Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: “Dar alanda kısa paslaşmalar”

“Hayat fena halde futbola benzer…”. Bugünlerde Katar’da yapılmakta olan Dünya Kupası bize sadece hayatın değil, siyasetin de futbola “fena halde” benzediğini, hatta futbolun siyasetin ta kendisi olduğunu da hatırlatıyor. Hayattaki birçok şey gibi futbol da baştan aşağıya siyasi, siyasetsizleştirmeye çalışsak da.

Dünyanın en elit profesyonel futbolcularının bir araya geldiği, maçların çoğu sıkıcı geçse de sona doğru heyecanın arttığı ve finalde zirveye ulaştığı bir tür futbol festivali Dünya Kupası. Oyuna ortalamanın bir “tık” üzerinde aşıksanız, yaşam öykünüzü Dünya Kupaları üzerinden anlatmanız mümkün. Benimki 1982 İspanya’yla başlayan –“Paolo Rossi, Paolo Rossi, gol gol gol”-, “Tanrının Eli” ile devam edip saat 9:00’da yapılan Türkiye maçı seyretmeyi içeren bir öykü… Bu öyküde 1994 ABD ve 2014 Brezilya gibi sıkıcı öyküler de var, 1998 Fransa gibi baştan aşağı heyecan fırtınası olanlar da var. Dört yılda bir televizyon karşısında onlarca maç seyrettikten final maçı sonrasındaki ayrılık hüznü, bambaşka bir duygu, futbolu “lümpen” sporu olarak görenlerin anlaması pek mümkün değil.

Öte yandan, hiçbir aşk insanın gözünü gerçeği göremeyecek kadar kamaştırmamalı. Futbol hiç de öyle saf ve temiz bir açık hava etkinliği değil, sonuna kadar kirlenmiş ve sonuna kadar da yozlaşmış bir ticaret. Futbolda hiç kirlenmemiş ne var diye soracak olsak, sanırım bulamayız. Futbolcusundan hakemine; yöneticisinden taraftarına kadar herkes bir şekilde çamura bulaşmış durumda, saflık açısından birinci sırada biz taraftarlar gelsek bile; futbol taraftarlığının fanatizm, ayrımcılık, cinsiyetçilik, homofobi, şiddet, birtakım ticari faaliyetler ve siyasi itibar tüccarlığıyla berelendiğini hatırlarsak masumiyetimizi sorgulamak gerekir. Bu kadar kirli bir iş sevilir mi, sevilir, bu da insanlık hali işte.

Katar’daki Dünya Kupası futbolun bütün bu hastalıklarından fazlasıyla mustarip ve kamusal tartışmamızın da tam ortasında yer alıyor. Başlayalım, öncelikle Dünya Kupası’nın Katar’a nasıl verildiği aşikar, çeşitli hukuki soruşturmaların da gösterdiği üzere Katar bu organizasyonu ülkesinde gerçekleştirebilmek için akla alınmayacak kadar çok rüşvet dağıtmış durumda… FIFA’nın kurulduğu ve palazlandığı günden beri akçalı işlerde hiç de şeffaf olmadığı ve bir dizi futbol oligarkının zenginleşmesine hizmet ettiği hep bilinirdi ancak Katar’a organizasyonun verilme süreci daha önce hiç görülmemiş bir yolsuzluk ağının harekete geçtiğini gösterdi. Bilmeyenler için, organizasyonların kime verileceğine FIFA’nın yönetim kurulu karar veriyor, şimdi biraz daha çeşitlilik içerse de Katar’a karar verildiği dönemde futbol konfederasyonlarını temsil eden yirmi iki kişiden oluşan bir komiteydi, şu anda yarısından fazlası rüşvetten dolayı yasaklı. FIFA bu suçlamalar sonrasında kendisini bir reforma tabii tutsa da yeni yapının kimseyi memnun edemediğini söyleyebiliriz.

Dünya Kupası’nın Katar’da yapılması konusundaki memnuniyetsizliğin bir başka sebebi de işçi ölümleri… Katar Dünya Kupası’nı organize edebilmek için elindeki tek stadı 300 milyon dolara yenilerken, yedi yeni stat da inşa etti. Ayrıca yüzden fazla yeni otel, tam bir metro sistemi ve hatta yeni bir kent de inşa edildi. Tabii ki bu inşaatlarda göçmen işgücü kullanıldı, şu anda çoğunluğu Güney Asya ve Afrika’dan olmak üzere iki milyondan fazla göçmen işçinin Katar’da çalıştığı biliniyor. Ortalama aylık geliri 200 ABD Doları olan bu işçiler “Kafala-Kefalet” sistemi adı verilen bir yöntem ile ülkelerinden getiriliyor, işçi kamplarında yaşıyor, iş değiştiremiyor ya da başka haklar talep edemiyor. Haddini aşan işçi, ülkesine gönderiliyor. Her ne kadar gelen eleştiriler nedeniyle bu sistem kaldırılsa da şartların iyileştiğini söylenemez. Ayrıca bu inşaat furyasında binlerce işçi yaşamını kaybediyor, bazı kaynaklar bütün işçi ölümlerini hesaba katıp 6 bin 500 işçinin öldüğünü öne sürerken, resmi otoritelere göre bu sayı sadece otuz yedi. Katar yöneticileri Dünya Kupası vesilesiyle işçilerin yaşam koşullarında kayda değer bir iyileşme olduğunu söyleseler de, konu işçi hakları meselesine asla gelmiyor.

Dünyanın yedi kıtası dört bucağından milyonlarca insanın akın ettiği Dünya Kupası’nın bir çeşitlilik ve hoşgörü festivali olduğu söylense de gerçek resim bundan biraz daha farklı. Geçmişe kıyasla tribünler daha az “sap” ve milli takımlar daha az “beyaz” ancak bütün farklılıklara açık bir ortam olduğunu söylemek mümkün değil. Katar yönetimi cinsel tercihleri olması gerekenden farklı olanlara karşı sert davranışıyla bilinen bir yönetim. LGBTİ bireyler herhangi bir hakka sahip olmadıkları gibi, homoseksüelliğin üç yıl hapis, bir de şimdilik uygulanmayan idam cezası var. Katar’da bu konuda herhangi bir “tolerans” yokken, Dünya Kupası organizasyonu için gelen turistlerin de ülkenin bu kültürel hassasiyetine saygı göstermeleri istendi, maçlarda gökkuşağı rengi flamaya bile izin verilmiyor. FIFA “kötü” bir şey yaşanmayacağı konusunda garanti verse de pek inandırıcı olamadı. LGBTİ haklarını yok sayması Katar’ın insan hakları konusundaki tek kusuru değil, düşünce özgürlüğü, kadın hakları ve işçi hakları konusunda da pek şefkatli olduğu söylenemez.

FIFA’nın çok umurunda olmasa da Katar bir demokrasi de değil. Resmi olarak meşruti monarşi olarak kayıtlara geçse de ilk genel seçimini 2021 yılında yapan ülkede parlamento pek bir şeye karışmıyor, bütün güç Katar Emiri’nin elinde. Belediye meclisi seçimlerine kadın ve erkekler aday olabiliyor ancak bu seçimler sürekli erteleniyor ve tavsiye etmekten öte bir gücü yok. Katar vatandaşları haricinde kimse oy kullanamıyor ayrıca siyasi parti kurmak da yasak. Katar’da gazeteler aynı manşetlerle çıkmalarıyla meşhur, Al Jazeera televizyonu küresel bir yayın ağına sahip olsa da dünya meselelerinde gösterdiği fikir çeşitliliğini kendi ülkesi için göstermiyor.

Katar, günümüzün bir distopyası olarak betimlenebilir. Demokrasiden, insan haklarından ve çeşitlilikten uzak bir ülke olarak modernleşmeyi sadece inşaat yapmak olarak gören ancak fikren reddeden bir vaha gibi gözükse de ülkenin doğalgazdan gelen akıl almaz zenginliği bu konuları dert etmeyen ya da edemeyen milyonlarca kişiyi ağırlıyor. Dünyanın “en bonkör” refah sistemine sahip, sağlık hizmetleri ücretsiz, emekli maaşları çok yüksek, devlet vatandaşlarına kira yardımı bile yapıyor; tabii ki bu sistem sadece vatandaşlara hizmet ediyor. Eğer demokrasi ve özgürlükler konusunu bir kenara bırakırsanız Katar’ın insani gelişmişlik derecesi çok yüksek, 42. sırada yer alıyor. Bu haliyle ülkenin özgürlüklerden feragat edip ekmeği tercih edenler için bir model ülke olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Tabii ki Katar’ın Dünya Kupası’nı ağırlamasından rahatsız olanların hepsinin itirazları bu konularda değil. Sosyal medya fırtınalarında da gözlemlendiği üzere Katar’ı eleştirmenin “oryantalizm”, “kolonyalizm” ya da “İslamofobi” olduğu iddia ediliyor. Organizasyon Rusya’da ya da Güney Afrika’da düzenlendiğinde ses çıkarmayanların, bir Müslüman ülke düzenlediği için rahatsızlık duyduğunu söyleyenler var. Vatandaşlar arasında gösteriler düzenlemek ya da maçları boykot etmek gibi eğilimler varken; siyasetçilerin gönül rahatlığıyla turnuvayı izlemeye gitmeleri de bir tür ikiyüzlülük olarak sunuluyor. Sosyal medya atışmalarının bir kısmının ırkçılığa kadar uzandığı da göz önünde tutulursa haklılık payı olduğunu da söyleyebiliriz. 

Çok kaba konuşacak olursak, nasıl zamanında Türkiye bir model ülke olarak Batı’da sergilendiyse, Katar da başka bir tür model ülke olarak dünya kamuoyuna sunulmuş diyebiliriz. Türkiye, medeniyetler çatışmasının tam ortasında bir “Müslüman demokrasi” olarak makbulken; Katar da o coğrafya için olabilecek en müreffeh devlet olarak pazarlanıyor, demokrasi ve haklar olmasa da ekmek var. Bu sunumun hayli ırkçı olduğu açık, öte yandan dünyanın geldiği hal de Avrupa’nın tam ortasında da ekmek için özgürlüklerden vazgeçecek milyonlar olduğunu gösteriyor bize. Binbir Gece Masalları’na gönderme yapacak olursak, cin bir kere şişeden çıkınca, kolayca geri dönmüyor. Katar bütün zenginliğiyle, Batı’daki yatırımlarıyla, kurduğu medya ve sportif faaliyet ağıyla dünya sisteminin bir parçası, Arabistan Yarımadası’na sıkışmış bir kabile devleti değil. Dolayısıyla “Orada olan, orada kalır” naifliğiyle davranmanın bedeli herkes için ağır olabilir.

Katar’daki Dünya Kupası için yapılacak fazla bir şey yok; sıradan taraftarlar için keyifli maçlar izlemeyi ummak haricinde. Bundan sonrası için ne yapılabilir, başka bir mesele… FIFA sürekli eleştirilerden ders aldığını söylese de herhangi bir radikal tavır değişikliği yapmaz. İsviçre’de kayıtlı bir dernek olarak uluslararası hukuk sisteminin, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumların müdahalesinden uzak. Zürih’ten başlayıp ülke federasyonlarına kadar uzanan kendi başına buyruk hareket eden bir kurum ve milyarlarca doları denetimsiz bir şekilde harcamaya devam edecek. Afrika’nın yoksul ülkeleri futbol sahası inşa edebilmek için bile FIFA’dan gelen paraya muhtaç, gönderilen paranın çok azının yerini bulduğu ve çoğunun yolda buharlaştığı bilinse de. Ülke federasyonları, kıta konfederasyonları da kendi coğrafyalarında birer küçük FIFA gibi davranıyorlar, her biri naklen yayın hakları ve benzeri kaynakları kendi müşterilerine dağıtıp güçlerini koruyorlar. 

Futbol işi, birçok ülkede siyasi otoriteler için çok cazip… “Üç F” meselesine -futbol, fiesta, fado- girmeyeceğim ama milli maçların minyatür savaşlar olarak sunulup “banal” milliyetçiliğin performans alanına dönüştürülmesi tabii ki iktidarların işine geliyor, kazanılan milli maçlar hükümete yazıyor. Ne kadar hoşgörüsüz ya da demokrasiden uzak olursanız olun; iyi bir milli takımınız ya da küresel olarak mücadele edebilen bir kulübünüz varsa, birileri için sempatik hale gelebiliyorsunuz. Bir de futbol vasıtasıyla dağıtabileceğiniz parayı düşünün. Otokratlar bu yüzden futbolu çok seviyor.

Hal böyleyken, çoğu meselede olduğu gibi biz sıradan insanlara söyleyecek çok da fazla bir şey kalmıyor. Futbolu önemli bulmuyorsanız, canınızı sıkmazsınız. Ama, çocukluk aşkından kopamayanlardansanız, o güzel oyunun, güzel bir hayat anlamına gelmemesinin hüznünü her zaman yanınızda taşırsınız. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.