Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: NATO’nun yeni strateji belgesi ne söylüyor?

Madrid Zirvesi’nde NATO üyeleri ittifakın önümüzdeki 10 yılına yön verecek strateji belgesini onayladı. NATO, stratejik konseptlerini kamuoyuyla paylaşmaya Soğuk Savaş’tan sonra başladı. Soğuk Savaş döneminde kabul edilen ve uygulanan stratejik konseptler gizli tutulurdu. Bu konseptler, savunma ve caydırıcılık odaklıydı.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra NATO’nun hem görevleri çeşitlendi hem de daha önce Avrupa-Atlantik bölgesiyle sınırlı olan sorumluluk alanı genişledi. Madrid’de kabul edilen, NATO tarihinin sekizinci, Soğuk Savaş sonrasının dördüncü stratejik konsepti. Soğuk Savaş döneminde kabul edilen stratejik konseptlerin gizlilikleri nedeniyle kamuoyunda tartışmaları söz konusu değildi. Soğuk Savaş sonrasında kabul edilen 1991 ve 1999 stratejik konseptleri Türkiye’de pek tartışılmadı.

Türk kamuoyunda yoğun ilgi gören ve tartışılan ilk stratejik konsept Lizbon’da kabul edilen 2010 Stratejik Konsepti’ydi.

2010 Stratejik Konsepti birkaç açıdan önemliydi. 2003 Irak Savaşı, NATO içerisinde büyük bir ayrışma yaşatmıştı. Lizbon Zirvesi bu ayrışmanın yerini bir kez daha oydaşmanın aldığını teyit etmekteydi. 2010 Stratejik Konsepti, öncelikle ittifakın iç bütünlüğünü sağladığının işaretiydi. İkinci olarak stratejik konsept, yeni tehditleri dikkate alıyordu. Bunlar arasında siber tehditler ve balistik füze tehdidi de vardı.

Siber tehditlerin ciddiyeti, 2008 yılında NATO üyesi Estonya’nın maruz kaldığı siber saldırıyla anlaşılmıştı. Balistik füzeler ise özellikle kitle imha silahları (KİS) geliştiren ülkelere karşı önlem alınmasını gerekli kılıyordu. 2010 yılında Türk kamuoyunda NATO stratejik konseptinin tek boyutuna odaklanan bir tartışma yaşandı. O dönemde Türkiye’nin komşuları arasında balistik füzelere sahip ve kitle imha silahları geliştirme potansiyeli güçlü tek ülke vardı: O da İran’dı. Ankara, NATO’nun geliştirmek istediği balistik füze savunma sisteminin (ki Füze Kalkanı diye de anılır), İran’ı hedef almasından hoşnut değildi.

Lizbon Zirvesi’ne dek Türkiye bu konuda çekincelerini üst perdeden dile getirmeye devam etti. İktidara yakın isimler, Türkiye’nin o dönem “barış dili” konuştuğunu; NATO’nun bu sistemine onay vermesinin bu dil ve ”yumuşak güç” olma iddiasını törpüleyeceğini ileri sürüyordu. Konuyu teknik, askeri ve stratejik yönleri ile ele almaya çalışanlar ise “savaş çığırtkanlığı” yapmakla suçlanıyordu. Zirvede Türkiye 2010 Stratejik Konsepti’ne itirazlarını kaldırdı. Buna karşı Stratejik Konsept’te İran spesifik olarak tehditler arasında sayılmadı. Türkiye’nin bu tutumundan rahatsız olan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy “Biz kediye kedi deriz” diyerek sistemin bal gibi de İran’a karşı geliştirileceğini ilan etmiş oldu.

2010 Stratejik Konsepti kısa sürede olayların gerisinde kaldı. 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ittifakın beklemediği ve hazırlıklı olmadığı bir gelişmeydi. Hızlı bir dönüşüm süreci başladı. Bugünden bakıldığında NATO’nun 2014’ün benzeri bir durumla karşılaşmamak için iyi hazırlandığı söylenebilir. Öyle ki 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimine 2014’e oranla çok daha hızlı, etkili ve tutarlı biçimde reaksiyon verdi. 2014’te melez tehditler, en başat sınamaydı. Melez tehditlerle baş etme bugün NATO’nun en temel öncelikleri arasında bulunuyor. 2014’te NATO, asli sorumluluğu olan caydırıcılık (deterrence) ve savunmayı (defense) yeniden anımsarken, bunlara bir de melez tehditlere karşı “dayanıklılık/direnç (resilience)” eklendi.

Türkiye, ittifakın gelecek on yılını belirleyecek stratejik konsepti, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin gölgesinde tartıştı. Daha doğrusu tartışamadı. Türkiye’nin artık kadim sayabileceğimiz (iç) güvenlik sorunu gündemi bir kez daha belirledi. Sonunda Madrid Zirvesi’nden NATO adına güç bela bir başarı öyküsü çıkarıldı. İsveç ve Finlandiya NATO’ya üye olmaya davet edildi. Rusya’yı baş tehdit, Çin’i ise kötü niyetli bir rakip olarak tespit eden bir stratejik konsept kabul edildi. NATO yeni bir yola girdi. Peki genel hatları ile yeni stratejik konsept Türkiye’nin güvenlik öncelikleri ve çıkarları ile ne derece örtüşüyor?

Metnin girişinde NATO’nun “adil, kapsayıcı ve kalıcı bir barış” için çalışmaya devam edeceği ve “kural temelli (rules based) uluslararası düzene kalkan olmaya devam edeceği” ifade ediliyor. Bu kural temelli uluslararası düzene yönelik en büyük tehdit Rusya’dan geliyor. Rusya hakkında kullanılan sıfatlar, Ankara’nın Moskova’yı sakınan üslubunu pek yansıtmıyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali “gaddarca” ve “yasadışı” olarak nitelendiriliyor. Bu ülkenin yaptığı “kalleşçe saldırıların” ve “mezaliminin” “tarifsiz acılara ve yıkıma” yol açtığı belirtiliyor.

Amaç ve İlkeler başlığı altında ittifak üyelerinin etrafında birleştiği ortak değerler “bireysel özgürlükler, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü” şeklinde sıralanıyor. Takip eden Stratejik Ortam bölümünde “otoriter aktörlerin” NATO üyelerinin “çıkar ve değerleri” ile “demokratik yaşam biçimine” meydan okuduğu tespiti yapılıyor. Bu bölüm, Rusya’nın, ittifakın güvenliğine ve Avrupa-Atlantik bölgesinin barış ve güvenliğine en büyük tehdidi oluşturduğunu yineliyor.

Buraya kadar metinde yer alan ifadelerin Türkiye’nin durumunu ve Rusya’ya bakışını ne derece yansıttığı şüpheli. Ancak terörizmin tüm biçim ve tezahürleri ile bir tehdit olarak tanımlanması Ankara’nın diğer müttefikleri ile paylaştığı bir temel güvenlik kaygısı olarak kayda geçmiş oluyor. Benzer biçimde Ukrayna savaşı nedeniyle gündemden hızla düşen Afrika ve Ortadoğu gibi “11 Eylül coğrafyaları”nın NATO’nun güney kanadının güvenliğiyle yakın ilgisi anımsatılıyor.

NATO’nun temel görevleri başlıklı bölümde ittifakın kara, deniz ve hava güçlerini artırma niyeti ortaya konuyor. Hava güçleri arasında “güçlendirilmiş ve bütünleşik hava ve füze savunma sistemi” sayılıyor, ki bu vurgu Türkiye açısından ilginç bir durum yaratıyor. Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemlerinin “müstakilen (stand alone)” kullanılacağı daha önce Türk yetkililer tarafından sıklıkla dile getirilmişti. Aslında bu tür kullanımın hava savunma sistemi mantığına uygun düşmediği savunma uzmanları ve gözlemcileri tarafından dile getirilmişti. NATO’nun yeni stratejik konsepti, hava savunma sistemlerinin temel mantığını bir kez daha anımsatmış oluyor. Öte yandan Madrid Zirvesi’nde Türkiye ve İtalya arasında SAMP-T hava savunma füzesi geliştirme anlaşması imzalanması Ankara’nın NATO’nun bütünleşik hava savunma sistemi mantığına geri dönüşünün habercisi gibi duruyor.

Belgede Çin hakkında Rusya kadar çarpıcı ve sert ifadeler yer almasa da Çin’in “kural temelli uluslararası düzen”in altını oymaya gayret ettiği belirtiliyor. Bu gayretlerin uzayda, siber ortamda ve deniz alanlarında yürütüldüğü ekleniyor. ABD’den sonra birçok NATO üyesinin Asya-Pasifiğe yöneldiği düşünüldüğünde, bu bölge Türkiye açısından NATO içerisinde yeni bir sınama olarak çıkmaya aday. Aynı Rusya örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin bir süre daha kendi “bağımsız” çizgisinde devam edeceğini öngörmek olası.

Yeni üyelerin katılımı konusunda “açık kapı” siyasetinin yürürlükte olduğuna vurgu yapılıyor. İsveç ve Finlandiya gibi ülkeler için ise “İttifaka üye olmaya hevesli ülkelerin güvenliği bizim güvenliğimize iç içe geçmiştir” deniyor. Türkiye’nin itirazlarına rağmen, bu ülkeler ile güvenlik anlamında NATO’nun ayrısı gayrısı olmadığından söz edilmesi bir başka ilginçlik.

Son olarak Türkiye’nin on yıllardır başını ağrıtan NATO-AB işbirliği konusunda çok güçlü ifadelere yer verilmiş. “Berlin Plus” tartışmalarından, bugün varılan noktanın Rusya sayesinde olduğunu söyleyebiliriz. “Avrupa Birliği, NATO için eşsiz ve vazgeçilmez (unique and essential) ortak” sıfatına layık görülmüş. Zira her iki örgütün üyeleri de aynı değerlere sahiptir deniyor. Öte yandan Türkiye, İngiltere ve Norveç gibi AB üyesi olmayan NATO üyelerinin olası AB savunma girişimlerinden dışlanmaması gerektiği anımsatılıyor. “NATO ve AB arasındaki stratejik ortaklığın gelişmesi için AB üyesi olmayan NATO üyelerinin AB’nin savunma girişimlerine tam katılımı esastır” denmiş. Bu konuda Türkiye, yıllardır çeşitli AB üyelerinin engellerine maruz kalmıştır. Yeni güvenlik ortamında NATO-AB işbirliğinin ve Türkiye gibi ülkelerin katılımında geçmişe göre ilerleme sağlanıp sağlanmayacağını hep birlikte göreceğiz.

NATO’nun yeni strateji belgesi kural temelli uluslararası düzeni esas alıyor. Bu ise geçtiğimiz on yılda Ankara’ya nispi bir rahatlık ve özerklik sağlayan perakendeci (transactionalist) dış politika yaklaşımının yerini tutarlı ve ilkelere dayalı ilişkiler manzumesinin almasını gerektiriyor. Dolayısıyla Ankara’yı bir açmaz daha bekliyor. Bir yanda “perakendeci” dış politikanın cazibesi, diğer yanda altına imza konan NATO Stratejik Konsepti’nin getirdiği yükümlülükler var. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.