Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Enflasyonla mücadele başka bahara kaldı

Perşembe günü yine bir telaş aldı bizleri. TCMB Para Kurulu üyeleri yeni faiz kararını açıklamak için tekrar bir araya geldi.

Bilmiyorum artık çok merak eden kaldı mı TCMB’nin faiz kararını. Geçtiğimiz aylarda kamuoyuna yaptığı yazılı açıklamalarla son derecede net bir şekilde pozisyonunu ortaya koydu TCMB bu konuda.

Dünyada girişilen faiz artırımlarının yol açtığı durgunluktan kaçınmak istediğini, ekonominin büyüme ivmesinin yavaşlamasına izin verilmeyeceğini son derecede açık bir şekilde söyledi. Bundan sonra TCMB’nin bu düşüncesinden vazgeçmesi için bir sebep de ortaya çıkmadı. Bu koşullar altında bankanın faizleri tekrar düşürmesi neredeyse kesin gibiydi. Hatta yılsonuna kadar yüzde 10’ların altına düşmesi bile beklenebilir. 2023 yılında ne olacağı ise, “Allah kerim”.

Aslında yazmak istediğim konu bu faiz kararı değil. Zira TCMB’nin faiz kararları benim için tüm heyecanını yitirdi. Yazılı yapılan açıklamaları bile sadece mesleki meraktan takip ediyorum. Açığa düşmemek için.

Banka enflasyonla mücadeleyi terk edeli çok oldu. Kendisine başka alanlarda başka uğraşı konuları buldu. Örneğin cari açıkla nasıl baş edilmesi gerektiği konusunda politikalar sunmaya başladı kamuoyuna. Önerilen bu politikalar sonuçta enflasyon üzerinde etkili olmasa da bu problem önümüzdeki günlerde Türkiye için ciddi sorun teşkil etmeye aday.

Bugün iktidar ve ekonomik kurumlar yaşadığımız enflasyona tahammül gösterirken, gerek seviyesi, gerekse beklentiler bakımından enflasyonun giderek katılaşmasına şahit oluyoruz. Seçimler sonrasında iktidarda kim olursa olsun, siyasi istikrar arayışında olacak bir iktidar için çözüme kavuşturulması gereken en önemli sorun olarak karşımıza çıkacaktır.

Mevcut iktidar büyüme bakımından dünyadaki diğer ülkelerden farklı bir yol izleyebilir. Ama bugün her iki faiz politikasının da yol açacağı gelir dağılımı ve yoksulluk sorunları tüm dünyada aynı.

En son FED’in faiz artırımlarının gelişmekte olan ülkelerdeki hükümet bütçeleri üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerin yoksulluk ve gelir dağılım ile mücadele çabalarını aksatmasından endişe duyulduğu tüm dünya kamuoyu ile paylaşılmıştı. Birleşmiş Milletler’in ve IMF’nin bu konudaki uyarıları dikkate değer.

Bizde ise faizler artmıyor, aksine düşüyor. Ama gelir dağılımı ve yoksulluk bakımından benzer endişeler bizlerde de var. Zira düşük faizli mali kaynaklara erişimde yaşanan asimetri ülkede ciddi oranda servet transferine yol açıyor. Düşük faiz uygulamasının sonucu olarak kurlarda meydana gelen istikrarı sağlamak için başvurulan Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulaması da ülkede sayıları 700-800 bin civarında olan büyük mevduat sahibine Hazine ve TCMB üzerinden kaynak aktarılmasına neden oluyor. Maalesef seçimlere giderken yaşadığımız tüm bu olaylar, seçim sonrası iktidarı eline geçirecek olanların ivedilikle çözmeleri gereken sorunları oluşturuyor.

Bu bağlamda ekonomik sorunlarımız arasında enflasyonun en acil çözüm bekleyen ekonomik sorunumuz olduğuna bir kez daha dikkat çekmek isterim. Gelir dağılımı ve yoksulluk bağlamında da enflasyon seçim sonrası dönemin önemli sorunlarından biri olacaktır.

Enflasyonla mücadele politikalarının geniş halk kitleleri bakımından önemi genel olarak bu politikaların “reel ücretlerde” düşüşe yol açan etkilerinin olmasıdır. Herhangi bir iktidar namzeti siyasi parti enflasyon ile mücadele ederken, reel ücretlerdeki düşüşü nasıl kontrol edeceği konusunda net olmak zorundadır. Hele bir de ülkenin gelir dağılımı ve yoksulluk sorunları bu denli acil hale gelmişken… Bu sorunun muhatabının sadece iktidar olmadığı, aynı zamanda iktidarı değiştirmeye aday muhalefetin de bu soruya kayıt kalması düşünülemez.

Sadece soruyu sormakla yetinmeyelim. Aynı zamanda bu konuda bir-iki düşüncemizi de paylaşalım.

Elbette bu konuda TCMB’nin “bağımsızlığının” sağlanması ve uygulanacak para politikasının tercihinde siyasilerin etkinliğinin kırılması en başta yapılması gerekenlerden. Bu yapıldıktan sonra ardından ekonomik ve siyasi birtakım çıpaların oluşturulmasına gerek duyulacaktır. Bu çıpalar enflasyonist beklentilerin kontrol edilebilmesi bakımından son derecede önemlidir.

2000’li yılların başında siyasi çıpalarımız çoktu. Tek parti iktidarı, AB’nin verdiği destek ve üyelik yolunda atılan demokratikleşme adımları ve tabii IMF ile yürütülen stand-by anlaşması. Tüm bunların yanında, önce örtük olarak, sonra açık olarak yürütülen “enflasyon hedeflemesi”. Bir de bunlara ek olarak, uluslararası mali sistemde mevcut ucuz ve kolay erişimli mali kaynaklar o günlerdeki enflasyonu düşürme çabalarında önemli rol oynamış; oluşacak sosyal maliyetlerin düşük tutulmasına olanak sağlamıştır.

Şimdi bunların hiçbiri yok maalesef. Kendi başımızayız artık. Belki bir ihtimal IMF gibi bir kurumla anlaşmaya varıp, uygulayacağımız politikalara onun sağlayacağı kredibiliteden yararlanabiliriz. Ama bunun da ciddi bir siyasi maliyeti olacaktır içeride, geçmişten farklı olarak. Zira 2001 krizi sonrasında o maliyeti AKP değil ama ondan önce iktidarda olan partiler ödemişti.

Eğer seçimler Altılı Masa bileşenleri tarafından kazanılırsa, seçim öncesi yürütülen işbirliğinin seçim sonrasını da kapsayacak şekilde sürdürülmesi siyasi manada önemli bir çıpa olabilir. Bu bağlamda yürütülen işbirliğinin ülkenin ekonomik geleceği bakımından da çok önemli olduğunu belirtmek isterim. Tüm siyasi yorumlara rağmen, bu birlikteliği sadece seçime yönelik bir birliktelik olarak görmek doğru olmayacaktır.

Kanımca bu mücadeledeki çok önemli bir husus da mücadelede “kararlılıktır”. Enflasyonla mücadelede hiçbir tereddüt göstermeden, zikzaklar çizmeden, kararlılık göstermekte yarar var. Özellikle seçim sonrası ortaya çıkabilecek parçalanmış siyasi tabloda, iktidara gelecek kadroların enflasyonla mücadelede zaaf göstermesi mümkündür. Siyasi öncelikler ekonomik zaruretlerin önüne geçebilir. Geçmişte benzer siyasi koşullarda bu hep böyle oldu. Bu tarz tereddütler mücadelede ciddi inanırlık sorunu yaşanmasına yol açar ve enflasyonist beklentilerin kontrol etmek zorlaşır.

Bu konuda izlenebilecek yol enflasyonu hızlı bir şekilde düşürmektir. Bu mücadeleyi zamana yaymak, yukarıda dikkat çektiğimiz siyasi önceliklerin zaman içinde önem kazanmasına yol açarak, mücadeleyi zayıflatacaktır.

Enflasyonla mücadele yürütülürken yapılması gereken bir diğer önemli husus ise, bir miktar TL’nin değer kazanmasına izin vermektir. Özellikle ekonomideki katma değerin yüzde 60’ını üreten ve istihdamın da yine yüzde 50’den fazlasını sağlayan hizmet sektörünü canlandırmak ve bu sektörlerdeki faaliyetlerin karlılığını yükseltmek için gereklidir. Bir yandan bu şekilde değerlenen TL, ithalat maliyetleri üzerinden enflasyonu azaltıcı etkiye yol açarken, diğer yandan gelir dağılımı ve yoksulluk gibi sorunların toplumda yaratacağı baskıları azaltmak da kolaylaşacaktır.

Bu konuda gelecek itirazların başında elbette ülkenin ihracat gelirlerine olan ihtiyacının yüksek olmasıdır. Düşük kurun ihracat arttırıcı etkisi ile ihtiyaç duyulan dövizin temin edilmesi çok daha kolay görülebilir.

Ancak burada meydana gelecek döviz geliri kaybı, TL’nin değer kazanmasını sağlayacak sermaye girişleri ile kısa dönemde telafi edilebilir. Sermaye girişleri açısında da iyimser olmak çok zor değil. Yeter ki ekonomi yönetimindeki anlayışın değişmesi gerçekleşsin. Uzun dönemde ise sanayide kur rekabetinin yerine verimlilik artışlarıyla sağlanacak rekabet üstünlüğünün ve verim artışlarının yer alması yeni siyasetin önceliği olmalıdır. Bu olmadığı takdirde sürdürülebilir bir “gelirler politikasının” uygulanabilmesi zordur.

Ekonomi yönetiminde sergilenecek tarz ve yönetim pratiklerinin artan tahmin edilebilirliği ve kurumlara sağlanan bağımsızlık kısa dönemde yabancı yatırımcılar nezdinden güven kazanmanın ve ülkeye sermaye girişinin aracı olacaktır. Bu da TL talebinin artmasına neden olacaktır.

Ayrıca bugün itibariyle toplam mevduatın yüzde 50’sini aşan döviz mevduatlarının da TL’ye dönmesi beklenebilir. Tüm bu gelişmeler başarıldığında, TL’nin talep görmesi ve neticede değer kazanması mümkündür. Bu ithal girdileri ucuzlatarak hem enflasyonu azaltıcı etki yapacak, hem de ülkede gelir ve istihdam kaynağı olan hizmet-ticaret-inşaat gibi içeriye dönük faaliyetlerin toparlanmasına olanak sağlayacaktır.

Unutulmamalıdır ki, ülkemizdeki toplam gelirin yüzde 46’sı ücret gelirleri, yüzde 20’lere varan oranı da müteşebbis gelirlerinden oluşmaktadır. Bu iki gelir kaynağı ülkemizdeki en önemli gelir kaynakları arasında olup, gelir dağılımı ve yoksulluk problemleriyle mücadelede üzerlerine politika geliştirilmesi gereken gelirlerdir.

Maalesef bugün Türkiye’deki siyaset uzun erimli bir bakış açısı sergilemekten uzak. Her şey günlük ve duruma göre reaksiyonel. Durum böyle olunca yönetimin tahmin edilebilirliği ortadan kalkmaktadır. Her şeyi iktidarın belirlediği bir ortamda, ekonomik öngörüde bulunabilmek zorlaşıyor. İktidarın gündem belirleme tekelini kırmadan, enflasyonla mücadele ve diğer ekonomik sorunlar konusunda ciddi politika önerilerinin görünür olması da çok mümkün görünmüyor. Bu muhalefetin aşması gereken bir zorluk.

Ancak her şey bir yana, ülkemizdeki enflasyon son yılların en yüksek seviyesine çıkmış durumda ve kontrolden çıkmak üzere. Elinde uygulayabileceği çok aracı kalmayan iktidar, bu sorunları muhalefet ile işbirliği yaparak çözme iradesi göstermediği müddetçe, yapılacak herhangi bir mücadelenin hızlı sonuç vermesi de mümkün değil. Hele de böyle bir dünya ekonomisinde. Zira böyle bir mücadelenin doğuracağı maliyetlerin demokratik yollarla belirlenen bir iktidar tarafından, tek başına göğüslenebilmesi çok zor.

Siyasi ikbal hırslarından arınarak, enflasyonla mücadelede böyle bir işbirliği arayışına girişmek gerçek manada bir “liderlik” göstergesidir. Bugün ihtiyaç duyduğumuz işte bu liderliktir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.