Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hatem Ete ile seçim panoraması: İttifaklar dışı partilerin önemi artıyor

Ruşen Çakır ve Hatem Ete, PANORAMATR’nin kasım ayı seçim araştırmasından çıkan sonuçları ele aldı.

İttifak dışı partiler seçimin kaderini etkileyebilir mi?

Seçmen, ortak adayın ne zaman açıklanmasını istiyor?

Kararsızların oyları hangi partilere gidiyor?

Çakır ve Ete değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Hatem Ete ile aylık yaptığımız PANORAMATR’nin seçim araştırmasını konuşuyoruz. Hatem, merhaba.

Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: BugünKasım ayı seçim araştırmasını konuşacağız. Bu yayını birkaç aydır her ayın ilk günlerinde yapıyoruz. Siz araştırmanızı ayın ilk haftasında, genellikle ilk iki haftasında yapıyorsunuz. Bugün konuşacağımız araştırma da Kasım ayının ilk günlerinde yapılmış. Tabiî ay ay gidince, çok büyük farklılıklar yokmuş gibi gözüküyor; ama sizin araştırmalarınıza bir bütün olarak bakıldığında, çok önemli hareketler yaşandığını da bu süreç içerisinde gördük. Örneğin bu seferki çalışmada benim en çok dikkatimi çeken husus, Altılı Masa’nın adayının belirlenmesi konusunda sorduğunuz sorular ve aldığınız cevaplar. Çünkü birkaç ay önce, “O kadar da aceleye gerek yok”diyenlerin sayısı daha yüksekti diye hatırlıyorum. Şimdi “Aday artık açıklansın” diyenlerin sayısı yüksek. Bir diğer husus da, “Bunlar kendi aralarında bir ortak aday çıkaramayacak herhalde” diyenlerin sayısı da bayağı yüksek. Ne dersin?

Hatem Ete: Evet, dediğin doğru. Ay ay bakınca bir şey değişmiyor gibi gözüküyor. Fakat sorduğumuz bâzı dönemsel sorular oluyor. Bir de gündemdeki sıcaklığa göre tekrar hatırlattığımız sorular oluyor. Biz daha önce aday konusunu sorduğumuzda, neredeyse dörtte biri, “Şimdi açıklansın” diyordu. %50’den fazlası,  “Seçime yakın bir zamanda açıklansın” diyordu. O dönemki “Bir an önce adayını açıkla” tartışması, iktidarın bir stratejisi gibi görülüyordu. Muhâlefet seçmeninde, “Buna gerek yok, bu oyuna gelmeyelim. Biz biraz daha geç bir zamanda açıklayalım” düşüncesi hâkimdi. Ama anlaşılan, son dönemdeki tartışmalar, muhâlefet seçmeninde, “Aday belirlenmedikçe Altılı Masa’nın uyumu zedeleniyor, kamuoyu nezdinde de algısı bozuluyor” düşüncesi hâkim hâle gelmeye başladı. Şimdi, “Bir an önce aday açıklansın” diyenler neredeyse iki katına çıktı ve yüzde îtibâriyle de, “Seçime doğru açıklansın” diyenlerin önüne geçmeye başladı. Dolayısıyla hem muhâlefet seçmeninde hem genel olarak iktidârı da kattığınızda toplumdaki genel beklenti, muhâlefetin adayının bir an önce açıklanmasının daha doğru olacağı yönünde. 

Bu ay ayrıca şunu sorduk: Seçmen, Altılı Masa’daki bu tartışmaları nasıl değerlendiriyor? Bunları ufak tefek sorunlar olarak mı görüyor, hayâtî sorunlar olarak mı görüyor, iktidârın bir algı operasyonu olarak mı görüyor? Orada da, toplumdaki genel kanaat, “Bunları ufak tefek sorunlar olarak görmek daha doğru. Hayâtî sorunlar olarak görmemek lâzım” oranı daha yüksek çıkmış. Fakat Altılı Masa’nın seçmeni de bâzı sorunların olduğunun farkında ve en yüksek yüzde, meseleye “Ufak tefek sorunlar var, çözülebilir” diye bakıyor. 

Ruşen Çakır: Ama“Ortak adayda sorun çıkar” diyenlerin sayısı da bir hayli yüksek. 

Hatem Ete: Evet. Şimdi o konuya geliyordum. O kısımda da bir yükselme var. Biz bunu da trend olarak, her ay sormasak da birkaç aylık aralıklarla soruyoruz. Daha önce, “Altılı Masa ortak adayda anlaşır” görüşü daha ağırlıktaydı. Şimdi, Altılı Masa’nın seçmeninde bu görüş yine ağırlıklı, ama toplumdaki genel beklentide, “Anlaşamazlar” duygusu daha fazla ön plana çıkmaya başlamış. 

Bu üç dinamiği de bir araya getirdiğimizde, seçmen dinamiklerindeki değişimi de açıklayabilecek bir veri çıkıyor: Son dönemlerde Altılı Masa bünyesindeki partiler arasında yaşanan ve kamuoyuna yansıyan ayrışmalar, seçmenin Altılı Masa’nın uyumuna yönelik güvenini biraz zedelemiş görünüyor. O nedenle de, “Bu güvenin en önemli dinamiği eğer ortak aday meselesi ise, bir an önce ortak adaylarını açıklasınlar ve bu sorunu geride bırakalım” duygusu hâkim hâle gelmeye başlamış gözüküyor.

Ruşen Çakır: Peki ortak adaydan devam edelim. Araştırmanızda, o klasik “2. tura kalsa kim geçer?” sorusunu soruyorsunuz. Siz Erdoğan’ın karşısında adı geçen 4 ismi koyarak yapmışsınız. Yani Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, Meral Akşener ve Kılıçdaroğlu. Sıralama, aylardır olan sıralama. Yani en üstte Mansur Yavaş, altında Ekrem İmamoğlu, sonra Meral Akşener ve Kılıçdaroğlu. Ama “Hepsi ikinci turda geçer” diye gördüğüm bâzı araştırmalar oldu. Sizinkinde Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu dışında, Erdoğan, 2. turda kıl payı da olsa önde gözüküyor. Bu çarpıcı bir sonuç, değil mi? 

Hatem Ete: Biz neredeyse son bir yıldır bütün araştırmalarda Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu’nun Erdoğan’ı geçtiğini görüyoruz. Meral Akşener’in durumu değişiyor. Yani bâzı aylar Meral Akşener Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı geçiyor, bâzı aylar Erdoğan Akşener’i geçiyor gözüküyor. Aralarında 2-3 puanlık fark var. Kemal Bey meselesinde de, neredeyse bütün araştırmalarda Erdoğan’ın Kemal Bey’i geçtiğini gördük. Ama orada da aralarındaki fark yüksek bir fark değil. Orada da 2-3 puanlık farklarla Erdoğan Kemal Bey’i geçiyor gibi gözüküyor. Fakat burada %50 barajını aşma meselesi, özellikle İmamoğlu, Akşener ve Kılıçdaroğlu meselesinde, kararsızlar dağıtıldıktan sonra % 50’ye varabiliyor. Mansur Yavaş seçeneğinde ise, kararsızlar dağıtılmadan da Mansur Yavaş’ın %50’yi geçtiği araştırmalara rastladık geçmişte. Fakat dediğim gibi sıralama değişmiyor, hep bu şekilde devam ediyor.

Ruşen Çakır: Burada benim dikkatimi çeken şey şu: Sizin araştırmada Erdoğan’ı geçebileceği gözüken Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun rakamlarına baktığımızda, sanki eskiden daha fazla fark vardı diye hatırlıyorum. Yanılıyor muyum?

Hatem Ete: Doğru. Yani hem Mansur Yavaş-Erdoğan senaryosunda hem İmamoğlu-Erdoğan senaryosunda, ikisinin oylarında da düşüş görünüyor. Tayyip Bey’in oylarında da 2-3 puanlık bir yükselme gözüküyor. Bu bence son 5-6 aylık trendin bu senaryolara yansımış hâli. Genel olarak iktidar 2-3 puan oylarını artırmış gözüküyor. Muhâlefet 2-3 puan, hattâ 4-5 puan oy kaybetmiş gözüküyor. Bu, cumhurbaşkanlığı senaryolarına da yansıyor. Birincisi bu.

İkincisi, Kemal Bey’in daha öne çıkan bir aday olması ve geride bıraktığımız 7-8 ay boyunca, hem Mansur Yavaş’ın hem Ekrem İmamoğlu’nun aday olmayabileceğine yönelik liderlerden gelen açıklamalar, ikisinin de tercih edilme düzeyini biraz etkiledi. Yani başlarda %50’lerin üzerinde bir tercih edilme oranına sâhiplerken, biraz düştü. Fakat sıralamada ve Tayyip Bey’i geçme konularında bir değişim olmadı. Ama oy oranlarında bir düşüş yaşandı; dediğin doğru.

Ruşen Çakır: Bu bahsettiğin hususu, yani muhâlefetin oylarında kısmî de olsa bir azalmayı ve iktidârın oylarında artışı bir başka tabloda da görüyoruz. Kararsızların oranının düştüğünü ve o düşüşten istifâde eden partilerin genellikle AKP ve yeni kurulan partiler olduğunu söylüyorsunuz. Ama kararsızlıktan çıkan seçmen oylarının, iki büyük muhâlefet partisine, yani CHP ve İYİ Parti’ye yönlenmesi beklenirken, böyle olmadığını söylüyorsun. Bu bence çok ilginç bir durum. 

Hatem Ete: Bu, Türkiye siyâsetinin bu ittifaklarla girdiği dönemi çok iyi yansıtan bir tablo. Bu ittifak siyâseti, bir süredir, o ittifaklar içindeki siyâsî partileri siyâsetsizliğe sürükledi. Hiçbir siyâsî parti, kendi rengiyle, kendi öncelikleriyle bir siyâset yapamaz hâle geldi. Herkes, ortak bileşenler etrafında buluşma kaygısıyla siyâset yapamaz hâle geldi. Bu, iktidârı çok fazla zorlamadı. Çünkü iktidârın iki bileşeni yaklaşık 5-6 yıldır kendi siyâsal önermelerini belirlemiş vaziyetteler. O siyâsal önermelerde kısmî revizyonlar yapıyorlar. Yani bir mesele gündeme geldiğinde, diyelim ki başörtüsü düzenlemesine destek dolayısıyla HDP ile görüşme gündeme geldiğinde, hızlıca bunu yapıp, gerilla taktiğiyle mevzilerine geri dönebiliyorlar.

Altılı Masa için bu daha zor. Çünkü Altılı Masa’da büyümek isteyen ve yeni kurulan, kimlik ispatı gerektiren siyâsî partiler var. Siyâsal eksen olarak da birbirine uzak olan bir sürü bileşen bir araya gelmiş vaziyette. Fakat orada hiç kimse kendine özgü bir siyâsî söylem kurgulayamıyor, bir siyâset ekseni belirleyemiyor. Çünkü ortak eksende bir buluşma gerçekleştirmeleri gerekir. Bu ortak bileşenler etrafında bir araya gelme meselesi, Altılı Masa’yı biraz siyâsetsizliğe sürükledi. Bu, doğal olarak, çevrede kalan siyâsî partilere bir yöneliş getirdi. Bu bence bugünkü siyâsetin çok önemli bir fotoğrafı. 

Şimdi burada ön plana çıkan iki tâne siyâsî parti var. Bu iki siyâsî partinin ön plana çıkışını, neredeyse birkaç aydır düzenli bir şekilde tâkip ediyoruz: Birincisi Zafer Partisi. Zafer Partisi, özellikle CHP ve İYİ Parti kitlesinden oy alıyor. Yani muhâlefetten, muhâlefet siyâsetinden memnun olmayanların yöneldiği bir mecrâ olarak tanımlayabiliriz Zafer Partisi’ni. Yeniden Refah Partisi ise daha çok, iktidar siyâsetinden memnun olmayan iktidar seçmeninin yöneldiği adres oluyor. Yani AK Parti’den kopan seçmen, kararsızlarda durduktan sonra, Altılı Masa üyelerine yönelecekti. Hattâ bir süre yöneldi de; hem İYİ Parti’ye yöneldi hem Gelecek ve DEVA’ya bir yönelme oldu. Ama son dönemlerde hem Saadet Partisi’nden Yeniden Refah’a bir geri dönüş süreci yaşandı. Hem de Altılı Masa’ya yönelmek yerine, kararsızlardan Yeniden Refah’a bir yönelim oldu. Şimdi bu son dönemlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır liderleriyle tekrar buluşması, barışması; en son Suriye meselesinde de bir politika değişikliğine gidebileceği beklentisi de,  Yeniden Refah’ı o kesimlerde tercih edilebilir gösterdi. 

Zafer Partisi ile Yeniden Refah’ı adres gösteren iki dinamik olduğunu düşünüyorum. İlki: İki eksende de yer almamak; yani Altılı Masa’da da iktidar denkleminde de yer almamak, bu partilere kendi bağımsız, özgün siyâsetlerini kurgulayabilme imkânı sağladı. AK Parti’den kopanlar Altılı Masa’ya gitmek istemiyor. Çünkü Altılı Masa’yı CHP’nin domine ettiğini düşünüyorlar. O eksende yer almak istemeyenler Yeniden Refah’a gidiyor. Bir diğer dinamik de, bu iki siyâsî partinin, çok gerçek, reel, sert bir siyâsî söylem kurguluyor olmaları. Yani bugünkü siyâsette neredeyse bütün siyâsete yansımış, “Toplumun tamâmını kucaklayalım. Aman radikal bâzı söylemlerde bulunmayalım” duygusu, bu radikal düşüncelere sâhip seçmenin gideceği adresleri daraltıyor. Zafer Partisi de, Yeniden Refah Partisi de, böyle politically correct bir pozisyonda durma ihtiyâcı hissetmeden, kendi siyâsal söylemini, seçmenin duymak istediği tonlarla dile getirdiği için yükselen iki parti hâline geldi. 

Ruşen Çakır: Tabiîburada şöyle bir gelişme var biliyorsun: Zafer Partisi, Memleket Partisi, Doğru Parti ve Adalet Partisi’nin, milletvekili seçimleri için bir seçim ittifâkı yapacağı söyleniyor. Yeniden Refah Partisi’nin ne yapacağı şu anda belli değil; herhalde kendi başına girmeye çalışacak. Onların milletvekili seçimlerinde ne alacakları, barajı aşıp aşamayacakları meselesi şu anda çok önemli gözükmüyor bence, çünkü çok zor. Ama cumhurbaşkanlığı seçimindeki tercihleri çok önemli olacak. İkinci tura kalacağı kesin olan bir seçimden bahsediyoruz. “%50+1’i alacak olan aday seçilecek” diyoruz. Bu partiler, belki bir şekilde imzâ toplayarak ilk turda kendi adaylarını çıkartacaklar. Ama her halükârda ikinci tura kalamayacaklar ya da daha ilk turdan îtibâren, cumhurbaşkanı adaylığı konusunda bir pozisyon alacaklar veya seçmenlerini serbest bırakacaklar. Dolayısıyla bu partilerin her birinin cumhurbaşkanlığı seçiminde bir önemi olacak ve belki de bir pazarlık gücü olacak. Yanılıyor muyum? Çok mu abartıyorum? 

Hatem Ete: Bence çok doğru. Bizim Kasım ayı verilerine yansıyan ölçümlerde, herhangi bir ittifâka girmeyen bu partilerin toplamı %7-8’e ulaşmış vaziyette. Bu çok ciddî bir oran. Seçimlerin iktidarla muhâlefet arasında bıçak sırtı bir hâle geldiği ortamda, %7-8 belirleyici olur. Bunların tamâmının bir yere akacağını söylemek zor. Çünkü iki farklı uç eksende duran partiler. Fakat sâdece Zafer Partisi ya da sâdece Yeniden Refah üzerinden düşünelim: Dediğin çok doğru. Ben de bunun milletvekilliği seçimlerini etkileme marjını çok abartmıyorum. Yani orada iki dinamik etkili olabilir: Bir, insanlar seçime henüz vakit varken, kendi siyâsal duygularına tercüme olan partiler olmaları hasebiyle bugün oraya yöneliyor olabilirler. Ama seçim günü geldiğinde, bunun iktidar değiştiren bir seçim olduğunu, önemli olduğunu varsayarak, bu küçük partilerden daha büyük partilere yönelebilirler. Bu dediğim dinamik dolayısıyla, bu küçük partilerin seçim günü elde edeceği sonuçları böyle olmayabilir. 

İkincisi, bu partiler eğer bir ittifak bünyesinde yer almayacaklarsa ve kendi özgün kimlikleriyle seçimlere katılacaklarsa, seçmen %7’yi aşmayacakları düşüncesiyle “Oyum boşa gitmesin”diye düşünebilir. Dolayısıyla milletvekili seçimlerini bir tarafa bırakalım. Dediğin gibi bunun en fazla etkili olabileceği dinamik cumhurbaşkanlığı seçimleri. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de ikinci turda nasıl bir tavır takınacakları bence Altılı Masa’nın adayına bağlı. Altılı Masa’nın kimi adayı göstereceği, bu siyâsî partilerin tutumu üzerinde doğrudan etkili olacak. 

Şimdi her iki parti için de senaryoyu düşünelim: Zafer Partisi baştan beri bir aday dillendiriyor ve o aday ekseninde bir siyâset kurguluyor. Birinci turda eğer bu adayı görmezse, muhtemelen bu adaya alternatif olabilecek –çok büyük ihtimalle Ümit Bey’in kendisi de olabilir– bir imzâ ile bir aday gösterecek. İkinci turda kendi seçmenini nereye kanalize edeceği, Altılı Masa’nın kimi aday gösterdiği üzerinden şekillenecek. Meselâ Altılı Masa’nın adayı Kemal Bey olursa, büyük ihtimalle Ümit Özdağ, şimdiki açıklamalarına bakılırsa, kendi kitlesine “Kemal Bey’e oy verin” demeyecektir. Bu durumda muhtemelen ya “Boykot edin” diyecektir ya da serbest bırakacaktır.

Benzer bir tablo Yeniden Refah için de geçerli. Fatih Erbakan, “İkinci turda Tayyip Bey’i destekleyebiliriz”dediği için seçmeninden tepki duyduğunu dile getirerek, bu pozisyondan vazgeçti. Bence de çok doğru bir gözlemde bulundu. Çünkü Yeniden Refah Partisi, Altılı Masa’ya karşı olduğundan çok daha fazla, iktidar blokuna karşı olanların aktığı bir mecrâ. Bu dönemde ben Fatih Erbakan’dan, seçmenlerini ikinci turda Tayyip Erdoğan’a yönlendirmesini beklemiyorum. Bir şartla: Eğer Altılı Masa’nın adayı, kendi seçmenine “Erdoğan’a oy verelim, daha iyi” dedirtebilecek kadar seçmenin rahatsız olacağı bir kişiyse, diyebilir. 

Dolayısıyla bu analizden şuraya varalım: Her iki partinin seçmeninin nereye akacağı, Altılı Masa’nın adayının kim olacağına bağlı. Burada %8 olmasa bile, %3-4’lük bir artı ya da eksiyi etkileyebilecek bir orandan bahsediyoruz.

Ruşen Çakır: Tekrar başa dönecek olursak; bu partilerin duruşu ᅳki, buna Memleket Partisi’ni de ekleyebilirizᅳ, Cumhurbaşkanlığı seçiminde tarafların çok ciddîye alacağı bir duruş olacak ve belki de onları iknâ etmek için de birtakım çalışmalar içerisine doğrudan-dolaylı, açık-örtülü herhalde gireceklerdir. Bu konuda en rahat edebilecek olan da herhalde Erdoğan’dır. Erdoğan’ın pragmatizminde sınır yok. Cumhurbaşkanlığı adaylığında kendisini desteklemesi konusunda herkesle her türlü pazarlığı yapabilecek durumda gözüküyor. Altılı Masa bu kadar rahat gözükmüyor sanki.

Hatem Ete: Doğru. Fakat oradaki mevzû şu: Biz bugüne kadar analizlerimizde hep HDP seçmenini, HDP seçmeninin önemini, nereye yöneleceğinin ne kadar belirleyici olacağını konuştuk. Bu, gün geçtikçe daha da fazla önemli hâle geliyor. Birazdan onu da konuşabiliriz. Yani özellikle muhâlefetin toplam oyunun azalması, HDP’nin önemini daha da artırdı. Fakat hesâba katılmayan bir dinamik vardı. O da şu: Son 4-5 aydır Yeniden Refah ve Zafer Partisi’nde gözüken bu oy oranının, seçimleri daha etkileyebilecek bir marja geldiğini artık analizlerimizde konuşmamız lâzım. Birinci mevzû bu. Burada iki farklı kanatta yer alıyor olmalarına rağmen, %3-4 oranında seçim dinamiklerini etkileyebilecek durumda gözüküyorlar.

İkincisi, dediğin doğru; Erdoğan bu konularda pragmatizmini gösterebileceğini, beklenmedik hamleler gerçekleştirebileceğini gösterdi. Fakat bu iki kitlenin seçmeni de ideolojik seçmen. Bu iki kitle de, sâdece Erdoğan’ın pragmatik önerilerine bakarak oy tercihini değiştirebilecek aktörler değil. Bu partilerin liderlik kadrosu da sâdece Erdoğan’a bakarak belirleyici olamazlar. Bu nedenle, aslında bu iki partinin nereye akacağı Erdoğan’ın önerecekleri kadar, muhâlefetin ne yapacağıyla da ilişkili. Yani orada sâdece Erdoğan’ın belirleyici olacağını düşünmüyorum. Altılı Masa’nın göstereceği aday profili, kurgulayacağı seçim ittifâkı, nasıl bir seçim stratejisiyle yürüyeceği, bu meseleyi nasıl yürüttüğü de, bu iki partinin Erdoğan’a yönelip yönelmemesinde çok belirleyici olacak gibi gözüküyor. 

Ruşen Çakır: Sen biraz önce HDP’den bahsettin, ona da biraz değinelim. Siz, Cumhur İttifâkı ile Millet İttifâkı’nı, Cumhur İttifâkı ile Altılı Masa’yı, Cumhur İttifâkı ile toplam muhâlefeti kıyaslıyorsunuz ve genellikle Cumhur İttifakı Millet İttifakı’nı geçiyor. Altılı Masa Cumhur İttifakı’nı geçiyor, ama %50’yi bulamıyor. Ama genel olarak HDP’nin de eklendiği bir muhâlefet %50’yi geçiyor şeklinde 3 ayrı katmandan bahsediyoruz. Ama her ay, sanki buradaki puanlarda, iktidârın lehine küçük de olsa bir kıpırdama ve muhâlefetin aleyhine bir düşüşü hep görüyoruz. Hattâ dikkatimi çekti: CHP’nin bu ayki rakamını, Ocak ayından beri en düşük seviyede görmüşsünüz. Bir de, bu ay MHP’nin oranının da en düşük seviyede olduğunu gördüm.

Hatem Ete: Cumhur İttifâkı’nın dinamosu AK Parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan. Dolayısıyla orada siyâsal psikoloji Erdoğan lehine döndüğünde, ilk kaybı MHP yaşıyor. AK Parti’nin oylarında bir yükselme yaşanıyor, MHP’nin oyu düşüyor. Bence bu yeni trendin sâhici olduğunu gösteren temel dinamiklerden birisi bu. Yani Cumhur İttifâkı, AK Parti ve MHP’nin toplamıyla, Millet İttifâkı’nın 3 puan önüne geçti bu ay. Bu, bir hamle sonrasında yaşanan bir oy yükselişi değil. Eski dönemlerde çokça AK Parti’nin ya da Erdoğan’ın oyunun yükselişine veya düşüşüne şâhitlik ettik. Meselâ orman yangınları ya da sınır ötesi harekât, ya Erdoğan lehine ya Erdoğan aleyhine bir sonraki aya 1-2 puanlık bir düşüş ya da yükseliş olarak yansıyabiliyordu. Sonraki iki üç ay içerisinde de başladığı yere geri dönüyordu. 

Bizim Temmuz ayından bu yana gördüğümüz trendin diğer trendlerden farkı, bir ay yükselişe rastlamak yerine, her ay çok küçük ama istikrarlı bir yükseliş şeklinde yaşanması. Aynı şey muhâlefet açısından da geçerli. Muhâlefet blokunda da her ay az ama istikrarlı bir şekilde devam eden bir düşüş trendi var. Bu trendin sonunda bizim görebildiğimiz, iktidar son 6 aylık bu ölçümlerde 3 puan artmış, Altılı Masa da 5-6 puan düşmüş gözüküyor. Sâdece bu bile bize şunu söylüyor aslında: Sâdece iktidar yapıp ettikleriyle oylarını artırmadı, muhâlefetin yapıp ettikleri dolayısıyla düşen oyların bir kısmı iktidâra gitti. Dolayısıyla burada belirleyici olan sâdece iktidar değil, aynı zamanda muhâlefetin performansı. Bu dinamikler dolayısıyla Altılı Masa’yla iktidar arasındaki oy farkı da çok düştü. Daha önce Altılı Masa’nın toplamı, Cumhur İttifakı’ndan 5-6 puan daha yüksekteydi. Bu ayki ölçümümüzde, Altılı Masa, iktidar blokundan 2 puan yüksekte duruyor sâdece. Bu bize, HDP’nin eskisinden çok daha fazla önemli hâle geldiğini gösteriyor. Çünkü Altılı Masa’nın oy toplamına HDP’yi eklediğimizde, %50’yi kıl payı geçmiş gözüküyor. Daha önce bu %60’lara yakın bir orandı. Zâten Altılı Masa %47-48’lere varıyordu HDP’nin oyunu da eklediğimizde, %55’lerin üzerinde bir muhâlefet bloku havuzu oluşuyordu. Hattâ seninle burada kaç defâ, Altılı Masa’nın geniş bir muhâlefet havuzunun ne kadarını alabileceğini konuştuk. 

Şimdi bu son 5-6 aylık dinamikler, muhâlefet havuzunu da biraz daraltmış gözüküyor. Muhâlefet havuzu derken kastettiğim şey şu: Bir taraftan iktidar yükseliyor, bir taraftan da herhangi bir ittifakta yer almayan küçük partiler yükseliyor. Dolayısıyla, Altılı Masa artı HDP’nin toplam oyu kıl payı %50’yi geçiyor. Bu bize önümüzdeki dönemlerde, birinci olarak muhâlefetin bu kaybettiği oyları geri alıp almamasının ne kadar önemli olduğunu ve belirleyici olacağını gösteriyor. İkincisi, HDP’nin tercihinin bugüne kadar olduğundan çok daha fazla önemli hâle geldiğini gösteriyor. Üçüncüsü, “Kimi aday gösterirsek gösterelim seçimleri alırız” rahatlığı kaybolmuş gözüküyor. Yani bir yıldır, “Biz önce, seçimleri kazandıktan sonra ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda anlaşalım, nasıl olsa seçimleri kazanırız” diyen bir muhâlefet vardı. Bundan sonra, önümüzdeki 6-7 aylık süreçte seçimi de nasıl kazanabileceğine kafa yorması gereken bir muhâlefetle karşı karşıyayız. Çünkü bu rakamlar bize, muhâlefetin seçimleri kazanma meselesinde de %50 sınırına geldiği için, çok da rahat olmadığını gösteriyor. 

Ruşen Çakır: Aslında üzerinde konuşulacak birçok olay yaşandı. Bunlardan bir tânesini; Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” vizyon toplantısını sormuşsunuz katılımcılara. Sorduğunuz kişilerin büyük bir kısmı başarılı bulmamış. Onun ardından, sizin araştırmanızdan sonra olan bir olay daha var: Altılı Masa’nın açıkladığı anayasa değişikliği önerisi tanıtım toplantısı. Ben Erdoğan’ın vizyon toplantısını da yerinde izledim biliyorsun. Hattâ o yüzden bayağı da linç yedim. Daha sonra, 28 Kasım’da Altılı Masa’nın anayasa değişikliği tanıtım toplantısını izledim. Ondan bir gün önce, İstanbul’da Galatasaray NEF Stadyumu’nda AKP’nin, Erdoğan’ın, “Büyük İstanbul Buluşması” vardı biliyorsun. Bence önemli bir toplantıydı. “Seçim startını verdi” demeyeceğim, onu çoktan vermişti, ama seçim kampanyasının önemli bir ayağıydı. Çünkü İstanbul’a yönelik bir şeydi. O toplantıya da gittim ve tahminimden daha başarılı buldum. Yani çok başarılı değil, meselâ “Türkiye Yüzyılı” vizyon toplantısı, bence çok masraf edilmiş ama içi çok dolu olmayan bir şeydi; ama stattaki toplantı, İstanbul’u, İstanbul örgütünü harekete geçirmek anlamında önemliydi. Ardından bir gün sonra, Altılı Masa’nın anayasa değişikliği açıklaması ve aynı gün 9. toplantısı oldu. Ve 3 Aralık Cumartesi günü de CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” vizyon toplantısı. 

Şimdi hepsini tek tek konuşmayalım, ama meselâ Erdoğan’ın vizyonuyla Kılıçdaroğlu’nun vizyonu… İkisi de “vizyon” diyor. İkisi de “yüzyıl” diyor. Ama bâzıları oradaki “yüzyıl” kelimesini yanlış anlıyor. Orada kullanılan “yüzyıl”, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı. Yani, 1923’ten 2023’e 100. yıl olması hasebiyle. Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” vizyon toplantısını sormuştunuz. Muhtemelen bu ay yapacağınız araştırmada CHP’nin vizyon toplantısını soracaksınız. Ama ben sana sorayım: Erdoğan’ın yaptığı ve Kılıçdaroğlu’nun yaptığı vizyon toplantılarının seçimi etkilemesi gibi bir durum olabilir mi? Yoksa bunların hedefi zâten doğrudan seçmen değil başka bir şey mi? 

Hatem Ete: Bence seçmenin algısı da belirleyici. Seçmende iyi bir etki uyandırabilirse, hem seçim kampanyasını çerçeveleyecek genel bir üst başlık, bir kampanya psikolojisi olması hasebiyle önemli. Hem de kendi seçmenlerini derleyip toparlaması, kamuoyunda bir seçime hazır olunduğu, yönetmeye hazır olduğu mesajının verilmesi açısından önemli. 

Önce iktidârı konuşalım. İktidarla ilgili iki eleştiri yapıyorduk hatırlıyorsan. Birincisi, iktidârın Türkiye’ye söyleyeceği ne var? Vizyonu nedir? Gerçekten bir siyâset önerebiliyor mu? İkincisi, iktidârın makinası AK Parti makinası, teşkilâtlarıyla, gönüllüleriyle, seçmen mobilizasyonuyla ne kadar eski gücünde? Hattâ Erdoğan’ın yaptığı birkaç mitingde, beklediği kalabalıkları toplayamaması dolayısıyla, “Acaba o teşkilât ayağında da ciddî aksamalar mı var? AK Parti makinasının içi tamâmen boşaldı mı?” diye konuşuyorduk. Bu son birkaç hamle, kampanyanın başlamasıyla berâber, bu bahsettiğin İstanbul’daki etkinlik, Urfa’daki etkinlikte toplanan kalabalıklar, o konulardaki eleştirileri yersiz hâle getirdi. Erdoğan, önümüzdeki seçim kampanyası süresince, aslında kitleleri toplayabileceğini, büyük kitlelere hitap edebileceğini gösterdi. Bence bu tartışma büyük ölçüde boşa çıktı. Fakat “Türkiye Yüzyılı” vizyonuna yansıyan retoriğe, içeriklere, vaatlere bakıldığında, orada Erdoğan’ın kendisinden kopan seçmeni tekrar kendisine kazandıracak bir yeni söz bulamadığını gösteriyor. “Türkiye Yüzyılı”, aslında son 5-6 yıllık Cumhur İttifâkı ekseninin söylemi biraz daha fazla esnetilerek, kutuplaşma dinamikleri biraz daha fazla esnetilerek olduğu gibi sürmesine dayanıyor. Yani yine orada “savunma sanayii hamleleri, büyük yatırımlar ve güvenlik ekseni, Türkiye’yi kendi bölgesinde güçlü bir ülke hâline getirme” gibi, Erdoğan’ın öteden beri üzerine yatırım yaptığı ve son 5-6 yıllık Cumhur İttifâkı’nın milliyetçilik ve güvenlik ekseniyle, devlet merkezli bir eksenle tahkim ettiği bir vizyon. Dolayısıyla burada o ilk eleştiri varlığını sürdürüyor aslında ve önümüzdeki dönemde de tahkim edilecek bence. 

Erdoğan’ın kamuoyuna, geniş kitlelere bugüne kadar söylemediği ve vaat ettiği yeni bir söz yok. Bu “Türkiye Yüzyılı”na yansıyan en önemli şey o oldu bence. Evet, çok güçlü bir retorikle, satır aralarına yerleştirilecek eski AK Parti’nin kullandığı bâzı cümlelere de rastlayacağız. “Bir aradalık”, “kucaklama”, “kuşatıcılık”, “demokrasi”, “reform” gibi cümleler konuşmalara serpiştirilecek. Ama aslında kampanyanın rûhu, Cumhur İttifâkı’nın belirlendiği günden bu yana yaşanan ruhtan farklı bir ruh olmayacak, öyle gözüküyor. Öyle olduğu için, Erdoğan performansa dayanan bir seçim sonucu bekliyor. Yani Erdoğan’ın bir performans kapasitesi var. İcraat performansı, duygusal bir etkileşim kurma performansı var. Önümüzdeki dönemlerde, topluma yeni bir vizyon sunmadan, bu performans üzerinden muhâlefetin hatâlar yapması da beklenerek bir şey yapılacak. Yani o anlamda, Erdoğan kampanyası şapkadan tavşan çıkarmadı bence. Orada sürpriz bir şey yok. Seçimlere kadar yeni bir siyâsî eksen kurgulama irâdesi görmedim ben. 

Kemal Kılıçdaroğlu’na gelince: Uzunca bir süredir muhâlefete yöneltilen bir sürü eleştiriyi bertaraf etmeye yönelik birkaç gelişme yaşandı Kasım ayının sonunda. Parlamenter sistem önerisi de, “İkinci Yüzyıla Çağrı” vizyonu da, önümüzdeki dönemlerde ortak program önerme meselesi de, biraz Altılı Masa’ya yönelik eleştirileri derleyip toparlayacak, yani “Bir şeyler yapıyoruz” duygusu verecek bir hava oluşturuyor. O anlamda, muhâlefet, önümüzdeki dönemlerde biraz daha fazla değişebilir, seçmen algısında da bir yere oturabilir. 

Fakat sâdece Kemal Bey’in vizyonuna baktığım zaman, nasıl bir fotoğraf ortaya koyduğu ile ilgili olarak –ki sen de çok tartıştın bu konuyu–, ben birkaç tâne kimlik karmaşası olduğunu görüyorum. Birincisi, CHP’nin kendi iç mantığı üzerinden bakıldığı zaman büyük bir etkinlikti bu. Bugüne kadar CHP’ye ya da muhâlefete yönelttiğimiz eleştirilerin bir kısmını da karşılamaya yönelik bir etkinlikti. Sâdece iktidar eleştirileriyle yetinilmedi; topluma bir vizyon sunuldu, bir vaatte bulunuldu. Neyi nasıl çözebileceğine yönelik güçlü argümanlar ortaya konuldu. O anlamıyla, “Muhâlefet sâdece hükûmeti eleştiriyor ve ortaya bir şey koymuyor” eleştirilerini karşılayan bir şey yapıldı. 

Fakat aslında yapılmaması gereken bazı hatâlar dolayısıyla fotoğraf flulaştırıldı. Fotoğrafı flulaştıran birkaç unsur görüyorum ben burada. Birincisi, “Bu, akademik bir toplantı mı, siyâsî bir toplantı mı?” karmaşası yaşandı. Bir siyâsî partinin iktidâra gelirken mutfağında değerlendirebileceği uzmanlık, kamuoyunun önüne çıkarıldı ve burada siyâsî irâdenin, bunu hayâta geçirme kapasitesiyle akademik uzmanlıktan yararlanma duygusu kamuoyu önünde birbirine karıştırıldı. Bence bu çok yanlış bir iletişim stratejisiydi. İkincisi, yabancı danışmanlardan destek alma meselesinin Türkiye sosyolojisinde nasıl bir tartışmaya denk geleceği öngörülebilirdi. Gereksiz yere bir sürü endîşeye, soru işâretine yol açıldı, malzeme hâline getirildi. Üçüncüsü, bu CHP’nin kendi vizyonu mu? Altılı Masa’yla mı örtüştürülecek? Ya da doğrudan Kemal Bey’in kendi adaylık lansmanı mı? Dolayısıyla, seçmenin kafasına oturmayan birkaç farklı şey bir araya getirilip karıştırıldı diye görüyorum. Bence, kamuoyunda tartışılmasına yol açan ve o güçlü fotoğrafı zedeleyen, bu birkaç kimliğin tam olarak yerine oturmamasından kaynaklanan mesele oldu. Ama nihâyetinde, artılarına bakarsak: Birincisi, bir vizyon sunuldu. İkincisi, Kemal Bey’in bu adaylık meselesindeki kararlılığı, ciddiyeti biraz daha fazla ön plana çıktı. Üçüncüsü, bunun Altılı Masa’yla örtüştürülerek bir vaade dönüştürülebileceği ortaya konuldu. 

Son bir eleştiride bulunarak bitireyim bu faslı. Bu, “İkinci Yüzyıl” vizyonu değil Ruşen. Yani sâdece ekonomiye, sâdece ekonominin nasıl düzeltileceğine dayalı bir şey bu kadar büyük bir söylemle, dâvet edilerek bir “İkinci Yüzyıla Çağrı” metnine dönüştürülmemeliydi bence. Çünkü orada toplumsal barışın nasıl sağlanacağı, demokratikleşmenin yeniden nasıl getirileceği, dış politikada ne yapılacağına dâir bir şey görmedik. O anlamda, Kemal Bey’in Türkiye vizyonu ile Tayyip Bey’in Türkiye vizyonu aynı kapsamda bir vizyon olmadı. Kemal Bey’inki neredeyse tamâmen ekonomiye yoğunlaşan bir vizyon oldu. Vizyon üzerinden bakacaksak, bence bu kısmı dar bir fotoğrafın oluşmasına yol açtı

Ruşen Çakır: Hatem, son olarak şu soruyla toparlayalım yayını. Seçime az bir zaman kaldı, giderek zaman azalıyor. Biz seninle her yayını yaptığımızda, 1 ay daha eksilmiş oluyor seçime. Artık bu saatten sonra herkes tercîhini yaptı, çok da fazla değişmez gibi bir beklenti de olabilir. Ama hâlâ belli bir oranda kararsız da var. Kararlı gözüküp kararını değiştirebilecekler de var. Bu kalan az süre içerisinde, Altılı Masa’nın adayının kim olacağı meselesi dışında, konu olarak, önemli gelişme olarak, meselâ kara harekâtı beklentisi… Kara harekâtı iktidârın işine yarar diye varsayılıyor, ama etkisi kısa sürer, seçime az bir süre kala yapabilir gibi tartışmalar var. Ama o ölçmesi daha zor bir şey. İktidârın ve muhâlefetin, bu kalan az süre içerisinde hangi konularda seçmeni etkileme şansı var sence?

Hatem Ete: Ruşen bugünün fotoğrafı şu: Aritmetik muhâlefetten yana olmaya devam ediyor. Fakat seçime doğru giderken oluşan güçlü siyâsal psikoloji Erdoğan lehine dönüştü. Erdoğan muhâlefetten daha hazırlıklı bir şekilde siyâsal atmosfere girdi. Dezavantajı, aritmetik olarak eksik olması. Henüz varabileceği çok ciddî bir potansiyel var. Muhâlefet, psikolojik olarak geride başlıyor. Kendi seçmeninde bir umutsuzluğa, bir kafa karışıklığına yol açmış vaziyette. Ama aritmetik olarak gücünü muhâfaza ediyor hâlâ. Sayısal üstünlüğe sâhip. 

Ben, önümüzdeki dönemde, iki üç dinamiğin bugünkü fotoğrafı değiştirme potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, başörtüsü düzenlemesinin âkıbeti. Hangi aktörün bu başörtüsü düzenlemesine nasıl bir tutum takınacağı bu konuda belirleyici olabilir. İktidar bugüne kadar geciktiriyordu, dün bu konuyu Meclis’e getireceği açıklandı. Muhtemelen bütçe görüşmeleri dolayısıyla Aralık ayını da geçireceğiz. Anayasa Komisyonu’nda takılacak, Genel Kurul’a gelemeyecek. Ama Ocak ayında bu başörtüsü meselesinde siyâsî partilerin tutumunun ne olacağı ortaya çıkacak. Bu teklif Meclis’te 360’ın altında kalırsa, yani reddedilirse, bence iktidar adına artı, muhâlefet adına eksi yazar. Ya da şöyle söyleyelim: AK Parti’den kopan kararsızların muhâlefete gidişini engeller ve AK Parti’ye de bir katkı yazar. 360 ile 400 arası bir oyla kabul edilirse, burada AK Parti muazzam bir avantajla seçime giriyor demektir. Yani bunu referandumda çok ciddî bir şekilde kullanır; Altılı Masa’nın iç dinamiklerini de zedeleyebilir bu. Altılı Masa’daki 3-4 tane muhâfazakâr parti, bu referandum sürecinde Altılı Masa’nın ana ekseninde durmakta zorlanabilir. O nedenle, başörtüsü düzenlemesine nasıl bir tutum takınacağının karârını muhâlefet verecek. Eğer muhâlefet “yanlış” bir karar verirse, bu konunun referanduma gitmesine vesîle olabilecek bir tutum takınırsa, zarârı da kendisi görecek. Bu da iktidârın avantajına olacak. 

İkinci önemli dinamik, İmamoğlu dâvâsının nasıl yürüyeceği. Eğer 14 Aralık’taki dâvâda bir karar verilecekse, burada da belirleyici olacak olan, iktidârın nasıl bir tutum takınacağı. İmamoğlu dâvâsında, siyâsetten men gibi bir cezâ verilirse, hamleyi iktidar yapmış olacak ama muhâlefet bundan çok ciddî bir şekilde yararlanmış olacak. Yani ben siyâsetten men karârının verildiği bir senaryoda, Altılı Masa’nın bugünkü birçok dezavantajını gidererek çok güçlü bir psikolojik avantajla seçime girme yolunun açılacağını öngörüyorum. Yasaklanmış bir İmamoğlu’nun seçim sürecine katkı sunduğu bir senaryo, muhâlefetin elini ciddî bir şekilde rahatlatır. Bir şey olmazsa, zâten seçim sürecini etkileyen bir dinamik olmaktan çıkar İmamoğlu dâvâsı.

Üçüncü önemli dinamik, kara harekâtı. Kara harekâtı meselesinde sana katılıyorum. Bu mevzûnun iktidara sağlayacağı fayda kadar, iktidar açısından bir sürü riski de var. Özellikle toplumun geneli açısından değil, Kürt seçmen açısından, bu konu iktidârın dezavantajına olabilir. Kara harekâtını başlatmış bir ortamda, o psikolojide iktidar, HDP ile ya da meselâ Öcalan üzerinden Kürt seçmenin oyunu almaya yönelik avantajını kaybeder. Bu anlamda, seçime doğru giderken, şimdiden öngördüğümüz –öngörmediğimiz başka şeyler de olabilir– üç dinamik var. Bu üç dinamikte de hamleyi kim yaparsa, aslında karşı tarafın işine yarayacak bir hamle yapmış olacak. Yani mevcut siyâsî gidişâtı mühendislikle yönetmeye çalışan her hamle, o hamleyi gerçekleştiren aktöre zarar verecek bir sürece doğru gidiyor. 

Tabiî bütün bunları kuşatan ana eksen, senin de en başta söylediğin “ortak adayın kim olacağı” meselesi. Eğer ortak aday, bu tartışmaları anlamsızlaştıran bir süreçle belirlenirse, başka bir yola gidebiliriz. Dolayısıyla dört dinamik diyelim. Öngöremediğimiz üç dinamik ve buna eklenebilecek ortak adayın kimliği meselesi, önümüzdeki dönemde muhâlefetin gidişâtında en fazla belirleyici olacak dört dinamik gibi gözüküyor. 

Ruşen Çakır: Hatem, çok sağol. PANORAMATR’nin Kasım ayı değerlendirmesini Aralık başında yapmış olduk. Aralık ayını da yeni yılda değerlendireceğiz ve 2023’ün ilk yayınında tekrar izleyicilerimizin karşısında olacağız. Çok teşekkürler Hatem Ete.

Hatem Ete: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize de çok teşekkür ederiz. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.