Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Altılı Masa’dan Batı’ya bakış

Erdoğan’ın Atatürk’ün laik cumhuriyetinin yüzü Batı’ya dönük ve kökleri birkaç yüzyıllık aşamalara dayalı yönelimiyle de, Batı’ya ait kimliğiyle de çözülemez bir sıkıntısı olduğu yirmi yıllık iktidarın ardından herhalde iyice anlaşıldı. Erdoğan’ın gençlik hülyalarına dayalı çarpık tarih okumasını, bugün yönetimi elinde tutmanın sağladığı güçle tersten giderek kendi kendine ısmarlama bir tarih yazımına dönüştürdüğü de görüldü. Bu duruma belki “super-revizyonizm” tanısı mı konulmalı bilemiyorum, işin akademik yönü boyumu fazlasıyla aşar.

Gel gör ki II. Mahmut’un, Aziz’in üzerinden uçarak, hatta onların üzerleri karalanarak Hamit’e gelinse de, orada çakılıp kalmak olası değil. Ne denli revize edilirse edilsin tarih Hamit’in ardından Enver’in, onun ardından da Kemal’in geldiğini yazıyor. Geçen sene Sakarya’nın yüzüncü yılıydı, bu yaz Dumlupınar’ın. Benden duymuş olmayın, (“spoiler alert”) bir yıl sonra cumhuriyeti kuruyoruz, ondan bir yıl sonra saltanatı ve hilafeti kaldırıyoruz. Aktarılan olayların kahramanı Kemal, 1934’te Atatürk oluyor, derken 1937’de laiklik ilkesini anayasaya koyduruyor.

Bu gidişle yazıya giremeyeceğiz ama ne yaparsın, 1949’da Avrupa Konseyi’nin (ah AİHM belâsı!) kurucularından olacağız, 1952’de NATO’ya katılacağız, 1959‘da (bugünkü) Avrupa Birliği’ne başvuracağız, 1964’te Ankara Anlaşması yürürlüğe girecek ve 1999’da adaylığımız resmen onaylanacak filan. Ve korkarım Fahrettin, Ankara ovasında 1402’deki Timur’u aratmayacak büyüklükte bir trol ordusu da toparlasa, bu gelişmeleri engelleyemeyecek. İzleyelim bu ayki 15 Temmuz gargarası mı, gelecek ayki (olursa) Dumlupınar anması mı daha görkemli olacak?

Yönetimdeki AKP-MHP’nin islâmcı-milliyetçi koalisyonu Hamit ile Enver’in tuhaf bir bileşimi ise, muhalefetteki CHP-İYİP yol arkadaşlığı da İnönü ile Bayar’ın o denli tuhaf bir alaşımını çağrıştırıyor sanki. Muhalefeti Altılı Masa’ya genişletirseniz, bitmez tükenmez bir 28 Şubat mağduriyeti ve “kazanılmış haklar” boğuntusuna sürüklenerek laik anayasayı fazlaca şey etmiyor. Kavala’ların, Demirtaş’ların yerine geri konulamayacak yılları demir parmaklıklar gerisinde yitiyor; Kürtler derken, komünistlerden solculara oradan sağ-sol ayrım gözetmeksizin tüm özgürlükçülere dek ilericilerin affedersiniz mağdur olma hakları dahi tanınmıyor. 

Büyükelçi Namık Tan soruyor: “İstediğimiz, özlediğimiz Rusya ve Çin gibi ‘gelişmeyi’, ‘kalkınmaya’ indirgeyen hak ve özgürlükleri kısıtlayan, bunu da katlanılması gereken zaruri bir maliyet olarak sunan, demokratik itiraz hakkının budandığı baskıcı ve otoriter bir dünyada yaşamak mı?” Ekleyelim: Acaba Altılı Masa da, halkın yahut seçmenin de bunu istediği, ötesini umursamadığı, bu anlatının müşterisi olduğu temelinden mi hareket ediyor? İstemekle razı kılınmak, mecbur edilmek; razı kılmakla, rıza devşirmek aynı mı? Yönetmekle, hüküm sürmenin farkı belki buralarda beliriyor.

Ödenmesi gereken kaçınılmaz bir bedel varsa o, ilk seçimde anayasayı değil değiştirmek, değiştirmeyi teklif dahi edecek meclis çoğunluğunun elde edilmesi herhalde hayal olduğuna göre, bu başkanlık sistemindeki olağanüstü yetkileri kullanarak beş sene daha devam belki. Uygulanacak reçetenin tatlısı olmadığını, her reçetenin acının farklı tonlarını yansıttığını da şimdiden açıkça duyurmak da bir diğer bedel olabilir. Akılcı dış politikaysa, reçetenin acılığını hafifletecek bir tatlandırıcı işlevi görebilir.  

Dünde öldüğü sanılan zombilerin bu günlerde nasıl yeniden aramızda dolaşmaya başladıklarını Bahadır Özgür Birgün’de özenle hikâye etmeyi sürdürüyor. Sanki siyasi zombilikler de yeni bir gurup vaktinin alacakaranlığını haber veriyor gibiler. Zira bizim yerli ve milli zombiler eskinin öldüğü yeninin doğamadığı alacakaranlıkta ortaya çıkar. Uzun süre karanlık hücrede tutulmuş bir rehine gurup vakti salınsa belki o alacakaranlığı tanyeri sanabilir ilk bakışında. Epeydir karanlıkta kaldığımıza göre, hücremizin kapısı aralandığında, aralanacaksa bir gün böyle bir yanılsamaya bizler de düşebiliriz. 

Kendi akıllarımız erdiğince yaptığımız laboratuvar muayenesinde eser miktarda veya zoraki Batıcılığa, ilericiliğe, özgürlükçülüğe rastlayabiliyor muyuz? Sanki gardırop Atatürkçülüğünden geri gele gele, gardırop Batıcılığına varmış gibiyiz biraz. Laikliği başörtüsü meselesinin aşılmasına indirgeyerek kendimizi kandırdığımız gibi, Batıcılık da boyunlarda bağlı kravatlarda kalmış gibi gayrı. Altılı Masa ne der?

Düşüne taşına ama nihayet sadede ve bugüne geliyoruz. F-35 bütünleşik bir ağ olan yeni Avro-Atlantik savunma yapısının kilittaşı. Biz S-400 alarak kendimizi F-35 programından attırdık. Şimdi, son Draghi ziyaretinin gösterdiği üzere AB yapımı SAMP-T hava savunma sistemi edinme yolundayız. Bu adım S-400’ü kapısını ilelebet mühürleyebileceğimiz bir hangara kaldırma olanağı sunuyor. NATO Madrid zirvesinde Çok Yüksek Hazırlıklı Müşterek Görev Kuvveti’nin mevcudunun kırkbinden üçyüzbine yükseltilmesi de kararlaştırıldı. Rusya en doğrudan ve öne çıkan tehdit olarak tanımlandı. Biz hem Karadeniz hem Akdeniz cephelerindeyiz. Oysa üzerimize düşen ödevleri değil, üçlü mutabakatı konuşuyoruz. İsveç’e postayı koyunca AB’ye üyeliği geçtim vizesiz seyahat ne yana düşüyor? S-400 ne olacak? Altılı Masa ne der?

Büyükelçi Tan yine aynı söyleşide “Ukrayna krizi nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, ardından oluşacak yeni dünya düzeninde Rusya Devlet Başkanı Putin’e yer olmayacaktır. Ukrayna’yı istila kararı, Putin’in dünya siyaset tarihine, Rusya’nın geleceğini karartan bir lider olarak geçmesine sebep olmakla kalmayacak, ismi uzun sürme riski taşıyan küresel kaosun mimarı olarak anılacaktır. Haliyle böyle bir liderle yakın kişisel ilişki sürdürülmesi de son derece zor olacaktır.” diyor. Doğru bence de. Buna karşılık, küresel değil de yerel düzlemde çoğul olarak Putin’lere, Putin özentilerine, Putinperestlere yer olacak mı? Altılı Masa ne der?

Ukrayna’nın buğdayının çalınmasına aracılık et, gemilerin yılmaz takipçisi Yörük Işık’a yakalanınca havaya bak, ıslık çal. Ukrayna’ya damadın fabrikasından SİHA sat, işgale “olaylar, süreç, olumsuz gelişmeler” de. Köylü kurnazlığı, esnaf fırsatçılığını (Sedat Peker’e özenip “gerçek köylüler, esnaflar baştacı” diyelim) “denge siyaseti” diye pazarla. Büyükelçi Tan’dan üçüncü alıntı: “ABD’yle güvene dayalı ilişkileri korumak Batı ittifakının desteği bakımından son derece önemlidir. ABD düşmanlığını şiar edinerek hedeflerinize ulaşamazsınız. NATO’ya kimse bizi zorla almadı, üye olmayı biz seçtik. Beğenmiyorsak, üyelikten çıkarız.” Altılı Masa ne der?  

Prof. Dr. Serhat Güvenç’le son “Dünya ve Biz’de”, Madrid’deki akşam yemeğinde Macron’un koluna girip Anastasiades’i Erdoğan’ın yanına götürmesi ve izleyen kahkahalı sohbet üzerine de konuştuk. NATO ve AB savunmalarının 2022 Stratejik Kavram belgesinde de kayda geçirildiği üzere bundan böyle ayrı düşünülemeyeceği üzerinde de durduk. Belge ile fotoğraf yan yana konulduğunda, kemikleşmiş Kıbrıs sorununun çözülebilmesi için fırsat pencereleri açıldığı görülüyor. Altılı Masa ne der?      

SAMP-T alımı, F-16 modernizasyonu, NATO’nun genişlemesine onay derken Ukrayna’nın işgali ve Madrid zirvesinden çıkan görünüm, ülkemize** (SA’nın “Hadim-ül Haremeyn” oluşu gibi) Montrö’nün de ötesinde bir “Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın muhafızı” (neredeyse “kayyumu” diyecektim, tövbeler tövbesi) görevi tanımlıyor. Bu görevin getirdiği ek sorumluluklar ve özenle yönetilmesi gereken kaçınılmaz gerilimler olacak. Doğu Akdeniz ve Karadeniz’e bakarak “denizlerin hâkimi” ünvanını almak, Doğan görünümlü Şahin’in arka camına “Gecelerin Yargıcı” yazdırmak gibi değil. Ege adalarına saplanmaktan da önemli. Altılı Masa ne der?

Sahiden üçbuçuk milyon Suriyeli sığınmacıyı Esat’la konuşarak davullu zurnalı memleketlerine uğurlayacaksak, İdlip’ten Afrin’e, Bab’dan Fırat’ın doğusuna askeri varlığımızın akıbeti ne olacak? O günden yarınına “anlayacağımızı anladık, kalkın gidiyoruz beyler” mi denilecek? Altılı Masa ne der?

Belki yanıtını bulamadığımız asıl soru eskinin ölüşünün, yeninin doğuşunu kendiliğinden kaçınılmaz mı kıldığı. Üzerinde durduğumuz yıkıntılara bakarak, tasarlanan yapıyı gözümüzde canlandırabilecek miyiz? Bir başka yazımda Ortega y Gasset’e atıfla “olanaklı bütünlüğün belirtisini” ayırt edebilmekten söz etmiştim. Kendi yahut kafası eskide çakılı kalmış olanlar, “ama bak dediğim yeni” diyerek halkı yeni ile eski arasında seçime ikna edebilir mi? Yoksa eldeki hayratı da doyasıya bir hınçla tahrip edenleri kenara çekebilirlerse, ancak mevcuttan hallice bir geçmişi ihya sürecini mi işaret edecekler?

Sınamalar karşısında ve onları öngörecek biçimde tutum belirleme, liyakatten çok siyasi talimat ve iradeye dayanıyor. Çarşamba günkü ArtıGerçek yazımı amacımın “gerçekten yüzüncü yılında cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak gibi bir hedefimiz varsa, onun dış politikasını ve hariciyesini sizlerle birlikte düşünmek” olduğunu belirterek bağlamıştım. Bu sütunda da beni ister “kendi pasına, kendi koşmuş”, ister “şut-orta karışımı bir vuruş yapmış” varsayabilirsiniz. Suskun golcü tribünlere yine saç-baş yoldurmuş da olabilir tabii.    

*Erhan Keleşoğlu’nun süvariliğindeki “Toplumsal Tarih” dergisi geçen yıl Yunan tarihçilere de yer vererek çok dolu bir Sakarya sayısı yayımlamıştı. Bu defa da aynı anlayışla bir Dumlupınar sayısı çıkaracaklarmış, kendimiz de okuyalım, çocuklarımıza da okutalım.

**Bakanlıktaki ilk daire başkanım (sonradan Büyükelçi) Rafet Akgünay önüne götürdüğüm bir resmi yazı taslağındaki “Türkiye” ibaresinin üzerini çizip “ülkemiz” diye düzeltmiş, yüzüme gülümseyerek bakarak “kural değil ama böyle diyelim, ben öyle yaparım, daha güzel olur” demişti. O gün bugündür ne zaman “Türkiye” yazacak olsam, çoğunlukla silip, “ülkemiz” diye düzeltirim. Burada da öyle yaptım, bence de daha güzel oluyor. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.