Dışarıda kar yağıyor. Televizyonun yanında yılbaşı ağacı var. Sabah dokuz, elimde kahve televizyonun karşısında oturuyorum. Bu sahnenin içinde bir de Dünya Kupası finali olabileceğini yaşayana kadar aklıma getirmezdim. Yaz akşamlarının sıcak havası içinde eş dostla beraber yaşamaya alıştığım o tatlı heyecanı bu sefer bir kış sabahı ailecek yaşadık. Tarihin en iyi finallerinden birinin sonunda Arjantin kupayı kaldırınca biz de kazanmış sayıldık; eve pür neşe hakimdi. Final maçı uzun yıllar sonra sürprizleri ve heyecanlarıyla Dünya Kupası beklentilerine yakışır bir turnuvanın tacı oldu sanki. Her şeyden öte, kendi adıma futbol sevgimi hatırladım, elin Arjantin’i de olsa tuttuğum takım kazanınca neşelenmeyi ne kadar özlediğimi fark ettim.
2022’nin bu son yazısı için CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması’nda üzerine vurgu yapılan özgür üniversite söylemi üzerine yazmayı düşünüyordum. Gel gelelim Türkiye siyasetinde uzaktan muhalifler için iyi gidiyormuş gibi gözüken seçim süreci, hukukun yokluğunda yine endişelerin baskın olduğu sisli bir yöne saptı. Böyle olunca biraz gardım düştü. Bu gibi anlarda yaşamdan ve yaşamı paylaştıklarımdan aldığım keyif bana güç veriyor. O açıdan, son Dünya Kupası’nı izlemek de çok iyi geldi. Biraz bu iyi gelme hali üzerine düşündüm, sonra da yazıverdim.
1978 Dünya Kupası finalini Yalova’da ailem ve yakın arkadaşlarıyla izlediğimi hatırlıyorum. Ev sahibi Arjantin, Hollanda’yı 3-1 yenerek kupayı evinde kaldırmıştı. Evdeki tüm büyükler Hollanda’yı tutarken ben Arjantinli’ydim. Çocuk halimle Kempes’in attığı gollerdeki sevincimi hala çok net hatırlıyorum. Öyle ki, kırk dört yıl sonra aynı gök mavisi – beyaz çizgili formayı giyen Messi’nin gollerinde bir yandan o ana, diğer yandan çocukluğumun futbol sevgisini hatırladığıma seviniyordum. Kameralar tribünde oturan Kempes’i gösterdiğinde sanki ilkokul arkadaşımı görmüştüm. Bize bu kadar uzak bir insana böylesine yakın hissetmek garip diye düşündüm, “Sana ne oluyorsa” dedim. Düşününce fark ettim ki çocukluğumu özlemişim.
Sonradan öğrendim ki 1978 Dünya Kupası’nın ev sahibi Arjantin o dönem eli kanlı bir cunta rejimi tarafından yönetiliyormuş. Hatta, cuntanın FIFA’nın da desteğiyle Dünya Kupası’nı Arjantin’in ulusal imajını iyileştirmek için kullandığı farklı kaynaklarda yazıyor. 74 Kupası’nın yıldızlarından Hollandalı Johan Cruyff ailesine yönelik kaçırılma teşebbüsü sonrasında, Federal Alman Paul Breitner ise cuntayı protesto ettiği için turnuvaya katılmamış. Arjantin’in finale çıkmasını sağlayan 6-0’lık Peru galibiyetinin ise iki ülkeyi yöneten diktatörler arasındaki bir danışıklı dövüş olduğu iddiası yine kolayca ulaşabileceğiniz bir bilgi. Belki de bizim Yalova’daki dairede Arjantin’in pek seveni olmamasının nedeni, büyüklerin Hollanda’nın futboluna olan düşkünlükleri kadar cuntaya olan antipatileriydi.
Arjantin 1978 kadar olmasa da, Katar’ın 2022 Dünya Kupası ev sahipliği de çok tartışıldı. Futbol üzerine kitaplarını ve Financial Times gazetesindeki yazılarını takip ettiğim Simon Kuper, turnuva sırasında Hollanda – Arjantin çeyrek finalini izlerken ölen Amerikalı gazeteci Grant Wahl’in ardından bir yazı kaleme aldı. Kuper, Wahl’ın ev sahibi Katar’da göçmen işçilerin maruz kaldığı hak ihlallerini ve kötü şartları araştırıp yazdığını ve son yazısında paylaştığı Katarlı organizatörlerin göçmen işçileri umursamadığı iddiasının önemini vurguluyor. Bununla beraber, Wahl’ın sahadaki futbolun keyfini çıkarabildiğini yazan Kuper, Amerikalı gazetecinin Dünya Kupası’nın hem saha içini hem dışını kavrayabilen nadir kişilerden biri olduğunun altını çiziyor. Kuper, Katar’ın ev sahipliği üzerine yapılan tüm eleştiriler için de “Hollanda’nın attığı son dakika golünden keyif duydum, buna yardımcı olamam” diyor.
Bir dönem “Futbol asla futbol değildir” sözünün memleket halini her hafta okuyabildiğimiz bir gazetemiz vardı: Radikal Futbol. Banu Yelkovan, Bağış Erten, Erkan Goloğlu, İbrahim Altınsay, Tanıl Bora ve Uğur Vardan gibi sahanın hem içini hem dışını kavrayan yazarlarımızdan beslenmek ve Harun Tekin’in ifade ettiği gibi “futbol okumayı ve bunun ne kadar zevkli olabileceğini” deneyimlemek için salı günlerini iple çekerdim. Onları okurken 2000’lerin ortasından itibaren futboldan beni uzaklaştıran nedenlere rahatsız olmakta yalnız olmadığımı hissediyordum. Bir yandan da ustaların gözünden sahadaki keyfi görerek çok da uzaklaşmıyordum aslında. Sonrası malum tabii, sadece Radikal, Radikal Futbol değil arşivleri bile elimizden gitti. Futbol ise siyasi kavgalar ve rant mücadeleleri arasında öğütüldü.
Çocukluğumu özledim demiştim. Sadece futbola olan sevgimi değil, siyasi farkındalığımın Ecevit – Demirel rekabeti hakkında kulak dolgunluğu ile sınırlı olduğu zamanların zihin rahatlığını hatırlamak da iyi geldi. Ama bugün ilgi duyduğumuz, zevk aldığımız çok (her?) şey siyasetin ve ekonominin çarkları içinde dönüyor ve kendi adıma hepsinden vazgeçmek istemiyorum. Onun için bu Dünya Kupası saha dışına eleştirel gözle bakarken sahada oynanan futbolun zevkini çıkarmaya devam edebileceğimi hatırlamama vesile oldu. Çocukluğumun bu keyfinin içimde yeniden yeşermesinden mutluyum.
“Arjantin yenince biz de kazanmış sayıldık” diye başlamıştım söze. Sosyal medyada takip ettiğim birçok tanıdığım da Arjantin’i ya da özel olarak Messi’yi, tuttu finalde. Maç uzadıkça çoğu homurdanmaya başladı, bir kere de kazanmak bu kadar zor olmasaydı. Sanıyorum bizim neslin muhaliflerinin yıllardır siyaseten yüzünün gülmemesi de bu serzenişin bir yerlerinde saklı. Futbol asla futbol değil ama siyaset benim için asla futbol değil, en azından tuttuğum bir “parti” hiç olmadı. Ama siyaseten de kazanmanın neşesini özledim, özledik. 2023’ten kendime ve memleketimin muhaliflerine bu “neşeyi” diliyorum.