Serhat Güvenç yazdı: NATO’da 71 yıl

Dün Türkiye’nin NATO’ya girişinin 71. yıldönümüydü. Mevcut şartların gölgesinde, gündemde yer bulması beklenemezdi elbette. Bulamadı da zaten. Ancak deprem öncesi kamuoyunun NATO’ya ilgisi İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurularına yoğunlaşmıştı. Geçtiğimiz haziran ayında Madrid’de yapılan NATO zirvesinde işleme konan bu başvuruların onay sürecinin tamamlanmasının önünde iki üye var: Macaristan ve Türkiye.

Macaristan’daki onay sürecinin şubatta başlayan yeni yasama döneminde tamamlanması bekleniyordu. Şubat ayının ortasına gelindiği halde Macaristan cephesinden henüz yeni bir haber yok. Türkiye’deki onay süreci ise İsveç’te yaşanan Kuran yakma provokasyonundan sonra başlangıca göre çok daha olumsuz bir mecraya girdi. Artık Türk yetkililer açık açık Finlandiya’ya yeşil ışık yakılacağını, ama İsveç’in üyeliğine onay vermeyeceklerini dile getirmeye başlamışlardı ki deprem, tüm öncelikleri doğal olarak değiştirdi. Gerçi NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, geçen hafta Ankara ve Hatay’a yaptığı ziyaretler öncesi İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma zamanının geldiğini bir kez daha yinelediyse de, bu çağrının Ankara’da karşılık bulduğunu söylemek henüz olası değil.

Türkiye, kurulduğu 1949 yılından itibaren NATO’ya üye olmak için yoğun bir istek ve gayret göstermişti. Ancak bu çabaları 1951 yılının sonuna dek sonuçsuz kaldı. Erken Soğuk Savaş döneminde Britanya’nın sorumluluğundaki bir “mıntıka”da bulunması Türkiye’nin NATO üyeliğinin önündeki en büyük engeldi. Londra, Türkiye’yi ısrarla Avrupa güvenlik mimarisinin değil Akdeniz ve/veya Ortadoğu güvenlik mimarisinin bir parçası olarak görüyordu. Bölgedeki hakimiyetini yeni bir kurumsal çerçevede sürdürme düşü Mısır’ın itirazlarına takılınca, NATO dışında Türkiye’yi batılı güvenlik sistemine eklemek için başka seçenek kalmadığı anlaşıldı.

Öte yandan Türkiye’nin NATO üyeliğini ABD dışında açıktan destekleyen tek ülke İtalya’ydı. İtalyan hükümeti, Yunanistan ve Türkiye’yi kuzeyden ve doğudan gelebilecek komünist tehdidine karşı ilk savunma hattı olarak görüyordu. O yüzden de NATO üyelikleri İtalya’nın güvenlik çıkarlarına uygundu. O tarihte diğer üyelerin çekincelerine rağmen, özellikle Türkiye’nin üyeliği NATO’nun patronu ABD’nin ağırlığını koyması sayesinde gerçekleşti. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda da son sözü patronun söylemesi şaşırtıcı olmayacaktır. 

Türk kamuoyu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği konusundaki tavrını destekleme eğiliminde. Yıllarca AB adaylığı ve müzakereleri konusunda neredeyse her adımda arıza çıkaran üyelerle boğuşmak zorunda kalan bir ülkenin kamuoyunun bir anlamda yüreğini de soğutuyor bu sert tavır. Ancak şurası da teslim edilmeli ki İsveç, sudan sebeplerle (kültürel gerekçelerle de denebilir) Türkiye’yi bezdiren AB üyeleri arasında değildi. Daha çok kurumlar, kurallar ve kriterleri gözeten bir tutum izledi. Zaman zaman stratejik mülahazaları bile Türkiye lehine dillendirdikleri oldu. Örneğin İsveç Dışişleri Bakanlığı sırasında Carl Bildt’in, Türkiye’nin üyeliğinin AB için stratejik öneminden söz etmesi çok çarpıcıydı. Onca AB üyesi arasında stratejik kaygıları dile getirmek kala kala İsveç gibi tarafsız bir ülkeye kalmıştı. Ancak stratejik gerekçeler Türkiye’nin AB üyeliğini yeterince cazip kılmadığı için tam üyelik müzakereleri Almanya ve Fransa’nın yoğun gayretleriyle anlamını yitirdi. Yeniden tasarlanan AB’den dışlanmış olması nedeniyle, NATO üyeliği Türkiye açısından ayrı bir siyasi anlam kazandı.

NATO bir askeri bir ittifak olarak kuruldu. Ancak ittifakın askeri ayağı zamanla siyasi bir ayakla desteklenmeseydi ömrü herhalde bu kadar uzun olmazdı. Üye devletlere yönelik en yaşamsal askeri tehdit ortadan kalkmasına rağmen, Soğuk Savaş’ta oluşturan kurumsal altyapı, işbirliği, dayanışma ve danışma mekanizmaları NATO üyelerinin siyasi amaçlarına hizmet etmeye devam etti. Bu sayede ittifak arada “beyin ölümü” tanısı koyanlara inat varlığını sürdürmeye devam etti. Öyle ya AB varken, artık Avrupa güvenliği için NATO’ya ne gerek kalmıştı?

Neredeyse birinci yılına giren Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, NATO’nun askeri boyutunu, siyasi boyutunun önüne geçirdi. Rusya’nın saldırganlığı kimilerine göre uluslararası sistemde yapısal dönüşümü tetiklerken, kimilerine göre zaten başlamış olan dönüşüme ivme kazandırdı. Hangi açıdan bakarsanız bakın, batı güvenlik topluluğu ve onun alt kümesini oluşturan Avrupa güvenlik mimarisi yeniden kurgulanırken NATO’nun ilk kez AB’nin önüne geçtiği bir döneme girildi. Bu durum, 71 yıllık ittifak üyesi olarak Türkiye’ye yeni bir imkan sağlıyor. AB’den dışlanmak hala incitici ancak siyasi ve stratejik açıdan eskisi kadar kritik değil.

Türkiye, aynı Yunanistan ve Portekiz gibi, NATO’nun maddi kaynakları en kısıtlı üyeleri olarak silahlı kuvvetlerini donatmak için diğer üyelerin yardımına muhtaçtı. 1980’lerden itibaren bu durum değişti. Soğuk Savaş bittiğince Türkiye ile diğer müttefikler arasındaki yetenek makası kapanmıştı. Hatta bazı yetenekler bağlamında, Türkiye NATO’nun sayılı üyeleri arasına girmişti. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin NATO’ya girmesi, Türkiye’nin iyice ayrışmasını sağladı. Çünkü pek çok yeni NATO üyesinin savunması hala Sovyet dönemi silah ve teçhizatla sağlanmaya çalışılıyordu. Rusya’nın Ukrayna saldırısı bu durumu da hızla değiştiriyor. Sovyet dönemi silah ve teçhizatını Ukrayna’ya aktaran NATO üyeleri hızla batılı sistemlerle modernize ediliyor. Özellikle hava gücünü modernize etmekte yaşadığı sıkıntı bir süre sonra Türkiye’yi askeri yetenek bakımından ittifak ortalamasının çok gerisine düşürebilir.

Bugüne dek NATO’ya somut askeri katkı yapabilme becerisi ittifak masasında Türkiye’ye güçlü bir kalkan sağlıyordu. Bir diğer ifadeyle Türkiye’nin çeşitli vesilelerle dile getirdiği siyasi çekinceler askeri yetenekleri hürmetine ciddiye alınıyor, en azından sert tepki doğurmuyordu. Türkiye’nin siyasi çekincelerinin dozu giderek artarken, askeri yetenekleri aynı oranda gelişmiyor. Bu eğilim devam ederse amaç ve araçlar arasındaki denge NATO bağlamında da bozulabilir.

100 yaşını dolduracak bir cumhuriyet için, bir askeri ittifaka 71 yıldır üye olmak azımsanmayacak bir sürekliliğe işaret ediyor. Değişim ve dönüşüm çağındayız. NATO üyeliğini böyle çalkantılı bir dönemde Türkiye için bir istikrar unsuru, bir çıpa olarak görenler de var, ulusal egemenliğine tehdit olarak da. Depremden sonra yardım için Türkiye’ye kaydırılan NATO unsurlarına ve niyetlerine dair kuşkucu yorumlardan yola çıkarsak, aradan geçen 71 yıla rağmen ittifaka üyeliğin hala içselleştirilemediği çıplak bir gerçek olarak karşımızda duruyor.    

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.