Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’li yıllara içeriden bakış (14): Better Call Erdoğan

Gezi’nin ardından 2014 yılında Türkiye zor ve yorucu bir yıl geçiriyor, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. AKP ile sert bir kavgaya girişen muhalif seçmeni zor yıllar bekliyor.

3 Kasım 2002 tarihinde başlayan iktidarı boyunca kamuda, askeriyede, cemaatlerde, yerel yönetimlerde, ticarette, sivil toplum gibi işleyen particilik faaliyetleriyle toplumda kendisine yer açan AKP, sadece birkaç yıl içerisinde iş ve işleyişlerdeki kural tanımaz halleri, hallederiz kolaycılığı ile kemik muhafazakâr seçmenine yeni bir kemik kitleyi daha eklemeyi başarıyor: İlkesiz faydacı seçmen. Bu iki seçmen grubunun ortak özelliği, birinin dini yaşam tarzına, diğerinin ekonomik döngülerine alan açıldığı müddetçe hangi kurum çökertilmiş, hangi masumun kanına girilmiş, kimin hakkına tecavüz edilmiş, hangi doğa alanı talan edilmiş umurlarında olmaması. Kendi yaşam standartlarını vatandaşlık bilinci olmaksızın ülkesinin bekasından önde gören bu iki grubun karşısında kişisel çıkarlarından ziyade toplum olma bilincine sahip, vicdanlı büyük bir seçmen grubu var: Muhalif seçmen. Geri döndürülemez bir şekilde yol açtığı tahribatlar yüzünden halkın bir kısmı tarafından ülkenin geleceğini tehdit eden bir yapı olarak görülmeye başlanan AKP, iktidarının en önemli dönüm noktası olan Gezi isyanını geride bırakıyor.

Olaylar dinmeye başlasa da tansiyon hala yüksek ve bu tansiyonu lehine kullanmak isteyen Erdoğan, demiri tavında dövüp, en iyi bildiği şeyi yaparak iki seçimi bir yıl içerisinde çıkarmak istiyor. Bile isteye tırmandırarak kaos görüntüsü verdiği eylemleri, standartlarını korumak isteyen muhafazakâr seçmene göstererek ortada tartışılacak fazla bir şey olmadığını söylüyor. “Camide içki içtiler, başörtülü bacımıza saldırdılar” yalanlarıyla özgürlükleri ve yaşam tarzları için savaşmaya hazır bu insanlar iktidara gelirse, artık ele avuca sığdıramadığınız çoluk çocuğunuzu dizginleyemezsiniz, cemaatlerinize çekecek insan bulamazsınız sonra demeye getiriyor. Bu devirde “bunların” önünü açarsak bir daha eskisi gibi olamazsınız, hâlbuki ben sizin tarafınızdayım diyor. Faydacı seçmene, ben gidersem hesap vermek zorunda kalırsınız, bunlar var ya bunlar, bir ağacın peşine düşüyor, size gün yüzü göstermez demek istiyor. Sonra kim sizin için doğal sit alanlarına imar izni verecek, usulsüz işlerinizi halledecek, kaçak Kur’an kursunuza göz yumacak? Yoo, yo olamaz, seçmen hemen alıyor mesajı. Erdoğan, yaralı olarak sağ kurtulduğu Gezi olaylarından, sizin için savaşıyorum, savaşacağım vaadiyle kazançlı çıkmanın peşinde.

12 Mart’ta, Gezi Parkı olayları sırasında polis tarafından atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucu yaralanan ve 269 gün boyunca komada kalan Berkin Elvan, 15 yaşında 16 kiloya düşmüş olarak hayatını kaybediyor. Berkin için yurtiçinde ve yurtdışında birçok ülkede protesto gösterileri gerçekleştiriliyor, Gezi’nin ateşi düşmüyor.

***

Dücane hocayı takip etmeyi bırakmaya başlıyorum. Aradığım sorunun cevabını bir türlü vermiyor, ağzındaki baklayı bir türlü çıkarmıyor. Ben nasıl bulduysam sen de bul der gibi. Zaten ben de hakikatin anahtarının buralarda bir yerlerde olduğunu hissediyorum ama gözümün önünde duran şeyi göremiyorum. Öyle derler zaten, hakikat, öyle ayan beyandır ki göremezsin. Ali Muhtar’la her gün saatlerce telefonda Mesnevi hakkında, kendimle ve evrenle ilgili yaptığım keşifler hakkında, yakaladığım imgelerin, rüyaların yorumları hakkında konuşuyorum, tartışıyorum. Mesnevi okumamda sonlara yaklaşıyorum. Mesnevi 6. cilde kadar yokuş yukarı yürünen bir kitap, özellikle 3. ve 5. ciltler çok zorluyor. Yürürken diyorum çünkü Mesnevi insanı kendi içinde bir yolculuğa çıkarıyor ve o yol üzerindeki rehberliği esnasında anlıyorsunuz ki bu kitap gerçekten yaşayan bir kitaptır. Her neyse 6. ciltte mevzuyu anlamam gerekiyor. Tıpkı Mesnevi gibi Feridüddin-i Attar’ın Mantık’ut Tayr’ı da bir nihayete eriyor ve sırrı faş ediyor ancak onu bitirdiğimde henüz bunu fark edecek seviyede değildim. Mesnevi’nin 6. cildi bittikten sonra kendimi hiç de aydınlanmış hissetmiyorum. Hayal kırıklığı içinde Ali Muhtar’ı arıyorum, bu muymuş yani diye yorumumu anlatıyorum. “Yaklaşmışsın ama hayır, son cildi bir daha oku” diyor.

***

AKP’nin ihya ve ihsan kaynağı yerel belediyelerin hüküm sürdüğü şehirlerde Gezi sonrası tartışılacak hiçbir şey yok. Bal tuttukları için parmaklarını yalarken birden bire Gezi ile keyifleri kaçan seçmen Erdoğan’ın soğukkanlılığı karşısında rahatlıyor ve parmağını yalamaya devam edeceği için içi rahatlıyor. Sadece ciddi bir insan kaynağını elinde tutma imkânına kavuştuğu belediyeler değil, iş yaptığı taşeronların çalışanları, işbirliği halinde olduğu meslek odaları, STK’lar, hepsi yıllar içinde ardı ardına eklenmiş iplerden sarılmış bir yumak gibi AKP’ye bağımlı. AKP teşkilatlarında çalışan kişiler aynı zamanda belediyelerde görev alıyor, ticaretle uğraşıyorsa ihale alıyor, haliyle zamanla dönüşen kurum yöneticileri ile birlikte devlet çoktan AKP’lileşmiş. Böyle bir ortamda yaşayan muhalif seçmen, etrafını saran bu yapıdan hem ürküyor hem de bu yapıyla mücadele etmekten asla vazgeçmiyor. Çünkü biliyor, sadece çıkara dayanan bu ilişki ağı deniz bitse de bitmese de bir yerde çürüyecek, yozlaşacak, ev dağılmaya başlayacak. Bu yüzden ne kadar erken müdahale ederse o kadar kurtarabilir ülkesini. En ufak bir imkân, isyan onun için düzeni yeniden değiştirebilmek için bir fırsat demek.

Gezi sürecinde uygulanan şiddet, artık kaybedeceği çok fazla kazanımı olan AKP seçmenini bir tercihe zorluyor. Ya bu günahı da görmezden gelecek ve pişkinlikle yaşanan şiddete bahaneler uyduracak ya da günahları ile yüzleşip kendine gelmeye başlayacak. Daha yeni başlamışlardı ama.

2014 yılına kadar halkına sunduğu imkân ve iltimaslara güvenerek Gezi sonrası türeyen muhalif sesleri de susturmak isteyen Erdoğan, artık ikna etmesi gereken insanlarla uğraşmaya enerji harcamayı zaman kaybı olarak görüyor. Bastırdığı Gezi isyanı ona hangi sinir uçlarına dokunması gerektiğini öğretiyor. Muhafazakârlara daha fazla otoriterlik, faydacılara daha fazla serbestlik vadedecek. Ortak aklın ve işbirliğinin ürünü AKP’yi Better Call Saul’un yönettiği bir devlet şirketine çevirmeye karar veriyor.

6 Aralık 2012’de Resmî Gazete’de yayımlanan yasa değişikliği ile Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illeri büyükşehir belediyesine dönüştürülüyor. Böylece toplam büyükşehir belediyesi sayısı 16’dan 30’a yükseliyor. Aynı düzenlemeyle 27 yeni ilçe kurulurken, köyler mahalle oluyor, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılıyor. Bu illerdeki il özel idarelerinin tüzel kişiliği ile bucakları ve bucak teşkilatları kaldırılıyor. AKP dağınık idari teşkilat yapılanmalarını ana merkezlerde toplayarak daha kolay kontrol sağlamaya çalışıyor.

30 Mart’ta yerel seçimler gerçekleşiyor. İki seçime birden hazırlanan Erdoğan, diğer seçim dönemlerinin aksine, kampanyayı sadece dostu ve siyasal iletişim danışmanı Erol Olçok’a emanet etmiyor, parti yönetimini de kampanya hazırlık sürecine dâhil ederek ekibine kampanya stajı yaptırıyor. 17-25 Aralık operasyonları sonrası 2014 yerel seçim stratejisi ve konsepti tamamen değiştirilerek yeni bir siyasal iletişim stratejisi geliştiriliyor. Türkiye’nin yeni Atatürk’ü olmak isteyen Erdoğan, kampanyasına Sivas Kongresi’ne atıfla, Sivas mitingiyle başlıyor. Kampanya, Gezi olayları ve 17-25 Aralık operasyonlarının dış güçler tarafından gerçekleştirildiği algısının yerleşmesi için yeni bir istiklal mücadelesi olarak planlanıyor. Muhafazakâr seçmene aradığı sığınak cümlesi veriliyor. “Sadece yerel belediyeler için bir tercih yapmıyorsunuz, geleceğimize karar veriyorsunuz” baskısı kuruluyor ve kampanyanın merkezinde parti veya belediye başkanları değil, Erdoğan yer alıyor. Meseleyi biz-onlar ayrımına indirgiyor.

Erdoğan, Gezi sürecinde kendisine yöneltilen çevrecilik eleştirilerini bertaraf etmek için modern şehirlerin oluşturulması ve insanların yeşille iç içe yaşaması gerektiğinin altını çiziyor ve kentsel dönüşümde yatay mimariye önem verileceğinden bahsediyor. Gezi’de sadece Erdoğan mı korktu, hayır en çok seçmeni korktu. Yıllardır alıştıkları düzen ellerinden kayıp gidecekti. Buradaki sakinleştirici enjeksiyonu görüyor musunuz bilmem, Erdoğan daha fazla yeşil derken düşmanlarının ağzını kapatacağını, yatay mimari derken bildiğimiz yoldan, onları kızdırmadan devam edeceklerini, endişeye mahal olmadığını belirtiyor. Muhafazakârlığın en büyük şiarı bir şeyi söylemeden söylemektir. Demek istiyor ki siz bana oyunuzu verin, ben onlarla nasıl mücadele edeceğimi biliyorum, bir daha sizi üzemeyecekler. Bunların yanı sıra yeni projelerden, şehir hastanelerinden, engelli ve yaşlı bakım aylıklarının arttırılacağından bahsediyor. Yeni havaalanı, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi derken, Atatürk’ün mirasından kalan izleri de nasıl sileceğinden bahsediyor. Böylece eski Türkiye’nin ülke ideali ile şu an yozlaşmış rejimi kıyaslayacak hatıralar yok olacak, geriye sadece onların hikâyesi kalacak. Utanacak bir şey olmayacak.

“Daima İleri” , “Daima Millet Daima Hizmet” ve “Türkiye Eğilmez Millet Yenilmez”  sloganları ile yerel seçim kampanyası genel seçim havasında ilerliyor. Halk mesajı alıyor, daha fazla “hizmet” için daha fazla AKP. Yeşil mi, o da ne?

“Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız.” 

Erdoğan’ın Türkiye’si.

Seçim sonuçlarına göre AKP yüzde 42,87 oy ile birinci parti olurken, CHP 26,34 ile ikinci parti, MHP 17,82 ile üçüncü parti, BDP 4,16 ile dördüncü parti, Saadet Partisi 2,56 ile beşinci parti oluyor. CHP ve MHP’nin gizli ittifak halinde girdiği seçimde Saadet Partisi haricinde tüm partiler oylarını arttırıyor. 30 büyükşehir belediyesinin 18’ini AKP, altısını CHP, üçünü MHP ve ikisini de BDP kazanıyor ve Mardin’de Ahmet Türk bağımsız olarak seçiliyor.

Erdoğan’ın halktan aldığı bu onayla birlikte Türkiye, dev bir muhafazakâr evine dönüşmeye başlıyor.

***

Bir daha okuyorum ve bu sefer anladığım şey dünyayı başıma yıkıyor. Her şey, o ana kadar din diye okuduğum, bütün hayatımı uğruna harcadığım, milyonlarca insanın uğruna sefil olduğu şeyler bir bir yıkılmaya başlıyor. İnsanlığın bütün halleri film şeridi gibi geçiyor bir anda gözümün önünden ve ben hayret ediyorum. Derhal Ali Muhtar’ı arıyorum ve “Bu mu” diyorum. “Bu sefer anladın” diyor. Telefonu yüzüne kapatıyorum çünkü anladığım şey bana o kadar ağır geliyor ki sabaha kadar durmaksızın ağlıyorum. İşte hayatım boyunca delirmeye en yaklaştığım an. Bağıra bağıra ağlamak geliyor içimden ancak bağıramıyorum, dizlerimi yumrukluyorum, parmaklarımı ısırıyorum ama bağıramıyorum. Bağırsam ve başıma toplansalar kimseye bir şey anlatamam. Mecbur içime içime bağırıyorum.

Tanrıyla büyük bir kavgaya girişiyorum son defa, bana ayetlerini ve hadislerini hatırlatıyor bir gayretle ancak nafile. Hepsini bir bir boşa çıkarıyorum ve en sonunda artık utancından mı bilmem, susuyor. Ve son sözümü söyledikten sonra hayatım boyunca ilk defa beynim duruyor. Bilmem sizin başınıza geldi mi, ben hiç bilmem, hiçbir şey düşünmediğim bir anı, o an haricinde. Kendimi zorluyorum ama hiçbir şey gelmiyor aklıma. Bir saat mi, üç dakika mı, yedi saniye mi sürdü hiçbir fikrim yok. Ancak sonra sanki gökyüzünden dünyaya kayan bir yıldız gibi yüzlerce düşünce beynime hücum etmeye başladı. Binlerce renk, görüntü, koku. Ağlayan, gülen insanlar, savaşlar, zaferler. Sabaha doğru ağlaya ağlaya sızmışım. Sabah telefon alarmımla uyandığımda mucizevi bir rüya görmüştüm. Detayını anlatmayacağım ama şahlanmış bir atın üzerinde öfkeyle bakan Rönesans tablosu gibi görünen aksakallı bir İsa. Ali Muhtar’a anlattığımda “Hakikati anladın ama direniyorsun, bunun için sana öfkeli” dedi. Hepsinin canı cehenneme. Gözümden büyük bir perde çekiliyor. Bundan sonra inanmak diye bir şey yok, bilmek var. Artık hiçbir şey kandıramaz beni. Aynı anda hem büyük bir öfke hem muhteşem bir neşeyle doluyum hayata karşı. Artık her şey benim elimde.

İşte bu uyanıştan sonra hayatın gerçekleri daha da acı gelmeye başlıyor. Çünkü uğruna türlü acılar, günahlar, hayatlar feda edilen biricik tanrıcığımız, ahh, ne küfürler. Yaşadıklarıma katlanmak daha da zor geliyor şimdi. Ali Muhtar’la da arama mesafe koyuyorum, en azından bir süre. Arada sırada eski günlerin hatırına kıldığım namazı niyazı tamamen bırakıyorum. Dine, tasavvufa dair hiçbir şey duymak istemiyorum. Varoluş meselesine dair de hiçbir şey okumak, düşünmek istemiyorum. Aklıma gelen fikirleri kovuşturuyorum. Artık sadece dünya ve onun gerçekleri olacak. Bir süre yalnızca evreni deneyimleyeceğim.

Eğer o sırada belediyede çalışıyor olmasaydım çok daha farklı olabilirdi mevzular ama öyle hayatın tam ortasındayım ki insanın fıtratından, eğilimlerinden, çıkarcılığından, masumiyetinden, beyninin kıvrımlarından kaçamıyorum. Mecbur, bütün olaylar, üzerine düşünmek üzere tetikliyor beni. Ve üç kuruş uğruna atılan taklalar, ailemin bütün hayatını boşu boşuna vakfettiği dinleri ve cemaatleri, belediyedeki insanların aynı jargonların seyreltilmiş halleri ile nasıl da işlerine güçlerine baktıklarını gördükçe midem bulanıyor. Hepsinin yüzlerine yüzlerine bağırmak istiyorum, “Bütün hayatınız yalanlardan ibaret!” diye ama öyle çoklar ki hangi birine ne anlatabilirim? Mecbur tıpkı benden öncekiler gibi kendimi tutabildiğim kadarıyla susmaya başlıyorum. İyice soyutlanıyorum nefret ettiğim toplumdan.

***

13 Mayıs’ta, Soma’da 301 madencinin hayatını kaybettiği, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası gerçekleşiyor. Etkileri yıllarca devam edecek Soma maden kazası, Türkiye’yi ayağa kaldırıyor. Önceki bölümlerde de değindiğim maden kazalarında gördüğümüz üzere sektör işletmecileri, insan hayatından daha pahalı geldiğinden midir bilinmez, gerekli tedbirleri almıyor, denetim firmaları bakanlıklarla ahbap çavuş ilişkisiyle çalıştığı için işçiler devletin çizdiği kader planı ile baş başa kalıyordu.

Enerji Bakanı Taner Yıldız, Temmuz 2013’te Soma’daki aynı işletmenin farklı bir ocağının açılışını yapıyor, örnek bir işletme olduğunu belirtiyor. Ekim 2013’te CHP milletvekilleri Soma’daki maden ocaklarında meydana gelen iş kazalarının araştırılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için soru önergesi hazırlanıyor. Önerge, MHP ve BDP milletvekilleri tarafından desteklenerek, 60 vekilin imzasıyla 29 Nisan’da Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getiriliyor ancak AKP milletvekillerinin oylarıyla reddediliyor. Madenciler, henüz Soma faciası gerçekleşmeden 2013 yılı sonunda çalışma koşullarını protesto ediyor. Facianın gerçekleşmesinin ardından Türkiye’de üç günlük ulusal yas ilan edilirken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde iki gün ve Pakistan’da bir gün ulusal yas ilan ediliyor.

Kaza bölgesinde Erdoğan protesto ediliyor. Erdoğan’ın koruması Yusuf Yerkel’in tekmelediği madenci yakınına ait fotoğraf, daha yeni biten seçim kampanyasında ihya edileceği söylenen vatandaşın yerlerde tekmelendiğini gösteriyordu.

301 madencinin hayatını kaybettiği, 162 madencinin yaralandığı olayın ardından 13 Mayıs 2014’te Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde “olası kastla insan öldürme”, “neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama”, “bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma”, “taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma” suçlamalarıyla dava açılıyor. 2015’te görülmeye başlanan ve sanıkların tutuksuz yargılandığı Soma davasında 4 Nisan 2022’de Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın 20 yıl, Türkiye Kömür İşletmeleri başkontrolörleri Adem Ormanoğlu ve Efkan Kurt’a verilen toplam 12 yıl 6 aylık hapis cezaları onanıyor ancak hayatını kaybeden madencilerin yakınları dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıyor. 301 kişinin hayatını kaybettiği olayda verilen göstermelik cezalar, bir de infaz düzenlemesiyle birlikte kısalacak çünkü.

Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda madende planlanandan iki kat fazla üretim yapıldığı, üretim artmasına rağmen havalandırmayı sağlayan ana vantilatörün kapasitesinin değiştirilmediği vurgulanıyor. Bunlara ek olarak gaz maskelerinin işçilerin madenden kaçmasına olanak tanımamasından, üretim zorlamasından, maden içi etkin haberleşme ve alarm sistemi bulunmamasından bahsediliyor ve acil durumlar için bir planlama yapılmamış olmasına kadar bir dizi eksikliğe dikkat çekiliyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ihmali ve kusuru olduğu belirtiliyor.

Beşi tutuklu toplam 51 kişinin yargılandığı dava Temmuz 2018’de sonuçlanıyor. 37 kişi beraat ederken, 14 sanık ceza alıyor. Sanıklardan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan 15 yıl hapis cezası alıyor ancak 18 Nisan 2019’da yurtdışına çıkış yasağıyla tahliye ediliyor. Genel Müdür Ramazan Doğru 22 yıl 6 ay, İşletme Müdürü Akın Çelik 18 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm ediliyor. Mart 2020’de hayatını kaybeden 11 işçinin yakınlarının başvurduğu Anayasa Mahkemesi’nde, ölen işçilerin yaşam hakkının ihlal edildiği kararı çıkıyor.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 30 Eylül 2020’de, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği ve istinaf mahkemesinin onadığı kararı bozuyor ve beş sanığa “olası kastla 301 kez öldürme ve 162 kez yaralama” suçundan ceza verilmesini istiyor. Fakat bu sırada 12. Ceza Dairesi’nin üç üyesi değişiyor ve hemen sonrasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 8 Ocak 2021’de 12. Ceza Dairesi’nin 30 Eylül kararına itiraz ediyor. Sanıklar hakkında “taksirle ölüme neden olmaktan” ceza verilmesi talep ediliyor. Dosya, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’ne geri dönüyor. Yeni heyet ikiye karşı üç oyla önceki kararını bozarak Can Gürkan’ın “bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olmaktan” yargılanması gerektiğini belirterek beş sanığın “bilinçli taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma” suçundan tekrar hâkim karşısına çıkması kararlaştırılıyor. Dava 13 Nisan 2021’de Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde tekrar görülmeye başlanıyor.

2021’in Şubat ayında Ramazan Doğru, Akın Çelik, onun yardımcısı İsmail Adalı, hapis yattıkları süre göz önünde bulundurularak Soma İnfaz Savcılığı tarafından serbest bırakılıyor, Soma davasında cezaevinde tutuklu sanık kalmıyor. Haziran 2021’de davanın dördüncü duruşması görülüyor. Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi, tutuksuz yargılanan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’a “bilinçli taksirle öldürme ve yaralamaya neden olma” suçundan 20 yıl; maden mühendisleri Efkan Kurt ile Adem Osmanoğlu’na 12’şer yıl 6’şar ay hapis cezası veriyor ancak sanıklar tutuklanmıyor. Son olarak Nisan 2022’de Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nin temyize giden kararının düzeltilerek onanmasına karar veriyor. Üçe iki oyçokluğuyla çıkan karara daire başkanı Ahmet Er ve üye hâkim Nadir Güngüneş şerh düşüyor:

“Sanıkların ‘olası kastla öldürme suçundan’ cezalandırılması; 301 kez öldürme ve 167 kez yaralama suçundan binlerce yıl hapis cezasına çarptırılması gerekir.”

Soma davasında tutuklu sanık kalmıyor elbette ancak kurum ve işletme sahiplerinin sorumluluklarını yerine getirmemesi sebebiyle hayatını kaybeden 301 madencinin dosyasını takip eden avukatlar Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay tutuklanıyor. Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı “terör örgütü kurma ve yönetme”, “terör örgütü üyeliği” suçlamalarıyla 2017’den bu yana tutuklu olarak yargılanıyor. Sosyal Haklar Derneği üyesi avukat Can Atalay ise Gezi davasında “cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etme” suçundan ceza alıyor. 

***

Son kez Dücane hocanın kitap söyleşisine gidiyorum. İşte şimdi anlayacağım, anlamış da mı söylemiyor yoksa bilmiyor muymuş? Ders Büyükada’da olacak. Önce İstanbul’a, sonra arkadaşlarla buluşup Ada’ya geçiyorum. Ada’ya giden vapurda denize bakarken arkadaşlarımın fonda seyreden cümleleri, her bir bakış, her bir nesne benim için hep aynı şeyi onaylıyor, bu son gelişim. Saf gerçekliği bildikçe hem öfkeleniyorum hem de hayat artık sınırlarımı bildiğim için daha başedilebilir bir şeye dönüşüyor. Söyleşi sırasında söz alanlardan birinin sözleri çok ilgimi çekiyor. “Kim bu?” diyorum, dört ay sonra evleneceğim adamın adını söylüyorlar. Hmm, duymuştum bu adı. Hoca da zaman zaman derslerinde adını geçirmişti, hocanın adına açılan gruplarda falan da yazdığında etkileniyordum fikirlerinden ama hiç muhabbetim yoktu. Asosyal bir tip. Dönüşte arkadaşlar hocanın talebelerinden oluşan bir Whatsapp grubu açmışlar. Aslında artık takip etmeyeceğim ama gruptaki insanları sevdiğimden kalıyorum ve o da orada. Bir gece açılan bir tartışmada herkes çekiliyor kenara biz dövüşüyoruz. Yakın arkadaşlarımdan biri yeter artık özele gidin diyor. O gece sabaha kadar tartışma özelde devam ediyor, sonraki birkaç gün de günde bir-iki saatlik uyku haricinde sürekli sohbet ediyoruz. Kızlara anlattığımda, “O sana hayatta bakmaz” diyorlar. Adam Schopenhauer okuyormuş, ben tasavvuf okuyormuşum, ben uçarıymışım, o sert gerçekçiymiş, kimseyle iletişim kurmayı sevmezmiş, bugüne kadar da gruptan kimseyle görüşmemişmiş. İmkânsız kelimesinin benim için bir iddia sebebi olduğunu bilmiyorlar tabii ama zaten uğraşmama da gerek kalmıyor.

Her neyse, uzak mesafe ilişkisi çok hızlı ilerliyor ve o zamana kadar ikimiz de konuşabileceğimiz kafa dengi birini bulamadığımızdan oluşan bu uyumu kaybetmek istemiyoruz ve evlenmeye karar veriyoruz. Onun ailesi de benim ailem de şaşkın. Evlenin de nasıl evlenirseniz evlenin havasındalar. Yalnız iki ailenin de bizi evlendirecek birikimi yok ve ikimizin de evlilikle ilgili hiçbir düşüncesi olmadığı için kenarda para yok. Kredi çekip evlenir, çalışır öderiz diyoruz, bu yüzden beklemeye de gerek yok. Alkol sorunu var gibi ama kendini değiştirmek istediğini, artık başka bir hayat yaşamak istediğini söylüyor bana. Bunu da ancak benim gibi güçlü bir kadınla başarabilirmiş. Bir kadına asla söylenmemesi gereken laflar bunlar, hemen paspas eder sizin için kendini. Ben de öyle yapıyorum elbette. Ailemden sadece abim ve kardeşime alkol mevzusundan bahsediyorum, abim uyarıyor ama o kadar. Ailede başka bir örnek daha var çünkü ve hepimiz durumların nereye varabileceğini biliyoruz. 

O da ailesinden günyüzü görmemiş, ben de, kendi kendimizi yetiştirmişiz ikimiz de. Onlara rağmen olduğumuz kişiler olmayı başarabilmişiz. Aşk yok ama yoldaşlık duygusu var. Çalışıyor, korsan film sitesi var, elektrogitar çalıyor, kitap okuyor, düşünüyor, kendine özgü fikirleri var; filmler, müzik, söyleşiler, sergiler, İstanbul falan derken harika bir evliliğimiz olabilir. Sorunlar olsa da madem konuşabiliyoruz, bir şekilde aşarız, yani ne olabilir ki? Şimdilik tek sorun, adam rockçı, dövmeli, kulağı küpeli, ben şimdi nasıl tanıştıracağım bu adamı ailemle? Gençlik zamanlarında yaptırmış işte dövmeyi, taktırıvermiş küpeyi derim. Babamın hemen tav olacağı bir özelliği de var zaten, onun da babası zamanında tarikatlara uğramış ve adı dindar biri gibi. Bu yüzden sadece adını duyduğunda zaten aydınlanıyor babamın yüzü. Namazında niyazında olmaması onun için daha iyi çünkü böylece dinden girerek damadı üzerinde iktidar kurabileceği hayaliyle yanıp tutuşuyor. Babamı hayalleriyle baş başa bırakıp ben işime bakıyorum.

Tanıştıktan iki ay sonra nişan, toplamda dört ay sonra da sade bir nikâh töreni ile evlenmiş oluyoruz. Ve böylece üç yıl sürecek evliliğime ve beni dişlerinin arasında ezip tükürecek İstanbul’a ilk adımımı atıyorum.

***

10 Ağustos’ta Türkiye tarihinde ilk defa cumhurbaşkanını halk seçecek. Seçimlerde üç aday yarışıyor, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu ve HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş.

Erdoğan, aslında yerel seçimlerde başlattığı seçim kampanyasını Soma faciasına rağmen duygusuzca büyük bir şova dönüştürüyor. Açıkçası başımıza sarılan bu başkanlık sistemi belasının tamamen siyasal İslamcılar’ın ABD hayranlığından ileri geldiğini düşünüyorum. Saraylar, ucu görünmeyen konvoylar, kapılara asılan korumalar, gözlükler, kulaklıklar falan derken bir Amerikan filminde ABD Başkanı geçişi sahnesi canlandırılmaktadır. Seçim kampanyası için Barack Obama’nın 2008 başkanlık seçiminde kullandığı logoya benzetilen bir logo kullanılıyor. Logonun anlamı “tünelin ucundaki ışık” olarak belirtilse de görsel daha çok denize açılan kanalizasyon giderini andırmaktadır. Bu seçim kampanyasında yıllarca AKP’li seçmenin telefon melodisi olacak kadar çok sevilen Arslanbek Sultanbekov’un Nogay Türkleri için bestelediği “Dombra” şarkısı, Uğur Işılak tarafından yeni sözler yazılarak izinsiz olarak kullanılıyor. 

CHP ve MHP aday olarak AKP’nin muhafazakâr seçmenini etkileyebilmek için, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın genel sekreterliğini yürütmüş olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu seçiyor. İhsanoğlu için halen alay konusu olan, “Ekmek için Ekmeleddin” sloganı tercih ediliyor. Muhalefet ittifakı o seçimlerde muhafazakâr seçmene şirin gözükme kaygısı ile tereciye tere satmaya kalkmak yerine Gezi öfkesi taptaze duran muhalif seçmene odaklanıp seküler, devlet ciddiyetine sahip birini seçip yolsuzluklarla mücadele etmeyi vadetse ve birlikte yaşamaya vurgu yapsaydı bambaşka bir sonuç alırdı. Sırtını dine ve otoritenin heyulasına dayayan Erdoğan’dan korkan ve ona yaranmaya çalışan bu tercih, halk için alay konusuydu. Bir defa halk dindar mı, yoksa dindarlık oldukça kullanışlı mı? Halkın dahi içten içe inanmadığı bir şeye yatırım yapmak bana hep, bir dolandırıcının dolandırdığı insanlarla kurduğu ilişkiyi hatırlatır. Bir dolandırıcı, dolandırdığı insanlara asla saygı duymaz, onlarla alay eder. Peki, Erdoğan nasıl yapıyor? O din satmıyor, minarenin kılıfının içinde sizin için neler var neler diyor. Kimsenin kendini açıkça ifşa etmediği bu yapı işte muhafazakârlık, bu örtü altında gerçeği söylemediğiniz müddetçe her günahı işleyebilirsiniz.

Üçüncü aday Selahattin Demirtaş kampanyasında, “Bir Cumhurbaşkanı düşünün, bağlamadan başka bir şey çalmıyor” diyor ve 17-25 Aralık haftasına göndermede bulunuyor. Gezi’deki çatışmaya işaret etmek için Erdoğan’ın çalıntı logosunun karşısına barış vadeden logosunu iliştiriyor.

Katılım oranının yüzde 74,13 olarak gerçekleştiği seçimlerde Recep Tayyip Erdoğan yüzde 51,79 oy oranı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı seçiliyor. Ekmeleddin İhsanoğlu yüzde 38,44, Selahattin Demirtaş ise yüzde 9,76 oy alıyor.

6-7 Ekim tarihlerinde, IŞİD’in Kobani’yi kuşatmasına üzerine Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, İstanbul, İzmir başta olmak üzere birçok ilde protesto eylemleri ve silahlı çatışma yaşanıyor. Silahlı çatışmalara HÜDA-PAR taraftarları ve ülkücülerin de dâhil olması sonucu polis güçleri olaylara müdahale ediyor. Çıkan olaylarda göstericilerin bir kısmının sivil halka saldırılar gerçekleştirmesi ve birçok kamu binasının yanında ev, işyerleri ve taşıtların yakılması sonucu pek çok ilde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Resmi rakamlara göre 37 kişinin hayatını kaybettiği olaylarda İnsan Hakları Derneği’nin raporuna göre ülke genelinde 46 kişi hayatını kaybediyor, 682 kişi yaralanıyor. Olaylar sırasında 16 yaşındaki lise öğrencisi, Yasin Börü hayatını kaybediyor.

17-25 Aralık döneminde oldukça popüler olan Twitter fenomeni Fuat Avni birkaç gün boyunca Gülen cemaatinin önde gelen isimlerine operasyon yapılacağını duyuruyor. 14 Aralık sabahı ağırlıklı olarak Gülen grubu medyasında görev yapan kişiler olmak üzere 31 kişi hakkında gözaltı kararı alınıyor. Bugün Beyaz TV’de hükümet yanlısı propaganda yürüten Zaman gazetesinin eski başyazarlarından Hüseyin Gülerce de İstanbul Adliyesi’nde ifade veriyor ve üç saatlik ifadesinin ardından serbest bırakılıyor. FETÖ ve AKP ile yaşanan gerilim iyice görünür hale geliyor, artık hükümet de cemaat de bir karar vermek zorunda.

Serinin önceki yazıları:

AKP’li yıllara içeriden bakış (13): Gezi

AKP’li yıllara içeriden bakış (12): Kurda merhamet etmek kuzuya zulümdür

AKP’li yıllara içeriden bakış (11): Hayaldi, gerçek oldu

AKP’li yıllara içeriden bakış (10) – Metastaz

AKP’li yıllara içeriden bakış (9) – İlk kurban

AKP’li yıllara içeriden bakış (8) – Bitmeyen kavga

AKP’li yıllara içeriden bakış (7): Bizim derdimiz başka

AKP’li yıllara içeriden bakış (6): İnşaat ya Resulallah

AKP’li yıllara içeriden bakış (5): Cumhuriyet yaptı, AKP sattı

AKP’li yıllara içeriden bakış (4): Dünyada mekan, ahirette iman

AKP’li yıllara içeriden bakış (3): Herkesin başbakanı

AKP’li yıllara içeriden bakış (2): “Ayrı bir parti değil, yeni bir parti”

AKP’li yıllara içeriden bakış (1): Partinin doğuşu

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.