CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun başörtüsü çıkışına kimler neden karşı çıkıyor?
Ruşen Çakır yorumluyor.
Oku: Kılıçdaroğlu’ndan “başörtüsü” mesajı
Oku: Kılıçdaroğlu kanun teklifini duyurmuştu: Yasaklardan genelge yoluyla çözüme Türkiye’de başörtüsü sorunu
İzle: Kılıçdaroğlu başörtüsü videosuyla bize aslında neler söyledi?
Oku: Başörtüsü tartışması | Erdoğan’dan Kılıçdaroğlu’na anayasa değişikliği çağrısı
Oku: Başörtüsü tartışması | Erdoğan’ın çağrısına CHP’den ilk yanıt
Oku: Başörtüsü tartışması | HDP: “Anayasal değişikliğe varız, tüm ayrımcılıkları silecek bir anayasa maddesi yazalım”
İzle: Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | Başörtüsü tartışmasını kim kazandı?
İzle: Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışına karşı oluşan koalisyonda kim kimdir?
Oku: Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’ın aile düzenlemesine ret, başörtüsünde ısrar: “Bu riski almak zorundayım, başarılı olur muyum bilmiyorum ama deneyeceğim”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Pazartesi akşamı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun o 3 dakikayı biraz aşan videosunu, başörtüsü üzerine videosunu ilk izlediğimde değişik bir şey olduğu, farklı bir şey olduğunu tabiî ki anladım. Ama olayın bu kadar büyüyeceğini açıkçası kestiremedim. Bu da benim başörtüsü sorununu yıllardan beri bir şekilde tâkip etmiş, bu konuda baştan îtibâren başörtüsü yasağına karşı bir duruşa sâhip birisi olduğum için, belki bana normali söylemesi olarak gelmişti. Fakat ardından, hele bir de bu yasa teklifi hâline getirilince, salı günü yaşananlar, getirilen tepkiler, Erdoğan’ın çarşamba günkü yani dünkü grup toplantısıyla olay bambaşka bir yere doğru evrildi ve iyi de oldu. Sonuçta bu tartışmanın bence Türkiye’nin yarârına olduğu kanısındayım. İyi bir tartışma oldu. Sürüyor ve bu tartışmada sesi en çok çıkanların Kılıçdaroğlu’nu eleştirenler olduğunu görüyoruz. Yaptığı hareketin yani çıkışın doğru olduğunu, doğru olabileceğini söyleyenler azınlıkta kalmış gibi gözüküyor. Ama genellikle özellikle sosyal medya ortamına bakıldığı zaman, sesi gür çıkanların çoğunluğu temsil ettiği yolunda bir yanlış inanış var. Genellikle şöyle şeyler de olabiliyor: Sayıları çok olmasa bile, yaşanan gelişmelerden rahatsız olanlar çok daha yüksek sesle bağırıyorlar, îtiraz ediyorlar ve sanki onlar sayıca çokmuş gibi bir durum ortaya çıkabiliyor. Bu olayda da açıkçası bu kadar birbirinden farklı kesimin îtiraz etmesine rağmen, değişik açılardan –ki birazdan ona bakacağız– ben Kılıçdaroğlu’nun yaptığının hiç de fenâ olmadığını, en azından kötü olmadığını düşünenlerin sayısının yabana atılmayacak kadar çok olduğu kanısındayım ve bu konuda sağdan soldan yaşadığım birtakım örneklerden, bana gelen birtakım tepkilerden bunu görüyorum, seziyorum. Ama tabiî ki kamuoyu araştırmacıları muhtemelen önümüzdeki günlerde bu konuda birtakım sorular da sorar ve bâzı sonuçları da orada görebiliriz.
Şimdi ortada acayip bir koalisyon var. Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışına karşı, yaptığının yanlış olduğunu söyleyen bir koalisyon var. Yayına girmeden önce not almaya başladım; ”Kimler, neden îtiraz ediyor?” diye. Bir çırpıda on kalem yazdım. Sonra iki tâne daha ekledim. Sonra vazgeçtim, daha fazla eklemeyeyim diye. Çünkü zorlasam herhalde 20-25’e kadar gider. Bu kalemlerin her biri farklı farklı kalemler. Kimisi siyâseten, kimisi başörtüsü meselesiyle ilgili duruş farklılığı, kimisi metodolojide îtirazlar şeklinde. Şimdi uzatmadan girelim.
İlk başta tabiî ki Kılıçdaroğlu’nu sevmeyenler var. Kılıçdaroğlu’nun özellikle aday olmasını istemeyenler, muhâlefetin adayı olmasını istemeyenler var. Bu kişilere göre Kılıçdaroğlu muhâlefetin adayı olursa kesinlikle kaybedecek, iyi bir aday olamayacak, seçilebilecek bir aday değil. Ama kendisi çok istiyor, kendisini dayatıyor; dolayısıyla onu bu işten vazgeçirmek lâzım diye düşünenler var ve yaptığı işleri de bu konuda, adaylığını güçlendirme konusunda –ki başörtüsü çıkışını da kesinlikle böyle düşünmemiz doğal; bu çıkışla berâber adaylık iddiasını artırmak istedi Kılıçdaroğlu, bu çok açık–, bu tür çıkışları da eleştirerek onu adaylıktan vazgeçirmek isteyenler var. Bunların sayısı hiç yabana atılmayacak kadar fazla. Tabiî bir de muhâlefette olmayıp Kılıçdaroğlu’nu sevmeyenler var. İktidardakilerin büyük bir kısmı zâten böyle. Erdoğan zâten en önemli râkibi olarak, düşmanı olarak Kılıçdaroğlu’nu resmediyor. Orada ilginç bir şekilde, Kılıçdaroğlu’nu sevseler de sevmeseler de onun aday olmasını muhâlefetten istemeyenlerle, iktidârdaki Kılıçdaroğlu sevmezler bu olayı eleştirmekte birleştiler. Tabii ki eleştiri yönleri farklı. İktidârdakiler genellikle Erdoğan’ın yaptığı gibi, Kılıçdaroğlu’nun samîmî olmadığını söylüyorlar. Ama muhâlefette Kılıçdaroğlu’nu sevmeyenler ise, kabaca bu yaptığının Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdüğünü söylüyorlar. Şimdi birinci kalem bu.
İkinci kalemde tabiî ki başörtüsünden hoşlanmayanlar var. Yani zamânındaki başörtüsü yasağına îtiraz etmeyenler, hattâ destekleyenler var ve bunların büyük bir kısmının da siyâsî parti olarak CHP’ye yakın olduklarını da tabiî ki biliyoruz, geleneksel olarak. Kılıçdaroğlu da zâten kendisi zamânında bu konuda, Erdoğan’ın videolarını da gösterdiği gibi açık pozisyonlar almış birisi. Kılıçdaroğlu’nun bu özeleştirisini, bu kendi geçmişiyle hesaplaşmasını ve bir anlamda helâlleşmesini kabul etmeyenler, başörtüsü konusundaki geçmişteki uygulamaların pekâlâ doğru olduğunu savunanlar ve dolayısıyla buna bir anlamda ideolojik olarak karşı çıkanlar var.
Başörtüsü bağlamında bakıldığı zaman, bir diğer kesim var –ki sayıları hiç az değil–; bunlar da zâten Türkiye’de böyle bir sorunun kalmadığını savunuyorlar. Bittiğini savunuyorlar –ki bunlardan birisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilginç bir şekilde–; hattâ bâzıları başörtüsü sorunu kalmadığı gibi, başörtülülere pozitif ayrımcılık yapıldığını ve başı açıklara bu iktidar döneminde kötü muamele edildiğini yer yer, işe alımlarda özellikle devlette, söylüyorlar — ki bu konuda çok sayıda örnek muhakkak var. Ama Kılıçdaoğlu’nun bu çıkışının, bu iktidârın bugünüyle ilgili değil de uzun vâdeli bir yasa önerisi olduğunu unutmamak lâzım. Bu iktidarda başörtülüler sıkıntı yaşamıyor olabilir; ama şu hâliyle bakıldığı zaman, de facto (fiilî) bir durum bu; yani olay kanunla düzenlenmiş değil, yasal olarak ya da anayasal olarak düzenlenmiş bir durum değil. Yarın öbür gün iktidar değiştiğinde pekâlâ yeni bir iktidar başörtülülere, özellikle kamuda çalışanlara yönelik birtakım engeller çıkartabilir. Şu anda tabiî ki uzun bir süredir sorun çözülmüş gibi gözüküyor — ki AKP iktidârının ilk yıllarında böyle değildi. Bunu adım adım hayâta geçirdi Erdoğan. Şu anda çözülmüş gibi görünüyor; ama Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi bu olay yasal olarak bir garanti altına alınmış değil. Bu üçüncü îtiraz.
Sonra meselâ yine başörtüsü bağlamında bir başka îtiraz: İran’da insanlar zorunlu başörtüsüne, hicâba karşı ayaklanırken, “Türkiye’de bunu, yani başörtüsü serbestisini yasallaştırmanın ne âlemi var?” gibi bir benzetme yapıyorlar. Şimdi ilk bakışta çok anlaşılır bir benzetme gibi geliyor. Ama burada şöyle bakmak lâzım: İran’daki resmî devlet anlayışının başörtüsünü zorunlu dayatmasıyla, bir zamanlar Türkiye’deki devlet anlayışının başörtüsünü yasaklaması arasında perspektif olarak çok da fark yok. Dolayısıyla özgürlükçü bir perspektife sâhipseniz ya da özgürlüklere saygılı biriyseniz, İran’da zorunlu başörtüsüne karşı mücâdele edenlerin ve Türkiye’de de pekâlâ başörtüsü yasağının bir daha olmamasını savunanların yanında olabilirsiniz. Yani İran’da yaşananlarla burada Kılıçdaroğlu’nun çıkışını geçersiz kılma anlayışının çok mantıklı olduğu kanısında değilim.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Siyâsî olarak bakıldığında bir de –özellikle İşçi Partisi’nden sözcüler bunu çok yaptı, onun dışında sosyalist soldan bâzı kişiler de yapıyorlar– bir tür gericilikle mücâdele ya da İslâmcılık’la mücâdele perspektifinde bakıp îtiraz ediyorlar. Meselâ Ahmet Şık’ın bir sözü var: “Sağcılığa karşı sağcılaşarak mücâdele edemezsiniz”. Şimdi buradaki mesele ilk başta doğru gibi geliyor; ama Ahmet kusura bakmasın, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışını sağcılık olarak anlamak doğru değil. Yani başörtüsü serbestisini yasal bir zemine oturtmayı istemek sağcılık değil; bir özgürlükçü perspektiftir. Doğrudur yanlıştır, bunu insanlar tartışabilir; ama sağcılık değil bu. Sağcılığa karşı mücâdelenin yolu, sağcıların elindeki birtakım kozları almak olabilir – ki bana göre, başarılı oldu ya da olmadı, olabilir ya da olmayabilir o ayrı bir husus; ama Kılıçdaroğlu’nun bu başörtüsü silâhını, bir anlamda “oyuncağı”nı, Erdoğan’ın ve diğer İslâmcı iddialı kişilerin elinden alması bence akıllıca bir hamle. Tekrar söylüyorum: Başarılı olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu. Ama bu çoktan alınması gereken bir tavırdı. Daha yıllar öncesinde, bu yasak ortaya çıktığı zaman, üniversitelerde olduğu zaman, solun güçlü bir şekilde bu yasağa karşı bir duruş sergilemesi söz konusu olsaydı, belki Türkiye’de birçok şey farklı yaşanırdı. Ama o târihlerde kendini solda tanımlayan çok az sayıda insan bu çıkışı yapabildi. Sağcılaşma korkusuyla insanlar genellikle bu konuda yasağa karşı aktif tavır almamayı tercih ettiler. O günleri yaşayanlar, bizzat yaşayanlar bilir. Dolayısıyla bunu İslâmcılık’la, siyâsal İslâmcılık’la bir müzâkere olarak tanımlamak –ki Sera Kadıgil’in bir videosunu görüyorum, galiba Meclis’te basın toplantısında yapmış–, burada başörtülü kadınların kamuda başörtüleriyle çalışması hakkını yasal düzenleme altında garantiye almanın, siyâsal İslâmcılık’la bir pazarlık olduğu kanısında değilim. Şunu özellikle vurgulamak lâzım, artık bunu insanların bilmesi lâzım: Her başörtülü İslâmcı değil — ki örneğin Konya örgütünün görüntülerini biliyoruz, biz de haber yaptık, İşçi Partisi’nde de başörtülüler var, CHP’de de var, TKP’de de var, başka yerlerde de var. Dolayısıyla başörtülü olduğunda İslâmcı oluyor diye bir şey yok. Tabiî ki İslâmcı kadınların neredeyse hepsi başörtülü; ama başörtülü herkes İslâmcı diye bir şey yok. Başörtüsünü takma özgürlüğünü savunmanın da İslâmcılığı savunmak gibi târif edilmesi çok doğru değil.
Bir başka husus, işte başta söylediğim: “Bu, Erdoğan’ın işine yarar”cılar. Bunu dünkü izleyicilerle yaptığımız yayında da tartıştık. Birçok kişi Erdoğan’ın bu çıkışını, Kılıçdaroğlu’nun verdiği pası gole çevirmek olarak tanımladı. Ben de tam tersini düşünüyorum. Çok rahatsız olduğunu, çok öfkeli olduğunu, öfkeli olmasının nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. Ama benim gibi düşünenlerin sayısı çok fazla çıkmıyor. Daha fazla çıkanlar diyorlar ki: “Erdoğan yine yaptı yapacağını. Bu fırsatı yakaladı. Unutulmuş olan, uyumuş olan devi uyandırdı Kılıçdaroğlu. Başörtüsü sorununu Erdoğan’a hediye etti.” Böyle değil. Burada esas husus şu, hep söylüyorum, tekrâr söyleyeceğim: Muhâlefetin içerisinde çok güçlü bir damar var, Erdoğan’a sâhip olmadığı bir gücü atfediyorlar. En zor anlarında Erdoğan’ın yardımına da en çok bunlar geliyor. Erdoğan’ın can havliyle yaptığı hamleleri, Erdoğan’ın stratejik dehâsıyla vs. açıklamaya çalışıyorlar — ki dünkü grup toplantısı, Erdoğan’ın stratejilerinin nasıl kolaylıkla çökebileceğini bize göstermişti. Ama birçok kişi tam tersini düşünüyor ve Erdoğan’ı yüceltiyorlar. Tabiî kendi taraftarları içerisinde de böyle düşünenler var. “Reis bunu çok iyi kullandı” diyenler var. Ama onlardan çok daha fazla ve daha güçlü bir şekilde kendini muhâlefet içerisinde tanımlayanlar var.
Bir diğer husus tabiî ki, “Bunun zamânı mıydı?” diyenler var. İşte, ekonomi konuşmamız gerekirken, sansür yasasını konuşmamız gerekirken vs.. Yani zamanlamayı yanlış bulanlar var. Bu tartışılabilir bir husus. Kılıçdaroğlu bunu niye bu zamanda yaptı, daha önce yapmadı ya da daha sonraya bırakmadı meselesi, kendisinin bileceği bir husus. Ama şunu biliyoruz ki Kılıçdaroğlu zâten başörtüsü konusunda, zamânındaki yasak mağdurlarıyla buluşarak, ederek zâten bunu sürekli dile getiriyordu. İlk defâ somut bir örnek dile getirmiş oldu. Dolayısıyla bunun zamanlaması mesele olabilir; ama bu tür doğru zamanlama mı tartışması bitmek bilmez bir tartışma olur. Bu çıkışın özünü değil de sâdece zamanlamasını tartışarak, çıkışa karşı çıkmanın çok anlamlı olduğu kanısında değilim. Zamanlamaya karşı çıkanlar şunu dese; “Yani iyi bir şeydi, ama keşke daha sonra yapsaydı” ya da “iktidâra geldikten sonra” ya da “önce yapsaydı”. Böyle diyen yok. “Hem yanlış zaman hem de yanlış çıkış” diyen yok. Sâdece zamanlama diyerek tartışmayı dar bir alana hapsetmek isteyenler var.
Tabiî bir de çok yaygın –bu iktidar ya da muhâlefet cenâhında fark etmiyor–; olay eninde sonunda kadınları ilgilendirdiği için bu olaya mesâfeli bakan, bundan rahatsız olan, erkek egemen bir bakış var. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Zâten ben dâhil, bu konuda en çok konuşanların çoğunun erkekler olması da zâten bu durumu gösteriyor. Maalesef böyle bir durumumuz var.
”Gerçek gündem bu değil”ciler var tabiî ki. İşte bu, “Zamanlama yanlış” diyenlerle biraz daha benzeşiyor. Ama gerçek gündem ne? Sansür yasası, ekonomik sorunlar vs.. Yani şimdi bu konulara hiç değinmiyor olsalar, bu konularda hiçbir şey yapmıyor olsalar anlaşılacak bir şey. Ama “Gerçek gündem bu değil” diyenlerin büyük bir kısmı, bu konunun gündeme getirilmesinden rahatsız olan kişiler. Bu rahatsızlıklarını açıklamak yerine, “Gerçek gündem şudur” diyerek olayı, tartışmayı başka bir yere taşımaya çalışıyorlar ve sonra söyledikleri her şey de doğru tabiî ki. Yani meselâ bir sansür yasası, yoksulluk vs. bunların hepsi doğru; ama bu taraftaki bu olay da doğru. Hangisi gerçek gündem, hangisi sun’î gündem? Zor bir iş. Bir de şöyle bir husus var, bunu özellikle vurgulamak lâzım: Genellikle sun’î gündem yaratma iddiası, güçlü olana atfedilir — yani iktidâra, Erdoğan’a. Burada ana muhâlefet liderine ve Altılı Masa’nın ana aktörüne bu atfediliyor. Bu başlı başına değişik bir olay. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Artık Kılıçdaroğlu, gerçek ya da sun’î gündem belirleyebiliyor. Bu yakın zamâna kadar çok olabilen bir şey değildi ve bu yönüyle de olaya bakmakta sanki yarar var.
Bir başkası: “Buradan oy alamaz”. Yani: “Bunu yapıyor; ama ne olacak? Bu kişiler zâten Kılıçdaroğlu’na oy vermez”. Vermeyebilir. Bunu başka yayınlarda da söyledim. Hattâ tam tersine, Kılıçdaroğlu’na karşı öfkeleri daha da artabilir, başörtüsünü kendisinin meselesi olarak görenlerin bâzıları. Ama büyük ölçüde, CHP’ye oy vermeseler bile Altılı Masa’nın partilerine yönelmekte tereddüdü olanlar var — şunu da söyleyelim özellikle: meselâ Gelecek, DEVA, hattâ İYİ Parti’ye, Saadet Partisi’ne oy vermeyi düşünüp; ama sırf CHP ile ittifak yaptıkları için vermekten çekinenler için bir gerekçe ortadan kalkmış oluyor. Yani, “Başörtüsü düşmanlarıyla birlikte hareket eden bir partiye niye oy vereyim?” argümanı artık ellerinden alınmış durumda. Şunu belki derler tabiî, Erdoğan’ın dediği gibi: “Böyle diyor, ama ben samîmîyetine inanmıyorum”. Bunu diyen insanı zâten Kılıçdaroğlu ağzıyla kuş tutsa da hiçbir şekilde inandıramaz.
Tabiî ki “Gerçek laiklik bu değil” diyenler var. Bu çok eski bir tartışma. Yani, gerçek din bu değil gibi, gerçek laiklik bu değil diye de bir şey var. Herkesin farklı farklı laiklik yorumları olabilir. Ama burada temel olan, özgürlüğü temel almayan bir laiklik anlayışının Türkiye gibi ülkelerde başarılı olma şansı yok zâten. İşte burada, hem Kılıçdaroğlu’nun laiklik savunusuna kimsenin bir îtirazı yok; ama bunun yanına bir de başörtüsü serbestliğini eklemesi ve bunun yasal bir zemine kavuşturulmasını söylemesini o laik duruşuyla bağdaştıramayanlar var. Orada kafaları karışık ve laiklik üzerinden bir eleştiri geliştirmeye çalışıyorlar. Pazartesi gününden bu yana şunu gördüm, özellikle dün çok yoğunlaştı: Başörtüsü meselesini ciddî bir şekilde yaşayan, doğrudan yaşayan, kendileri ya da yakınları doğrudan bundan mağdur olmuş ve sonradan değişik nedenlerle AKP iktidârıyla kopuş yaşayan kesimlerde, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışına karşı çok samîmî bir destek gözlemledim. Bu bence çok önemli, çok değerli. Çünkü Türkiye’de, sayılarının ne kadar olduğunu, nicelik olarak ne kadar olduğunu bilmiyorum, ama nitelik olarak çok değerli olan bir kesim insan buradaki bu çıkışın bence önemini anlamış durumda ve bayağı bir kalabalıklara karşı güçleri yettiğince bunu savunmaya çalışıyorlar. Şimdi doğrudan kendi meseleleri olduğu için bunu bir savunma refleksiyle yapıyorlar, siyâsî bir duruş olarak yapıyorlar. Sayıları az gibi gözüküyor; ama etkilerinin tahmin edilenden daha fazla olduğunu düşünüyorum. Ben bir gazeteci olarak gördüğümü anlatmakla mükellefim. Ama bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, herkesin hak ve özgürlüklerini savunmaya çalışan birisi olarak, dün olduğu gibi bugün de başörtüsü meselesinin, tıpkı Kürt meselesi gibi, tıpkı Alevî meselesi gibi insanların sâdece kendilerine mi demokrat olduklarının, yoksa herkes için mi demokrasi, özgürlük istediklerinin anlaşılmasında, turnusol kâğıdı işlevi gördüğünü görüyorum. Başörtüsü meselesi hep böyleydi. Bugün hâlâ böyle. Yine bunu gördük. Gerçekten bu olay gündeme geldiği zaman, kimin ne kadar, hangi sınıra kadar özgürlükçü olduğu, kimin ne kadar “gerekirse bâzı şeyleri de sınırlamak pekâlâ olabilir”ci olduğu, kimin ne kadar özgürlüklerin kısıtlanmasına birtakım metodolojik ya da siyâsî vs. argümanlar bulduğunu bir kere daha gösterdi. Kılıçdaroğlu bunu niçin yaptı? Tabiî ki adaylığını güçlendirmek için yaptı. Tabiî ki aday olursa seçilme ihtimâlini artırmak için yaptı. Ama orada, bir süredir söylediği, o videoda da söylediği bir özeleştiri boyutunu ben önemsiyorum. Buna yine birileri, bana çok yaptıkları gibi, “romantizm” diyebilirler. Ama bu tür konularda, bu tür duruşların bence bir değeri var. Bu değeri birtakım siyâsî ya da teknik argümanlarla, işte “Zamânı mı?” vs., “Orada şu varken, bu varken” vs. gibi îtirazlarla etkisizleştirmeye, silikleştirmeye çalışmanın çok doğru olduğu kanısında değilim.
Tekrar şunu vurguluyorum: Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının karşısına birbirinden farklı ve birbirinden hazzetmeyen insanların bir araya geldiği garip bir koalisyon ortaya çıkmış olabilir ve bunların baskın olduğu düşünülebilir. Fakat genellikle bu tür olaylarda –başta söylediğimi tekrarlamak olacak ama– sesi çok çıkmasa da bu tür olayları daha soğukkanlı bir şekilde sağduyulu bir şekilde değerlendirenlerin ve buradan Türkiye’nin daha özgür, daha demokratik bir ülkeye evrilmesi için bu tür çıkışlara değer atfedenlerin sayısının da hiç azımsanmayacak kadar çok olduğu kanısındayım. Bu, seçimlere yansır yansımaz, bilmiyorum. Olaya sâdece seçimlere yansımak olarak bakarsak, oy artırımı olarak bakarsak, birçok şeyi bambaşka şekilde değerlendirmemiz ve tamâmen ucuz popülizm üzerinden birtakım çıkışların propaganda malzemelerini gündeme getirmesi gerekir. Bâzı durumlarda daha serinkanlı, soğukkanlı ve toplumun tüm kesimlerini, ayrım gözetmeksizin, kimseye ayrıcalık tanımadan; ama kimseye karşı da ayrımcılık yapmadan duruş sergilemenin önemi olduğu kanısındayım ve bu anlamıyla Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının bir anlamıyla çok, başta sanmadığım kadar târihsel bir önemi olduğunu düşünüyorum ve çıkışın karşısındaki bu acayip koalisyonun da Türkiye’de işlerin ne kadar zor olduğunu bize bir kez daha gösterdiği kanısındayım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.