En son büyüme rakamlarının verdiği mesajı küçümsemeyelim. Bunca zaman başımızın etini yiyen iktidarın iddialarının, açıklanan bu rakamlarla birlikte doğru olmadığı açık bir şekilde ortaya çıktı. Artık biliyoruz ki, yüzde 5,6’lık bir büyüme açıklanmış olsa da, Türkiye ekonomisi ciddi bir büyüme sorunu ile karşı karşıya. Sorun sürdürülebilirlik ve kapsayıcılık sorunu.
Geçen yıla ilişkin bu büyüme, hâlihazırda sahip olduğumuz kaynakların yeniden dolanıma sokulmasıyla, kendi içimizde oluşturduğumuz, dış kaynak tüketimine yol açan tarzda bir büyüme olmuş. Bu yüzden sürdürülebilir değil. Sürdürülebilirliği dış kaynak miktarına bağlı. O da elde avuçtaki dövizle sınırlı.
Buna ek olarak, daha çok hizmet ve bankacılık üzerinden sağlanmış, refahın bölüşümünde emeği dışlayan niteliğe sahip bir büyüme olmuş.
Geçen yılın büyümesi, hiç de Sayın Bakan Nureddin Nebati’nin iddia ettiği gibi, sanayiye ve ihracata dayanan bir büyüme olmamış. Zira açıklanan rakamların detaylarına bakıldığında, iktidarın hayal ettiği büyümenin niteliği ile gerçekleşen arasında çok büyük fark var.
İktidar sanayi dedi, ama hizmet ve finansa kaynaklı bir büyüme elde edildi. Yine iktidar ihracatla büyüme dedi, ama sonuç ağırlıklı olarak iç tüketim ile sağlanan bir büyüme oldu.
Anlayacağınız büyüme cephesinde “eski tas eski hamam”. Ama bunun böyle devam etmesi mümkün değil.
Kamuoyundaki söylemlerinin aksine, büyümede AKP kendi ezberine güvenmiş. Bildiğini uygulamış yani. Bilmediğinden büyük ölçüde kaçınmış.
Aslında geçen sene kastettikleri, sırf ihtiyaç duydukları dövizi elde edebilmek için mevcut sanayi kapasitesinin ihracata yönlendirmesinden ibaretti. Kanımca bazı iktisatçılar, iktidarın söylemlerine fazlaca önem atfedip, tartıştılar.
Söylendiği gibi “ihracata dayalı bir büyüme modeli” yoktu ortada. Zaten böyle bir modele dönüş yapabilecek siyasi olanaklara da sahip değil iktidar.
Sanayicilik ticaretten, al-satçılıktan daha zordur. Daha çok risk almanız gerekir. O yüzden ekonomiden ve iktidarlardan beklentileri de farklıdır.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Daha uzun süreli düşünüp, semerelerini alabilmek için bekleyecek zamanınızın olması gerekir sanayicilikte.
Daha çok çalışmak, alın teri akıtmak gerekir.
Her türlü riske karşı, sistem içinde ciddi güvenceler görmek istersiniz sanayici olunca.
Ekonomi politikaları konusunda da daha muhafazakâr olursunuz. Deneysel uygulamalar yapamazsınız.
Hepsinden daha önemlisi, tüm bunların farkında olan sanayici kitlenin (sermayesi ve emekçisiyle birlikte) siyasi olarak yanı başınızdaki “iktidar koalisyonu” içinde olması gerekir. Bugün bu koalisyon içinde inşaat, ticaret ve finans kesimlerinden oluşan temsilcilerden oluşmaktadır.
Bu koşullar altında sanayicinin sistemden talep ettiği güvenceler ve teşviklerin niteliği, şu anda AKP iktidarını oluşturan iş çevreleriyle taban tabana zıttır.
Sanayici dışa açık olmak, dünya ile birlikte hareket etmek ister. Ticaret ve hizmetlerle uğraşanların dayanağı ise içerisidir. Dışarıyla pek ilgilenmezler. Daha yerel değerleri benimserler.
Sanayici ihracat yapmak ve bunun için de daha gerçekçi bir kur politikası görmek ister. Hizmet, inşaat gibi sektörlerdeki iş insanlarının tercihi değerli TL politikasıdır.
Sanayici uluslararası sistemin saygın bir parçası olmak ister, bunun için daha demokratik, hukuka saygılı, adil bir Türkiye ister. Dahası devlet müdahalelerinden arınmış, özgürce işleyen bir piyasayı arzular. Ancak hizmet, inşaat gibi faaliyetlerle uğraşan iş çevrelerinin bunlarla bir ilgileri yoktur. Mümkünse şeffaf olmayan bir sistem oluşturulup, devlet imkânlarından yararlanmayı talep eder.
Birbirine taban tabana zıt bu koşulların aynı siyasi çatı altında bulunması mümkün değildir. Dolaysısıyla sanayiye dayanan, ihracat çekişli bir büyüme istiyorsak, buna uygun bir iktisadi çevre ve bu çevrenin sürekliliğini sağlayacak bir iktidar koalisyonunu oluşturmak gerekir. Birinci koşul budur.
Şimdi soruyorum size. Geçen seneden bu yana bu konularda bir gelişmenin yaşandığını gördünüz mü siz?
1950’lerin sonunda Demokrat Parti de aynı sorunla karşılaşmıştı. Ülkenin döviz talebi içinden çıkılamaz bir hal alınca, yasakları çare olarak görmüştü. Ülkeye döviz tasarrufu yapacak sanayinin oluşturulmasına ikna olmasına rağmen, bu yönde atılması gereken adımları atamamıştı. Dışarıdan borç para bulmakta da zorlanınca, 1958 yılındaki dış ödemelerde krize girmişti. Bu vesileyle tarihimizde ilk kez IMF ile karşılaşmış olduk.
Demokrat Parti’nin buradaki başarısızlığı, daha önce kendi liderliğinde geliştirdiği ve iktidarı paylaştığı ticari sermayeyi sanayi sermayesine dönüştürememesi, ticari sermaye sahiplerini ikna edememesiydi. Böyle bir dönüşümde ciddi oranda kaybedenlerin olması kaçınılmaz olacaktı.
İş dünyasında alışkanlıkların önemi yadsınamaz. Doğal olarak ticaret yapanların belli bir iş pratiği vardır. Bazıları rahatını bozup, risk alıp, kurulu düzenini terk edip yeni alanlarda iş yapmak istemeyebilir. Dolayısıyla ticari sermaye sahipleri sanayiye girmeye direnç gösterebilir. 1950’lerin sonunda, böyle de oldu zaten. Bunun iktidar koalisyonunu zayıflatacağını düşünen siyasiler ise ekonomiyi bildikleri şekilde yönetmeye devam etti. Sandılar ki, bir mucize olabilir ve sistem o şekilde sürdürülebilir.
Ama olmadı. Ekonomik sorunlar devam etti. Sistem tıkandı. Sonrasında tüm bu ekonomik güçlükler siyasi krizler için elverişli bir ortam yarattı.
Malum deprem öncesi AKP’nin seçim stratejisi, Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerinde kullandığı “Yeter Söz Milletin” sloganının taklidi üzerine kurulmuştu. Sanırım şimdi bundan vazgeçildi. Ama bu seçim sloganlarından ziyade, AKP’nin şu anda karşılaştığı ekonomik sorunlar ve öncesinde izlediği ekonomi politikaları Demokrat Parti’ninkiyle o kadar benzer ki. Asıl bunun üzerinde durulmalı. O gün yaşananlardan dersler çıkarmalı.
Geçen yıl iktidar sanayiyi öne çıkartmaya başlayınca, aynı hataların yapılmayacağını düşünmüştüm. Ama sonradan ortaya atılan “Türkiye Ekonomi Modeli”ni görüp, yetkililerin konuyu ele alınışını görünce tüm ümidimi yitirdim. Soruna doğru yerden giriş yapmıştı iktidar. Ama yanlış şekilde icra etmeye çalışıyordu. O nedenle de arzuladığı başarıyı elde edemedi.
AKP iktidarı da 20 yıllık iktidarı döneminde büyük ölçüde ticari sermaye sahipleri ile işbirliği yaptı. Onların seveceği, onların sermaye birikimlerini artırıcı tarzda yönetti ekonomiyi. Bu yönetimin tek amacı vardı. O da sermaye biriktirmek. Ama bu birikimin daha sonra ne yapılacağı konusuna çok fazla kafa yorulmadı. Ülkemizde ciddi miktarlara ulaşan ticari ve finansal sermaye birikimlerinin bir sonraki aşamadan nasıl bir birikim modeline aktarılacağı hâlâ muamma. Aslında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar bunun ipuçlarını veriyor. Ama iktidar farklı sermaye grupları arasında herhangi bir tercih yapmak için kendini hazır hissetmiyor. O zaman da bildiği o eski iktidar ilişkilerine ve ekonomik büyümenin dayandığı sektörel tercihlerden vazgeçemiyor. En son açıklanan büyüme rakamlarının bizlere verdiği mesaj budur.
İktidar, her zamanki kesimleri yanında tutmak, onları memnun edebilmek için hâlâ aynı politikaları sürdürüyor. Bu politikaları sürdürebilecek kaynaklar tükendiği için de ekonomideki baskıyı ve kontrolü giderek artırıyor. Kimin için? Elbette bu sermaye birikiminin ve bunda rol alanların ikbali için.
Kanaatimce iktidarın bu haliyle ekonomiyi yönetecek bir hali kalmadı. Öncelikle ciddiye alacağımız alternatif bir birikim modeli yok. Hâlâ inşatla, hizmetler ve bankacılık faaliyetleriyle ekonomide büyüme ve refah yaratabileceğini sanıyorlar. Birikimleri olan ticari sermaye sahiplerini korkuyla baskılayarak kendi iktidarlarını desteklemeye çağırıyorlar. Kimsenin alternatif bir birikim süreci düşünecek hali yok.
Peki, bu haliyle iktidar bir beş yıl daha devam edebilir mi? Pek olası değil.
Çok daha önemlisi, önümüzdeki seçimi kazansa bile bu alternatifsizliğe çözüm olacak bir şey bulması gerekecek. İktidarın ekonomik olarak bugünküne alternatif bir birikim modeli ortaya koyması lazım. Çünkü mevcut modelle yürümesi artık mümkün değil.
Onun için de iktidarın yeni bir sermaye koalisyonuna ihtiyacı var. Eğer bu iktidar AKP olacaksa, eskinin terk edilmesi, onun yerine yeni bir iktidar koalisyonunun kurulması zaruridir. Bunu yapabilirler mi? Göreceğiz.
Ama bildiğimiz bir şey var ki, son büyüme rakamlarına göre inşaat sektörü yüzde 9’lara varan oranda daralmış. Artık hiçbir şey bu sektör için aynı olmayacak gibi. Finans ve bankacılık üzerindeki baskılar ve enflasyonun etkisi de malum. Bu koşullarda eskisi gibi devam edebilmenin olanağı yok.
Şu anda görünen o ki, AKP ekonomik olarak iktidar olabilme kabiliyetini yitirmiş bir siyasi oluşuma dönmüştür. Bu koşullarda siyasi manada iktidar olmayı başarabilecek midir?
Maalesef geçmişin deneyimleri bunun pek mümkün olmadığını söylüyor.
Önce adalet bürokrasisini, ardından askerin vesayetini ortadan kaldırmış olan AKP iktidarı, gelinen bu noktada, zaman zaman geçmişteki iktidarları da kuşatan “ekonomik vesayetin” etkisi altına girmiştir. İktidarın ülkemizdeki diğer vesayet odaklarından kurtulduğu gibi, ekonominin kendi hareket alanını daraltan bu vesayetinden kurtulması, sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.