Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Kaybedecek lüksümüz yok!!

İşten eve dönerken her zaman uğradığım seyyar satıcının tezgâhına uğradım. Ancak tezgâh boştu. Etrafıma bakındım, bir esnafla lafa mı daldı diye, yoktu. Orada bulunan bir esnafa sordum “Namaza gitmiştir, gelir” dedi. Tezgâhın arka tarafındaki merdivenlere oturup beklemeye başladım. Sol tarafta bir grup oğlan çocuğu oyun oynuyordu. İçlerinden şişman ve diğerlerine göre daha küçük olan bir çocuk tezgâha yaklaştı ve gülerek diğer çocukların arasına geri döndü. Yüzündeki çirkin gülüşün sebebini anlamak için eline baktım ve kırmızı eriği gördüm. Çocuk boş tezgâhtan bir erik çalmış ve nasıl da kurnazca bir iş yaptığından gurur duyarak arkadaşlarını davet ediyordu. Aptallar mıydı? Gelselerdi ya.

Çocuklar utana sıkıla grup halinde usul usul tezgâha yanaşmaya başladılar. O sırada içlerinden biri beni fark etti. Gözümde güneş gözlüğü olduğu için emin olamıyordu. Boşluğa mı bakıyordum, onlara mı? Emin olsun diye gözümü ayırmadan onlara bakıyordum. En sonunda onlara baktığımı anladı. Diğer çocuklar da anladı. Henüz küçük çocuk haricinde hiçbiri tezgâhtan bir şey alamamıştı. Gözüm üstlerindeydi. Küçük çocuk eriği çalmış olmanın keyfini çıkaramadan oradan uzaklaştılar.

Meyveci amca geldi. “Neden tezgâhı bir esnafa teslim etmedin? Çocuklar erik çaldı, gözümü dikmesem daha da çalacaklardı” dedim. Adamcağız “Emanet ediyorum ama yine de sahip çıkmıyorlar, ben de bırakıp gidiyorum. Aslında çoluk çocuğa da ikram ediyorum ama neden öyle yaptılar bilemedim” dedi.

Ben biliyordum. İnsanı tertemiz ve ahlaklı olması ön koşuluyla anlama çabamız bizim saflığımız. Bir yerde bir kötü peyda olsun hemen yanına birkaç kişi daha bulabilir. Zaten kötülüğün yayılması için öyle büyük kalabalıklara ihtiyaç da yoktur. İyiler çiçekse, kötüler onları yiyip bitiren haşerelerdir.

Bu sebeple ben de muhalefete muhalefet edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü o hinoğlu hin çocuğun tıynetini gördük. Şimdi gözümüzü diğer çocuklara dikiyoruz ki onlar da kırmızı eriğe el uzatamasınlar. Yani olayımız sadece bir an önce hükümetin değişmesi değil. Değişince yerine geleceklerin kim olduğu ve ne yapacakları da bir o kadar önemli bizim için. Bu yüzden müsaadenizle çocukluk yıllarından itibaren siyasetin hayatını allak bullak ettiği bir seçmen olarak normalden çok daha büyük kararsız seçmenin sizden ne beklediğini anladığım kadarıyla anlatmak isterim. 

Muhalefete oy vermeyen insanlara kararsızlar demek doğru mu? 

Çünkü bu insanlar iktidara oy vermemeye karar vermiş. Elinde tuttuğu oyu kime vereceğine karar verememesinin sebebi kararsızlığı değil, kimseyi oyuna layık görmemesi. Muhalefet liderleri, ittifaklarının adı için bile Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “Millet” kelimesini tercih ettiler. Bu tercihleriyle hala Erdoğan’ı muhatap alıp, onun merkezinde olduğu bir gündeme göre siyaset üretmeye niyet etmiş oluyorlar. Muhalif vatandaş, Erdoğan’ın dilinden düşürmediği, tarif etmelere doyamadığı ve sınırlarını çizdiği “Bizim milletimiz” ifadesindeki “Millet” olmaktan bıkmış olabilir mi? Muhalefetin de kendilerini Erdoğan’ın tarif ettiği “Millet” olarak kabul edip buna göre politika geliştirmesinden rahatsız oluyor olabilirler mi?

Bir seçmen olarak muhalefetin, üzerine konuşmak ve siyaset üretmek için Erdoğan’ı ve onun tarif ettiği milleti değil, bizi dikkate almasını, bizim sorularımıza ve sorunlarımıza cevap vermesini dilerdim.

Pandemi süreci ve ekonomik kriz etkileriyle başkanlık sisteminin tıkanma noktasına gelmesi beklenenden daha hızlı gerçekleşti. Muhalefet partileri krizin etkileriyle birlikte oylarını arttırmaya başlasalar bile CHP ve Saadet hariç hiçbir muhalif partinin oyunun çoğunluğu kendi kemik kitlesi değil. En ufak bir stres altında başka bir yöne veya kararsızlar kümesine kayabilir. Öyleyse iktidardan uzaklaşan ve muhalefet tarafından tam olarak anlaşılmayan seçmen ne istiyor olabilir?

Mesela;

Akşener neden Ömer’in yolundan yürüyemedi?

Öncelikle Akşener kimin oyuna talip? Eğer AKP kitlesinin oyuna talipse, Ömer’in yolu son 20 yıldır iktidar tarafından aşındırıldı. Din tüccarlığıysa alası yapıldı. “Biz Ömer’iz çalmayacağız” ise kast ettiği, AKP kitlesi “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” demiş bir kitle. Bu konuda iktidar ile tam bir mutabakat içerisindeler. Dolayısıyla seçmenin karşısına “Ömer’in Yolu’yla” çıktığınız anda seçmen o yolun sonunu biliyor.

Neyse ki Akşener hikâye anlatıcılığı rolünü işin ehli Erdoğan’a bıraktı da daha rasyonel bir yol haritasıyla “Meral’in Yolu’nu” yürümeye başladı. Ve Bingo! Akşener sonuç almaya başladı. 

DEVA ve Gelecek neden ciddiye alınmadı?

DEVA Partisi’nin kurulacağı dedikoduları yayıldığında insanlarda yüksek bir beklenti vardı. DEVA’nın kurucusu Ali Babacan, güçlü olduğu zamanlarda AKP’nin beyin takımındaydı. AKP kadar yıpranmamış imajı ve ispatlanmış ekonomi politikası başarısı vardı. İnsanlar Sedat Peker’in yaptığı ifşaatları steril yoldan yapacağı beklentisi ile Babacan ve Abdullah Gül’e yönelmişti. Ancak Gül her zamanki gibi oyunu ağırdan aldı. Babacan beklenen itirafları dile getirmek ve AKP’nin nerede hata yaptığını söyleyerek AKP’nin kaldığı yerden ekonomi dümenini nereye taşıyacağını anlatmak yerine, hatalarını mazur gösterecek üstü kapalı açıklamalar yaptı. Uzun süren bekleyişin ardından dağ fare doğurunca insanlar yine “Başka kim var” diye etraflarına bakmaya devam ettiler. 

***

Ahmet Davutoğlu iktidardan ayrılmadı, gönderildi. Bir defa bu başlı başına bir defo. Hiç değilse o öfkeyle içeride neler olup bittiğini anlat da muhalefetin elini güçlendir değil mi? Hayır, cinayet işlenirken içeriden gelen sesleri duyan kapıkulu askeri olarak sessizliğini koruyunca, iktidara sadakatini onaylamış oldu. Bu yüzden muhalif lider olarak hiç konumlandırılamadı. Hala devam ettiği “Damarıma basarlarsa konuşurum” tehdidi çocukça geliyor çünkü artık envai çeşit Youtube kanalı sayesinde alasını biliyoruz. 

İslamcı AKP seçmeni neden Saadet’e kaymıyor?

Temel Karamollaoğlu zaten Türkiye’deki İslamcı sağ seçmenin toplamını yönetiyor bana göre. Bu kitlenin gerçek oranını da partisinin oy oranı gösteriyor. “Nasıl olur? Yüzlerce cemaat, onların müritleri, badem bıyıklı, bade bakışlı seçmenler kim” demeyin. AKP’nin elinde tuttuğu İslamcı görünümlü bu sağ kitle Temel Bey’e kaymaz. Çünkü onlar İslamcı cenahı sadece paravan olarak kullanan, özünde son derece materyalist çıkar grupları. Kim onların bu rollerine göz yumup hoş görürse oraya kayarlar.

Bu sebeple “İslamcı seçmen kitlesi çok” zannıyla muhalefet etmek yerine İslamcı ağzıyla konuşup hikâye anlatmayı bırakıp bu dilden ikrah etmiş seçmene yeni Türkiye idealinizi anlatmak daha yerinde olacaktır.

Not: Fatih Erbakan’ında AKP’den çok Temel Bey’den oy alacağı kanaatindeyim. 

AKP küçülüyor ama CHP neden büyümüyor?

Kemal Kılıçdaroğlu büyük bir dönüşümü başlattı. Ancak bunu fazla anlatamadı. Bu süreci biz kendi kendimize gözlemlemek zorunda kaldık. Kemal Bey’in dili, Hababam Sınıfı’nın karşısındaki Ahmet gibiydi. Onu koruyacak bir Mahmut Hocası da yoktu. Bu yüzden Kemal Bey kendi dilini kurmayı kendi kendine öğrenmek zorunda kaldı. “Böyle bir şey olabilir mi ya?” hayretinden “Hesap soracağım!” cümlesine evrilmesi kolay olmadı. Canan Kaftancıoğlu inisiyatifine iktidar kadar partisi de karşı koydu. Neyse ki geri çekilmedi. CHP’de daha çok kadın ön saflarda olmalı. Hatta Kemal Bey madem cumhurbaşkanlığına oynuyor, artık Atatürk’ün partisine kadın genel başkan çok yakışmaz mıydı? 

Konumuza dönelim.

Kemal Bey Adalet Yürüyüşü ile AKP’nin çizdiği siyaset sınırının dışına çıktı. Kurum baskınları ile yolsuzluğa alışmış bürokratları ve “Nasıl olsa kimse bir şey demiyor” rahatlığındaki iktidarı panikletti. İktidar soğan depolarını basarken o TÜİK baskını yapınca hükümetin ödü patladı, kendi kitleleri cambazı bırakıp cüzdan yerinde duruyor mu diye ceplerini yoklamaya başlar diye. İktidar mensupları “Bu seçimi size bırakmayacağız” derken SADAT baskını sonrası ellerindeki silahları bellerine yerleştirdiler. 

CHP hatalarıyla yüzleştikçe defolarını görüyor, defolar yamandıkça özgüveni yükseliyor. Bulduğu her şeyi eline alıp mıncıklayan yaramaz oğlan çocuğunun elini tutup “Dur bakalım” dedi Kemal Bey. Gerisini getirebilecek mi? Göreceğiz.

Değişik bir TİP

Fikirleri saçma olduğundan değil dilleri çok sert olduğundan ortalama seçmen için uzak bir alandı Türkiye İşçi Partisi. Ama sağ olsun iktidar hepimizi öyle bir sertleştirdi ki TİP halkın dili olmuş oldu. Konuşmaya cesareti olmayan anaakım partilerin yanında TİP’liler, özellikle ateşli genç kesim içinde bir dip dalgası elde edebilir.

HDP

Başlıktaki gibi. Ortalama seçmen için bir kapalı kutu. Birçok partinin marjinalize etmesine karşılık öyle olmadıklarını anlatamamış bir parti. Selahattin Demirtaş’tan ayrı tutuyorum nedense. Onun hapishaneden yazdığı mektuplar ve susmayan hümanist dili o kapalı yapıdan daha farklı. Ortak dertlerimiz hakkında vicdanlı ve cesur bir dil kuruyor. Tıpkı Osman Kavala gibi ortalamanın çok üstünde bir ideal Türkiye hayali var. Bu yüzden betonlara sarıp saklıyorlar. :((

Halk neden sokağa dökülmüyor?

Neden dökülsün? Gezi’de döküldü. Sonra ne oldu? Karşısında mert bir düşman yok. Haksız tutuklamalar, uydurma iddianameler ile hayatlarını söndürdüğü binlerce insanı gördü. 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nı, Suruç’u gördü. Hükümetin şiddetine doğrudan maruz kalan insanlar isyan ettiğinde hangi muhalif parti yanlarında bitiyor, onlara destek veriyor? Boğaziçi hocaları bir yılı aşkın süredir direniyor, hangi parti onları çağırıp dinledi ya da asıl olması gereken, ayaklarına gitti ve onları tebrik etti? Hocalar kendileri gidip parti liderleri ile görüştü. Bir partiden birkaç kişinin gündem olan eylem alanlarını ziyaret etmesi o partiyi değil, o kişiyi büyütüyor. 

Hâlbuki isterdik ki Akşener’in Rize’de direnen vatandaşların yanında olduğu gibi zeytinleri sökülen çiftçilerin yanında bitilsin. Barış Akademisyenleri tehdit edilip kaçmak zorunda kalırken, 15 Temmuz bahanesiyle KHK ile FETÖ’nün yanında yaş da yakılırken muhalefet susmasın. FETÖ’nün yöneticileri kaçarken, askeriyedeki çocuklar mahkum edilirken korkmayıp susmasalardı şu an daha fazla ciddiye alınırlardı.

Milletvekillerinin Twitter’da “Görüyor musunuz bakın size neler yapıyorlar?”  demelerine gerek yok, bu cehennemi yaşayan biziz!! Hükümet bir hukuksuzluk yaptığında şimdi sustukları her şeyi düzelteceklerini iddia ediyorlar. Ne zaman? Tıpkı hükümetin vaad ettiği gibi seçimden sonra. Hâlbuki zulüm olurken sesinizi çıkarmalısınız. Halka “Oyuna gelmeyin” deyip, olağanüstü bir Türkiye yokmuş gibi sandıkta göreceksiniz diyorlar. Bu naiflik şu anki çetin şartlara uymuyor. Nerede zulüm varsa orada bitmelisiniz. Devasa yıkım anlarında halkla kol kola olmak yerine TBMM’de basın toplantısı düzenlemeniz umurumuzda değil.

Gençleri kazanmak için İstanbul’un parklarında Converse giyip tatlış toplantılar yapmak yerine, harç parası, yurt parası, yol parası, yemek parası bulamadığı için Açıköğretim’e kaydolan gençleri bulun!! Şehrin meydanlarında esnaf ziyareti yapın yapmasına da kenar mahallelerde bir evin kapısını çalsanız ne kadar olağanüstü bir yıkım yaşandığını bilir, erken seçimi sağlamak için olağanüstü bir çaba gösterirdiniz.

Sakin buluyorum sizi, fazla sakin.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.