın, Türkiye’ye ambargo uygulanması çabalarını engelledi. 

Merkel ve LGBTQ+ 

Haziran 2021’de Macaristan’da eşcinsellik ve cinsiyet uyum süreci ile ilgili bilgilendirici materyallerin okullarda dağıtılmasını yasaklayan bir yasa kabul edildi. Yasa, diğer AB ülkeleri tarafından çokça eleştirildi. Kısa bir süre sonra Merkel’in de aralarında bulunduğu 17 AB lideri, “LGBT topluluğuna yönelik ayrımcılığa karşı mücadeleye devam etme” sözü veren ortak bir mektup yayınladı.

Diğer yandan, AB ve Merkel’i Macaristan’da gitgide ilerleyen hak ihlallerine karşı adım atmakta geç kaldığı için eleştirenler de oldu. “Liberalizm karşıtı” olarak bilinen ve ülkede homofobik reformların başını çeken Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın partisi, Avrupa Parlamentosu’nda Merkel’in merkez sağ Avrupa Halk Partisi grubunun içinde yer alıyordu. Merkel’in, insan hakları konusunda çizmeye çalıştığı duyarlı imaja rağmen parlamentodaki gücünü koruyabilmek için Orban ile çatışmaktan kaçındığı düşünülüyor.

Merkel’in LGBTQ+ hakları konusunda eleştiri aldığı tek konu bu değil. Haziran 2017’de Almanya Federal Meclisi, eşcinsel evliliklerin önünü açan yasa tasarısını kabul etti ancak Merkel, bunun kişisel kararı olduğunun ve partisinin görüşlerini yansıtmadığının altını çizerek oylamada yasa tasarısı aleyhine oy vereceğini söyledi. Merkel, kararının gerekçesini “Bana göre, anayasa tarafından korunan evlilik kurumu, bir kadınla bir erkeğin evlenmesi demektir. Bu nedenle bu yasa tasarısına destek vermedim” diyerek açıklayacaktı.

Bir devir kapanıyor

Almanya’da bugün yapılacak seçimlerle bir devir kapanıyor. 16 yıllık Merkel döneminin sonu anlamına gelen seçimlerin, Merkel’in partisi Hıristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) döneminin de sonu olup olmayacağı merak konusu.

Merkel’in başbakan seçilmesinden bu yana CDU, Almanya Parlamentosu’nda kurulan koalisyonların lideri konumunda. Dolayısıyla parti dört dönemdir kabinenin başını çekiyor. Diğer yandan seçim anketleri Almanya’da merkez solun, Hıristiyan Demokratlar’ı geride bırakabileceğini gösteriyor.

Anketler, şansölye adayı Olaf Scholz ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SDP) yüzde 21 ile 32 arasında bir oy oranına sahip olacağını öngörürken Hıristiyan Demokratlar ve şansölye adayı Armin Laschet için bu rakamlar yüzde 18 ile 23. 

Merkel’in Almanya’ya bıraktığı mirası rasyonel ve pragmatik siyaset olarak nitelendirmek yerinde olur. Sorumluluk bilinci, uzlaşmacılık ve temkinliliğin siyasi kariyerini şekillendiren anahtar faktörler olduğunu söyleyebileceğimiz Merkel, milliyetçiliğin, irrasyonelliğin ve popülizmin yükselişte olduğu dünyada akıl ve sağduyu ile hareket etmeyi bildi, bu özelliği her zaman takdir topladı. İç ve dış siyasette attığı adımlar ve aldığı kararlar kimi zaman takdir edilirken yer yer büyük eleştiri yağmuruna tutuldu. Ancak artıları ve eksileriyle Merkel, 16 yıl boyunca bir liderden bekleneni vermeyi başardı.

Kaynak: Euronews, DW, The Guardian, BBC, The Washington Post, Reuters, Politico, Voice of America, Economist

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.