Yenilerde bir yazar keşfettim, kendimi onun yazdıklarından alıp başka şeylere vermekte zorlanıyorum. Agnes Horvath, hem tek başına hem pek çok meslektaşıyla birlikte yaptığı araştırmalarla hayli bereketli bir külliyat üretmiş çoktan. Aslen sosyolog ve siyasetbilimci, ancak daha çok antropolojinin yöntemsel olanaklarından yararlanarak modern toplumu anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor. Daha önce Cambridge Üniversitesi’ndeymiş, şu ara —arama motorları beni yanıltmıyorsa— University College Cork’ta sürdürüyor çalışmalarını. International Political Anthropology (Uluslararası Siyasi Antropoloji) Dergisi’nin kurucularından biri ve baş editörü. İlgimi çekmesinin nedeni ise İngilizce literatürde “trickster” olarak tezahür eden, Türkçe’ye düzenbaz olarak çevirebileceğimiz arketipin bugünün dünyasında nasıl bir karşılığı olduğuna dair yaptığı ısrarlı çalışma. Israrlı diyorum, çünkü 1990’lardan bu yana bu arketipin gelmişi, geçmişi ve içinden geçmekte olduğumuz (içimizden geçmekte olan mı demeliydim yoksa) çağla neden bu denli alakalı olduğu konusunda pek çok yayın yapmış. Bu yayınların önemlice bir bölümünde düzenbaz arketipininin antropolojik kökenleriyle uğraşmış, derken Weber’in karizma ve karizmatik liderler hakkında yazdıklarına meydan okumuş, özetle bahsettiğin “güç” Yunanca’daki charis (lütuf, Türkçe’deki kut’a benziyor biraz) değil, aslında “trickster” enerjisidir demiş ve nihayet bugün içinde bulunduğumuz dünya halinin düzenbaz arketipine sunduğu geniş imkânlardan söz etmeye başladığı bir üçüncü kapı açmış.
Unutmadan söyleyeyim, Agnes Horvath Macar bir araştırmacı. Macar oluşunun çalışmalarında hafife alınmayacak bir etkisi var, zira o da kendi memleketini anlamaya çalışıyor bir yandan. Fotoğraflarında gayet neşeli ve hayat dolu bir görüntü veren bu şahane kadının, Arpad Szakolczai ve Manussos Marangudakis’le birlikte derlediği Modern Leaders: Between Charisma and Trickery (Routledge 2020, Modern Liderler: Karizmayla Düzenbazlık Arasında diye çevirebiliriz) adlı kitabın yine aynı üçlünün imzasını taşıyan girişindeki bir bölüm bu çabanın içerdiği hüzünlü inadı ele veriyor. Aynı bölüm —bana kalırsa— Horvath’ın düzenbaz arketipinin bugün sahip olduğu mutlak otoriteyi (aslında her türlü otoriteyi kendine benzetme, tersinden söylersek her türlü otoritenin kılığına girme yetisini) borçlu olduğumuz göz aldanmasının kaynağı konusundaki argümanını, daha doğrudan söylemem gerekirse bunca senelik bir araştırmayı başlatan merakın kaynağını harikulade tasvir ediyor.
Modernler için tercih etmek ediminin özgürlüğü çağrıştırdığını hatırlattıktan sonra, dünyayı bugünkü öngörülemez şekline dönüştüren neoliberal programa verdiği olağanüstü katkı sugötürmez olan Milton Friedman’ın küresel çok satanlar listesinde hâlâ yerini koruyan Free to Choose (Tercih Özgürlüğü) kitabına, daha doğrusu onun aracılığıyla neoliberal düşüncenin temel varsayımı olan bir aldatmacaya dikkat çekiyor. Diyor ki, “tercih etmek fiilinin bir dereceye kadar [Friedmangillerin iddia ettiği gibi] özgürlükle ilgili olduğu doğrudur, fakat bu, gönüllülükten çok matematiksel bir ilgidir, çünkü en temelde tercih etmek bir sınama meselesidir, bu nedenle de eşikte olma halini (liminality) ima eder, bir geçiş ritüeli düzleminde oluşur ve özünde bir muhakeme ve sınama/sağlama pratiğidir.” Yani tercih yaparken bir nevi “ya şundadır ya bunda” oyunu oynarız ama bu oyunu oynarken gönlümüz aslında ne şundadır ne bunda… Hadd-i zatında matematiksel bir hesap yapmaktayızdır, fakat çevremizi kuşatan, bizi kucaklayan her güç (sahibi) de hesabımızı şaşırtmak için uğraşmaktadır bir yandan.
Kısacık bir paragraf sonra bu argümanı dayandırdığı kaynağı not düşüyor Horvath.
“Macarca’nın temel yapıları, bazı edimlerimize anlam vermede şaşırtıcı derecede yardımcı olur. Macarca’da ‘tercih etmek’ anlamına gelen kelime választ, vál kökünden türemiştir ve bu kökün birinci anlamı ‘olmak’tır. Ancak, vál aynı zamanda ‘ayrılmak’ anlamına da gelir ve ‘boşanmak’ kelimesi ile (benzer başka kelimelerle birlikte) aynı kökten türemiştir [Her tercih ediş, bir vazgeçiştir diyebiliriz sanki bu bağlantıya]. Ne var ki, Macarca’da ‘olmak’ kelimesi keyfiyeti ifade etmez; aksine, bir charis [lütuf ama cümlenin burasında daha çok uyum veya doğal/olması gereken nizam] doğrultusunda önceden belirlenmiş bir hakikati işaret eder. ‘Tercih etmek’, bu bağlamda, bir tür tanıma (recognition) sürecidir: Kişi, bir şeyin hakikatinin nasıl tezahür edeceğini, o şey ortaya çıkmadan önce ve vakitlice tanımalıdır [yani hem sezmelidir hem de bu hakikati kabullenmelidir]. Kimin veya neyin, sonunda neye dönüşeceğini öngörebilmelidir. Dolayısıyla, seçim, kişinin kendi tanıma yetisini sınaması anlamına gelir: Özgürlüğümüzün derecesini [tersinden söylersek irademizin kucaklanmışlığını, kuşatılmışlığını] dikkate aldığımızda, gerçekten bize fayda sağlayacak olan nesneyi, hizmeti veya iyiliği tanıyabiliyor muyuz, yoksa zihnimiz geçici ve yanıltıcı tezahürlere mi kapılmaktadır? …İşte bu anlamda, Macarca’da ‘tercih’ (vál-aszt), etimolojik olarak ‘kriz’ (vál-ság), ‘boşanma’ (vál-ás) veya ‘değişim’ (vál-tás) gibi kelimelerle bağlantılıdır. Bir şeyin yalnızca uzun vadede nasıl sonuçlanacağını sınamak ise Macarca’da gelecek zaman kipiyle kısa ama anlam yüklü bir cümleyle ifade edilebilir: majd elválik (zaman gösterecek).”
Biraz daha devam edelim:
“Evet, gelecekte her şey ortaya çıkacak (elválik) ve biz de nihayet göreceğiz. Fakat, eğer bu bilhassa, siyasi bir seçimse (választás); ve ikinci güç [seçenek] bilhassa zor görünüyorsa [belirsizliği giderme vaadi inandırıcı gelmiyorsa], [yani] zor günlerden geçiyorsak (válságos), eşikte (ya da arafta) isek şimdi ve burada [bir] tercih (vál-aszt) yapmak zorundayız…” [Köşeli parantez içleri benim metnin dokusundan yola çıkarak yaptığım eklerdir.]
Sonrasını ve tartışmaya temel oluşturan çelişkiyi tahmin etmekte zorlanmayız artık. Böyle zamanlarda tercih yapmak daha da güçtür, yani kendimiz için iyiyi, doğruyu tanıma yetimiz sert bir şekilde sınanmaktadır. Çünkü bu türlü eşik zamanlarda koşullar her zamankinden aldatıcı, yapılan yanlış seçimler de yine her zamankinden büyük felaketlere gebedir.
Şimdi artık Agnes Horvath ve arkadaşlarının iddialarına daha genel bir perspektiften bakabiliriz. Kabaca ve özetle diyorlar ki, dünya bir dönüşüm sürecinde ve böylesi süreçler trickster yani düzenbaz arketipinin temsilcilerinin arayıp da bulamadıkları, sabırla bekledikleri, kendilerini ve becerilerini en çok güce dönüştürebilecekleri olanaklar sunar. Siyaset bilimcilerin “karizmatik lider” ya da “popülist siyasetçi” diye sundukları politikacılar da bu arketipin neoliberal dönüşüm sürecinin yükselmelerine olanak sağladığı düzenbazlardır.
Bu kitapta vaka incelemesi olarak sundukları siyasi liderler Yunanistan’da Alexis Tsipras (Manussos Marangudakis), Brezilya’da Jair Messias Bolsonaro ve Arjantin’de Mauricio Macri (Osvaldo Javier López Ruiz, Fabiana Augusta Alves Jardim ve Ana Lúcia Teixeira), Fransa’da Emmanuel Macron (Helen Drake), İtalya’da Silvio Berlusconi ve Matteo Salvini (Daniel Gati), Macaristan’da Viktor Orban (Zoltán Balázs). Bir de Romanya örneği var kitapta ama orada tek bir lider yerine düzenbazlığın politikacı tiplemelerinin ortak paydası olarak tezahür ettiği öne sürülmüş ilgili bölümde (Marios Ion Benţa). Bu vaka incelemelerinden gelecek haftalarda bahsedeceğim ve her bir lider için başka tartışmalara da bakacağım. Şimdilik, Mussolini, Hitler ve Çavuşesku’nun düzenbaz siyasetçi tipolojisinin modern Batılı pirleri ve üstatları olarak önerildiğini söylemekle yetineyim. Listede önemli eksiklikler olduğu konusunda size katılıyorum. En az birkaç kişi daha eklenmeliydi, değil mi?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Burada, Horvath’ın Arpad Szakolczai ile birlikte kaleme aldığı The Political Sociology and Anthropology of Evil: Tricksterology (Kötülüğün Siyasi Sosyolojisi ve Antropolojisi: Düzenbazbilim diye çevirebiliriz belki, Routledge, 2020) kitabına dönerek sözünü ettikleri arketipi ve bu arketipin yeşerip gönendiği iklime dair tespitlerinin bir kısmını özetlemek istiyorum.
Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un tarif ettiği temel arketiplerden biri olan trickster, antropoloji literatürüne Franzs Boas’ın öğrencilerinden biri olan Paul Radin’in (1883-1959) doktora teziyle girmiş. Tezin başlığı The Trickster: A Study in American Indian Mythology (Düzenbaz: Amerikan Yerli Mitolojisinde Bir Araştırma). Ancak Radin tezini yayınlatamamış 1956’ya, yani kendisi 73 yaşına varana kadar. Ayrıca herhangi bir üniversitede bir akademik pozisyon da bulamamış. İngiliz antropolog John W. Layard (1891-1974) da Cambridge Üniversitesi’ndeki araştırmalarında trickster arketipinin peşine düşmüş, ancak o da benzer bir kariyer felaketi yaşamış.
Horvath ve Szakolczai, geçiş ritüellerine, eşik zamanlara, yani insan topluluklarının dönüşüm süreçlerine onca odaklanan antropolojinin, böylesi zamanlarda görünürleşen ve güç kazanan trickster arketipine mesafeli yaklaşmasını bir miktar gizemli buluyorlar.*
Horvath ve Szakolczai’nin kendilerinden önceki antropoloji literatüründen derledikleri temel özellikleri itibariyle düzenbaz arketipini nasıl ayırt edebileceğimize gelelim. Radin’e göre düzenbaz insan evlatları arasında en yaygın ve evrensel olmaya en yakın figür, hatta bir “speculum mentis” yani insanın dünyayla kurduğu ilişkinin yansıdığı bir tür ayna ya da arayüz gibidir. Halk hikâyelerinde insan, hayvan ve bazen de tanrısal niteliklere sahip bir şemailde görülebilir. Her durumda melez ve gerçek dışıdır, bu özellikleriyle dönüşümü önceler ve hatta müjdeler (s.16).
Hemen her kültürün halk hikâyelerinde var düzenbaz figürler. Yılan, örümcek, tilki, eşek, çakal, tavşan kılığında anlatıldığı vakidir. Benim aklıma hemen birkaç örnek geldi mesela. Havva’yı Adem’e yasak elmayı yedirmesi için ikna eden yılan, Şahmaran (her ne kadar hikâyenin mazlumu olsa da), peygamberi mağarada saklayan örümcek, Musa’nın asasının yılana dönüşmesi vs… Düzenbaz rolündeki hayvanların özelliği öngörülemezlikleri, her an saldırmaya hazır oluşları ve ansızın ortaya çıkabilme özellikleri. İlaveten yalnız yaşamaları, aslında kimseyle gerçek bir ilişki kuramayışları… Asla gerçek gündemlerini ele vermemeleri, kimseye gerçek anlamda dost ya da düşman olmamaları, bir şeyleri açıklığa kavuşturmaktansa belirsizleştirmeyi, kafa karıştırmayı tercih etmeleri… En önemli özelliklerinden, aslında güç kaynaklarından biri şekil değiştirme yetileri, her an kılık değiştirmeye hazır oluşları (Anadolu’da buna don değiştirmek de denir). Deli Dumrul’daki Azrail, pek çok hikâyedeki Hızır da şekil değiştirirler.
Son verdiğim örneklerden de anlaşılmıştır sanırım, düzenbaz hilesini her zaman kötülüğün hizmetine sunmaz. Düzenbazın varlık koşulu eskinin ölmeye koyulduğu, zamanda ve zeminde yeninin doğması için şartların oluştuğu ancak henüz doğumun gerçekleşmediği belirsizliklerdir. Belirsizlik içinde hem kötüye hem iyiye gidişin olanaklarını taşır. Eğer belirsizlik anının sorduğu sorulara “doğru” cevaplar verilirse iyi bir yeni doğar biz de imdadımıza koşanın Hızır olduğunu düşünürüz ya da Azrail çoktan çürümüş bulunan eskinin ömründen eksilttiğini bizimkine ilave eder. Ve fakat cevaplarımız yanlışsa, yani iyi tercihler yapmadıysak aynı belirsizlik enerjisini çakal, fare, yılan formunda hayal ederiz.
Düzenbaz’ın bir özelliği de başka dünyalarla (öte dünyayla, yer altıyla vb.) bağlantılı olmasıdır. İkili bir hayatı vardır. Bir tür tercüman ya da kaptan olduğu bile söylenebilir. Farklı alemlerde yaşadığı hayatlarla edindiği erişilmez ve ele geçirilemez bilgisiyle, melezliğiyle, şekil değiştirebilirliğiyle tam da kendi içinde olduğumuz ne şundadır ne bunda halimizi temsil eder.
Fakat işte insan toplulukları belirsizliklerden hoşlanmadıkları için böylesi durumlarda yaşadıkları rahatsızlık deneyimi esnasında kendilerinde keşfettikleri tüm olumsuzlukları düzenbazlara atfederler. Bu yüzden düzenbazı halk hikâyelerinde yalancı, hırsız, obur, şehvet düşkünü, hilebaz, kandırıkçı, kanunsuz, aptal, soytarı, entrikacı, arsız, ahlaksızlığıyla övünen, açgözlü, yaşadığı mağduriyeti sermayeye çeviren tipler olarak temsil ederler. Eğlenceli değil ama gülünçtür düzenbaz. Ama onu alt edecek olanlar ona gülenler olmayacaktır.
Hülasa, bazı hikâyelerde hileler, göz aldanmaları bizden yanadır ama aslında kaide olarak düzenbaz pek de makbul karakterler olarak resmedilmez. Bütün bu özellikleri nedeniyle dışlanmıştır düzenbaz, görünürde var olsa da aslında bir ailesi yoktur, bir anadan ve babadan doğduğu vakalarda bile anasız ve babasızdır, evlat olmuş ama sevilmemiştir. Dahası ana-baba olma potansiyeli de yoktur. Melezliği, kendisinin bir benzerini üretmesine manidir. Bu nedenle hem köksüz hem geleceksizdir. Onu doğuranda ya da ondan olanda/doğanda mutlaka bir acayiplik, çoğu zaman bir canavarlık bulunacaktır.
Düzenbazın duyguları da gerçek değildir. Bu nedenle aşık olmak, arkadaşlık kurmak, herhangi biriyle sürdürülebilir bir ilişki geliştirmek gibi hasletlerden mahrumdur. Başkalarının duygularıyla ve bağlarıyla da dalga geçecek, onları zayıflık olarak görüp istismar edecek ve aleyhlerinde kullanacaktır. Bütün bu nedenlerle düzenbaz hiç durmaz, onu tatmin edebilecek hiç bir güç, hiçbir zenginlik yoktur. Açgözlülüğünün sebebi de budur. Sahici duygu hissetmekten yoksun birinin tokluğu ya da tatmini tecrübe etmesi de mümkün olamaz çünkü.
Bunca yokluğu düzenbaz, müthiş taklit yeteneğiyle tazmin eder. Dönüyoruz başa, yani onun şekilden şekile girme yeteneğine. Aslına bakarsanız kendine ait bir şekilden yoksunluğu ölçüsünde yeteneklidir bu konuda. Hiçbir şeyi kendine özgü değildir, çoğu zaman bir kolajdan ibarettir düzenbaz. Bu nedenle de parçalanmaya yatkındır, ancak zaten bütünlük arz etmekten azade olduğu için bu yolla da altedilemez.
Horvath ve arkadaşları, kitaplarında popülizm kelimesinin çoktandır bir anlama gelmediğini, özelliklerinin yalnızca bir kısmını saydığım düzenbaz liderlerin belirsizlikleri fırsata dönüştürerek, çoğu zaman da fırsata dönüştürebilecekleri belirsizlikleri bizzat yaratarak, yani iktidarına talip oldukları insanları sürekli bir eşik boşluğuna (liminal void) hapsederek, hatta bazen kendilerinde cisimleşmiş kötülüğü gösterip iyiliğin imkânsızlığına ikna ederek güçlerini daim kıldıklarını iddia ediyorlar.
Sanırım bu meseleyi araştırmaya değer görmelerinin sebebi, bu arketipi tanımanın onu alt etmenin, böylelikle habercisi olduğu dönüşümü hayra tahvil etmenin bir yolu olduğunu düşünmeleri. Düzenbazın birinci yaratıcının yerini almaya çalışan taklitçi bir ikinci yaratıcı olduğu iddiasını ve arkasındaki delilleri okumaya başlayana kadar “hımmm, çok ilginç” diyerekten devam ediyordum yoluma. Ama taklitçi ikinci yaratıcılık/kuruculuk iddiası o kadar çarpıcıydı ki, o zaman bu külliyata daha yakından bakmak gerekir diye düşünmeye başladım.
Fakat müsaadenizle bunca önemli bir konuyu ve iddiayı birkaç paragrafla geçiştirmeyeyim. Neme lazım, dersimize iyi çalışmazsak bir beka sorunuyla yüzyüze kalıveririz. Kendilerini tercih etmezsek kıyametin tam da hanemizde kopacağı tehdidiyle ne yapacağımızı bilmez halde düşebiliriz gerçekte var olmadıkları için birbirlerini taklit etmekten başka çaresi kalmayan düzenbazlardan birinin tertibine… Ne de olsa şu anda bir tercih yapmaya zorlanmıyoruz henüz, önceki tercihlerimizin sonuçlarıyla yüzleşmekteyiz. Bari hangi düzenbazın, hangi eksiğimize gediğimize yerleştiğini bilerek hazırlanalım bir sonraki sınamaya…
*Bana soracak olursanız, antropolojinin kurucu babalarının bu arketipin önemini fark etmeyişlerini disiplinin o esnada, yani 20’inci yüzyılın ilk yarısı boyunca dahil olduğu sömürgeci ajanda dolayısıyla içinde olduğu çelişkili halle açıklardım. Ne de olsa antropoloji bir disiplin olarak en iyi örnekleriyle bile o sömürgeci ajandaya şekil şemail veren güç söylemini kurumsallaştıran disiplinlerden biriydi. Hakkını yemeyelim, aynı disiplinin kıdemli kıdemsiz mensupları çok uzun zamandır bu ortaklıkla hesaplaşıyor, ama ne kadar hesaplaşsalar o kadar çok defter çıkıyor karşılarına. Hal bu iken, Horvath’ın kimi çalışmalarında ayrıntısıyla üzerinde durduğu üzere bilim insanları olarak bu arketipin çok da uzağına düşmediklerini teslim etmeyi, hiç yoksa sezgisel olarak kabullenenemiş olabilirler. Bu da Horvath’ın tercih etme fiilinin Macarca karşılığından yola çıkarak yaptığı egzersizin bir benzerinin bu düzeyde de işlediği yolunda bir spekülasyon yapabileceğimiz anlamına gelir. Neyse, bu akıl yürütmeyi burada bırakayım…
- Ayşe Çavdar‘ın diğer yazılarını okuyun.