Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Tokatköy’de yıkım, Huzur Sokağı’nda yangın var!

Birkaç haftadır bir yandan Fetihtepe’de, bir yandan Tokatköy’de gerçekleştirilen yıkımları izliyoruz. Yalnızca izliyoruz, elimizden bir şey gelmiyor. Sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin her yerinde, yeri yerinden eden dönüşümün son epizodları şahit olduklarımız. Bu dediğim size tuhaf gelecek ama, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlarla Tokatköy ve Fetihtepe’de yaşananlar birbirinden farklı değil bir açıdan. Türkiye’nin en değerli arazileri üzerinde oldu bittiye getirilmekte olan bir mülkiyet transferinden bahsediyoruz. Bir tür sabırsızlık seziliyor zulmün kendini saklamayan aceleciliğinde. İddiam o ki gider ayak birkaç altın vuruş daha yapmak istiyor iktidar.

İktidarı ele geçirdikleri günden itibaren, kaybedecekleri anın kâbusuyla yaşadıkları için yaptıkları hiçbir işi bir usule büründürmediler. Önlerine kurumlar çıkıyorsa kurumları, yasalar çıkıyorsa yasaları, anayasa çıkıyorsa anayasayı ortadan kaldırdılar. Kentsel dönüşüm, tıpkı derelerin baraja, ormanların madene, kıyıların betona dönüşmesi gibi karşılarına insanların çıktığı bir etkinlik alanıydı onlar için. İnsanları, geçmişleri ve gelecekleriyle birlikte ayaklarının önünden çekmek üzere her türlü yola olanca nobranlıklarıyla ve akçe dışında kıymet bilmezlikleriyle başvurdular. Dahası, mesele köylüye, işçiye, gecekonduluya değdiğinde “Bu bizdenmiş, değilmiş” ayrımı da gözetmediler. Başvurdukları kutuplaştırıcı otoriterliğin onlara en büyük yararı da bu oldu. Elindeki değere göz koydukları insanları birbirlerine düşürmekle kalmayıp, destek bulabilecekleri kurumların, toplulukların, dayanışma ağlarının da dışına çıkarttılar. Her anlamda yürüttükleri özsömürgecilik hareketini bugün bile hiçbir maniayla karşılaşmaksızın bir tufan gibi her şeyi silip süpürdükleri, adeta kursaklarına indirdikleri bir dava görünümüne bu sayede kavuşturdular. Gene öyle yapıyorlar. Fakat bu son iki örnekte, yani Fetihtepe ve Tokatköy’de gözle görülür bir acelecilik, her yerde yaptıklarından yalnızca bir ölçü daha büyücek bir ısrar ve gözü dönmüş bir işbitiricilik sezilmiyor değil. İşte bu yüzden Tokatköy’e gitmekte olanın aceleciliği kadar, gelmekte olduğunu iddia edenin ürkekliğini ve geleceğe inançsızlığını ortaya koyan bir vaka olarak yakından bakmak istedim. Keşke orada olabileydim. Telefonla ettiğim bir-iki sohbetten hareketle olup bitenleri, geçmişle bugün arasında gidip gelerek aktaracağım size.

Neyin rezervi?

Tokatköy’de, dün itibariyle bittiği söylenebilecek yıkım dolayısıyla radikal bir aşamaya gelen mevzu, aslında çok eskilere gidiyor. Ama biz rezerv alanı ilan edilmesinden başlayalım. Beykoz Belediyesi, aslında çok daha büyük olan mahallenin, yıkıma konu olan parsellerinin “Afet Yasası” diye bildiğimiz ve fakat kendisi bizzat uğradığı her yeri yakıp yıkan bir afet habercisi olan 6306 sayılı kanun çerçevesinde rezerv yapı ilan edilmesi için 26 Haziran 2019 tarihinde (İBB’nin CHP’ye geçtiğini kesinleştiren 23 Haziran seçimlerinden sadece üç gün sonra) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurmuş. Bakanlık da bu başvuruyu, 21 Ekim 2019’da kabul etmiş. Başvuruya konu olan 487 ada ve üç parsel üzerinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile GEDAŞ Gayrımenkul Değerleme A.Ş. arasında bir protokol imzalanarak çalışılmaya başlanmış. Ve fakat bir başka protokol daha var bahsetmemiz gereken. Çünkü Tokatköy, aslına bakarsanız Beykoz’un pek çok mahallesi, uzun zamandır kentsel dönüşüm söylentisi ve zaman zaman gündeme gelen projelere çoktan alışmış vaziyette. Bu öncü protokol, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beykoz Belediyesi arasında 2019’daki yerel seçimlerden bir süre önce imzalanmış. Söz konusu parselleri de kapsayan bir arazi devri protokolünden söz ediyoruz bu defa. Uzun uzun sohbet ettiğim bir mahalle sakininden öğrendiğim kadarıyla bu protokolün bir de şartı varmış. Arazi üzerindeki evlerin yasal geçmişleri araştırılarak hak sahiplerine tapuların dağıtılması, hem de beş yıl içinde. Bu protokolün ardından, seçimler de hızla yaklaşırken KİPTAŞ’ın ortağı olduğu bir de proje yapılmış. Henüz afet yasası işlerliğe sokulmamış, dikkatinizi çekiyorum. O, seçimlerden sonra olacak. Şimdilik “normal” bir kentsel dönüşüm projesinden bahsediyoruz. 2018 Kasım’ında medyaya da tanıtılan projenin adı Tokatköy Şehr-i Sitare projesi. Bu projeye ilişkin protokol de İBB Meclisi’nden bir batında geçirilivermiş. Konuştuğum mahalle sakini kendilerine verilen sözleri şöyle özetliyor:

“Parsel genelinde yüzde 93’e yakın onay almış bir projeydi. Mevcut haklardan yüzde 10 kesinti karşılığında ev sahibi olacaktı mahalle sakinleri. 100 metrekare evi olana, 85 metrekare ev verilecekti. O zaman İBB’de hâlâ AKP vardı. Beykoz’da da Yücel Çelikbilek başkandı. Yücel Başkan bizden biri olduğu için halk onunla çok rahat konuştu. İtirazlarını yaptılar, bağırdılar, çağırdılar. Orta yol bulundu.”

RP’den AKP’ye bir “belediyecilik” bakiyesi

Ama tabii AKP, İBB’yi kaybedince işler değişmiş. İBB’nin imzaladığı protokol gereği arazi artık Beykoz Belediyesi’nde. İlk iş olarak KİPTAŞ projesini yok saymışlar. TOKİ’ye verebilmek için de bahse konu parselleri rezerv alanı ilan etmişler. Proje en nihayet TOKİ’nin şirketlerinden biri olan Emlak Gayrımenkul Yatırım Ortaklığı’na verilmiş görünüyor.

Fakat az daha duralım burada. Çünkü söyleştiğim mahalle sakininin bahsettiği Yücel Çelikbilek ve yeni başkan Murat Aydın hakkında da konuşmamız gerekir. Yücel Çelikbilek’ten başlayalım. Esasen Karslı, henüz çocukken ailesiyle birlikte Beykoz’a göç etmiş ve 1985 yılından itibaren RP ve sonra da AKP’de siyaset yapmış biri. İlk kez 1994’te Beykoz Belediye Başkanı olmuş. Bir dönem başkanlık yaptıktan sonra 10 yıl İBB’ye danışmanlık etmiş. O esnada önce DSP’den Alaattin Köseler, ardından AKP’den Muharrem Ergül belediye başkanı olmuşlar. 2009’da Yücel Çelikbilek tekrar seçilmiş. 2019’da aday olmamış ve 2020’de de vefat etmiş. Ümraniye’de onun adının verildiği bir imam-hatip ortaokulu bulunuyor. Seçimler öncesinde öncelikli vaadi daima tapu olmuş. Siyasetçilerin Beykoz gibi yerlerde verdikleri tapu vaadinin yapılaşmanın ve ona eşlik eden başka enformel akçalı işlerin önünü nasıl açtığını biliyoruz. Nitekim mahalle sakini, Tokatköy’ün tarihini şöyle özetliyor:

“Mahallemizde 120 yıldır yaşayan aileler de var. Bu aileler Boşnak göçmenler. O zaman büyükçe bir araziyi Boşnak bir aileye 100 yıllığına kiralamışlar. O kontrat ve tapusu da elimizde, henüz süresi bitmiş değil. Ama çoğunluk devlet fabrikalarından, TEKEL’den, Sümerbank’tan, Paşabahçe’den emekli aileler. 1970’lerde, 1980’lerde başka fabrikalardan buralara transfer edilmiş ve Beykoz’a yerleştirilmişler. 1980’lerde konut sorunu artık ciddi boyutlara gelmiş. Özal’a gitmiş mahalleli. O da 2981 sayılı kanuna işaret etmiş.” (1)

Bir başka deyişle Özal, Tokatköy sakinlerine, “Arsa bulun, evlerinizi yapın, biz size yardımcı olacağız” demeye getirmiş ve bir süre sonra da tapu tahsis belgeleri dağıtılmış. Elbette bedava değil, Şişli’de bir apartuman etmese de bir işçi ailesi için büyük külfet. O esnada İkinci Boğaz Köprüsü’nün de yapılmakta olduğuna dikkatinizi çekerim. Yani tüm Beykoz gibi Tokatköy de değerlenmeye başlamış durumda. Daha o zaman bir de söylenti yayılmış üstelik: “Buraya Körfez prensleri talip olmuş, bilmem kaç milyar dolar da peşin vermişler.” Bu tür söylentilerin iki anlamı olabilir: Elinize birkaç kuruş verip bölgeden gitmeniz istenecektir. Eğer söylentiler sizin kulağınıza kadar geldiyse direnebilirsiniz de. Fakat direncinizin dönüştürücülüğü mahalleli arasındaki ilişkilerin ne kadar güçlü olduğuna ve taliplerin sizin yerinizi ne kadar arzu ettiğine bağlıdır. Her iki durumda da limboda yaşamaya, güvencesizliğe razı olmak durumundasınız. Bu güvencesizliğe direnmenin bir yolu da evinize ve mahallenize yatırım yapmaya devam etmek.

Nitekim pek çok gecekondu mahallesinde dinleyeceğiniz şeyler burada da olmuş. Ahali imece usulü yol açmış, asfalt döktürmüş, hatta elektrik direklerini bile kendileri satın almışlar, kanalizasyon bağlamak için künkleri aldıkları gibi… Belediyeler ya da elektrik idaresi gelip suyu ve elektriği bağlamış, tabii hep seçim öncelerinde. Doğalgaz ise daha 12 yıl önce gelmiş. Yani hem Beykoz’da hem İBB’de AKP iş başında iken…

Bu önemli bir ayrıntı… Çünkü devletin resmi kurumlar aracılığıyla bu hanelere götürdüğü her hizmet güvencesizlik sarmalından bir miktar daha uzaklaşıldığı gibi anlaşılıyor gecekondu mahallelerinde. Öyle ya elektrik satıyor bu devlet bana, yani beni kanuni bir muhatabı olarak görüyor. Su da bağladı, bir kez daha yasal muhataplar olduk karşılıklı. Ahan da, doğalgaz bile geldi mahalleye. Demek kaldı işimiz bir tapuya. Bütün bu yasal muhataplıklar yapılaşmaya da mevcut yapıya ekler ya da iyileştirmeler yapmaya da birer teşvik aslında. İşte bu nedenle, rezerv alanı olarak ilan edilen binaların hangi tarihlerde yapıldıklarına da şöyle bir bakmamız lazım. Bu bilgiyi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ilgili raporundan aktarıyorum:

Söz konusu alanda toplam 239 bina bulunuyor. Bunlardan 8’i 10-15, 85’i 16-30, 114’ü 31-45, 23’ü 46-69 yaşında, 9’unun yaşı ise tespit edilememiş. Yani neresinden baksanız, yıkılmak istenen bu parsellerdeki binaların çok büyük bir bölümü önce RP, sonra ondan belediyeciliği devralan AKP döneminde yapılmış ya da yukarıda saydığım hizmetleri alarak, üstelik bir yandan da tapu vaadi sürekli yenilenerek bir tür pseudo-güvenceye kavuşturulmuşlar. Elbette, ahali gene de tapu istemekten, talep etmekten vazgeçmemiş.

Dönelim hikâyemize. Tapu tahsis belgeleri dağıtıldığı andan itibaren her seçim döneminde tapuların da nihayet düzenleneceği vaadini dinlemişler siyasetçilerden. Ne acayip ki Tokatköy’de Beykoz Belediyesi’nin arazileri üzerindeki hak sahiplerine tapu tahsisi yapan tek belediye başkanı DSP’li Alaattin Köseler olmuş. Ondan önceki RP’li ve sonraki AKP’li başkanlar yalnızca vaat etmiş ama asla tapu vermemişler. Mahalle sakini arkadaşımız belediyelerin bulduğu bahaneleri tek tek, üstelik tarih sırasına göre anlattı ama emin olun buradan, yani Berlin’den İstanbul’a yol olur. O yüzden sıralamayacağım uzun uzun.

İstanbul’u kaybetmek konulu çalışma

Şimdi hızla ileriye sarıp 15 Nisan 2018’e dönelim. Tayyip Erdoğan partisinin ilçe kongresini yapmak üzere gittiği Beykoz’da halka hitap ediyor. Hemen yanında da belediye başkan adayı olarak takdim etmeye hazırlandığı Murat Aydın bulunuyor. Konuşmanın büyük bölümünü Beykoz’da uygulanacak kentsel dönüşüme ayırmak niyetinde. Beykoz’la ilgili anılarını anlatıyor, yakınlık kuruyor vs. Bir cumhurbaşkanı değil de, emlakçı gibi konuşuyor. Ahaliye zaten üzerinde yaşadıkları arazilere yapılacak yeni projeyi pazarlamaya çalışıyor. Derken linkini verdiğim videonun dördüncü dakikasında cümle içinde “tapu” kelimesini kullanıyor. Birden derin bir sessizlik hasıl oluyor havada. Erdoğan aslında yine tapu sözü verecek gibi duruyor ama belli ki mahalleli gergin. Şöyle bir durup başkan adayı Murat Aydın’a veriyor kulağını. Mahalle sakini arkadaşımızdan alalım hikâyenin arka planını:

“Adayını tanıtmak için gelmişti oraya. Yücel (Çelikbilek) Başkan’la daha önce yine bir görüşmede yuhalanmıştı. O toplantı iptal edilmişti. Tapu dendiğinde Beykoz halkının sinir katsayısı yükselmeye başlıyordu. Recep Tayyip Erdoğan orada tapudan bahsedince herkes bir anda sustu. Çünkü aslında yuhalayacaklar, ıslıklayacaklar, protesto edecekler ama bir yandan da ondan duydukları bir korku var. İnsanlar tepki vermekte endişeli. O sessizliğe istinaden Murat Aydın’a sordu. Fısıldaştılar kendi aralarında. Tapularla ilgili yargıdaki bir süreç yüzünden bunun olmayacağını söyledi. Ama o da bir bahaneydi, herkes biliyordu bunu.”

Daha önce Zeytinburnu’nda belediye başkanlığı yapan Murat Aydın’ın Beykoz’a transfer edilmesinin tesadüf olmadığı bütün bu hikâyeden açıkça görülüyor. Size tek tek aktarmam imkânsız. Google’a “Zeytinburnu”, “kentsel dönüşüm” ve “yıkım” kelimelerini yazıp şöyle bir okuyun haberleri. Murat Aydın’ın bir seri yıkım ustası olduğunu kolaylıkla anlayacaksınız. Bu nedenle, onun belediye başkan adayı olarak belirlendiği andan itibaren Beykoz’da mevzunun hızlanacağını herkes çoktan anlamış zaten.

Nitekim önlerine konulan sözleşmelerin muvafakatnameden çok birer feragatname olması, belediyenin sözleşmelere imza atmaktaki gönülsüzlüğü, başı sıkışınca “Ne yani devlete güvenmiyor musunuz?” diye çıkışılması… Bütün bunlar neredeyse standart prosedür. Sulukule’de, Tarlabaşı’nda, Ayazma’da, Fikirtepe’de, Tozkoparan’da, Okmeydanı’nda, kentsel dönüşümün uygulandığı her yerde gördük. Kentsel dönüşümün devlet eliyle kotarılmış bir afet şekli almasının sebebi de buydu. Ayağımızın altındaki toprağı, sırtımızı yasladığımız dayanışma ağlarını yerinden ederken tepemize beton yağdıran bir afet!

Ne bu acele?

Bundan sonrasıyla ilgili pek çok haber okuduğunuzu, insanın kanını donduracak cinsten videolar izlediğinizi tahmin edebiliyorum. Projenin ayrıntılarını konuşmaya da çok gerek yok aslında. Kabaca en banalinden bir soylulaştırma ve yoğunlaştırma projesi. Klasik hikâye. Bunca yıldır şu ya da bu şekilde mahallede yaşayan insanların orada tutunması mümkün değil. Zaten istenmiyor da tutunmaları. Sözüm ona yerinde dönüşüm yapılacak projenin kuraları çekilmiş ve her nasılsa, özellikle sesi çok çıkanlara kurada bodrum katlar, arkalardaki güneş görmeyen daireler çıkmış. Sözün kısası Erdoğan ve onun bizzat kendi eliyle seçtiği belediye başkanı Tokatköy ahalisine, “Sizi fakirler, sizin gün görecek evlerde yaşamaya ne hakkınız var, yerseniz bu, yemezseniz çeker gidersiniz” demiş bir şekil. Doğrusu gayet sistematik biçimde ortaya koydukları yıkım senaryosu başkaca bir anlama gelmiyor.

Mahallede dayanışma olmasın diye işbirliği yapacağından emin oldukları hanelerle gizli gizli toplantılar yapmış belediye. Rızasını aldıklarına anket doldurdup yüzde yüz onay aldı projemiz numarası çekmişler kendilerine. İşler ortaya çıkıp insanlar imzalarını çekmeye ve ellerindeki muvafakatnameler azınlığa düştüğünde de sertleştirmeye başlamışlar yüzlerini. Daha projenin tamamı onaylanmadan, muvafakatname aldıkları evleri teker teker yıkmaya başlamışlar. Bu şu anlama geliyor: “Biz burayı öyle ya da böyle yıkacağız, ya herru ya merru, ya bizdensiniz ya düşman!”

Yürütmeyi durdurma kararı çıkarmış mahalleli. Karşı dava açıp 63 yürütmeyi durdurma kararından 60’ını kaldırmışlar. Mahallenin itiraz hakkı var hâlâ. Sürenin beklenmesi gerekiyor. Beklerler mi hiç? Durdurma kararını kaldıran hükme dayanarak yıkmaya başlamışlar. Yıkılacak hanelerin elektriğini, suyunu kesmeye koyulmuşlar önce. Nedense hastası, engellisi olan hanelerden başlamışlar. Handiyse mahalleyi isyana teşvik eder gibi. Bu aceleciliğin bir sebebi var tabii. Mahalle lehine çıkmış bir bilirkişi raporu. İstanbul 13’üncü İdare Mahkemesi’nde açılan dava kapsamında hazırlanan rapor, bahsedilen parsellerin neden rezerv alanı ilan edildiğine dair herhangi bir gerekçe sunulmadığını; yapılan planın, dayanağı olan 6306 sayılı Afet Yasası’nın amaçlarıyla çeliştiğini çünkü parselde yeni konut alanı açmakla kalmayıp yapı ve nüfus yoğunluğunu artırdığını, kimi sosyal donatılara ayrılan alanları küçülttüğünü tespit ediyor. Özetle bilirkişi, belediyenin rezerv alanı görünümlü yeni arsa-konut-site üretme projesinin şehircilik ilke ve esaslarına, planlama tekniklerine ve kamu yararına uygun olmadığı sonucuna varıyor. Yürütmeyi durdurma kararının durdurulmasına itirazların görüşüleceği duruşmada bu bilirkişi raporunun dikkate alınacağına şüphe yok. Belli ki belediye, o dava görülmeden önce yıkımı gerçekleştirip, mahalleliyi oldu bittiye getirmek arzusuyla o denli acımasız ve hızlı davranıyor.

AKP seçmenini AKP’den koruma(ma)k

Hikâye böyle gelişince aklıma iki soru geldi elbette, ben de sordum. Mahalleniz AKP’li mi, İBB’den mevzuya müdahil olmasını istediniz mi? Cevabı mahalle sakini arkadaşımız versin:

“Tokatköy’ün yüzde 82’si AKP’ye oy vermiş durumda, bizim parselinse yüzde 90 civarı. Hatta aralarında kurucular bile var. 1990’larda seçim çalışmaları esnasında Erdoğan’la aynı yatağı paylaştığını anlatanlar bile var aramızda. Bugün en çok isyan edenler de onlar. Erdoğan’a sonsuz destek veren insanlar, sırtlarından vuruldular. Bizimle birlikte dava açan insanların çoğu AKP’li. Ben AKP’ye hiç oy vermedim, CHP’ye de oy vermedim. Biz bu insanları seçimleri için yargılamadık. Ama kızdık onlara. Seçtikleri kişilere hesap sormadıkları için kızdık. Beykoz’a 20 yıldır çivi çakılmıyor, hiçbir problemi çözülmüyor. 30 sene önce neyse, bugün de aynı. Hiçbir açıdan gelişmedi.”

O böyle anlatınca diyorum ki, “Yani sizi biraz sona saklamışlar gibi, vakti gelince ve iyice değerlenince yenilecek bir meyve gibi.” “Evet” diyor, “Ak akçe kara gün içindir, Tokatköy’ü kara günlerde harcayacakları ak akçe olarak gördüler.”

Merak ettiğim başka bir soru daha var, İstanbul Büyükşehir Belediyesi neden müdahil olmadı bu sürece? Diyor ki:

“Maalesef siyasi partiler bu son sürece kadar bizden uzak durdular. Siyasi çıkar ortak olunca kimse birbirinin ayağına basmıyor. Ortak çıkar ise 6306 sayılı kanundur. Belediyelere aşırı derecede güç veren, yetki veren bir yasa. İnsanların elektriğini, suyunu, yaşam hakkını anayasaya bakmadan hiçe sayacak kadar büyük yetkiler veriyor. Tabii bu yetkiden faydalanan sadece AKP değil maalesef. Diğer belediyeler de bu yasadan faydalandığı için siyasi parti anlamında bir destek görmedik. Göstermelik olarak ilçe başkanları ve bazı milletvekilleri, pohpohlamak için ‘Yanınızdayız’ söylemleriyle parsellerimize uğradı. İBB’den talepte bulunduk. Birkaç davamıza müdahil etmek istedik. Fakat başkanla görüşemedik. İBB İmar Müdürü’ne kadar çıkabildik ancak. O da sorumluluk Beykoz Belediyesi’nde diye topu Beykoz Belediyesi’ne attı. Biz protokol yapıldığını, devreden kişinin protokol maddesinin uygulanmasıyla ilgili takibi de yapması gerektiğini, bunun hukuki bir zorunluluk olduğunu ifade ettik. ‘Siz bunu tapu dağıtma şartıyla verdiniz, tamam daha önceki belediye vermiş olabilir ama devlette devamlılık esastır’ dedik. Arsaların akıbetini takip etmekle yükümlü olduklarını hatırlattık. Fakat hiçbir şekilde müdahil olmadılar. İBB’den hiçbir beklentimiz karşılanmadı. Şunu da bekledik. İBB sonuçta İSKİ’nin sahibi. Sularımız kesildiğinde ‘Su temel ihtiyaçtır, kesilemez, İBB bize yardım etsin’ dedik, ama etmedi.”

Mimarlar Odası’nın da bir davası varmış neyse ki. Bu projenin bölge halkı için değil, zenginlere hazırlık için yapıldığı gerekçesiyle dava açmışlar. Mahalle sakini arkadaşımız, “Yakında davalarımız birleşecektir” onlarla diyor. Sanırım dava sonuçlarının birbirine referans teşkil edecek olmasından söz ediyor.

İki söylenti var Tokatköy’le ilgili. Biri orada yapılacak proje ihalesinin Kalyon İnşaat’a verileceği, ikincisi ise yapılacak sitenin ağırlıkla Körfez’in petrol zenginlerine satılacağı. Bazı şeyler nasıl da değişmiyor değil mi?

Huzur Sokağı’nda yangın

Tokatköy’ün hikâyesinden anladığım kadarıyla AKP’nin kendi için yaptığı o pek nezih Huzur Sokağı’nda büyük bir yangın var. Tokatköy gibi yüzde 90’larda oy aldıkları mahalleleri bu kadar pervasızca yıkmaları da bir tür yangından mal kaçırma siyaseti. İktidarı kaybetmeden önce sona sakladıkları en değerli kent hazinelerini de nakde çeviriyorlar bu yolla. Görünen o ki, AKP’nin seçim kazanmak gibi bir derdi yok artık. Kaybedeceklerinden emin olmanın bilinciyle saldırıyorlar her alana ve diş geçirebilecekleri herkese.

Tokatköy’de yıkılan parsellerden bir yer bulup başını sokamayanların oranı yüzde 40 civarında imiş. Sokakta kaldılar yani. Dayanışmayı sürdürmeye çalışacaklar bir şekil. Her şeye rağmen projeyi durdurmak için ellerinden geleni yapacaklarını, her türlü tazminat davasını da açacaklarını söylüyorlar. Aralarında birkaç kişi varmış halen “Reis bilmiyordur başımıza bunların getirildiğini, bilse hiç izin verir mi?” diyen. Geriye kalanların halini yukarıda yazmıştım. Fakat derdim bu değil.

Derdim, anaakım muhalefetin muhafazakâr seçmeni tavlamak için neredeyse eline bayrak, kitap, seccade, tepesine takke ne bulursa geçirip sokağa fırlayacak kıvama gelmesine rağmen, bu insanlarla evlerini, mahallelerini, sokaklarını AKP’den korumak için hukuki ya da siyasi bir dayanışma geliştirmemesi. Muhalefetin hiçbir parçası –Babacan, Karamollaoğlu ve Davutoğlu dahil olmak üzere– ellerine kitap ve bayrak alarak, iki adımda bir besmele çekerek, asıl yerli-milli olanın kendileri olduğunu iddia ederek gönlünü kazanamazlar bu insanların. Çünkü AKP’ye ya da Erdoğan’a oy verdikleri nedenle oy vermeyecekler başka partiye. O sebebi, AKP’ye oy vererek tükettiler.

Bu psikolojik eşiğin çok önemli olduğunu ve aşmakta zorlananın AKP seçmeni değil, muhalefet partileri olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kadar büyük bir sadakatle bağlanılmış bir tercihten, onun temsil ettiği şeyler için vazgeçmez kimse. O şeyler, o yeni yerde sakil duracak, yerini beğenmeyecektir. Bu insanlara o türlü sadakatin değerini sorgulatacak yeni, gene kendisine dair, ondan, onun etkinliklerinden, tarihinden, geçmişinden sadır olan şeylerle gitmek lazım. Hiçbir muhafazakâr hane, muhalefetin -özellikle muhafazakâr parçalarının- tahayyül ettiği kadar tek yönlü ve sterotip değil. Erdoğan soyut bir ecdattan, sürekli tehdit altında olan bir dinden ve değerlerden söz edip duruyor. O bunlardan söz ettikçe insanlar ellerindeki hayatı, kendilerine ait biricik kıymeti de kaybediyorlar azala azala. Demek ki muhalefetin elinde gayet somut bir bugün, sürmekte olan hayatlar, bizatihi AKP tarafından tehdit edilmekte olan somut değerler var. Ev var mesela, sokak var, mahalle var, şehir var!

Mahalleden bir kalemde vazgeçenlerle, kendisi gibi direnenler arasındaki farka dair aklımı açan bir şey söyledi bu arkadaş. Dedi ki, “Bizim mahallemizin şanssızlığı, mahalleyi yapan işçilerin ölmüş olmaları. Çocukları da onlardan kalanı değerlendirmek istiyorlar. Benim gibi babasının, dedesinin hikâyesini dinleyenler mücadele ettiler.”

Biliyor musunuz? AKP’nin kentsel dönüşüm yaptığı hiçbir alanda mezarlık bulamazsınız. Şehrin dışında bir yere götürüp defnetmek zorundasınızdır göçüp gidenleri. Ecdatlarının mezar taşlarını okuyamadıkları için cumhuriyete sitem edenler, diktikleri uzun uzun blokları kendi gölgeleri sanarak yürüdükleri semtlerde ölümle karşılaşmak istemezler. Bu yüzden sevmezler mezarlıkları. Üstelik şehir ölülere yer ayrılamayacak kadar pahalı bir metadır artık. Yani AKP’nin vaat ettiği ranta ilk görüşte aşık olanlarla AKP aynı kumaştan.

Kumaşı bu olan bir idari anlayış karşısında şehre sahip çıkmak, bugün İmamoğlu’nun yaptığı gibi, belediyeye ait kıymetli binalara sahip çıkmakla olmaz. O da lazım ama yetmez ki… Ufku genişletmek, açmak lazım…

AKP tipi içi boş, kof, çürük muhafazakârlığın karşısına o kofluğun içini doldurmaya çalışarak, yani AKP’yi yeniden anlamlandırılarak çıkılmaz. Madem muhafazakâr seçmen istiyorsunuz, o zaman muhafazakârlığı da yeniden tarif etmek zorundasınız.

Uzatmayayım daha fazla artık… CHP, AKP ile kentsel dönüşüm mahallelerinde kapışmak zorunda belli ki. Bunu bugüne kadar erteleyerek çok büyük bir hata etti ve şehirli seçmeni can evinde yalnız bıraktı. Oysa biraz araştırsak yerel seçimleri kazanmasının ardında, kendisine bağlanan böylesi bir umudun da olduğunu, en azından AKP’ye yönelik bir cezalandırma arzusu bulunduğunu görürüz muhtemelen. Hayat tarzı yalnız müzik ve içkiden ibaret değil ki. AKP’nin kentsel dönüşümle tehdit etmeyi bırakın, yok ettiği hayat tarzları İstanbul’un bir parçası değil miydi?

Kimse kendini güvende hissetmiyor AKP karşısında ve dayanabileceği, güvenebileceği başka kimseyi görmedikçe, çaresizliği ve AKP ile arasında kurduğu bağımlılık ilişkisi güçlenerek sürüyor. Asıl mesele bu. Geriye kalan her şey hallolur bir şekil. Bulunur yollar, diller. Ama o yollar ve diller önünde sonunda gelip bu çelişkide, beni AKP’den koruyacak gücün ve buna niyetin var mı sorusunun cevapsızlığında sınanacak. O nedenle muhafazakâr seçmeni kazanmanın yolu, en az AKP kadar muhafazakârlaşmak değil, aksine kendin olarak onunla mücadele sahasını genişletmek, o mücadelenin paydaşlarını artırmak ve insanlara AKP’nin sunduğu daracık ufkun ötesinde de bir hayat olduğunu hatırlatmaktan geçiyor. Ve fakat anladığım kadarıyla muhalefet partilerini AKP’nin el atmadığı değerlerin gücü konusunda ikna etmek, uçmayı unutmuş kuşlardan mürekkep bir sürüye yine kuş gibi hissedebilecekleri bir yuva bulmak kadar zor.

(1) 2981 sayılı İmar Affı Kanunu. 1984 yılında yasalaştı. Bir yıl sonra da 3194 sayılı İmar Kanunu çıktı. Bu mahalleleri iyi anlamak için seriye, 1966’da yapılan ve gecekondu kanunu diye bilinen 775 sayılı yasayı ve 2985 sayılı Toplu Konut Yasası’nı da eklemek gerekir. 775 sayılı kanunla devletin yasal statü verdiği, yani tanıdığı “gecekondu”, saydığım diğer yasalarla -artık hangisi uygulanırsa- şehre dahil edilir. 775 sayılı kanuna göre gecekondu “imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan yapılan izinsiz yapılar”dır. Birçok durumda söz konusu sahip kamudur ve yapılaşmanın tespitinden itibaren arazi için bir tür kira da sayılabilecek ecr-i misil ödenmeye başlanır. Yani düşünüldüğü gibi bedelsiz değildir gecekondu arazisi. Yahut birilerinden satın alınmıştır ve fakat imar ruhsatı yoktur. Bu da konut tapusu için af kovalamak anlamına gelir. Her iki durumda da gecekonduda yaşamak bir gün devletin gelip sizi nihayet mülklendireceğini ya da yerinizden edeceğini beklediğiniz bir limbo halinde yaşamaktır. Kimse canı istediği için bunu yapmaz. Aslına bakarsanız Türkiye’de gecekondu, devletin işçiyi gerektiğinde sıkıştırmak ve mafyaya da sömürtmek üzere kamu arazilerine -görmezden gelerek- yerleştirmek suretiyle büyük şehir sanayicilerine uyguladığı bir tür dolaylı teşvik olarak bile tarif edilebilir. Çünkü gecekondu denilen fenomen icat edilmemiş olsaydı, muhtemelen sanayi üretiminin ve taşımasının maliyetleriyle uğraşmak durumunda kalacaklardı. Yurttaş ya da seçmenle devlet arasındaki bağımlılıkların en büyüğü de yine gecekondu alanları üzerinden örgütlendi. Gecekonduda yaşamanın yarattığı güvencesizliği, yerinden kıpırdamaksızın deneyimlenen bir tür göçebelik olarak tanımlayabiliriz. İktidarlar ve yasalar değiştikçe statünüz ve beklentileriniz de değişir ama siz aynı mahallede öylece kalakalmışınızdır. İlk fırsatta müteahhite vererek zenginleşmek şeklinde bir piyango da çıkabilir şansınıza, belediyenin gönderdiği kepçeyi pencerenizden içeri girip salonunuzu kullanılmaz hale getirirken görmek de. Tokatköy’de, konut güvencesizliğinden kaynaklanan bu bağımlılığı AKP’nin yıllar boyunca nasıl araçsallaştırdığı ve kendine yonttuğu iyice görünür vaziyette.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.