Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsmail Güzelsoy yazdı: Vampirler, zombiler ve alçaklar sürüsünün arasında

“Tüketme, tükensinler” (Gandhi).

İçinde debelendiğimiz dönemi aşabilmek için SSCB’nin çözülüşü sonrasındaki sürece odaklanmak, onu doğru tanımlamak zorundayız. Binlerce yıllık insanlık birikimi, anlaşılmaz bir katakulliyle, her şeyi yönetme erkine sahip kadiri mutlak efendilerce 80’lerin sonunda çökertildi. “Parti diktatörlüğü bitti” diye sevindik bir süre. Sandık ki orada büyük bir doğrudan demokrasi kültürü doğacak. Aksine, sınır tanımayan güç anlayışı Soyvetler’den dünyaya bir virüs gibi yayıldı. Batı demokrasisi Sovyetler’i dönüştürmedi, oradaki antidemokratik mutlak iktidar modelini temsili demokrasinin omurgası haline getirdi. Mevcut kurumlar, yapılar birer kabuğa dönüştürülerek işlevsiz kılınırken yönetim erki bir tek elde toplanmaya başladı. Kudretin her şey olduğu, onun dışındaki hiçbir şeyin değerinin kalmadığı neoliberal dünya böyle kuruldu. Toprak, su, ağaç, insan; her şey satılabilirliği kadar anlamlıydı ve satamadığı her kuyuyu zehirledi neoliberal efendiler. 

Cesaret ettiğin her şeyin hakkın haline geldiği bu dünyada benim ilk dikkatimi çeken neydi, biliyor musun? Tuhaf gelebilir sana ama korku anlatısının temel figürlerinin yaşadığı ideolojik dönüşüm! Vampirlerin yavaş yavaş, önce sıradan vatandaşa, ardından da görkemli kahramanlara dönüşmesi… Bir önceki dönemde kan emici bu çirkin sülükler; sinemada, edebiyatta soylu efendiler olarak işlenmeye başladı. Öyle ya insan emeğini sömürmek, onun hayatını çalmak niye ayıp, günah falan olsundu ki artık? Neoliberal ahlak tam olarak böyle bir kazancın kutsiyeti üzerine kurulmamış mıydı zaten? Bunun aksini savunanlar kaybetmemiş miydi savaşı? Onların kurduğu dikta rejimi çökmemiş miydi? O zaman sıradan insan denen yaratıkların vücudundaki hayat kaynağını içerek yaşayan efendilere kim karşı çıkacaktı? Haydi bakalım, gözün yiyorsa bir şey söyle, anında vatan, bayrak düşmanı, dinsiz, terörist ilan edilirsin. Her şey gibi inanç da araçsallaştı. Neoliberal dünyanın gerçek kutsalı olan borsadan başka her şey, demek istiyorum.

Öte yandan kurt adamlar aklanmadı. Onlar köylü, kaba, vahşi, e-mail adresi bile olmayan, Metaverse’e uyumsuz varlıklardı ve tabii ki vampir bey hazretleri başroldeki kızı kapacaktı. Ne yani, bir dolunay gecesi ilkel doğasına rücu eden, TOKİ konutlarına karşı çıkan bu kaba yaratıklar mı alacaktı kızı? Tövbe de! Olağan yollardan ölmüyorlardı bile. Onlara soyluluğun ve paranın simgesi olan gümüş kurşun işliyordu yalnızca. Kredi çekeceksin arkadaşım, başka yolu yok. Sen istiyor kızı kapmak, alacak o kredi kartını, biriktirecek bonusları…

En korkunç olan neydi, biliyor musun? Gücün sonsuzla çarpıldığı bu yağma çağında zombiler bile yeniden tanımlandı ya da tasarlandı. İşte bu beni çok fena ürpertti. Zombiler evvelden de vardı ama vampirlerin ve kaba köylü, feodal kurt adamların gerisinde kalan cılız figüranlardı. 

Kollarını öne uzatıp öylece yürüyor, önlerine gelen her şeyi kemiriyorlardı ve zerrece şuuru yoktu bunların. Bizden mi söz ediyorlar yoksa? Bizi içine tıktıkları kimlik başka ne ki? Sekiz milyarız ve karnımızı doyurmak için yollarda gece gündüz yürüyor, ayakta kalabilmek için önümüze çıkan her şeyi yiyoruz. Vampirlerin ve kurt adamların geride bıraktığı her şeyi… Yani kırıntıları, hiçliği kemiriyoruz, boşluğu, kirletilmiş sebzeleri, zehirlenmiş meyveleri, hastalıkları, endüstriyel atıkları, endüstriyel yemekleri, endüstriyel romanları, çeliği, asfaltı, betonu… Paso taksit ödüyoruz. Bir mezar yeri kadar yeşillik kalmayıncaya kadar dünyanın kanını emip kuruttuktan sonra bize böyle küfrediyor kadiri mutlak efendiler. “Siz şuursuz ve doyumsuzsunuz, bu yüzden kanınızı içmek bize hak!” diyorlar. Sen istediğin kadar bağır. “İnsanım ulan, bir değerim var, içimde yaşanmamış aşklar var, gidilmemiş yerlerin hayali var, okunmamış kitapların kokusunu çekiyorum içime, doğmamış çocukların babası, annesiyim, benim de bu hayatta bir karış yerim olmalı” diye bağır ki sesin duyulsun. 

Efendiler böyle görüyor bizi. Ya biz?

Sanayi devriminden sonra insan, üretimin baş aktörüydü. O üretmediği sürece hiçbir şey olmayacaktı ve insan emeğini kutsayan bir dünya görüşü her zaman var oldu. Şimdi artık önüne geleni tüketen, bütün ömrünü ev taksiti ödemeye hasretmiş ve giderek sistemin kendini yeniden üretmesine katkısı azalan, salt tüketen bir varlığa dönüştük. İnsanlık malulen emekli oldu. Artık üretmemiz gerekmiyor, bizden beklenen tek şey tüketmek. Sınırsızca, izansızca, amaçsızca tüketmek zorundayız. İhtiyacın yoksa ihtiyaç yaratılır. Neoliberallerin en büyük üretimi ihtiyaç değil mi? Altı ayda bir yeni bir model çıkarılır, ekran büyütülür, daha flat ekranlar icat edilir, sen yeter ki tüket. Kredi kartını korkak alıştırma. Kollarımız gevşekçe önde, beynimiz kurumuş, önümüze çıkan her şeye saldıran sekiz milyarlık bir açlar ordusuyuz. Belli ki uzaylılar falan da bizi görünce başını çevirip yoluna gidiyor. Ne yapacağız? Artık tüketmekten vazgeçmeyi deneyebilir miyiz mesela? Bir sabah uyanıp, “Hanım ben bugün zombilik yapmayacağım” desek mi? “Bey, ben de sıkıldım zombilikten, bir ay boyunca patates yiyeceğim, bu vampirler kendi kanıyla beslensin biraz da” desek mi? Ne olur acaba? Oyunun kuralları değişir mi? Dün grev neyse bugün de tüketim boykotu o değil mi? Bu yağma ekonomisini resetlemek için tüketmemek bir çözüm olamaz mı?

En önemlisi, neden biz ev almak için bu kadar eziyete katlanıyoruz ki? Dünya zaten bizim değil mi? Basit, ilkel, çocuksu bir laf ettiğimi biliyorum ama bir zamanlar bu soruyla çalkalanmıştı dünya. Belki bir gün yine çalkalanırız ve ne iyi olur. Belki yeniden vampirler, kan emici pislikler olarak hak ettikleri çöplüğü boylar. İlk kazığı en günahsız olanımız çaksın o zaman!

Dünün üretim formasyonunda grev neydiyse, bugün kurulan bu vahşi denklemde tüketmemek aynı şey, diyorum özetle. Bir gün İran’dan Latin Amerika’ya kadar, Çin’e kadar yayılacak bir direniş modeli olabilir bu. Neoliberaller ne kadar vahşiyse o kadar da kırılganlar ve bu kemirgenler, tüketimin olmadığı iklimde yaşayamazlar. Tıpkı vampirlerin gün ışığına dayanamayışı gibi… 

Neoliberalizm, Naziler’in hayalinin en billuri ifadesidir. Oysa bize Hitler’in yenildiği anlatılmıştı, değil mi? Ne gülünç bir masalmış! Vampirlerin ana kahraman olduğu bir dünyada yaşıyoruz şimdi. Sülük gibi kanımızı emen bu yaratıkların 70 adedinin bir yıllık geliri, geri kalan 4 milyar insanın kazancına eşdeğer. Kurdukları sistem böyle. Hiçbir vampir bu kadar vahşi olmayı başaramamıştı tarihte. Neoliberal sistem yıkılmadan uygarlık tarihinin başlamayacağı kesin artık. 

Önümüzde çok büyük bir sınav var şimdi. Irkçılığın, türcülüğün, cinsiyetçiliğin yıkılması, onların dayanağı olan ekonomik temellerinin yok edilmesiyle mümkün. Bir yerde söylemiştim, tekrar söyleyeyim: Artık devrimler siyasal gücü ele geçirmekle değil, kredi kartını çöpe atmakla başlayacak. Kitlesel ve daha önemlisi küresel bir boykot, neoliberal yağmayı durdurabilir. Hâlâ şansımız var. Belki yarın İran’da başlar, dalga dalga bütün dünyaya yayılır bu devrim. Belki de çok erken. Ya da çok geç; sahiden bilebilmek zor. İnsanların nasıl yaşamak istediklerini anlayabilmek zor çünkü. Hepimizin kafası fena halde karışık. Estetik bir hayat artık hayal bile olamayacak kadar uzak ve lüzumsuz görülüyor. İnsanın tek işlevi tüketmek ve tükettiği ilk şey hayalleri, değerleri, umutları. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.