Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Alın size komplo, alın size gündem

Bu hafta, Ruşen Çakır ile birlikte Medyascope’ta yaptığımız “Haftaya Bakış” programında, Gülşen’in tutuklanması olayı ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun -görünürde varlık yönetim şirketlerine ama aslında daha kalabalık bir çevreye- mesajlarını tartıştık. Bu yazı, o yayında değindiğim ve aslında birbiriyle alakasız görünen bu iki olayı birbirine bağlayan daha geniş çerçeve hakkında olacak. İki olay ayrı ayrı haftaya damgasını vurdu. Ancak iki olay da sadece yakınlaşan seçime dönük taraflarıyla sınırlı yorumlandı. Güncel, popüler anlamlandırma ihtiyaçları ve kötü ezbere dönüşmüş refleksler, her konuda olduğu gibi bu vakaları, kısa menzilli ve sığ alana sürükledi. Gülşen olayı, ulusal ezbere dönüşmüş iki kavramla, “gündem değiştirme” ve “konsolidasyon” tespitiyle hemen paketlendi. “İktidar ekonomi gündemi konuşulmasın diye gündem değiştiriyor”. “Kemik tabanını ‘konsolide’ etmek için kimlik siyaseti ve kutuplaştırmayı körüklüyor”. Bir de peşine “nokta” denince işlem tamam oldu. “Kılıçdaroğlu, kendi adaylığını dayatıyor” (buna sonra geleceğiz).

Tamamen yanlış sayılmayacak, “gündem değiştirme” ve “konsolidasyon” ezberlerinin şaşırtıcı bir yaygınlığı var. Kahve sohbetinden akademik analize kadar, televizyon yorumundan ciddi makalelere kadar her yerde karşımıza çıkabiliyor ve sihirli iki cümle her gelişmeyi “tamamen” açıklıyormuş gibi muamele görüyor. Bir kere bu kadar yaygın bir saptamayı –doğrulama sorumluluğu olmaksızın- tekrar etmek, son derece risksiz. Böyle bir tespit yaptıktan sonra, “ama veya fakat” eşliğinde hadisenin üstünden atlamak, mağduru kınamak ve kurulan hegemonyaya –söz söyleme mecburiyetine- göre hizaya girip bir şey olmamış gibi yola devam etmek çok daha kolay. Ezber öyle işlevsel ki: Hem akıntıyla uyumlu, güvenli bir konfor alanına çekilmek hem de bu eylemsizliği eleştirmeye kalkacakları peşinen aymazlıkla veya tuzağa düşmekle etiketleyip durdurmak mümkün. Oysa gündem değiştirmekle çok az alakası olan daimi gündemin çok başka işlevleri var. Birazdan iki mevzuyu bağlamak için bu konuya tekrar döneceğim. 

Gelelim Kılıçdaroğlu’nun bol mesaj içeren görüntülü paylaşımına. Bu konu, bir tarafıyla iktidarı sıkıştıran muhalefet taktikleri, bir tarafıyla da popüler gündem maddesi olan muhalefet adayı tartışmalarına kolayca yapıştırıldı. Elbette elektrik faturası eylemi, ÖTV düşürme vaadi, öğrenci kredisi veya varlık yönetimi şirketlerine aktarılan borçları ödememe çağrısı benzeri hamlelerle olayın akrabalığı var. Kılıçdaroğlu, muhalefetin şimdiye kadar pek girmediği verimli bir siyasi iletişim taktiğine başvurarak, dikkat çekici hamleler yapıyor. “Kılıçdaroğlu söyledi, iktidar yaptı” gibi propaganda imkanı yakalıyor. İşin perde arkasında, fena halde kızışmış adaylık tartışmasının izleri olduğunu söylemenin de sürpriz bir tarafı yok. Ancak Kılıçdaroğlu’nun niyetinden ve göze aldığı kapsamın genişliğinden bağımsız olarak, gerilimin oturduğu zemin daha geniş sanki. Bu zemini konuşmak için biraz geriye gitmek gerekecek. 

Yirmi yıldır AKP iktidarından başka bir şey görmemiş Türkiye, siyasi tarihini bu dar paranteze göre konuşmaya fazla alıştırıldı. Sanki Türkiye ile ilgili her şey bu zaman aralığında olup bitti ve geleceğe dair her şey de bu dönemeçte çizilecek. Daha önceki zamanlar, Erdoğan’ın çarpıtılmış ve araçsallaştırılmış tarih anlatısından, “geçti o günler” nidalarından veya nostaljik “iyi zamanlardan” ibaret. Erdoğan, 200-250 yıl öncesine kadar gidiyor ama neredeyse dondurulmuş zamanın içindeki –popülizmin en primitif versiyonu-  tek bir çatışma ekseninden bahsediyor: Gerçek milletin karşısında yer alan elitlerle çoğunluğun temsilcilerinin zorlu mücadelesi. Son yirmi yılı muhalefet ederek geçirmiş kalabalığın önemli bir kısmında ise aynı çatışmayı ve bu tarih anlatısını tersten okuma alışkanlığı yaygın. Karşı devrimci siyasal İslamcılar’ın ve bazen de dış güçlerin çok kıymetli devleti ele geçirme çabalarına karşı yürütülen amansız savaş. Bu kaba, fazla kalın ve kullanışlı (çeşitlendirmeye müsait) fay hattı, siyasal pozisyonların zihni dünyasını tatmin için her iki tarafta yeterli bulunuyor. Ancak iktidar için yapılan güç mücadelesi, bütün dünyada olduğu gibi bu ülkede de, ortalamayı ikna eden bu hattın çevresinde konuşlanmış –çoğu zaman onun tarafından perdelenen-  çok boyutlu, çok taraflı bir hadise.   

İktidarlar dizayn edilirken, zirveden biri düşer diğeri çıkarken, muktedir aktörler ve ittifaklar değişirken, onlarla birlikte karşısında yer alanlar, arkasında birikenler de yeniden şekilleniyor. Bütün çatışmaların tüm tarafları, mümkünse yeni durumu kuran olmaya, olmadı yeni duruma uymaya veya durumu kendileri için en az zarar verecek biçimde yönlendirmeye, o da olmazsa beklenecek uygun kuytuyu keşfetmeye çalışıyorlar. Bu durum, her şeyi belirleyen gizli baronların karanlık elleri veya basınca çalışan komplo düğmelerinin maharetleriyle ilgili bir konu değil. Güç oyununun son derece doğal ve basit işleyişi böyle. Yani, siyasi alanı belirleyen güç ve etkinlik mücadelesi – kabul ettirilmeye çalışıldığı gibi- her maçtan sonra yeni maça kadar kapanan müsabaka serilerinden oluşmuyor. Her yeni güç dengesi oluşurken bütün aktörler, kazananlar ve kaybedenler yeni pozisyonlar alıyor, bazen bu yeni pozisyonlara birlikte karar veriyorlar. Temsili demokrasinin soyutlamasındaki gibi bir rasyonalite yok, devlet ise ne iddia edildiği kadar fonksiyonel ne de kutsal. Güç mücadelesi, kazanmak kadar kaybetmenin biçiminin, kazanmanın şartlarının ve süreklilik arz eden pazarlık masalarının peşini sürüyor. 

21 yıllık AKP hikayesi, yarım yüzyıldır yürürlükte olan ve –kendini eleştirilmez tek hakikat olarak dayatan- ama hala açmazlarını çözemediği için krizlerle sürüklenen global bir hikayenin parçası. AKP iktidarı, 90’lar boyunca kalıcı siyasi çaresini bulamamış ülkenin ekonomik krizinin ve 12 Eylül’ün hayalindeki devlete kalıcı toplumsal desteği bir türlü temin edememiş siyasi krizin aradığı cevaptı. Erdoğan, çatışma taraflarının güçlü olanlarına dertlerini çözecek bir seçenek olarak kendisini önerdi. Onların adamı olarak çarkların “verimli” dönmesini sağlayacak, kalabalıkların adamı gibi görünerek itirazların önünü kesecekti. Bunu, hiç saklamadan aleni olarak vaat etmişti ve asgari tatmin sağlayacak bir sonuç da almıştı. Güç mücadelesinin rakip tarafları için bile uygun oydaşma, her sıkıntıya düştüğünde takviyeler, hormonlu desteklerle beslendi, palazlandı. Hala hızı kesilmemişken en saldırgan halindeki liberal rüzgarı, ardından “vesayet savaşlarını”, dinselleştirme hamlesini ve son olarak da devletlu milliyetçiliği yedeğine alarak uzatılmaya çalışılan hikaye; içeriye gevşek, dışarıya sert ideolojik kabukla korundu. 

Bugün yaşanmakta olanlar, tamamlanmış olan bir hikayenin yenilenmesi ve değiştirilmesi aşamasında iç gerilimlerin ya da dış kabuğun alacağı yeni şekil ile ilgili. İşte Kılıçdaroğlu’nun çıkışıyla, Gülşen’in tutuklanmasını birbirine bağlayan ilişki de tam burada. İktidar değişecek mi? Değiştiğinde neler değişip neler aynı kalacak? İktidar, aynı kalacaksa kendisini ne yönde değiştirecek? Değişen ve değişmeyeceklere kim karar verecek? “Yenilgi” veya “zafer” her iki tarafta da nasıl yönetilecek, nasıl gerekçelendirilecek? Elbette bu soruların olası cevapları, şimdiye kadar uyumlu olanların arasını bozmaya, beklenmedik ortaklıkların doğmasına da kapı açıyor. “Riskten kaçmak için, sonrayı sonra konuşalım” iddiası ne kadar keskin ifade edilmeye başlanıyorsa, bilin ki kapışma o kadar sertleşmiş demektir. Kazanmak için en uygun olanı tartışmanın –veya tartışmamanın- argümanları ne kadar katılaşıyorsa, bilin ki rota çok daha belirsiz görünüyordur. Sonuçta iktidarı ve muhalefetiyle “2023 çok kritik bir eşik” denmesinin çok doğru bir tarafı var. Çünkü çok şey olsa da, hiçbir şey olmasa da, kesinlikle bir şeyler olacak. 

Bugün iktidarın kullandığı ideolojik kabuğun hangi karışım dengesiyle tazeleneceği, hem iktidar hem muhalefetin ittifak zeminiyle yakından ilgili. Aynı şekilde, -ister devam edecek ister yenilenecek olsun- iktidarın bir arada tutmaya çalışacağı çıkar ortaklıkları da öyle. Kılıçdaroğlu, açık adaylık kampanyası yürütmeye başlamasının “dayatma” olarak eleştirilmesi karşısında, asıl kendi önüne konulmak istenen seçeneklerin “dayatma” olduğunu söyleyerek cevap veriyor. Aday seçeneklerine biçilen roller yerine, bu kostümleri kuliste dikmeye hazırlananları tartışmaya açma tehdidini öne sürüyor. Bunun, bir savaş ilanı olmadığını, “18. yüzyılda kalmış” tanımları yeniden keşfetmek anlamına gelmediğini düşünmek için fazlaca neden var. Ancak siyasi mücadelenin -bilmek isteyenin gayet açık gördüğü- kapalı kısmını açık alana itme gayreti her ne gerekçeye dayanırsa dayansın işe yarar. Kılıçdaroğlu dahil bütün aday seçeneklerini seçilme ihtimallerinden ibaret olmayan bir zeminde konuşmaya başlamak; aktörleri yapıştırılmış vasıfları kadar ilişki örgüleriyle ele almak daha hayırlı olacak. 

Erdoğan’ın hemen her gün bir yenisini yürürlüğe koyduğu veya önünü açtığı dinsel taassup hamleleri ve devleti kullanarak bunu bir cendereye çevirmesi de, sadece seçime dönük konsolidasyon arayışından ibaret görünmüyor. Karşı tarafa söylenmiş olanlar yanında, ideolojik güç imkanlarını teşhir gayretinin kendi tarafına da mesajları var. Zira bu çıkışlarla konsolide edeceği iddia edilen kesimler zaten fazlasıyla sertleşmiş durumda. Kendisine iktidarın kapılarını açmış, sonra tahkim edilerek iktidarının devamını sağlamış ideolojik kabuğun hala fonksiyonel ve koruyucu olabileceğini asıl başkalarına göstermek istiyor. Mesela, Soylu’nun jandarma mezuniyet törenindeki sözleri üzerine, “Kimse duadan, tekbirden rahatsız olmasın. Bu dualar, tekbirler kökeni inancı ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin istiklali ve istikbali için verilen mücadelenin manevi zırhıdır.” Yani “Türk bir etnisitenin adı değil, bu ülkede yaşayan herkesin mecburi kimliğidir” önermesinin yanına, Müslümanlık zırhının gücünü kabul mecburiyetini ekliyor. Köken ve inanç ayrımı yapmadan.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.