Ruşen Çakır yazdı: Otoriter rejimlerde direnerek ayakta kalabilmek için -Sürdürülebilir cesaret

Otoriter rejimlerde kabaca üç seçenek çıkıyor karşımıza: 1) İşbirliği yaparak rejimin parçası olmak; 2) Parçası olmadan rejime boyun eğmek; 3) Rejime direnmek.

Eğer tercihiniz direnmekse birçok şeyin yanı sıra belli ölçülerde cesur olmanız gerekir. Ve bu direnişi bireysel bir olay olarak görmeyip ülkeyi başkalarıyla birlikte otoriterlikten çıkartmanın bir başlangıç noktası olarak görüyorsanız bu cesaretinizin sürdürülebilir olması gerekir.

“Sürdürülebilirlik” günümüzde hayli öne çıkan bir kavram. Benim de dilime iyice yerleşti. Özellikle yedi yıla yaklaşan Medyascope serüvenimizi tanımlar ve başkalarına anlatırken genellikle bu kavrama atıfta bulunuyorum. Tabii yabancılarla konuşurken İngilizcesi olan “sustainability”yi bir türlü telaffuz etmeyi beceremeyip her seferinde rezil olmamı saymazsak bu kavramla aram iyidir.

Ve onu genellikle cesaret ile yan yana getirmeyi seviyorum: Sürdürülebilir cesaret.

****

Bu serüvenimiz sırasında Türkiye’de çok sayıda sert, acı, kabul edilemez olay yaşandı. Biz gazetecilerin önünde de kabaca üç seçenek vardı: 1) Bu kötülüklerin sorumlusu iktidarı kutsamak; 2) Bu kötülükleri görmezden gelmek; 3) Bu kötülükleri haberleştirmek, yorumlamak ve yorumlatmak.

Sonuncuyu seçtik. Ne teslim olduk ne sessiz kaldık; yapmamız gerekeni, yani işimizi, gazetecilik yaptık.

Fakat bütün bu süreçte bizi yeterince “cesur”, “atak”, “muhalif” vb. bulmayan çok kişi ve kurum oldu. Bunların içinde iktidar yanlılarının da olması hiç şaşırtıcı değildir. Çünkü onlar keskin itirazları tercih ederler. Zira siz ne kadar keskinseniz sizi o kadar kolay kriminalize ederler. Daha önemlisi sizin keskinliğiniz iktidar mahallesinde olup yaşananları tam olarak sindiremeyen, kafası karışıklara ulaşma imkanınızı yok eder.

Muhalefet mahallesinde de, sesi çok çıkanlar sizlere birer “yakışıklı ceset” olmanızı dayatırlar. Sizi keskin çıkışlarla kısa süreliğine ortalığı karıştırmaya teşvik ederler. Sonra da başınıza bir şey geldiğinde “Yalnız değildir” veya “Hesabını soracağız” koleksiyonlarına yeni bir parça eklerler. Tabii bu arada onlara nedense pek bir şey olmaz.

****

Medyascope serüvenimizde çalışma arkadaşlarımızla sohbetlerimizde değişik vesilelerle “Keskin sirke küpüne zarar”, “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değsin”, “Hızlı giden atın…” gibi deyişleri tekrarladık. Kutuplarüstü bir gazetecilik yapmaya çabaladık, her kesime seslendik ve her kesime kapımızı açtık. Acele etmedik. Olabildiğince sakin olmaya çalıştık. İşte buna “sürdürülebilir cesaret” diyorum.

****

Ve bugünlere geldik. Okyanusun ortasında nafile bir şekilde dolanıp durmadığımız anlaşılıyor. Evet artık kara göründü. Görüyorsunuz değil mi batan gemiden kaçıp karaya doğru yol alan gemiye binmeye çalışanları? Yarın, o uzun ve çileli yolun yolcularına akıl vermeye kalkacak ve bizlere kendi “gizli” cesaret öykülerini yutturmaya çalışacaklar. Hazır mısınız?

Ruşen Çakır’ın önceki yazıları:

Yazmasam olmazdı

Ruşen Çakır’ın yazısını Senem Görür seslendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.