Öner Günçavdı yazdı: Gerçek ötesi yaşamların bekası

Oysa bizim gibi akademiden gelen iktisatçıların kafa yorması gereken o kadar çok bilimsel sorun var ki…

Çoğu bilim dünyasında tartışılan, cevap aranan konular. Ama yaşadığı çevrenin baskılarından kendisini arındırarak, bu sorunlarla uğraşamıyor insan.

Yaşadığımız toplumun daha aşacağı o kadar çok sorunu var ki.

Yirminci yüzyılın düşünsel nimetlerinden çok fazla yararlanamamış ve koca bir yüzyılı on dokuzuncu yüzyılın travmalarıyla mücadele etmekle geçirmiş bir toplum, bunun için kendine göre bir gerçeklik yaratarak bugünlere kadar gelebilmiş. Bu yaratılan gerçeklik büyük oranda toplumsal korkular üzerine kurgulanmış. Sonunda dünyaya korkuların çizdiği sınırlar içinden bakabilen ve değerlendirebilen bir toplum bırakmış bize.

Çözülmeyen sorunlar birikmiş, sorunların sorumluları toplumun korkularını kullanarak, onları yönetmeye başlamış. Yaratılan gerçeklikler toplumun benliğine kazınmış. Yirmi birinci yüzyıl gerçekliği için böyle maddi dünyanın gerçekliklerinden kopuk bir hayat sürdürebilmek mümkün değil. Bu yetmezmiş gibi bir de, korkuların hükmettiği sanal dünyanın bekası için çaba gösterilmesi eklenmiş insanların sorumluluklarına. Bu bağlamda bizlere belletilen dünyanın sınırları tepkilerimizin normunu oluşturmuş ister istemez.

Konunuz iktisat gibi sosyal bilim alanı ise bu zorlukları daha iyi görebiliyorsunuz. Bazen insanlara yaşadıkları dünyanın gerçeklerini tüm çıplaklığıyla göstermek istiyorsunuz. Ama sabırlı olmanız, küçük adımlar atmanız gerekiyor. Ele aldığınız gerçekleri insanların anlayabileceği şekilde anlatmanız lazım.

Ama bunu yaptığınızda birden kendinizi ülkenin dar gündeminde hapsolmuş bulabiliyorsunuz. Çıkmak istediğiniz dünyanın bir parçası oluveriyorsunuz. Ülkenizin gündemi ve sorunları sizin çalışmak istediğiniz bilim dünyasının sorunlarının önüne geçiveriyor birden.

Ülkemizin koşullarına göre yazmak zaruri hale geliyor. Ancak yazarken de anlaşılır olmak önem kazanıyor. Yazdıklarınızın anlaşılır olması, gerçeklerin bir kısmının görülmesinin ertelenmesini (dönemsel ayrımı), bazılarının görülmemesini (varsayım yapmayı) gerekli kılıyor. Siz bunları yaparken, bu yaptıklarınızı okuyucu bilmediği için, ele aldığınız sorunun da sizin anlattığınız kadar kolay bir sorun olduğunu düşünmeye başlıyor ister istemez. Gerçek hayatın karmaşıklığı yok oluyor zihinlerde.

Bazen bizlerin alışık olduğu bilimsel çözümleme yöntemlerinden taviz verip, sırf daha anlaşılır olabilmek için basit açıklamalar üretip, büyük riskler alıyoruz. Açıklamalar basit olunca, meselelerin de o kadar basit olduğu düşünülüyor.

Ama çok daha önemlisi; konu kolay anlaşılır olunca, insanlarda da sözüm ona “uzmanlık” oluşmaya başlıyor. Bizim bunca yıllık deneyimimiz, emeğimiz bir çırpıda anlamsızlaşıyor insanların gözünde. Bazen yaptığımız açıklamalar ve yazılar beğenilmediğinde, bir yazı okuyarak uzmanlık kazanmış vatandaş tüm kariyerimizi çöpe atabiliyor kolayca. “Koca koca profesörlerin” cehaletinden şikâyet ediliveriliyor.

Elbette demokrasilerde farklı fikirler önemlidir. Ancak o farklı fikirleri önemli yapan, fikirlerin arkasındaki emektir. Konu hakkında sizin kadar düşünmemiş, çözümlemeler yapmamış, sadece hasbelkader aklına gelen bir fikrin akılcılığına güvenmiş ama o akılcılığı destekleyecek ne bir deneyime ne de yeterli eğitime sahip olmayan siyasilerin bu “kolaycı” düşünüş şekli kaliteli bilgiyi dışlayıp, “vasatın” ülkede hâkimiyetine yol açıyor. Tabii zamanla bu vasat ülkedeki sosyal ve toplumsal normlarımızı belirliyor.

Vasatın hâkimiyeti sadece iktisat alanının sorunu değil. Her alanda böyle bir hâkimiyet mevcut. Bırakın emeğe saygı duymayı; aklına ilk gelen anlamlı bir cevapla her şeyi çözdüğünü düşünen vatandaşın iyimserliğinin neden olduğu bir dünya tüm bunlar.

Bu yaşananlardan sadece medya sorumlu değil. Böyleydi bu halk çok uzun zamandır. Çok eskilerden de ülkenin petrol kaynaklarının olduğuna inanılır ama batılı güçlerin bunu çıkarmamıza izin vermediği söylenir dururdu.

Dini hurafeler de yeni değil. Onlar her zaman varlardı. AKP iktidarı toplumun içinde zaten olan bu düşünceleri yaratmadı, sadece onlara yol verdi. Çok daha görünür olmalarını sağladı.

İtiraf etmek gerekirse bu toplum hiçbir zaman “akılcı” bir toplum olmadı, “akılcı” düşünebilmeye alışamadı. Her zaman hurafelerin mahkûmu oldu. O yüzden insanlar, kendi akıllarını kullanarak birey olabilecekleri bir maddi dünyada kendilerini her zaman çaresiz hissettiler, korktular gerçeklerle yüzleşmeye. Kendilerine sunulan gerçekliklerle yaşamaya rıza gösterdiler. Kendi özgür algıları ile bir birey olarak var olamadıkları bir dünyada, kendileri gibilerle toplu halde durup, dayanışarak korkularının inşa ettiği gerçek ötesi bir dünyada yaşamayı tercih ettiler. Kendi bireysel akıllarının, doğrularının yerine bu kolektif dünyanın bekasını sağlayacak gerekçeleri tercih ettiler. Daha da önemlisi bu tercihleri içselleştiler. Kendilerinin bir parçası yaptılar.

Çoğunlukla gerçeklerle bağı kopmuş, gerçeğin ötesine geçmiş sanal algılar bu insanları bir arada tutan çimentoyu oluşturdu. Ego sahibi, kalite yoksunu siyasetçilerin sürekli tekrar ettikleri “beka” işte bu kurgulanmış gerçek ötesi algıların devamının arzulanmasıdır. Bu nedenle bu dünyada akılcılığa, birey olmaya ihtiyaç duyulmaz. Demokrasi ve kişisel hak ve özgürlüklerin grup davranışlarının öne çıktığı bir toplumun da anlamı yoktur.

Düşünsenize kendinize göre sanal bir algı oluşturup, insanları bunun içine hapsettiğinizi. Bu algıların dışına çıkmak cesaret ister. Bazı dayatmaları inkâr edebilmek gerekir. Ama çok daha önemlisi, akılcılığın temelini oluşturan özgür “muhakeme” yeteneğine sahip olmanızı gereklidir. Akılcılığın olmadığı, yeterli bireysel muhakemenin yapılmadığı bir yerde, bireylerin olaylar karşısında göstereceği tepkiler daha kolektif normları referans alacak ve bu da onların içinde bulundukları gerçekliklerin sınırları içinde kalmalarını temin edecektir.

En son Pegasus çalışanlarının başına gelenler bunun en güzel örneğini oluşturdu. Pegasus ile birlikte toplumun büyük bir kesimi ülkede pekiştirilen bir algının “bekası” için üzerine düşenleri yaptı. Buna itiraz eden birkaç kişi ise linç edilerek görünmez kılındı. İnsanlar tepki verirken kolektif menfaatin belirlediği sınırları içinde kalmaya özen gösterdi.

Bu örnekte bekası istenen, her zaman olduğu gibi, insanların akılcılığı ret edilmesi ve bireysel haklar kapsamında değerlendirilebilecek bir özgülükten toplumun genelinin düşünüşüne karşı gelmesi durumunda vaz geçilmesi olarak tanımlanabilir.

Çağdaşlığa sık sık vurgu yapan diğer şirketlerimiz gibi, Pegasus da evrensel değerlerle barışık bir şirket. En azından ilk bakışta böyle bir imaj veriyor. Ama herkes bu değerleri kendine göre anlıyor. Aslında o şirketin ait olduğu grubu çok bilmem. Meslek icabı bildiğim, günümüzde yönetim danışmanlarının sattıkları bu değerleri esas alan yönetim modelleridir. Bu değerler yirmi birinci yüzyılın değerleridir. İnsanları fiziki sınırların içine hapseden ve bu sınırlar içinde belli davranış kalıpları dayatılmış, yirminci yüzyıldan kalmış değerler değil. Günümüz insanı daha kendi olmak, kendi özgürlüklerini daha iyi yaşayabilmek istemekte ve bunu sağlayacak yönetim modellerinin arayışındadır.

Bu olayla birlikte ülkemizde iş yapan yönetim danışmanlık şirketleri de “Müslüman mahallesinde salyangoz sattıklarının” farkına varmışlardır herhalde. Zira bu şirketlerin iddia ettiği gibi evrensel değerleri benimsemiş bir yönetim pratiğine sahip olma iddiası, birçok şirkette olduğu gibi ilk krizde çöpe atılıyor. Herkes kendi mahallesine uyum sağlıyor.

Ama kötü bir boyutu daha var bunun. Ülkenin büyük çoğunluğu için kutsal kabul edilen bir günde uygunsuz bir resmin paylaşımını “münasebetsiz” bir eylem olarak görmekle yetinemiyor. Her kesimden insanların tepkileriyle öyle bir ortam hazırlanıyor ki fotoğrafı paylaşanların işlerinden atılmaları da yetmiyor, neredeyse yaptıkları topluma karşı işlenmiş bir suç olarak görülüp, en ağır şekilde cezalandırılmaları isteniyor. Bu insanların kendi özgürlük alanları toplum tarafından tanınmıyor. Çünkü çoğunluk bu grubun yaptığı resim paylaşımını kendi kafalarında kurgulanmış kolektif aklın bütünlüğüne bir tehdit olarak algılıyor.

Sanmayın ki bu durumu yaratanlar AKP destekçisi muhafazakâr kesimler. Onlar her zaman varlardı elbette. Ama asıl tepki hem yaşam tarzı, hem de dünya görüşü resim paylaşan insanlarla benzer olanlardan geldi. Yapılanın sadece uygunsuz bir davranış olduğunu söylemek yeterli gelmedi bu kesimlere; üstüne bir de büyük büyük ilkeler inşa ettiler. İnançların rencide edildiklerini savunarak, bu insanların çalışma saatleri dışında yaptıkları paylaşımdan dolayı işlerinden çıkartılmalarını uygun gördüler. Ama bu yetmedi…

Öyle kutsal bir günde içki içip (ki yasak değil), sosyal medyada paylaşarak toplumun maneviyatına bir saldırı yapmış olarak addedildiler. Bu suçlamayı yönelten savcının iddianamesi kanımca eksik kalmış. İlgili arkadaşlar malum suçu önceden planlayıp, anlaşarak bir araya geldikleri bir meyhane de yapmışlar. Bu yüzden suç “örgütlü suç” kapsamına sokulabilir. Hem bu şekilde ilgililerin çok daha ağır ceza almalarının yolu da hazırlanabilir.

Tüm bu yaşananlar kendi rızamızla yarattığımız gerçek üstü bir dünyanın yıkılmaması, o dünyanın bekası için. Gerçeklerle yüzleşememekten… Birey olmayı beceremediğimiz gibi, kurgulanmış ortak algılarımıza aykırı kalan davranışların muhakemesini yapamayışımızdandır. Bu birçok meselede böyle aslında.

Bu ülkedeki gerçek siyasetin konusu bununla yüzleşmek olmalı. İnsanların korkuları etrafında bütünleştirmeyi amaçlayan sanal bir dünya yaratmak olmamalı. Ya da onların korkularına karşı ortak bir refleks gösterip, akılcılığı ret eden bir düzenin savunucusu ve kullanıcısı olmamak. Gerçek siyasi mücadele, bu sahte dünyanın yıkılıp, insanların özgürleştirilmesini referans almalıdır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.