Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: Türkiye muhalefetine Macaristan’dan üç ders

Macaristan’da Başbakan Viktor Orban’ın peş peşe dördüncü kez süper çoğunlukla kazandığı seçimler Türkiye’de yakinen takip edildi. İki ülke arasında büyük farklılıklar olsa da Macaristan muhalefetinin Orban’a karşı yaptıkları ve yapamadıkları, Türkiye muhalefeti açısından anlamlı dersler içeriyor. Ancak bu derslerin bize gerçekten bir şey söyleyebilmesi için, Macaristan’da olup biteni kendi bağlamı içerisinde anlamak gerekiyor. Çünkü Macaristan veya başka bir ülkede olan biteni Türkiye’de hali hazırda yürütülen tartışmalardaki tutumlarımızı savunmak için seferber etmek oradan ders çıkarmak anlamına gelmiyor. Türkiye’den yapılan Macaristan okumalarının önemli bir bölümü bu nitelikte olduğu için çıkarılacak derslere gelmeden önce bazı ezberleri sorgulamakta fayda var:

1)    “Muhafazakâr aday” tartışması: Kaybedilen, hatta hezimete uğranan bir seçim sonucunda adayı sorumlu tutmak herhâlde yapılabilecek en doğal şeydir. Macaristan’da bu, seçim gününden dahi önce başladı. Seçim kaybedildikten sonra adayın yanlış olduğunu iddia etmek kolaydır ancak geçen iki haftanın ardından yapılan en soğukkanlı okumada dahi muhalefetin başbakan adayı olarak önseçimle belirlenen Peter Marki-Zay’ın yaptığı hataların yenilgide önemli bir rol oynadığının altı çiziliyor. Orban’ın partisi Fidesz’in kalelerinden biri olarak muhafazakârlığıyla tanınan bir 50 bin nüfuslu Hódmezővásárhely kasabasında iktidarın adayına karşı iki kez belediye başkanlığına seçilen ve kendini yedi çocuk babası inançlı bir Katolik olarak tanımlayan Marki-Zay’ın muhalefetin ortak başbakan adayı olması, birçoklarına Türkiye’de artık epey eskimiş olan “Erdoğan’a karşı muhafazakâr aday” tartışmasını hatırlattı. Macaristan ve Türkiye muhalefetleri arasında bu açıdan bir benzerlik kuranlar gözünde Marki-Zay’ın seçimlerde yaşadığı hüsran, haliyle “Erdoğan’ı ancak muhafazakâr bir aday yenebilir” önermesinin sakatlığını ispatlıyordu. Bu bakış açısıyla Marki-Zay’ın adaylığını “Macaristan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu olayı” olarak tanımlayanlar dahi oldu. Gerçek şu ki Marki-Zay’ın dindar kimliği kendi tarafından da kampanya sırasında sıkça vurgulanarak kullanılmaya çalışılsa da ne muhalefetin başbakan adaylığı ön seçimini kazanması ne de genel seçimleri kaybetmesi sadece bununla okunabilir. Hatta iki olayda da “muhafazakâr iktidara karşı muhafazakâr aday” tartışmasını aşan, bu yazının kapsamının epey dışında çok daha esaslı ve karmaşık sebepler olduğunun altını çizmek lazım. Sonuç olarak “Erdoğan’ı ancak muhafazakâr bir aday yenebilir” tezinin temelsizliğini göstermek için Macaristan seçim sonuçlarına ihtiyaç yok.

2)    “Kazanabilir aday” tartışması: Macaristan’dan çıkarılan hızlı derslerin bir diğeri de muhalefetin adayının seçimi mutlaka kazanacak bir kişi olması gerektiği. Bu önermeye katılmamak mümkün değil ancak Macaristan’da Marki-Zay’ın adaylığı da kazanma şansı az birinin risk alınarak aday gösterilmesi şeklinde olmadı. Türkiye’den farklı olarak Macaristan’da muhalefet, anketlerde en yüksek destek oranına ulaştığı anda dahi iktidar partileriyle başa baş durumdaydı. Marki-Zay’ın destek oranı da ön seçimler sırasında Orban’ınkine yakındı. Üstelik bu durumu muhalefet lehine esaslı bir şekilde değiştireceği verilerle gösterilmiş bir başka aday da yoktu. Türkiye’den çıplak gözle bakıldığında Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karacsony’un aday gösterilmemesi, Türkiye’de Erdoğan’a karşı şansı çok daha fazla gözüken Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın adaylıklarının engellenmesi olasılığıyla beraber okunsa da pratikte iki durumun pek benzemediğini söylemek lazım. Karacsony’un aday olduğu takdirde kazanabileceğine dair bir veri olmadığı gibi Marki-Zay’a olan antipatinin tavan yaptığı seçim sonrası ortamda dahi böyle bir argüman dile getirilmedi. Dolayısıyla seçimli otoriter rejimlerde iktidara karşı muhalefetin kazanma şansı en yüksek adayı çıkarması gerektiği önermesini çok önemli bulmakla birlikte, Türkiye’de daha çok İmamoğlu/Yavaş ile Kılıçdaroğlu’nun adaylıkları üzerinden yürütülen tartışmada aldığımız tutumları Macaristan seçim sonuçları üzerinden meşrulaştırmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü iki ülke arasında bu noktada pek bir paralellik yok.

Şimdi çıkarılacak derslere gelebiliriz:

1)    Zaman: Macaristan’da muhalefet geniş tabanlı ittifakı oluşturma ve ortak başbakan adayı çıkarma çalışmalarına seçimlerden neredeyse 1,5 yıl önce başladı. Bu açıdan geç kaldıklarını söylemek pek mümkün değil. Ancak ülke genelindeki dar bölgelerdeki adaylarla birlikte ortak başbakan adayının ön seçimle belirlenme süreci epey sürdü. Ancak bu başlı başına bir dezavantaj doğurmadı. Çünkü başbakan adayının belirlendiği Ekim 2021’de muhalefet ittifakı “Macaristan İçin Birlik”in toplum nezdindeki desteği ön seçimlerin yarattığı sinerjiyle birlikte tavan yapmıştı. Asıl problem daha sonra ortaya çıktı. Ekim 2021’den Ocak 2022’nin sonuna kadar muhalefet, büyük ölçüde partiler arası kapalı kapılar ardında geçen liste müzakereleri sebebiyle neredeyse hiçbir şey yapmadı ve bu süreçte ittifakın desteği bir daha geri gelmeyecek şekilde geriledi. İttifak söz konusu 3,5 ayı seçmen nezdinde itibarını arttırmak açısından verimli kullanamadığı gibi, partiler arası yürütmesi zor müzakereler olması gerektiği gibi yürütülemediğinden ittifak içi çatlaklar, birlik görüntüsünün önüne geçmiş oldu. Türkiye’de de ne zaman ittifak yapısı, aday, yol haritası gibi zorlu meseleler gündeme gelse muhalefet partilerinden “daha çok erken” ifadesini duyuyoruz. Her şey yapıldığı anda kamuoyuna açıklanmak zorunda değil ancak artık erken falan değil, tam tersi geç kalıyorlar.

2)    Güçlü bir alternatif inşa etmek: Macaristan’da neredeyse herkes uzun programların seçmen nezdinde anlamsız olduğu konusunda hemfikir. Ancak muhalefetin seçimlerde iktidara gerçekten alternatif olduğunu gösteren bir “mesaj”ın verilememiş olması, yenilginin ana sebeplerinden biri olarak gösteriliyor. Rusya-Ukrayna savaşının Orban tarafından ustaca kullanılmasıyla beraber muhalefet kanadında bu eksikliğin daha fazla ortaya çıkması, Fidesz’e hiç beklenmedik süper çoğunluğu da getirmiş oldu. Dolayısıyla krizlerin mutlaka muhalefetin işine yaraması söz konusu değil. Türkiye’nin uzun zamandır örneği görülmemiş bir krizler yumağı içinde olması ve toplumun çoğunluğunun bu krizden iktidarı sorumlu tutması ise muhalefete bir fırsat penceresi açmış durumda. Toplum daha önce hiç olmadığı kadar muhalefetin ne planladığını dinlemek üzere kulaklarını açmış durumda. Ancak muhalefet iktidara gerçekten alternatif olduğunu gösterebilecek, tek ve güçlü bir mesajı veremediği takdirde toplum tarafından sadece Erdoğan’ı göndermek için bir araya gelmiş ve kazansa bile ne yapacağını bilmeyen bir ittifak olarak algılanabilir. Bu noktada muhalefetin çok aktörlü yapısı bir güçten ziyade bir zaaf olarak görülecektir.

3)    Çatlak değil birlik görüntüsü vermek: Muhalefet ittifakı içinde aktör sayısı arttıkça netameli konularda çatlak ses çıkma olasılığı da artıyor. Macaristan’da muhalefet, en netameli konu olan aday belirleme meselesini ön seçime bırakarak halletmeyi tercih etti. Ancak bu tercih sorunları doğrudan doğruya çözmediği gibi yeni sorunlar yarattı. Ön seçimi kazanan Peter Marki-Zay’ın mevcut siyasi partilerden hiçbirine üye olmaması ve hatta Macar siyasi müesses nizamının tamamen dışından gelmesi başta bir avantaj olarak görüldü. Ancak böyle bir profilin partilerin merkezi ve yerel örgütlenmeleriyle yaşadığı kan uyuşmazlığı kampanya zamanında muhalefetin hanesinde büyük bir eksiye dönüştü. Dolayısıyla Türkiye’de muhalefetin belirleyeceği ortak adayın da tüm partilerin gerçekten desteğini alması ve kendi arkasında çalışabilecek bir örgüte sahip olması çok önemli. Muhalefet ittifakları genişledikçe ittifak içi tartışmalar arttığından toplumdaki “Bunlar kazansa bile bu şekilde nasıl beraber yönetecek?” sorgulaması da büyüyebiliyor. Ancak geniş tabanlı bir ittifak ve ortak aday muhalefet açısından bir seçenekten ziyade bir zorunluluk olduğuna göre, bu algıyı besleyen çatlak görüntüden özellikle kaçınılması gerekiyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.