Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sedat Peker’in iddialarında yeni dönem | Ahmet Şık, izleyicilerin sorularını yanıtladı

Sedat Peker neden vites artırdı? Yargı harekete geçecek mi? İddialar seçimi nasıl etkiler? Muhalefet ve iktidar ne yapacak? Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, izleyicilerin sorunlarını yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Sedat Peker’in yeni dönem iddiaları, kısa sürede sonuç alıcı birtakım gelişmelere neden oldu. İlginç bir dönemin başladığını düşünüyorum. Bu dönemin diğerinden nasıl farkı olduğunu, bundan sonra neler olabileceğini Ahmet Şık’la konuşacağız. Ahmet, hoşgeldin.

Ahmet Şık: Hoşbuldum.

Ruşen Çakır: Hem gazeteci hem siyâsetçi ve milletvekilisin. Ama bu yayını siz izleyicilerle birlikte yapacağız. Sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi Medyascope’un ve benim YouTube sayfalarımızda chat bölümünden yazarsanız, arkadaşlarım bana iletecek ve ben de onları burada Ahmet Şık’a soracağım. Hemen başlayalım: Hüsniye Gündüz, “Ahmet Şık’ı misafir ettiğiniz için teşekkür ederim” demiş. Bu ilk değil, son da olmayacak.

Ahmet Şık: Her yayınımızdan sonra kavga çıkıyor ama. 

Ruşen Çakır: İzleyicilerdenFurkan Bey,“Erkan Baş ve Sera Kadıgil’i de bekliyoruz” demiş. Erkan Baş’la yayın yapacağız herhalde, değil mi? 

Ahmet Şık: Siz konuştunuz, herhalde birkaç gün içerisinde kesin târihi belirlersiniz.

Ruşen Çakır: Erkan Baş’la yapacağımız yayını da yineizleyicilerden soru ve yorum alarak yapacağız. Başlıyoruz. 

Ahmet Şık: Erkan Baş’ın bıyıklarını sormasınlar artık. O mevzû çok eskidi, herkes onu soruyor…

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla kıskanıyorsun.

Ahmet Şık: Yok canım, niye kıskanayım? O da benim kaşlarımı kıskanıyor olabilir.

Ruşen Çakır: Ahmet, sen Sedat Peker olayına bayağı hâkimsin. Bununla ilgili bir kitap da yaptınız. Ben dün ilk bilgiler ışığında bu konuyu hızlıca yorumladım ve dedim ki: “Bu sanki farklı bir şey”. Sedat Peker’in videoları ve videoların yarattığı bir hava vardı. Ama onların sonucunda, çok da fazla bir şey olmadı. Şu anda daha video aşamasına geçmedik. Sedat Peker, videoları seçimden iki ay önce yapacağını söylemişti. “Deli Çavuş” hesâbından, bitmek bilmez tweet’leriyle bu sefer ortalığı bayağı karıştırdı. Bunun birçok nedeni olabilir. Tabiî ki ilk akla gelen, seçimin yaklaşıyor olması. Katılır mısın? Adım adım gidelim.

Ahmet Şık: Tabiî ki seçim sath-ı mâiline girdik. Sonuçta maksimum sekiz-dokuz ay içinde seçim olacak. Kesin târihinde olsa bile, Haziran ayı ortası. Dolayısıyla son düzlüğe giriyoruz. Ama bu sefer çıkan sesi biraz farklı yorumluyorum. Daha doğrusu, değişikliği, çıkan ses üzerinden yorumlarsak, dikkat edersen bütün siyâsî parti liderleri –Kemal Bey, Meral Hanım, Altılı Masa’nın diğer bileşenleri– ilk kez Sedat Peker’e atıf yaparak, ismini anarak bu konuda söz söyleme ihtiyâcı hissettiler. Bu bana biraz ilginç geldi.

Ruşen Çakır: Tam onu söyleyecektim. Sorumu çaldın.

Ahmet Şık: Eyvallah. 

Ruşen Çakır: Sedat Peker’inşu âna kadar dile getirdiği ve daha önceki dönemde videolarda dile getirdiği cinâyetler, uyuşturucu kaçakçılığı çok büyük olaylar. 

Ahmet Şık: Evet. İstanbul’un göbeğinde Kalaşnikof silâh dağıtımından bahsetti. Kimse çıkıp reddetmedi. Yalanlanmadı bile — ki bence, bütün ifşâların en önemlisi oydu. Çünkü artık herkes iktidârı, bir suç örgütü ve her türlü kötülüğü yapabilecek bir yapı diye tanımlıyor, tam da ona denk düşen bir iddia vardı. Süleyman Soylu’ya bütçe görüşmelerinde sorduk. Reddetmedi. Tarafların kendisi bunu doğrulayan açıklamalar yaptı. Bence hâlen en önemli ifşâ o. Ve ona dâir bile söz kurulmadı. Ya da Peker’in adının anılmasından imtinâ edildi. Şöyle bir şey vardı: Evet, Sedat Peker bir organize suç örgütü lideri; bundan hüküm giymiş, çıkmış. Eski kimliğini herkes biliyor. “Mafyanın ağzına bakarak mı muhâlefet yapacaksınız?” diye bir eleştiri gelmesinden kaygılandıklarını biliyorum ve açıkçası bunu doğru bir kaygı olarak bulmuyorum. 

Ruşen Çakır: Yanlış bulmuyorum demek istedin.

Ahmet Şık: Hayır, doğru bulmuyorum. Tabiî ki o kadar pis işin içerisinde olan birisi. Zâten kendi de öyle diyor ya, “Pisliği pislik olan anlatıyor kardeşim” diyor. O toplantıda Kemal Bey olmayacaktı ki. Dolayısıyla o tür planlamaların yapıldığı, işe dâhil olan birisi söylüyor. Dolayısıyla oradan aldığımız bilgiyle muhâlefet edebiliriz. Sâdece bir araştırma komisyonu kurulsun, AKP-MHP oylarıyla reddedilsin. Eh tamam, sonra oturup susacak mıyız? Sedat Peker daha birkaç ay öncesine kadar 360 ayrı suçtan bahsetti. 360’tan fazla suç ifşâsı var ve yargıdan tek bir hareket yok. Siyâsette de hareket yok. Şimdi ilk kez çok organize bir biçimde tepki gösterdiler ve bunu çok kıymetli buluyorum.

Ruşen Çakır: Çok ilginç bir soru var, tam senin kıta sahanlığına giriyor: Mehmet Keten demiş ki: “17/25’te de o kadar kanıtlı olay varken niye etkili olmadı? Bu seferki onun binde biri olduğu halde ortalık yıkılıyor. Karşılaştırır mısınız?”

Ahmet Şık: Güzel soru ve aslında iyi de bir kıyas. Çünkü gerçekten son ifşâ ya da Taşkesenlioğlu âilesini merkeze alarak yapılan dolandırıcılık, yolsuzluk, hırsızlık iddiaları, gerçekten toplam bilançonun en ufak kısımlarından birisi. Yani herkesin, adını bu ifşâyla duyduğu bir danışman varmış meselâ. Benim en çok merak ettiğim şey şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan öyle bir adama ne danışabilir? Çok samîmîyetle merak ediyorum. Liyâkati ne? Bildiği konu ne? Her neyse… 17/25 Aralık’tan kanımca şöyle bir farkı var: 17/25 Aralık çatışmaları başladığında –ki oradaki iddiaların da hepsinin doğru olduğuna inanıyorum ve daha fazlasının da olduğuna inanıyorum ama– biraz prensipli bir yerden bakarak, hukukî bir metni olup olmadığına dâir kafamda bir tartışma var. Ama bize bir hukukî metin çıksın diye birtakım emâreler anlatıldı o fezlekelerde. Aradaki fark şuydu: Birincisi, onları anlatanlar, devlet içi bir iktidar ortağı olan Fethullahçılar’dı ve toplumun, en azından iktidar yanlısı olmayanların gözünde koca bir nefret öznesiydi. Sonra birbirlerine düşünce, iktidârın da şeytanlaştırdığı bir araç hâline getirilen bir grup oldu. Dolayısıyla AKP’nin, Erdoğan’ın orada bir gücü var idi. Daha da önemlisi şuydu, çok açık söyleyeyim: 17/25 Aralık 2013, neredeyse on yıl olmuş… Yurttaş açısından on yıl öncesinin ekonomik koşullarıyla şimdiki arasında ciddî bir uçurum var. Eğer şu andaki yağma ve talana bağlı olan yoksullaşma ve yoksunlaşma o zaman olsaydı, ardından gelen seçimlerde AKP yine o kadar iyi sonuç almazdı. Ben öyle düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bu çok önemli bir konu. Ben dün yaptığım yayında, “Bu kadar yoksullaşan ve kararsız olduğu söylenen kesimlerin gözünde şöyle bir duygu var: Çocuğuna kırtasiye malzemesi almakta zorlanan, okul servisi zammından tedirgin olan bir âile, bir bakıyor, adını bile bilmediği milletvekili milyonlar götürüyor. O paranın kendi cebinden alınıp onlara verildiğini bir şekilde hissediyor. Bunun siyâsî sonuçları olabilir” dedim. Klasik, birtakım izleyiciler, “Yok, bunlar her halükârda oy verir” dediler. Ama senin bu söylediğin, o anlamda önemli.

Ahmet Şık: On yıl önce yurttaşın cebindeki yüz liranın alım gücüyle, şimdiki arasında gerçekten devâsâ bir uçurum var. Domatesin en çok üretildiği aydayız. En ucuz domates 10-15 lira. Annem Antalya’da yaşıyor, üretim yerinde bile o kadara alabiliyor. “Domatesin 15 lira olmasının nedeni bu” diye bakıyorlar. Dediğin gibi Eylül ayı geldi, insanlar çocuklarına kırtasiye malzemesi alacaklar. Çocuğun en temel ihtiyâcı olan eğitim ihtiyâcını karşılayamamasının nedeninin de bununla ilgili olduğunun farkındalar artık. Çünkü insanlar yoksullaştı, yoksunlaştı, alım gücü düştü, faturasını ödeyemiyor. İlhami Işık, sosyal medyada çok doğru bir şey yapıyor: Sürekli fatura ödeyemeyenlere yardım çağrısı yapıyor ve tek başına STK gibi çalışıyor, çok kıymetli bir şey yapıyor. Sâdece ona gelen başvuruların bile –diyelim %80’i doğru olsun– binlerce insandan bahsediyoruz… Vatandaş yoksullaştıkça soyulduğunu biliyor, ama soyanlarla yüzleşme ve hesaplaşma arzusu duyuyor. Elindeki güç, sâhip olduğu oy ve onun bir yansıması olacak.

Bir de, çok açık söyleyeyim: Şu an iktidarda koca bir umursamazlık hâli var. Vicdansız olduklarını biliyorum, ama akıllarını kaybetmiş durumdalar. Bir umursamaz hal var. Sosyal medyada başka başka hesaplardan ifşâ edilen o lüks, şatafatlı yaşamlara insanlar bir şekilde tanık oluyorlar. Ama genel anlamda rızâ üretme araçları hâlâ iktidârın elinde olduğu için, her yere sirâyet ediyor mu çok emin değilim. 

Ruşen Çakır: Tabii orada muhâlefete iş düşüyor. O kadar çok soru ve yorum geldi ki, bunları nasıl halledeceğiz bilmiyorum. Sabaha kadar devam ederiz herhalde. 

Ahmet Şık: Vekil dediğin ne işe yarar?

Ruşen Çakır: Şöyle bir soru var meselâ: “Sedat Peker’in ifşaatı olmasa, muhâlefet etkili bir siyâset yürütemiyor. Neden?” diye genel bir soru var. Ama bir başka izleyicimiz de demiş ki: “Sedat Peker cephesinden, el altından muhâlefet partilerine kanıtlı bilgiler verilmiş olabilir mi? Bu yüzden mi muhâlefet tam kadro salvoya geçti?” Ama senin demin verdiğin cevaptan kastın…

Ahmet Şık: Ben öyle düşünmüyorum: Peker birileriyle görüşüyordur. Ben de kendisiyle, kitabı (Duvar: Sedat Peker’in Îtiraf, İfşaat ve İddialarına İlişkin Türkiye İşçi Partisi Araştırma Raporu) yazma sürecinde defâlarca görüştüm. Şu an bana mesâfeli durumda olduğunu hissediyorum, önemli değil. Peker’in derdi şu: Kendi de söylüyor, zâten dünkü ileti zincirinde de vardı: “Biraz megalomanlaştım” diyordu. Kendinin farkında. Kendi adının konuşulmasından, tartışılmasından çok hoşnut. Eğer öyle tanımlıyorsa, kişisel bir “zaaf”ı var. Ama onun dışında, toplum yarârına bir şey yaptığını düşünüyor — ki bence öyle. Bunu da zâten Sedat Peker’in yapıyor olması, açıkçası bizim ayıbımız olsun. Şu nedenle söylüyorum: Kendine bu kadar misyon biçen siyâsî partiler, kurumlar, sivil toplum örgütleri varken, aynı etkiyi yaratamayacak kadar bir zayıflığın içinde olmamız, bizim ayıbımız olsun. Tabiî ki aynı kıyas olmayabilir ama, orada toplum yarârına bir iş yapıyor ve tek başına muhâlefeti temsil eder bir hal aldı ki bence bu tehlikeli. Sonuçta Sedat Peker’den çıkacak bir muhâlefet, doğru bir muhâlefet olmaz. Ama muhâlefetin işine gelecek şeyler yapıyor mu? Evet, yapıyor. Biz orada o ifşâların devamını getirtmeyi sağlamak, konuşulsun istiyorsak konuşulmasını sağlamak zorundayız. Biz, vekiller olarak Parlamento kürsüsünde, siyâsî parti liderlerinin katıldığı televizyon programlarında, gerekirse sokakta, her yerde… 

Ama “Muhâlefet etkili bir iş yapmıyor” eleştirisine katılmıyorum. Bakın, bu eleştirinin başımın üstünde yeri var. Ama Türkiye’de yaşayanlar bir kere şunu görsünler: Muhâlefet dediğin şey zâten sensin, hepimiziz. Bu ülkeye yurttaşlık bilinciyle, yurttaşlık sorumluluğuyla bağlı olan herkes muhâlefet. İktidar karşıtlığı anlamında kurmadım bunu. Bu ülkenin gerçekten demokrasi ve hukuk normlarına, bütün yurttaşların eşit bir anlayışla yönetildiği bir yer olması gerektiğini düşünen ve bunun karşısında olduğunu düşünen yapılara karşı mücâdele eden herkes muhâlefettir. Eğer toplum yarârına, yurttaş yarârına bir şey varsa, bu herkesin sorumluluğu. Sedat Peker’in iddialarıyla ilgili suç duyurusunda bulunmak sâdece siyâsî partilerin görevi mi? Evet, yaklaşık altı bin savcı var. Hiçbiri bir şey yapmamış. Bu da onların en büyük haysiyet yoksunluğu. Buraya Adliye’den geliyorum. Suç duyurusunda bulunduk. Dilekçeyi basın savcılığı alır diye düşündük; müracaat savcılığı, örgütlü suçlara sevk etti. 

Ruşen Çakır: Ankara’da partiler sırayla yaptı. Memleket, Zafer, CHP, İYİ Parti, DEVA… Eskiden hiç yapılmayan şey şimdi yapılıyor. Eskiden Halkın Kurtuluş Partisi yapardı. Şimdi herkes yapıyor. Benim “yeni dönem” dememin en önemli nedeni, verilen tepkinin hızlı ve etkili olması. 

Ahmet Şık: Muhâlefet cenâhından öyle. Ama iktidar cenâhı da aslında bir tepki verdi. Savcılıkların dilekçeyi alıp örgütlü suçlara göndermesi… Ben bir şey de beklemiyorum, çok açık söyleyeyim. Artı, o soruşturmadan çıkacak şeyi söyleyeyim: Bu ifşâların kaynağı olan iş insanı kadına dönük bir dâvâ açılacak.

Ruşen Çakır: Zâten Ünsal Ban gözaltına alınmış. Kaçarken yakalanmış diye söyleniyor. 

Ahmet Şık: AKP milletvekiliZehra Taşkesenlioğlu’nun eşi. İktidar medyası “kaçarken” diye vermiş.

Ruşen Çakır: Orada şöyle çarpıcı bir şey var…

Ahmet Şık: Sözünü keseceğim. Gözaltı gerekçesi, özel hayâtın gizliliğini ihlâlden. 

Ruşen Çakır: Tabii. 

Ahmet Şık: Be kardeşim, iki gün oldu. Hafta sonu yayınladın. Ne zaman soruşturma açtın, ne ara yakalama kararı çıkarttın, ne ara duydu da deniz yoluyla kaçmaya kalktı? Bize yine bir illüzyon izletmeye çalışan bir iktidar ve medyası var. 

Ruşen Çakır: Oraya gelmeden önce, bir parantez açıp şunu söyleyeyim: Sedat Peker ne demişti? “Pazartesi günü Gülşen’i bırakacaklar. Benim bu ifşâlarımı karartmak için tutukladılar onu, ama Pazartesi bırakacaklar.” O da çıktı. Şöyle bir husus var, sen de demin söyledin: Kamuoyunun çok fazla bilmediği kişi ve kurumların karıştığı söylenen çok büyük meblağlarda işler var. İnsan şöyle düşünüyor: Bu tanımadığımız, etmediğimiz insanlar bu kadar işler yapıyorsa, tanıdığımız, bildiğimiz, daha güçlü kurumların başındakiler kim bilir neler yapıyordur? Bir diğer husus da şu: Bunun devâmı gelecek. Bekliyorsun değil mi? Bunun devâmı gelecek. 

Ahmet Şık: Gelecek. Çok açık söylüyorum: Sedat Peker ne söz verdiyse tuttu. Dediği târih olmadı, şu olmadı, bu olmadı, ama bir şekilde kendi siyâsî yol haritasına göre –varsa, ekip arkadaşları ve nasıl bir plana göre hareket ediyorlarsa–, verdiği sözü tuttu ve tutmaya devam ediyor. Sedat Peker, “Suç duyurusuna gidecekseniz bekleyin, târih değiştirmek zorunda kalabilirsiniz” diye sürekli bir uyarıda bulunuyor. Belli ki elinde bir şeyler var ya da bir akış var. Bu son yaydığı şeyleri gönderenin de iş kadını Mine Tozlu olduğunu düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Muhtemel.

Ahmet Şık: Çünkü kendisinin hakkında yürüyen bir soruşturma var. O soruşturmada sona yaklaşılmış durumda. Sıkışmış ve “Ben rüşvet dağıttım” diye ortaya çıktı. Kendi suçunu da îtiraf ediyor aslında. Yani hiçbir şey yapmıyorsanız, Mine Tozlu’yu rüşvet vermekten gözaltına alıp hakkında bir soruşturma başlatılması ve onun kovuşturmaya dönüştürülmesi çok mümkün. Ama onu yaptığınızda, rüşveti kime verdiği ortaya çıkacak. 

Ruşen Çakır: Birleşik Arap Emirlikleri’yle ilgili, “Hani yasaktı? Hani yapamıyordu?” diye çok soru geliyor. Tabiî her sorunun bir değeri var, ama şunu anlamıyorum: Yapıyor bir şekilde işte, bir yolunu bulmuş yapıyor. Video yapamıyor, ama tweet atıyor. Tabiî insanlar, Birleşik Arap Emirlikleri’yle iktidârın yaptığı anlaşmayı da sanki çok mutlak bir anlaşma gibi görebilir. Benim bildiğim, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, Erdoğan’dan hoşlanmıyorlar. Hoşlanmadıklarını biliyoruz. Erdoğan’ın barışmak istemesine de, “Neden olmasın?” dediler. Ama anladığım kadarıyla da tam anlamıyla “Dükkân sizin” demiyorlar. Sedat Peker gibi Erdoğan’ı destabilize edebileceği kanıtlanmış birisinin de ellerinin altında olması pekâlâ onların işine gelir. 

Ahmet Şık: Olabilir. Ya da “Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri benim video yayınlamama, ileti paylaşmama izin vermiyor” açıklamasının doğru olmadığı anlamına da gelir. Burada hem ifşâ süreçlerine dâir, hem ifşâ edilene dâir, insanların kimliğine, ifşâ edenin kim olduğuna, kimin ifşâ edildiğine bakarak neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dâir bir soru işâretiyle yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Ama böyle yaklaşmayacağımız şeyler oldu ki, bunca kanunsuz, hukuksuz suç olan fiile dâir iktidârın yaklaşımına baktığımızda, belli ki ifşâ edilenler doğru. 

Ya da çok açık söylüyorum: Bu kadar iktidar denetiminde, iktidârın emir eri hâline dönüşmüş bir yargı var. Verin talîmâtı, soruşturma açılsın. Zâten tâkipsizlik vereceksiniz diye de arkasından o talîmâtı geliştirirsiniz. En azından tâkipsizlik verirlerdi. Biz de en azından yargı kararıyla –tabiî ki güvenmeyeceğiz ama– “Sedat Peker doğru söylemiyormuş” diyebilirdik. Bunu bile yapmadılarsa, demek ki Sedat Peker’in elinde ne olduğuna dâir çok büyük korkuları var. Tıpkı, Fethullahçılar’ın çete kanadının elinde ne olduğunu bilmedikleri gibi. O zaman da çok temkinli hareket etmeye çalışıyorlardı. Bir noktadan sonra iş kocaman bir çatışmaya, cephe savaşına dönünce, birbirlerine girdiler.

 Burada da aynı şey var. Şu anda Sedat Peker tek başına bir isim. Onun ayağına taş değse, sorumlusunun Erdoğan’ın iktidârı olacağını herkes biliyor. O yüzden bir şey de yapmıyorlar. Sedat Peker doğru da söylüyor olabilir, senin dediğin yorum da doğru olabilir. Her sonuca açık bir maç gibi.

Ruşen Çakır: Tam senlik bir soru var. “Sedat Peker’in dediklerinin kesinlikle doğru olmadığını bildikleriniz var mı? Yani dokuz doğru söyleyip bir yanlış ekliyor olabilir mi?”

Ahmet Şık: Bizim kitabı çalıştığımız dönemde ve son birkaç aydaki ifşâlarına baktığımda, ben şu âna kadar herhangi bir yalana rastlamadım, çok açık söyleyeyim. 

Ruşen Çakır: Abartıya?

Ahmet Şık: O kendine has kimliği. Videolarda da görürsünüz; iki saatlik videoda toplam yedi dakikalık bir şey anlatıyor. Ama anlattığı her şey doğru çıktı, yalanlanamıyor. Zâten ısrarla, “Hadi, güveniyorsanız beni yalanlayın” diyor. Şimdi böyle bir takıntısı varmış gibi de bir hal çıktı ortaya. Ama yalan söylediğiniz anda, “Bakın, kanıtı” diyor. Anlattıklarının bâzıları bildik, duyduğumuz şeylerdi. Bir sürü unsur ve kişileri de hayâtımıza kattı, ama şu âna kadar yalan çıkmış ya da, doğrudan muhâtabı tarafından yalanlanıyor olsa da, yalan olduğunun kanıtını ortaya koyacak hiçbir şey ortaya çıkmadı. 

Bunun çok kolay bir yolu var: Diyelim ki sâdece yolsuzluk meseleleri ya da usulsüz çok büyük servet edinme. Meselâ Süleyman Soylu, kendisinin, âilesinin, yakın çevresinin mal varlığını bize açıklasın. Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklasın. “Bir yüzükle geldim” diyordu ya; o yüzüğün nasıl sâdece oğlu için bir gemi filosu hâline dönüştüğünü bana açıklasın. Bizim zâten bu kişiler arasında kanunsuz biçimde elde edilmiş telefon konuşmalarını duymaya ihtiyâcımız yok ki. Ben size çok açık söylüyorum: Bu iktidârın bütün bileşenleri –yapmayanı tenzih ederek söylüyorum– suça, yolsuzluğa, harama el uzatmaya –hani inançlılar ya!– çok meyilliler ve bunu yapmışlar. Çok net iddia ediyorum. Bugün Meclis’teki herkes, AKP iktidârını düşünürsek geriye dönük de, herkes mal varlığını açıklasın. Usûlsüz servet artırımı varsa bunun kaynağını da açıklasın. Herkes kimin, neyin ne olduğunu zâten görecek. 

Soruya dönersek, ben Sedat Peker’in şu an söylediklerinin içerisinde herhangi bir yalan olan, yalanlanan bir şeye rastlamadım. Abartılı şeyler olabilir. Bir de şöyle bir şey de var: Sedat Peker bütün hikâyeleri, olayın tanığı, duyumu ya da “Bana ulaştırılan belgeler, kayıtlar” diye paylaşıyor. Kendisinin neye dâhil olduğuna dâir bize bir şey söylemedi. 

Ruşen Çakır: Azıcık bahsediyor.

Ahmet Şık: Eksik anlatıyor. O da çok bilinçli bir tercih.

Ruşen Çakır: Evet, kendisini koruyarak anlatıyor. 

Ahmet Şık: Tabiî ki. Burada bir sıkıntı var. Ama onun dışında, iddia ettikleri bence zâten buzdağının görünen yüzünün ucu diyebilirim. O kadar büyük, devâsâ bir suç düzenini ifşâ ediyor.

Ruşen Çakır: Bundan sonrası üzerine çok soru var. Mesela Turgut Bey’in sorusu bence en kapsayıcı soru: “Muhâlefetin devr-i sâbık yaratmayacağı söylemiyle birlikte düşündüğümüzde, Ahmet Şık’ın da belirttiği gibi, bu suç örgütüyle seçim sonrasında nasıl hesaplaşılacak?” 

Ahmet Şık: Çok basit. Mevcut kanunları bile uygulasanız –ki onların hepsinin hukuka uygun olduğu anlamında söylemiyorum–, Meclis’e birtakım kanun teklifleri geldiğinde ya da yargı mekanizmasına müdâhale eden, adâlet duygusunu örseleyen konular geldiğinde, AKP’lilere hep şunu söylüyoruz: “Bakın, kendi kuyunuzu kazıyorsunuz. Bunlar sizi yargılayacak kanûnî maddeler hâline dönecek.” Böyle bir şey var. Burada bütün mevzû şu: Önümüzde bir seçim var ve herkeste –ben katılmasam da– “Seçimde gidiyorlar” duygusu var. Böyle büyük bir fırsat olduğunun farkındayım. AKP’nin iktidar olduğu ilk günden başlayarak, son 21 yılda ilk kez, seçimleri AKP blokunun kaybetmesi için çok büyük bir fırsat var. Ama “Bu gerçekten öyle mi olacak?” kısmına da şerhim var. Orada kesin cümle kurmak istemiyorum. Bir umutsuzluk yaymak için değil. Sâdece şunu söylemeye çalışıyorum: Bizim en iyiyi umup, en iyisi için çalışıp, en kötüsüne hazırlıklı olmamız gerektiğine dâir bir vurguyla bunu söylüyorum. 

Eğer bu iktidar değişimi olursa, “Devr-i sâbık yaratmayacağız” diyenleri Erdoğan’la birlikte yargılamak gerektiğini düşünüyorum. Çok açık söylüyorum. Ya da helâlleşme kısmında, mağduru değil de, o mağduriyeti yaratanı da kattığını söyleyen herkesin, o mağdur edenlerle birlikte sanık sandalyesinde oturması gerektiğini düşünüyorum. Ama şundan da eminim: İktidâra her kim gelirse, bu döneme dâir bir soruşturma açılacak. Bunun içerisinde bir numaralı sanık Erdoğan mı olacak, olmayacak mı onu bilmiyorum. Bence olması gerekiyor. Ama bunu yapmayanın, gerçekten siyâsî hayâtı biteceği gibi, ülkede çok büyük bir kaos yaratacak bir bombanın da fitilini ateşlemiş olur. Çünkü bakın, Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinde, Nagehan Alçı gibi bir nefret öznesi üzerinden yürüyen tartışmaların benim için özeti şuydu: Toplumdaki hesaplaşma arzusunun, o öfkenin ne kadar büyük olduğuydu. Bence bunu herkes görüyor. 

Meselâ Kemal Bey’in söylemlerinde vites yükseltmesini de konuşmamız lâzım. Bence çok kıymetli şeyler söylüyor ve doğru şeyler söylüyor. Ben bunu topluma bir vaat olarak değil, Altılı Masa’daki diğer bileşenlere yönelik bir uyarı olarak okuyorum. Çünkü belli ki o Altılı Masa’da bu türden bir mutâbakat yok.

Ruşen Çakır: Altılı Masa dedin, birbirinden farklı izleyicilerin dikkat çektiği bir husus var: “Davutoğlu ve Babacan sanki bu topa çok fazla girmediler” diyorlar. Sen daha iyi tâkip ediyorsun.

Ahmet Şık: Hiç girmediler.

Ruşen Çakır: Bir diğer husus da şu: Niye onlar ifşâda bulunmuyor? 

Ahmet Şık: Bence zâten doğru olan şey şu: Bunu en çok Ahmet Davutoğlu yapıyor, sürekli aba altından sopa gösterme hâli var. Benim en önemsediğim şey, “7 Haziran’la 1 Kasım arasını bana anlattırmayın” dedi ya; böyle bir şey olabilir mi? 7 Haziran-1 Kasım arası dediğiniz şey, AKP’nin bir seçimde tek başına iktidar olma vasfını yitirdiği ve devletin, toplumun yeniden şekillenebileceği bir sürecin başlangıcıdır. Nasıl engellendiğini biliyoruz, kaç bin kişinin öldüğünü bilmiyoruz. Bir Kürt nefretini kazıyarak savaşı yeniden başlatmak, orada burada bombaların patlamasına yol açmak, Ahmet Bey’in ifâdesiyle “öfkeli çocuklar”ın orada burada bombalar patlatarak yüzlerce insanı katletmesi… Bir dolu hukuksuzluk ve kanlı bir süreçti. Sâdece buradan yola çıkarak Ahmet Davutoğlu’nun bize bir şey anlatması gerekiyor. Bakın, çok iddialı bir şey söyleyeceğim, belki bozulacaklar ama, Ahmet Davutoğlu o dönemin şüphelilerinden birisidir. Çünkü kendisinin başbakanlığı sırasında oldu. Şüphelisi değilse bir numaralı tanığıdır ve bize bir şey anlatması gerekir. Şüpheli olduğunu söylüyorum, ama suçludur mânâsında söylemiyorum, ifâdesine başvurulması gerekiyor. O ifâdenin sonucunda o şüphelilik sıfatının, sanık hâline mi, yoksa açılacak soruşturmanın en önemli tanığı hâline mi döneceğine, gerçekten hukuk normlarına inanan bir yargı karar verebilir. Ama Ahmet Davutoğlu’nun bize bir şey söylemesi lâzım. Ali Babacan’ın bize bir şey söylemesi lâzım. Abdullah Gül’ün bize birçok şey söylemesi lâzım. 

Ruşen Çakır: Bugün söyledi işte… 

Ahmet Şık: Böyle bir suç örgütünün parti olduğu dönemde, kurucusu olacaksınız, şu an o suç örgütünü yönetenlerle bu kadar kardeşlik hukukunuz olduğunu anlatacaksınız; ama hiçbir şeyine tanık olmadınız. Yani sâdece 30 Ağustos’larda, 29 Ekim’lerde neden resepsiyonda olmadığını mı merak ediyorsunuz? Benim umurumda değil. 

Benim umurumda olan başka bir şey var: Bize bu karanlığı yaratan sistem nasıl inşâ edildi, sizin oradaki katkınız neydi? Suçlu değilseniz buyurun anlatın. AKP’den kopanlar için öyle bir hal var ki, kendilerinin orada olduğu dönemde AKP bir siyâsî parti, kendileri oradan koptuktan sonra AKP’nin birden mafya olduğuna karar veriyorlar. Hayır, orada benim aklımla dalga geçmeye kimsenin hakkı yok. Bu kadar küçümsedikleri, mafya, organize suç örgütü lideri dedikleri Sedat Peker kadar bile şu ülkeye bir hayırları olmadı! Bakın, çok acı bir şey söylüyorum. Bir hayrınız olsun ya, gerçekten! Bize bu suç örgütünün ne yaptığını anlatın kardeşim! 

Ruşen Çakır: Ahmet, sorular, yorumlar canavar gibi. İzleyicilerimiz benim ve Medyascope’un YouTube sayfasından yazıyorlar. Birbirine benzer şeyler de var. Yeşim Hanım’ın sorusu çok güzel: “Belki de cahilce bir soru ama, Sedat Peker’in varlığından ve bu olanlardan haberi olan AKP taraftarı yüzdesi sizce kaçtır?”

Ahmet Şık: Ona dâir bir şey söylemem mümkün değil. Ama sosyal medyada gündem olduğu kadar o kanatta gündem olduğunu düşünmüyorum. Aslında bunu ölçeceğiniz bir şey var: Bugünkü Ünsal Ban’la ilgili haber. İktidar medyası “Ünsal Ban, yurtdışına kaçmaya çalışırken yakalandı” başlığıyla duyurdu. Mevzûya dâhil oldukları kısım burası. Orada bir sıkıntı var. 

Şöyle bir şey söyleyeceğim: Cumartesi günü Kadıköy’de postânenin önündeydik. Gezi Dâvâsı’nda tutuklanan arkadaşlarımıza kart gönderme eylemi yapıyorduk. İzleyemeyecekler, ama avukat arkadaşlarımız iletir, hepsine sıkıca sarılıyorum. Hakan Altınay’ın eşiyle ve başkalarıyla da konuşuyorduk. Gezi Dâvâsı’ndan tutuklananlardan birinin eşi şunu anlattı: Bir komşusu, AKP’li, “Eşiniz nerede? Aylardır göremiyorum” diye sormuş. İnsanların varoş diye küçümsediği yerlerden de bahsetmiyorum, görece daha iyi bir sosyal sınıfın oturduğu bir semtte oluyor bu. İnsanların başka başka gündemleri var. Bizim sosyal medyada önümüze akan kadar gündem hâline geliyor mu çok emin değilim. 

Ruşen Çakır: Haberdar olmamaları mümkün değil. Özellikle videolar milyonlarca izlendi. En azından bir şeyler döndüğünü biliyorlardır. Kimisi merakla bakıyor, kimisi de duymak istemiyor olabilir.

Ahmet Şık: YanılmıyorsamÖzer Sencar’ın bir araştırmasıydı, aylar önce yapılan bir araştırma. Olan bitenden AKP seçmeninin yaklaşık 4’te 3’ünün haberi yok. Mutlaka kulaklarına çalınıyordur, ama ben toplamda şuna inanıyorum: İlk 17/25 Aralık ve günümüzdeki yolsuzluk kıyaslarına dâir konuşmamızın başına dönerek söyleyeceğim. AKP’liler literatüre, “Hiçbir şey olmasa bile bir şey olmuştur” gibi bir cümle kazandırdı ya; insanlar artık, hiçbir şey olmasa bile bir şeylerin olduğunun zâten farkındaydı, şimdi bunun hesâbını soracak kıvama geldiler. Çünkü iktidar cenâhındaki bu umursamazlığı, bu insanların yoksullaşmasını, yoksunlaşmasını, pahalılıkla mücâdele edemez hâle gelmesini, insanların “Açım, yoksulum, karnımı doyuramıyorum” diyerek intihar etmesini, kendini yakmasını, bir şekilde hesâbı sorulacak suçlar olarak görüyorlar. Hiçbir şey olmasa bile bir şey olacak. Evet, o cenahta muhalefet cenâhında olduğu kadar ses getirmiyor olabilir. Çünkü biz de sosyal medyada bir yankı odası içerisindeyiz. Ama orada da bir şey konuşuluyor. Çünkü “15 liraya domates mi olur?” dendiğinde, bunun başka bir şeye tekabül ettiğini artık biliyorlar. Domates üç ay sonra 50-60 lira olacak, çok samîmîyetle söylüyorum. 50 liradan aşağı domates, biber bulamayacaksınız. 

Ruşen Çakır: Dur aman korkutma. Bâzen “Bir mafya liderine mi kaldınız?” diye yorum yazan iktidar yanlıları oluyor. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki, düne kadar o mafya lideri iktidârın yanında yer alıp, senin benim gibi insanlara her türlü tehdidi yapıyordu. 

Ahmet Şık: Kendisi de ondan pişmanlığını dile getiren bir pozisyon aldı artık. Ama ben burada bir haydut romantizmine kapılınmaması ve Sedat Peker’in söylediklerine kıymet vermemiz gerektiğini düşünüyorum. O kıymet de şu: Hepimizin bildiği, gördüğü, tanık olduğu, duyumunu aldığı birtakım şeyleri, kişi kişi, yer, zaman, târihle birlikte, bize olayları belli bir akışta anlatıyor. Ve karşısında da bunu yalanlayabilen bir mekanizma yok. Yalan olduğunu düşünse bile, kontrol altındaki yargıyı da harekete geçirmiyor. Bu bize bir şey anlatıyor. Bunun hesâbı sorulacak mı? Elbette. Kimse de enseyi karartmasın. Biz bu seçimi kaybedebiliriz de. Biz düşersek, kalkıp yeniden kavga etmeye devam ederiz. Ama onlar düşerse, bir daha kalkamayacaklarını biliyorlar. Biraz önce, “Bu nasıl olacak?” dedin ya; kalkamayacaklar. Çok samîmî söylüyorum: Cumhuriyet târihinin en büyük çete soruşturması, bu iktidârı sanık sandalyesine oturtarak açılacak ve bunu da biliyorlar. O yüzden, hem buna güvenmek hem de bu bilgiye dayanarak temkinli olma zamânı. Bu ülkede herkes, bu mafya düzenine karşı kocaman bir halk yığını olduğunu ve bir güç birlikteliği içerisinde olduğunu kanıtlamak zorunda. 

Ruşen Çakır: Bu akşam yeni bir açıklama mı bekliyoruz Sedat Peker’den?

Ahmet Şık: Öyle demişti. 

Ruşen Çakır: Çünkü öyle bir randevu vermişti. “Ne bekliyorsunuz?” diye sormuş izleyiciler.

Ahmet Şık: Hiçbir fikrim yok, her şey olabilir. Yani AKP’nin bugüne kadar anlatılan suçları, yolsuzluk, rüşvet, irtikap, adam kayırma, nüfuz ticâreti, suikast, yasadışı silâh dağıtımı, uyuşturucu ticâreti… Fiilleri açısından çeşitliliği çok fazla bir suç örgütü var karşımızda. Bunlardan herhangi biri olabilir. Ama isim isim ne söylediler bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Benim hissettiğim, bu son olayda da çok net görünen bir şey var: Paylaşırken değil, paylaşamazken kavga çıkıyor. Birbirlerine düştükleri zaman da, bilerek ya da bilmeyerek bir şeyleri ifşâ ediyorlar. 

Ahmet Şık: Tabii. Fethullahçılar’la yaşanan çatışma da bunun benzeri değil miydi?

Ruşen Çakır: Evet, aynısı. Ve şunu da hissediyorum: Bütün bu süreç içerisinde işbirliği yapan kişiler ne olur ne olmaz diye bayağı malzeme istifliyorlar. Yarın öbür gün, bir anlaşmazlıkta, dışlandığını hissettiğinde veya başına bir şey geleceğini hissettiğinde…

Ahmet Şık: Çünkü onlar kendisinin sigortası. Meselâ ben İstanbul’da, Ankara’da gittiğim birtakım yerlerde, güvenlik bürokrasisinden ya da yargı mekanizmasının içerisinden birileriyle konuşuyorum. İnanılmaz, dehşet verici şeyler anlatıyorlar. Öyle böyle değil. Bunları ben de anlatabilirim, iddia ederim, ama kanıtlayamam. Ama doğru olduğundan da eminim. “Peki, belgesi?” diye sorduğumda, “O da daha sonra, git kendin bul” diyor. Ya da, elinde olduğunu söyleyip vermiyor. Çünkü şöyle bir kaygısı var: Belgeyi verdiğinde, kendisinden çıktığını herkesin bileceğini biliyor. Başına bir şey geleceğinden korkuyor. Bana ya da sana anlatarak da, aslında bunun dolaşıma girmesini ve kendisinin bir koruma zırhı elde ettiğini gösteriyor. Bu son hikâyede de, bu ifşâlara neden olan iş kadınının, bunları neden söylediğini insanların düşünmesi lâzım. Bunları Sedat Peker’e kendisinin gönderdiğine çok eminim. Çünkü Sedat Peker ne söylese, milyonlarca kişiden oluşan bir alıcı kitlesi var. Bu ülkede herhangi bir sorununu halletmek isteyen ve bunu kamusal alana açmak isteyenlerin adresi hâline dönüşmüş bir kimlik oldu Sedat Peker. Bu olayda da, kendisi hakkında 2 yıl önce açılan soruşturmanın sonuca bağlanacağı bir son düzlüğe girdiği için, can havliyle bir ifşâ süreci başlattı. Yoksa bu kadar düzenbazlığın, hukuksuzluğun sistemini elinde tutan bir yapıya karşı çıkıp, televizyonda bunu doğrulamak… O da bir koruma zırhı. Ne kadar çok şey biliyorsanız, ne kadar birbirinize bağlıysanız, birbirinizden kopmanız güç. Ama bir yandan da, ortak olduğunuz o suçlar sizin sigortanız hâline geliyor. Ama o iş kadınına bakıyorsunuz, “2,5 milyon rüşvet verdim” diyor ve onu icrâ yoluyla almaya kalkıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Verdiğiniz rüşveti mahkeme kanalıyla geri istiyorsunuz. Bu inanılmaz bir aymazlık.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimizden Emel Hanım, “Sedat Peker neden hiç Devlet Bahçeli’den bahsetmiyor?” diye soruyor.

Ahmet Şık: Birkaç kez bahsetti, ama gerçek bir milliyetçi olmadığı atfederek bahsetti.

Ruşen Çakır: Onu hedef alan bir şeyler söyledi mi?

Ahmet Şık: Hayır. Sâdece, kendisi de milliyetçi olmasına rağmen siyâseten onun yanında olamayacağı biri olduğunu, kendisinin inandığı milliyetçiliği temsil eden liderin Devlet Bahçeli olmadığına atıfla bir şey söyledi; ama herhangi bir suç ilişkisine dâir bir şey söylemedi. Ama bir şey söylemesine gerek var mı? Sonuçta, AKP’nin nasıl bir suç örgütü olduğu ortadayken, bütün bu suç düzeninin devam etmesi ve herhangi bir yargı tasarrufuna mâruz kalmamasının tek yolu da iktidarda kalmakken, oraya koltuk değnekliği yapıyor. Daha büyük suç ortaklığı var mı? İşbirlikçiliktir bu ve bunun da hesâbının sorulması gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Gelen sorulardan biri de şöyle: “Bu yapıyla uzlaşmayan bir iktidar kurmak, yargının da büyük bir parçası olduğu bu yapıyı yargılamak mümkün mü ve nasıl?”

Ahmet Şık: Tabii ki mümkün. İnsanlar neden mümkün olduğuna inanmıyor anlamıyorum. İktidar değişikliği olduğunda, müstakbel cumhurbaşkanı her kimse –umarım ikimizden birisi olur, o zaman işler çok daha kolay olabilir– ve Parlamento dağılımı da değiştiğinde, bunu her şekilde yapmanız mümkün. Zâten herkesin îtiraz ettiği “tek adam sistemi” denilen şey, cumhurbaşkanına çok kontrolsüz bir yetki veriyor. Ben hukuku paspas etsin anlamında söylemiyorum. Türkiye, hukuk normlarının uygulandığı bir ülkeye döndüğü anda bile, bunun hesâbı sorulabilir. Ama insanlar Türkiye’nin siyâsal târihine bakıp haklı bir serzenişle bunu söylüyorlar. “Geçmişte örneği yok ki. Kimse yargılanmamış, bunlar mı yargılanacak?” diyorlar. Ama ben de biraz önceki örneği hatırlatayım: Ekrem İmamoğlu’nun gezisine Nagehan Alçı’nın dâvet edilmesinin yarattığı öfkeyi, siz bir de iktidar değiştikten sonra görün. Bu kibirli, tek dinleri ve imanları para olan, tek dâvâları usûlsüz para kazanmak olan bu iktidârın yaşayacağıyla kıyasladığımızda, hukukun gereğini yerine getirmeyen kim olursa olsun bunun altında kalır.

Biz Meclis’teki muhâlefet içerisindeki TİP vekilleri olarak, ihtiyaç olunan hareketle hesaplaşacağımızı söylüyoruz ve bütün stratejimizi, her şeyimizi bunun üzerine kuruyoruz. Bu ülkede ihtiyâcımız olan şey bir yüzleşme ve hesaplaşma. Ben Türkiye siyâsal târihini okuyan ve tâkip eden birisi olarak şöyle bir tespit yapıyorum: Son 20 yıllık AKP iktidârı ile hesaplaşmak, Cumhuriyet târihinin tümüyle hesaplaşmasının kapısını da açabilir.

Ruşen Çakır: Sözünü kesiyorum Ahmet, ama Twitter’da “Freud’un Talebesi” hesâbından yeni paylaşımlar gelmiş, arkadaşlar onu aktarıyor son dakika bilgisi olarak. 

Ahmet Şık: Ama o hesap kim bilmiyoruz. Gördüm birkaç kere. Geçenlerde, “Yakında geliyor” diye bir şeyler yazmıştı. Ama biraz özel hayata dâir bir şeylerdi. Ben özel hayat ifşâlarına mesâfeli olunması gerektiğini düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: “Freud’un Talebesi” hesâbı şu paylaşımı yapmış: “Ünsal Ban’ın gözaltına alınmasına sevindim. Bu derin ve karanlık ağın tüm şifrelerini biliyor. Gözaltına alınmasa öldürülebilirdi. Polis kardeşlerimin elinde güvende olduğunu biliyorum. Kaçmıyordu, gözaltına alınmak için bekledi. Elindeki tüm belgeleri de bana ulaştırdı.”

Ahmet Şık: Bu arkadaş her kimse, bence sosyal medya ünlüsü olmaya çalışıyor. Sedat Peker o videonun kendisiyle bir ilgisi olduğunu söylemedi zâten. Sâdece, “Şu hesaplara îtibar edin” diyor. 

Ruşen Çakır: Neyse bunu da söylemiş olalım. Bir izleyicimiz, “15 Temmuz’la ilgili bir ifşâ bekliyor musunuz?” diye sormuş.

Ahmet Şık: Hayır. O, Sedat Peker’den gelmeyecek. Ama umarım iktidar değişecek ve iktidar da gerçekten hukuk normlarına inanan bir adâlet bakanı görevlendirecek. Dürüst, devlet terbiyesi almış, yurttaşlık bilincine sâhip iyi bir içişleri bakanı bulacak.

Ruşen Çakır: Devlet terbiyesi almış?

Ahmet Şık: Hayalimizdeki devlet terbiyesinden bahsediyorum. Ve umarım beni de MİT Müsteşarı yapacaklar. Talebimi dile getirmiş olayım. İşte o zaman 15 Temmuz’la hesaplaşma başlayacak. Benim kanaatim, 15 Temmuz gerçekten bir kalkışmaydı. Sâdece, tek fâilinin şeytanlaştırılan Gülen Cemaati olduğuna inanmıyorum. Başka suç ortakları olduğunu ve onlarının bâzılarının kahraman muamelesi gördüğünü düşünüyorum. Onlarla da hesaplaşmanın yolu açılacak; içeriye atılan bir dolu gariban da dışarıya çıkacak. Yani, gerçekten darbeyle ilgisi olmayan, sâdece inanç bağlamında Cemaat’in bir üyesi olmaktan öteye gitmeyen… MİT gerçek fâillerin yurtdışına kaçmasına göz yumdu. Düşünebiliyor musun? Zekeriya Öz MİT tâkibindeyken yurtdışına gitti. 

Şöyle bir şey anlatayım: Akşam gazetesi, “Zekeriya Öz şu şehirde, şu adreste yaşıyor” diye bir manşet yapmıştı. Alman Elçiliği’nde İnsan Hakları Komisyonu’ndan birileriyle görüşüyoruz. Bu 15 Temmuz meselesini ve Gülen Cemaati’nin rolünü, iktidârın söylediklerinin ne kadar doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. O dönemde, gazeteciler olsun elçilikler olsun, bir sürü heyetle görüştüm. Bana Zekeriya Öz hakkında ne düşündüğümü sordular. Ben de cevap olarak, “Zekeriya Öz’e bir yargı mensubu ya da bir devlet görevlisi muamelesi yapamazsınız. Zekeriya Öz bir çete mensubudur. Türkiye’de bir çete adına faaliyetlerde bulunmuş birisidir. Gerçekten hukukî sâiklerle bir iâde dosyası oluşturulsa, ben olsam verirdim. Ama şunda da haklısınız: Türkiye’de mitinglerde îdam dillendiriliyor. İnsanların gözaltında işkence gördüğüne dâir videolar izliyoruz, fotoğraflar görüyoruz. Bunu gerekçe gösterip iâde etmezseniz de çok haklısınız. Ama Türkiye bir hukuk devleti olsaydı, Zekeriya Öz’ün bir yargı üyesi değil, bir çete mensubu muamelesi görmesi gerekirdi” dedim. Konuştuğum kadın, “Akşam gazetesinde böyle bir haber çıktı. Almanya’daki güvenlik birimlerine iletildi bu konu. Adrese gittiler, ama öyle birisi yok. Dahası, Türkiye’den bize ulaştırılmış bir iâde talebi de yok” dedi. 

Ruşen Çakır: Ama Almanya’da.

Ahmet Şık: Almanya’da olduğu söyleniyor. Akşam gazetesi şu târihte manşet yapmış. Bu haber çıktıktan birkaç gün sonra olan bir şey bu. Ve konuştuğum kişi, Türkiye’den onlara iletilmiş bir iâde talebi olmadığını söyledi. 15 Temmuz’u buradan okumak lâzım. Zekeriya Öz yurtdışına nasıl kaçabildi? Neden iâde edilmesi için uğraşılmadı?

Ruşen Çakır: Bana öyle geliyor ki, çok zaman geçirmeden seninle 15 Temmuz üzerine bir yayın yapacağız gibi görünüyor. İzleyicimizden şöyle bir soru gelmiş: “Kılıçdaroğlu’nun ‘5’li çete’ vurgusunu güçlendirerek yapmasıyla, bu son iddiaların bu kadar hızlı sonuç alması arasında bir bağlantı var mı?“

Ahmet Şık: Yeni Şafak gazetesi fâili arıyor. Dün ya da önceki gün, “Köstebek kim?” manşetini atmıştı. 

Ruşen Çakır: Bir şey yapmışlar da, okumadım. 

Ahmet Şık: Kılıçdaroğlu çıkıp topluma birtakım vaatlerde bulunuyor, “Şunu yapın, bunu yapmayın” diyor ya? Birileri aylardır iktidar içerisinde konuşulan yasa tasarılarını Kılıçdaroğlu’na sızdırmış anlamında söylüyor Yeni Şafak gazetesi. 

Ruşen Çakır: Anladım. O ayrı bir olay. Sorduğum sorudan kastettiğim şu: Kılıçdaroğlu’nun el yükseltmesiyle, Sedat Peker’in açıklamalarının hızlı bir şekilde gündeme gelmesi…

Ahmet Şık: Bu soru, “Acaba Sedat Peker muhâlefet cenâhından birileriyle birlikte mi bunları yapıyor?” anlamına da geliyor. Ama ben buna katılmıyorum.

Ruşen Çakır: Hayır. Ama onun yarattığı bir zemin var.

Ahmet Şık: Biraz önce konuştuk ya: Artık seçim dönemi başladı. Seçim olması gereken tarihte yapılsa bile, Meclis’in en fazla yılbaşından sonra, bütçe yaptıktan sonra kapanacağını düşünüyorum. Çünkü önümüzdeki 5,5 ay boyunca da seçim çalışması yapılacak. Çok olağanüstü bir şey olmazsa Meclis toplanmayacak. Çünkü artık seçim süreci başladı. 1 ay sonra Meclis açılıyor. Aralık ayı sonuna kadar da bütçe görüşülecek. Başka da bir şey yok. AKP için çok elzem bir yasa yoksa, iktidârı elde tutmak için yine “jelibon madeni” gibi bir keşif bulurlarsa, belki o zaman Meclis’i olağanüstü açarlar. Bu biraz birbirine benzeyen bir süreç. Muhâlefet tabiî ki elini yükseltecek ve tabiî ki Sedat Peker de el yükseltecek. Zâten Peker, özellikle seçime son 2 ay kala videolar yayınlayacağını ve o târih gelene kadar da birtakım ifşâlarda bulunmaya devam edeceğini söyledi. Anketler doğru söylüyorsa, muhâlefet iktidar cenâhının zayıfladığını görüyor; onlar da vites yükseltiyor. Bence gayet birbirinden bağımsız yürüyen, ama birbirine de içkin olabilen bir süreç olarak görüyorum ben bunu. Ama “Muhâlefet cenâhının partileri veya temsilcileriyle Sedat Peker birlikte hareket ediyor” gibi bir yorum yapılırsa, ona îtiraz ederim. 

Ruşen Çakır: Bir soru daha: Peker’in direksiyonu kırıp iktidâra yaklaşma ihtimâli var mı?

Ahmet Şık: Sedat Peker ifşâlara başladıktan sonra, insanların beklentisi çok yükseldi. 9 video yayınladı, sürekli bir şeyler anlattı ve ortalık koptu. Gereğinden fazla bir misyon da yüklendi o dönem. Ama bir yere varmadı. Sonra bir sessizlik dönemi başladı. Herkes, “Sedat Peker iktidarla anlaştı” dedi. Ben baştan beri buna îtiraz ettim. Çünkü benim söyleşi yaptığım, konuştuğum, ifşâlarını araştırdığım Peker’in, bu iktidarla anlaşmaya niyeti yok. Bir savunuculuk mânâsında söylemiyorum. Sedat Peker hiçbir zaman anlaşmadı. Niyetini baştan îtibâren ortaya koymuştu. İnsanlar Peker’in, “Tayyip Abi, helâlleşeceğiz” dediğini, ama hâlâ helâlleşmediğini söylüyorlar ya; bunu metin okumakta sıkıntılı bir yorum olarak görüyorum. Peker’in son birkaç ifşâsına baktığımızda, aslında Tayyip Abi’siyle hesaplaşıyor. Hasan Yeşildağ’ın adının anılması, biri milletvekili, diğeri eski SPK Başkanı olan Taşkesenlioğlu kardeşler, Cumhurbaşkanı danışmanının isminin anılması, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda görevli birtakım insanların o ifşâların içine girmesini göremiyor mu insanlar? Tayyip Erdoğan ile hesaplaşmanın süreci olarak başladığını görmüyorlar mı? Zâten ısrarla bizde beklenti oluşturan şey de, son 2 ay kala, daralttığı çemberin içerisindeki en önemli kişiye dâir bir şey söyleyeceği duygusu yaratmak. 

Ruşen Çakır: Tam da onu soruyorlar: “Son video Erdoğan videosu mu olacak?”

Ahmet Şık: Olabilir, bilmiyorum. Sedat Peker, devlete karşı ne kadar saygılı ve sevgili olduğunu, ne kadar milliyetçi ve vatanperver olduğunu ısrarla vurguluyor. Sonuçta ifşâ ettiği şeyler devleti temelinden sarsacak bir noktaya gelirse, bunu yapmayacağını zâten baştan söylemişti. Bir suç ilişkileri ağını anlatıyor.

Bu son ifşâya bakalım: Bir SPK Başkanı var. Geçmişte Cemaat’le yolu kesişmiş, Cemaat’in bankasında alt düzey yöneticilik yapmış. Cemaat çevrelerinin iddiasına göre de, banka içerisinde çalışırken, AKP ile Fethullahçılar’ın savaşı başladığında, bankanın içinden AKP’ye bilgi aktardığını iddia ediyorlar. Zâten bir süre sonra da ayrılmış oradan. Zâten Nakşî kökenli bir âileye mensuplar. Zehra Taşkesenlioğlu’nun da Cemaat’le bağlantısı olduğunu söylüyorlar, ama öyle çok üst düzey bir bağ değil. SPK Başkanı’nı atayan kişi Cumhurbaşkanı. Kardeşi Taşkesenlioğlu’nu milletvekili yapan da Cumhurbaşkanı. Üçüncü isim de Cumhurbaşkanı’nın Danışmanı. Sedat Peker’in son yaptığı ifşânın aktörlerinden bahsediyorum. Eh o zaman Sedat Peker kiminle helâlleşiyor şu anda? Biraz akıl yürütelim.

Meselâ sen, “En alt düzeydeki insanlar bile bu kadar devâsâ paralarla boğuşurken, yukarıya çıktıkça, o paraların miktarı, hacmi ne olur?” diye sordun. Herkes bunu bir sorsun. Sonuçta, “AKP bir suç örgütü” diye kolay bir tanım yaparken, o suç örgütünün lideri olmadığını mı düşünüyoruz? Lidersiz bir suç örgütü mü o?

Ruşen Çakır: Çok sayıda izleyiciden doğrudan olmasa bile, “Bu muhâlefet yapabilir mi, hesaplaşabilir mi?” sorusu geliyor. Meselâ bir izleyici, “Altılı Masa’da CHP dışındaki partilerin tabanları da aynı” diye bir yorum yapmış. Biliyorsun, kötümserlik bizim millî sporumuz. Demin de söyledin, ama tekrar onun üzerinden geçelim: Bu defterler nasıl olacak da açılacak?

Ahmet Şık: Dün Ali Deniz Çakır’ın Twitter sohbet odasında yaptığı yayında bir arkadaş bağlanıp, “17/25’de de bir şey olmadı, şimdi mi olacak?” diyerek karamsarlığını anlattı. Bir kere bu karamsarlık hâlinden çıkmak gerekiyor. Hele ki iktidar değişimi olursa, o hesaplaşma süreci başlayacak; bundan kimsenin şüphesi olmasın. Orada mevzûubahis edeceğimiz şey, o hesaplaşmayı yapacağımız gerçek fâilleri, gerçek suçluları gerçek suçlarından yargılayacak bir yargı mekanizması talep edebilmek olmalı. İnsanlar biraz parti reklamı gibi kokan bir slogan olarak duyabilirler, ama bu ukalâlığı yapacağım: Hiç kimse olmasa bile Türkiye İşçi Partisi’nin vekilleri olacak o Meclis’te. Umarım tekrar o Meclis’e geleceğiz ve o hesaplaşma arzusunu yurttaş adına dillendireceğiz. Ama burada mevzû TİP, HDP, CHP ya da X partisinin bunu dillendirmesi değil. Yurttaşın bunu dillendirmesi, talep etmesi ve bunu göstermesi. Meselâ seçmen, Altılı Masa’dan ve geçen hafta açıklanan Üçüncü İttifak bileşenlerinin hepsinden, “Siz hukuk yoluyla bu hesaplaşmayı yapacak mısınız yapmayacak mısınız? Bunun taahhüdünü bize vermeniz lâzım” sözünü almalı. Ve bu sözü vermeyen partilere kimse oyunu vermesin. 

Ruşen Çakır: İzleyicimiz Hülya Hanım’dan bununla ilgili bir soru gelmiş. Şöyle diyor: “Eskisinden iyi bir yönetim halkı asla tatmin etmeyecektir. Altılı Masa için bir mektup hazırlamamız lâzım.”

Ahmet Şık: Çok açık söyleyeyim, mevzûu sâdece Altılı Masa üzerinden kurarsak büyük bir yanılgıya düşeriz. Biz her yerde bunu söylüyoruz. Altılı Masa, şu andaki sistemin sigortası. Biz yurttaşın sigortası olarak, Üçüncü İttifak, yani “Emek ve Özgürlük İttifakı” var diyoruz. 

Ruşen Çakır: Hâlâ kuramadınız ama. 

Ahmet Şık: Kuruldu. Açıklandı. Bundan sonrası rötuş yapmak. Emek ve Özgürlük İttifakı olarak, Halkların Demokrasi Partisi (HDP), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Emek Partisi (EMEP) orada olacak. Umarım Meclis’e de olabildiğince fazla milletvekili sokacağız. Yurttaşın sigortası olarak orada olduğunu herkes görmek zorunda. Ortak cumhurbaşkanlığı adaylığı için bir şey söylemiyorum. Orada herkesin tavrı net. Umarım kimse kazık yemeyecek. Ama geçen gün Kemal Bey’in Ekmeleddin İhsanoğlu ile ilgili açıklamalarından sonra, “Acaba bize yine kötü bir tecrübe mi yaşatacak?” diye biraz endîşelendim doğrusu. 

Ama Parlamento dağılımında, yurttaşın sigortası olacak partileri ve ittifakı seçmek… İşte yurttaşlık borcu dediğimiz şey bu. Onu yaparsanız, hesaplaşmanın yolu da açılır. Bir de şöyle bakalım: Diyelim seçim oldu, anketlerin bize doğru söylediği ortaya çıktı ve iktidar değişti. Şu anda muhâlefet olan herkes iktidarda olacak. Peki, kim muhâlefet olacak? İşte orada Emek ve Özgürlük İttifakı, Türkiye’de gerçekten yurttaş adına nasıl muhâlefet yapılacağını gösterecek. AKP ve MHP’ye bırakmayacağız o muhâlefeti. Zâten onlar darmaduman olacaklar. Hepsi suç örgütü üyesi olmaktan yargılanacak bir yapıdan bahsediyoruz. Temiz olanları, suça bulaşmamış olanları Meclis’te kalmaya devam etsin. Ama AKP bu nedenle kapatılacak. Bu dönem kapandığında, AKP bir siyâsî parti muamelesi görmeyecek. AKP bir suç örgütü olduğu için kapatılacak. “Siyâsî parti kılığına girmiş bir suç örgütü” diyecekler. Bütün suçları anlatılacak ve o suçlara bakarak kapatılacak. Temiz kalanları da başka bir isimle mi yoluna devam eder bilemem. Ama şu andaki muhâlefetin kendisi iktidarda olacağı için, gerçekten yurttaşın menfaatini gözeten… “Devletin âlî çıkarları” derken, kötülük mânâsında değil, gerçekten eşit yurttaşlık temelinde inşâ edilecek bir devletin çıkarları için orada olacak bir Emek ve Özgürlük Cephesi olacak.

Ruşen Çakır: Bir izleyicimiz, “Yeter artık, muhâlefeti eleştirmekten vazgeçin. Muhâlefeti eleştirdiğiniz her an AKP’ye yarar” demiş.  

Ahmet Şık: Ben o arkadaşa hemen şunu söyleyeceğim: Kemal Can’ın Medyascope’ta yayınlanan bu Pazar günkü yazısını okumasını tavsiye ediyorum. Gerçekten neye ihtiyâcımız olduğunu iyi târif eden bir analiz.

Ruşen Çakır: Burak Özcan’ın şöyle bir sorusu var: “Eğer Sedat Peker seçime iki üç ay kala Türkiye’ye iâde edilirse, iktidar buradan oy kazanmaz mı?”

Ahmet Şık: Sedat Peker hep “Çok eğleneceğiz çok” diyor ya? İâde edilirse gerçekten çok eğleniriz. Çünkü o zaman Peker mahkeme huzurunda anlatmaya başlayacak. Susacak mı sanıyorlar? Artık bu iletişim çağında, hapse de atılsa, Peker’i susturabileceklerini sanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Bir de, zekâsını küçümsemek olur. Sedat Peker’i bir hücreye attığınızda, elinde var olduğunu düşündüğümüz ifşâlar, kasetler, belgelerin bir yedeği yok ve bunları yayacak kimse yok mu zannediliyor? Böyle bir şey olamaz yani. 

Ruşen Çakır: Sana kişisel bir soru yöneltilmiş. Hakkında söylenenlerle ilgili. O konuda bir şey söylemek ister misin?

Ahmet Şık: Hangi konu?

Ruşen Çakır: Sezgin Baran Korkmaz meselesi. 

Ahmet Şık: Çok teşekkür ederim bu konuyu açtıkları için. Soru nedir?

Ruşen Çakır: Sezgin Baran Korkmaz olayı diye sormuşlar.

Ahmet Şık: Şöyle açıklayayım: İsimler ve birtakım açıklamalar olan bir liste yayınlandı. Bunu ilk ortaya atan da arkadaşımız Cengiz Erdinç. İsim vermedi, ama çok dikkatli bir dille söyledi; böyle yenilir yutulur iddialar olmadığını söyledi. Sonra liste yayınlandı, benim de adım var. Cengiz’i aradım listenin ne olduğunu sordum.  Cengiz de, “Bana da geldi. Ben sana konduramadım, ama böyle bir şey var” dedi. “Peki, ne yazıyor orada?” diye sordum. Ali, Veli, Ayşe gibi birtakım isimler var. O isimlerin karşısında birtakım açıklamalar yapılmış. Benim de ismim var; orada saksı gibi duruyorum, ismimin karşısında hiçbir şey yok. Sezgin Baran Korkmaz’la görüştüğüm bir sır değil. Daha önce bunu söyledim ve niye görüştüğümü de söyledim. Çünkü onun ürünü olan bir yazı da zâten Sedat Peker’in Sezgin Baran Korkmaz hakkında ifşâlarda bulunmasından altı ay önce bir internet sitesinde yayınlandı. Çok ilginç; o internet sitesinin yazarlarından birisi, seninle yaptığım bir yayında, “Evet, ben Sezgin Baran Korkmaz’ın yalısına gidip görüştüm” açıklamamdan yola çıkarak, beni Sezgin Baran Korkmaz’dan para alan biri olarak itham eden aptalca bir yazı yazdı. Ben de ona cevâben bir yazı yazdım. Şimdi bu liste ortaya çıkınca, yeniden, “Ahmet Şık, Sezgin Baran Korkmaz’dan para aldı” şâibesi dolaşmaya başladı. Aynı kişi, “Gördünüz mü? Ben haklı çıktım” demeye çalışan bir yazı yazdı. Ve onun altında biriken bir insan topluluğu oluştu. Çok kalabalık değil ama çok ilginç bir denklem doğrusu. 

HDP’den ayrıldığım için kin güden milliyetçi Kürtler, Erkan Baş’ın ayrılık sürecini kendine dert edinmiş TKP’liler ve kendine solcu diyen birtakım zevat, çıkıp benim ne kadar kirli olduğuma dâir birtakım şâyialar yayıyorlar. Ben iki kez tutuklandım. Sen de en yakın tanıklarından birisisin. Benim ıcığım cıcığım araştırıldı. Birinde Fethullahçılar iktidardaydı. Diğerinde, milliyetçilerle birlikte AKP tek başına iktidardı. Benimle ilgili bir şâyia varsa, zâten o zaman ortaya dökülürdü. Şimdi diyecekler ki: “Sezgin Baran Korkmaz ikinci tutuklamadan sonra ortaya çıktı”. Ben kendilerine gazeteci diyen o arkadaşlara şunu öneriyorum: Son soruşturma döneminde Sezgin Baran Korkmaz’la ilgili hem kişisel hesapları hem ticârî faaliyetleriyle ilgili çok ciddî Mâlî Suçlar Araştırma Kurulu (MASAK) Raporları hazırlandı. Eğer gazetecilik yapmak istiyorlarsa, o MASAK Raporları’nı elde etsinler. Sezgin Baran Korkmaz’ın kimlerle alavere dalavere işine girdiği, kimlerle para trafiği olduğu çok net ortaya çıkacak. Benim alnım açık, başım dik. Ama 30 küsur yıllık gazetecilik karnemi de aptalca bir iddianın altında bırakmam. Açıklamalarımı sert bulanlar oluyor. Ben konuştuğu gibi yaşayan bir insanım; her şeyimle ortadayım.

Ruşen Çakır: Zâten bu mesele sosyal medyada benim de karşıma çıktı. O konudaki cevâbını elimden geldiğince vermeye çalıştım, ama esas muhâtabı sen olduğun için…

Ahmet Şık: Soruyu sorana da çok teşekkür ederim. Şunu söyleyebilirim: Medya sektöründe en temiz olduğunu iddia eden kişiyle de karşılaşmaya hazırım. Bu suçlamaya inananlardan bahsediyorum. Bu suçlamayı yönelten ve buna inanan her kim ise, ikimiz de her şeyimizi açık açık ortaya koyalım.

Ruşen Çakır: “Bu yayından bir kere daha istiyoruz; belki o suçlayanlardan birisi de gelir” demiş bir izleyici. Yok, gelmezler zâten. Yavaş yavaş toparlayalım Ahmet. Neredeyse 1 saat oldu. Çok sayıda soruyu konuştuk, cevapladık. Birbirine benzer soruları tek bir soru hâline getirdik. Çok ilginç ve güzel bir yayın oldu. Tabiî bunlar gelişecek, yeni yeni iddialar çıkacak.

Ahmet Şık: Ben bu sürecin büyüyeceğini düşünüyorum. Dün seninle de konuşuyorduk. Meselâ Zehra Taşkesenlioğlu’nun istifâ ettiği söylentisi yayıldı. Bence istifâ etmeye kalktı.

Ruşen Çakır: Ama “Hayır” dediler, değil mi? 

Ahmet Şık: Bence “Ne yapıyorsun?” dediler. Hele ki bu ifşâlar kelle almaya başlarsa, Sedat Peker’in dediği gibi gerçekten “çok eğleneceğiz”. Yani bu iş daha da büyüyecek mânâsında söylüyorum. 

Ruşen Çakır: Yani istifâ etmek istedi, sonra vazgeçirdiler. Zehra Taşkesenlioğlu’nun yaptığı açıklamayı okuyunca, yıllarca belli konuları çalışmış bir gazeteci olarak söylüyorum: Yani ne alâkası var senin saçının gözükmesiyle?

Ahmet Şık: Orada çok kolaycılığa kaçılıyor. “Sorunlu bir evlilik ilişkim var, şiddet gördüm” diyerek mevzûu kadınlık mefhumu üzerinden kuruyor. “Kadının beyânı esastır” ilkesine inanıyoruz, ben o açıklamayı doğru kabul ediyorum. Ama iddia edilen ile açıklama, iki farklı konu. Kadına yönelik bir aşağılama, cinsiyet odaklı bir şiddet meselesi, ayrı bir tartışmanın konusu. Ama burada Zehra Taşkesenlioğlu’nun görüntüsüne, başının açık olmasına değil, söylediklerine kulak veriyorum. Orada, “İkiniz para kazanmaya devam edeceksiniz diye…” sözüyle başlayan bir cümle kuruyor. Ben tam da o kısımdayım. Ve ona dâir hiçbir açıklama yapmıyor. 

Ruşen Çakır: O açıklamayı bekliyoruz zâten. Kimsenin meselesi onun başının açık ya da kapalı olması değil.  

Ahmet Şık: Kimseyi de ilgilendirmez. 

Ruşen Çakır: Buradaki mesele, vatandaşa âit olduğu belli olan paraların, birilerinden birilerine gitmiş olması. 

Ahmet Şık: Servet transferi yapılıyor burada. Yurttaş soyuluyor. Şu andaki SPK Başkanı’ndan önceki, geriye dönük birkaç başkanın dönemi araştırılsa ––bedelli sermaye artırımı” deniyor ya– kimlere alan açıldığı, hangilerinin batık olduğu ve milyonlarca doların nasıl yurttaşın cebinden alınıp birtakım insanların cebine atıldığı ortaya çıkar. Ama bunun için de gerçekten şahsiyetine güvenen, haysiyetini önceleyen bir savcıya ihtiyâcımız var. O da şu âna kadar çıkmadı.

Ruşen Çıkar: Belki çıkar.

Ahmet Şık: “Bir savcı aranıyor” diye îlân mı versek?

Ruşen Çakır: Peki, komik bir şeyle bitirelim. Doğan Mardin şöyle bir yorumda bulunmuş: “Ruşen Bey, hayranı olduğum lepiska saçlarınızın tepesi açıkmış. Şok oldum” diyor. Rahmetli babamın da tepesi böyle açıktı, ama karşımda saçsız biri olunca, “Bunu bulamayanlar da var” diyerek bitirelim. 

Ahmet Şık: Bir ortaokul fotoğrafımı buldum, onu da Antalya’ya gittiğimde bir arkadaşım verdi. Bayağı saçlı bir hâlim var. Bir gün göndereyim de yayınlayın bâri. 

Ruşen Çakır: Saçlı hâlin var. Çok eski zamanlar. 

Ahmet Şık: Ben onu kullanacağım zâten. Erkan Baş’ın bıyıkları tartışılıyor ya; “Erkan’ın bıyıkları mı, benim kaşlarım mı?” diye bir ikilemeyle koyalım diyorum.

Ruşen Çakır: Yakında Erkan Baş’la da bir yayın yapacağız. Ahmet, bu olay sürdükçe, arada tâzeleriz diyorum. Zâten izleyicilerden de talep var.

Ahmet Şık: Şunu da belirteyim: Biz zâten bir kitap yazdık ve orada bir harita da var. Aslında tek başına o harita, bir savcıya yol gösterir. Biz suç duyurusunda da bulunduk. Şimdi arkadaşlarımız üzerinde çalışıyor: Sedat Peker’in ilk günden başlayarak bugüne kadarki ifşâlarının tamamını kapsayan ayrıntılı bir ek suç duyurusunda daha bulunacağız. Yani bir dilekçe daha verilecek. Herhalde kitap kalınlığında bir şey olacak. Çünkü 59 ayrı vakayı şüphelileriyle birlikte anlatmış bize.

Ruşen Çakır: Bir izleyicimiz, “Basın suçları yerine örgütlü suçlara gidecek olmasının anlamı nedir?” diye sormuş.

Ahmet Şık: Çünkü medya yoluyla bir ifşâ yapıldı. Normalde basın suçları bakabilir. Ama bence de doğru adres örgütlü suçlar. Çünkü burada ikiden fazla kişi bir araya gelmiş, “Yurttaşı soyuyorlar” deniliyor. Bir çete suçu var. Dolayısıyla savcı doğru yere yönlendirmiş. Şu da olabilir…

Ruşen Çakır: Ya da başından savdı.

Ahmet Şık: Evet. İktidârın tavrının ne olacağı da şu an net değil ya… Ama Başsavcı’ya sorularak yapıldı bu. 

Ruşen Çakır: Eyvallah. Ahmet, çok teşekkürler. 

Ahmet Şık: Ben teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Sedat Peker olayını daha epeyce konuşacağa benziyoruz. İzleyicilerimizin soru ve yorumlarıyla, Ahmet Şık’la, Sedat Peker’in iddialarında yeni dönemi anlamaya çalıştık. Bizi izlediğiniz için teşekkürler. Ahmet’e de ayrıca teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.