Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Devrimcilik, yapabildiğinden fazlasıdır

Devrim ve devrimcilik, Türkiye’de kendi anlamından hayli dışarı taşmış, basitleştirildikçe daha çapraşık içerikler kazanmış kavramlar. Sol literatürde hayli derin ve neticelenmemiş tartışmaları olmakla birlikte, gündelik siyasi dilde fazla gelişigüzel kullanımlarıyla sık karşılaşılıyor. Hem yüceltme hem yerme sıfatı olarak müracaat ediliyor. CHP’nin altı okundan bir tanesi olması, siyasi-kültürel olarak en kritik siyasi tarih kırılması sayılan meşrutiyet sürecinin “devrim” diye nitelenmesi ve -uzun süredir terk edilmiş olmakla birlikte- bir zamanlar darbelerin bu kavramla isimlendirilmesi gibi bagajı da var. Önemli olduğu varsayılan veya öyle algılanması istenen olur olmaz her değişikliğe, “bu bir devrim” yakıştırması yapıştırılırken, itibarlı bir kavram oluveriyor. Ancak biraz iddialı, biraz fazla, bir alışılmadık şeyler istemek veya sadece bunu düşünmeye davet ise, bozgunculuk veya sonuçsuz hayalperestlik olarak etiketlenip, “Ne yani devrim mi olacak” hor görmelerine altlık yapılıveriyor. Üstelik bunu aynı çevreler veya aynı kişiler farklı zaman veya durumlar için kullanabiliyor. Özel anlamları, rozet halindeki kullanımları veya etiketlenme çeşitleri eşliğinde kavram savrulup duruyor. 

Evet devrimciliğin romantik bir tarafı var ve zaten olmak zorunda. Fakat “..cilik” ekiyle isme dönüşürken, sanki bir meslekmiş gibi hep hedefe bağlı, yapılacak “işe” ilişkin bir algı oluşuyor: “Devrimi yapmak ve hedefe ulaştırmakla yükümlü kimse”. Dolayısıyla, devrim veya devrimciliğin rasyonel olup olmadığı, devrim iddiasıyla ilişkilendiriliyor. Ütopyaları gömme çağının hakim eğilimleri açısından, olmayacağın peşinde gidilen boş bir yol veya sadece iyi hissettiren bir duygu gibi. Che Guevara’ya atfedilen 68’in sloganı, “Gerçekçi ol imkansızı iste” sözünün, tam iki zıt uca sürüklenen bir rasyonellik tartışması açması bu yüzden. Oysa devrimcilik, önüne koyduğu hedefle son derece sıkı bir bağı olmakla birlikte, fazlasıyla bugüne ilişkin bir düşünme biçimi. Geçen hafta ölen Metin Çulhaoğlu’nu anarak, ondan alıntılayalım: “Devrimcilik, insanın içinde yaşadığı düzenin, toplumun ve dünyanın köklü biçimde değişmesi gerektiğine inanması, bunun için mücadele etmesidir.” Böyle tarif edildiğinde, hedefin ne kadar mümkün –veya yakın- olduğundan çok bugüne dair duruş ve düşünüş biçimi öne çıkıyor. Rasyonellik de geleceğin hülyasının değil bugünün mecburiyetlerinden çıkıyor. 

Bahse böyle girip meseleyi bağlayacağım yer fazla yadırgatıcı gelebilir. Hem ideolojik düşünmeye savaş açan “aşırı ideolojikler” hem “devrim” idealine sahiplik hissiyle bağlı kişiler tarafından abartılı bulunabilir. Fakat bugünlerde memleketin güncel siyasi tartışmaları, bu tartışmalar etrafındaki gerçekçilik analizleri ve farklı yaklaşımların kullandıkları orantısız argümanlarla konunun epey yakın ilgisi var. “İçinde yaşadığı düzenin, toplumun ve dünyanın köklü biçimde değişmesi gerektiği” düşüncesi, neyle karşı karşıya kalındığını anlamayı ve gidilecek yeri görme açısını tamamen değiştiriyor. Son dönemde meraklısı fazla artmış aşırı rasyonalist yaklaşım, “değişiklik” fikriyle öylesine kısa bir menzilde ilişki kuruyor ki, iki adım ilerisinden bahseden, “devrim hayaline kapılmış hayalperest” sayılıyor. Gerçekçilik adına sürmekte olan, yürürlükte olan ve genel kabulleri her şeyi belirleyecek kurallar olarak ele almak baş tacı ediliyor. Bu aşırı ve uyduruk rasyonalizm, ağır bir irrasyonel zemin yaratıyor. İktidar değiştirmekten başka hiçbir şeyi makul bulmayanlar, iktidarı neden değiştirmek istediklerine cevap vermekte zorlanıyorlar. 

Bugün (21 Ağustos) Altılı Masa’nın ilk tur toplantı serisinin sonuncu oturumu yapılıyor. Demirel’in kazandırdığı ifadeyle, “24 saat bile siyasette çok uzun zaman” sayılırken koca altı ay geçti bile. Haksızlık etmeyelim, bu masanın kurulması, hala o masada oturuluyor olması, masadan çıkan çerçeve metinler, küçümsenmemesi gereken ve hiç de fena olmayan sonuçlar. Sorun, beklentilerin üst üste tam oturmuyor olmasında. Masaya oturanların, masada yer tutmalarının yeterli olmasını bekledikleri ama izleyenlerin daha fazlasına kışkırtıldığı (ama kendilerini tutmaya mecbur hissettikleri) bir durum var. Masayı takip edenler, masadan beklentisi olanlar, masa ahalisinin birlikte ne yapabileceklerini duymak istiyor. Masanın “sakinleri” ise bu zeminden kendilerine düşecekler ve masanın onlara ne getireceğiyle daha ilgili. Bu saatten sonra beklentilerin aynı hatta buluşması, herkesin ancak herkesin kendi kafasında yapacağı sanal bir birleştirmeyle mümkün. İzleyenler de oturanlar da -birbirleriyle farklı olmakla birlikte- masadan beklentileri sürdüğü ve başka bir seçenek belirmediği için devamdan yana olacaklar. Bu son derece kuvvetli bir yapıştırıcı olduğu için dağılma riski düşük. Kimse en mümkün “ihtimalin” peşini bırakma niyetinde değil.  

İşte tam burada, ütopyayı geçtim biraz sahici bir değişim talebinin bile tehlikeli bulunup lüzumsuz “devrimcilik” etiketiyle alaya alındığı kaba gerçekçilik duvarı yükseliyor. Cumhurbaşkanı adayının kimliği meselesinde bile “henüz zamanı olmayan” hamleler için alarm çalınıyor. “İçinde yaşadığı düzenin, köklü biçimde değişmesi gerektiği” fikri yerine, bu düzeni sürdürürken daha fena hale getirmiş biçimsiz bir iktidarın değişmesiyle yetinmek gerektiği söyleniyor. “Devrim peşinde olmadığının” altını kalınca çizen bu sınırlı değişim ufkunun, en az rahatsız (tedirgin) edici biçimde ifade edilmesi gerektiği uyarısı da ekleniyor. “Tamam siz bu hedefe kilitlenin ama birileri de bu ihtiyacı dile getirsin. Eğer böyle bir pencere tamamen kapatılırsa neden ve neyin değiştiği belirsiz kalacak” sözlerine tahammül gösterilmiyor. Tartışmayı biraz daha sürdürmeye devam ederseniz, iktidarın “Bunların verdiği bir tane eser bile yoktur” sözünün ikiz kardeşi olarak, “Devrimcilik ne başardı ki” sorusu karşınıza dikiliyor. Bir duruş ve düşünme biçimi olarak devrimcilik, kendi yapabildikleri veya başarabildiklerinden daha çok, “değişim” ihtiyacının ve imkanının kaynağı. Eğer onu bir perspektif olarak yok farz edip hatta aşağılama sıfatına çevirirseniz, yararlanabileceğiniz ilhamdan ve yaratabileceğiniz heyecandan olursunuz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.