Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haluk Levent yazdı: Metaverse’e giriş

Son yıllarda teknoloji ile ilgili tartışmalarda en popüler konulardan biri öteevren (Metaverse). Uzunca bir süredir nedir bu öteevren diye ben de okuyorum ve ilgileniyorum. Zaten bu yazı dizisine başlama nedenlerimden biri de budur aslında. Bu yazı dizisine başlarken öteevren konusunda aşağı yukarı fikrim vardı, öteevrenin son yazılarda ele aldığım davranışsal artık üretiminin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek çok büyük bir veri kaynağı olarak kullanılabileceğini, temel amacın bu olduğunu düşünüyordum. Özellikle şu anda en çok eksikliği hissedilen ve toplanması çok güç olan duygu-davranış bağıntısı için gerçek zamanlı ve “gerçekliğin” içinde kurulmaya çalışılan bir deney alanı olduğunu düşünüyordum. Bu haliyle de gözetim kapitalistleri için son derece kullanışlı bir araç olduğunu düşünüyordum.

Bu görüşümü halen koruyorum. Facebook’un adını “Meta” olarak değiştirip kendini öteevren kavramının içine gömmesi ve başlangıç olarak 10 milyar ABD Doları yatırım bütçesi ayırması, Google ve diğer dev gözetim kapitalistlerinin belirgin bir strateji çerçevesinde şirket satın almaları, Musk’ın topa girmesi önemli göstergeler. Bu atakları öteevrenin insanlık için ne derece hayırlı bir iş olup olmadığı sorusunun yanıtı için de bir turnusol kağıdı olarak değerlendirebiliriz. Bu takım oyuna girdiyse buradan hayırlı bir şey çıkması pek mümkün gözükmüyor. Elbette benim önyargılarımdan genellemelere varmak doğru değil ama önümüzdeki birkaç yazıda bu konudaki “önyargılarımı” temellendirmeye, çeşitli argümanlarla düşündüklerimi yazmaya çalışacağım.

Başlangıçtaki görüşümü korumakla birlikte yanına biraz eklemeler olduğunu da söylemeliyim. Nasıl olmasın ki? Öteevren meselesi körün fili tarifi gibi bir şey. Herkes bir tarafından dokunuyor ve dokunduğu noktayı mutlaklaştırarak bir tarif yapıyor. Kendi arzuladığı ve hayal ettiği her neyse onu mükemmel bir şekilde sunan teknolojik hayal makinası gibi görüyor öteevreni. Elbette, “marketing sektörü” için işine girdiği için de hayal makinasının hızı, kapsamı ve vaatleri büyüdükçe büyüyor.

Bu noktada sağlıklı değerlendirme için iyi kaynaklara ihtiyaç olduğunu söylemeliyim. Bu çerçevede bazı kitaplara yeri geldiğinde atıf yapacağım elbette. Ama ne yazık ki türkçe yazın bu konuda henüz çok zayıf; çeviri ve telif kitaplarla güçlendirileceğini umuyorum. Derli toplu, serinkanlı yazılmış, herhangi bir hayali satmaya uğraşmayan türkçe yazı bulmak da kolay değil. Benim okuduklarım arasında en dengeli değerlendirme dosyası “Popular Science” dergisinin Haziran 2022’de yayınlanan son sayısında yer alıyor, tavsiye ederim. TÜBİTAK tarafından yayınlanan Bilim ve Teknik dergisinin Mayıs 2022 sayısında ise çeşitli konuları ve soruları kapsayan çok kısa bilgilerden oluşan, bilgi yığını (amalgam) niteliğinde kısa bir yazı var. Yakın zamandaki gelişmeleri kapsayan ve değerlendirme içermeyen bu yazı temel teknolojik kavramlara aşina olmayan okuyucular için faydalı olabilecek ama teknolojik gelişmelere bağlı olarak kısa zaman içinde işlevsiz kalabilecek bilgileri içeriyor.

Kaynak açısından durum böyle olunca ve ortam kaynamaya, hayaller köpürtülmeye başladıkça evrenden evrene koşarken kaybolmak işten değil. O yüzden tarifleri ve değerlendirmeleri biraz toparlamakta fayda var. İlk olarak öteevren kavramına çok yüksek, hatta henüz emekleme evresinde (bazılarına göre embriyo halinde) bir gelecek teknolojisi atfedilirken bir yandan da tarihsel kök yapıştırılıyor. Yani insanlığın toplum olma halinin doğal ve yüzyıllardır varolan ama şimdilerde teknoloji sayesinde farkına vardığımız, gelmekte olan “nurlu teknoloji” sayesinde de nirvanaya ulaşıp tüm dertlerimizden kurtulacağımız bir yeni evren, yeni gerçeklik olarak sunuluyor. Elbette bu gerçeklikte dertleri olanlar, yani hepimiz için, çılgınca eğlenebileceğimiz, bu dünyada asla ulaşamayacağımız “Prada çanta”, “Bentley araba” gibi statü sembollerine kolayca sahip olabileceğimiz (yanlış anlaşılmasın avatarlarımız aracılığıyla), ünlülerle aynı mahallede oturabileceğimiz, yedi iklim, yedi denizi içeren tatilleri yapabileceğimiz bir tür vaat edilmiş topraklar anlamına geliyor bu. Hayalciler için hayallerini gerçekleştirme fırsatı sunan bir tür arınma ve ruhsal rahatlama ortamı.

Aşırı gerçekçiler için ise çok verimli iş toplantıları, hiper gerçekçi ve serbest çalışma ortamları, iş arkadaşlarıyla birlikte güle oynaya çalışabileceğimiz, hem de evden, bir süper çalışma ortamı. Ama bu son yazdıklarımı “zaten bunları biz bizeyken yapıyoruz” der gibi okuyorsunuz sanki… Eğer öyle okuyorsanız bir boomer olduğunuz belli (biraz eleştirdiğimde duyduğum laf bu), boomer olduğunuz için de teknolojinin ne menem bir şey olduğunu kavrayamamışsınız. Bir boomer olarak benim aklımı karıştıran asıl konu ise teknoloji geliştikçe refah ile çalışma arasındaki bağın zayıflaması gerekirken neden arttığı sorusu. Yani, madem hiper teknolojik bir gerçeklikte yaşayacağız neden refaha ulaşmak için hep daha çok çalışmak, üstelik eski güzel günlerde mahremiyetimizin kalesi olan evlerimizi çalışma mekanına dönüştürerek piyasanın hükümranlığını kendi özel alanlarımıza taşımak zorunda kalıyoruz? İlk bakışta aşırı gerçekçiler yine bu dünyadaki işkoliklik ve aşırı çalışma hastalığından kurtulamayacakmış gibi duruyor. Belki, biraz ev konforunda çalışma fırsatı çekici gelebilir ama onun da yani konforun da bir süre sonra iş tahakkümü altında bir kabusa dönüşme ihtimali var. Sanırım aşırı gerçekçiler cehennemlik! Bu konuyu başlı başına ayrı bir yazıda incelemek yerinde olur.

Yeni gerçekliğin ebedi karakterinin vurgulanması ezeli geçmiş ile kolaylaşır. Öyle ya tarihsel kök varsa gelecekte, hatta sonsuza kadar hüküm sürme fikri daha gerçekçi olur. Öteevren için tarihsel kök Londra Crystal Palace’taki “Büyük Sergi”ye kadar uzatılabiliyor. Victoria döneminde endüstriyel kapitalizmin dünyayı tek pazar haline getirmeye başladığı, sömürgelerin kökleştiği, fosil yakıt uygarlığının kurulduğu 1800’lü yıllar. Ama insanlığın bir bölümünün hayalleri yüksek, o kadar yüksek ki lüzumsuz bazı insanların bu hayallere ulaşması mümkün değil. O zaman, onlar da bu hayallerini gerçekleştirmek isteyen insanlara sömürgelerde köle gibi çalışarak katkı verebilirler. Her kim bu iddiayı öne attıysa aklıyla bin yaşasın! Gerçekten bir metafor olarak oldukça kullanışlı. İleride daha detaylı bir şekilde ele alacağım.

Bir tarihsel kök ise kurgusal dünyadan, Neal Stephenson’ın 1992 tarihli siberpunk romanı Snow Crash’ten geliyor. “Metaverse” kavramı ilk kez bu romanda kullanılmış. Bu roman ile ilgili olarak konuşan pek çok kişi gibi, ben de ne yazık ki henüz romanı okuyacak vakit bulamadım. Üstelik bilim kurguya son derece meraklı biri olmama rağmen. Romanı okumadığım için Stephenson’ın kavramı hangi bağlam içinde kullandığını tam olarak bilemiyorum ama Vikipedi’de alıntılanan 1999 tarihli makalesinde romanın adının Macintosh bilgisayarında bir yazılım hatasına denk düştüğünde ekranda ortaya çıkan karlanmaya atfen kullandığını belirtmiş. Romanın ise antik dünya ile bilgisayar dünyası arasında kurulan metaforlar temelinde kurgulanmış olduğu anlaşılıyor.

Bir Star Trek (Uzay Yolu) fanatiği olarak, muhtemelen içeriği ile uyuşmadığı halde sırf kavramın adı ile özdeşleştiği için bu kitabın öne çıkartılmasından dolayı sitemlerimi sunuyorum. Bizim Star Trek’in seksenli yıllarda çekilen ve yedi sezon süren kaptan Picard’lı The Next Generation (TNG) dizisinde sanal gerçeklik evreni uç vermişti. Kaptan Janeway’li The Voyager’da ise 1994 yılından başlayarak yedi sezon boyunca öteevrenin feriştahını doya doya izledik. Holodesk adıyla, bence işlevsel olarak öteevreni çok daha iyi tanımlayan ama marketing olarak bugün pompalanan hayallere uygun düşmeyen bir kavram olduğu için benimsenmemesi normal.

Holodesk, Star Trek’teki kurgusal bir kaç teknolojinin bileşimi kompozit bir teknoloji olarak tanımlanabilir. Moleküler düzeyde geri dönüşüm olarak da değerlendirilebilecek yeniden maddeleştirme teknolojisi replikator (çoklayıcı), hologram teknolojisi, yapay zeka teknolojisi ve bütün bunlar için gerekli olan sınırsız enerjiyi sağlayan warp teknolojisi (soğuk füzyon, anti-madde ve kurgusal dilityum minerali temelli kurgusal teknoloji). Madem hayal kuruyoruz, teorik olarak mümkün bu üç teknoloji ile yapay zekanın yaratabileceği imkânları görmenin çok ilginç olduğunu söylemeliyim. Voyager’da uzun uzun izleme fırsatı bulduğumuz çok sayıda bölümü seyrederken holodesk’te işbaşı eğitimi, spor, çeşitli sanatsal faaliyetler, çeşitli cihazların tasarımı ve deneyleri, taktik analizler ve buna bağlı eğitim (özellikle bilinmeyen alanlarda geçen dış görevler için), tatil, eğlence vb gibi aktivitelerin yapıldığını izledik. Ayrıca holoroman ve holofilm kavramlarını da ilk kez Voyager’da görme fırsatı bulduk. Bu teknoloji ile seçilen film veya romanların karakterleri aslına uygun bir şekilde yeniden maddeleştirilmiş çevrede hologram olarak yaratılırken izleyici olarak alanda olan biteni seyretmek hatta olaya dahil olmak mümkündür. Dahil olmak istenildiğinde oyuncu veya oyuncuların seçtikleri karakter olarak sahneye girilebilir. Akış aynı şekilde sürebileceği gibi canlı karakterlerin yanıtları çerçevesinde yapay zekanın yarattığı simülasyon ile farklılaşabilir de. Uluslararası Bakalorya eğitiminin edebiyat derslerinde dünya edebiyatının klasik romanlarının son bölümlerinin yeniden yazılması ödevi/egzersizi düşünüldüğünde bu yaklaşımın kurgusal olarak çok ilginç bir eğitim materyali olabileceğini de değerlendirmekte fayda var.

Her Star Trek dizisinin senaryosunu yazmak için yüzden fazla bilim insanı ve fütüristin görev aldığını düşününce Star Trek dizileri kurgusal olarak öteevren tartışmalarına çok daha gerçekçi bir bakış getirdiği açıktır. Öte yandan, her biri 45 dakikalık 175 bölüm süren sadece Holodesk’te geçen bölümlerin olduğu, kısacası çok ayrıntılı olarak işlenmiş bir öteevren kurgusu olduğu halde “snow crash” temelinde bir tarih yazımının yapılması da başlı başına ilginç bir konudur. Dillerin doğuşunu simgeleyen Babil Kulesi efsanesini bilgisayar virüsü metaforu temelinde yeniden işleyen ve metaverse kavramının ilk kez kullanılması dışında kurgu bilim edebiyatı içinde kayda değer bir yeri olmayan bir roman bugünkü öteevren kurgusu için biçilmiş kaftandır. Bugünkü tartışmalar açısından bu kitapta kullanılan kavram içi boş bir kabuk gibidir, anakronik bir şekilde doldurulabilir. Bu yönüyle de pek çok ulus devletin kuruluş efsanelerini, resmi tarih kavramlarını ikame eden bir kavram gibi ele almak fazla zorlama bir yaklaşım olmaz.

Star Trek, son yıllarda yayınlanan Discovery, Kaptan Picard gibi diziler hariç (Star Trek fanları bu dizileri Star Trek evrenine ait dizi olarak kabul etmezler), bolluk toplumunun arka planda hissedildiği bir dizidir. Her türlü ayrımcılık, türcülük, av, hayvansal tüketim büyük günah sayılır. Emperyalizm temel toplumsal sözleşmenin birinci ilkesi ile yasaklanmıştır. Para, piyasa vb. yoktur, yani kapitalizm ortadan kaldırılmıştır (Star Trek Enterprise’da bu konuda kaptan Archer’ın meşhur tiradı ilginçtir). Kollektif çalışma, barış savunuculuğu, müzakere ve dayanışma esastır. Hiyerarşinin bir güç ilişkisine dönüşmesi engellenmiş ve sınıflar kaybolmuştur. Herkesten yeteneğine göre, herkesin ihtiyacına göre ilkesi yürürlüktedir. Kısacası dünyada teknolojik temeli olan bir komünist toplum, büyük küresel yıkımdan sonra oluşmuş, Gezegenlerarası Federasyon bu ilkelere göre kurulmuştur. Özellikle Voyager’da, kaza sonucu galaksinin bilinmeyen çok uzak bir tarafına savrulan gemi Federasyon Merkezi ile tüm bağları koptuğu için kapalı bir toplum gibi görülebilir. Bütün bu değerleri her koşulda korumaya kararlı mürettebatın hayatı bolluk toplumunda gündelik yaşam pratiğine dair ilginç bir düşünce egzersizi olarak da değerlendirilebilir.

Snow Crash kitabının tercih edilmesi, bugün öteevren diye pompalanan gelecek tahayyülü hakkında da bir ipucu sayılmalıdır. Star Trek, bu işlev için uygun değildir çünkü kurgulanmış bir gerçekliğin parçası olmayı vaadeden bir teknoloji yerine gündelik hayatın sorunlarını çözmekte kullanılan bir teknoloji sunuyor. Kısacası gündelik hayatın kişisel ve toplumsal sorunlarını teknolojinin yardımı ile yeni bir gerçekliğe kaçmadan ama eskisini dönüştürerek çözmeyi öngörüyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.