Seçime üç hafta kalmışken, oturma odamızda kocaman bir fil dolaşıyor… Pek de saygılı bir misafir sayılmaz bu fil, sağa sola çarpıyor, babaanneden miras vazoyu kırıyor ve en güzel koltuğa oturmak için de hamle ediyor. Filden ev sahipleri pek rahatsız olmasa da diğer misafirleri rahatsız ettiği kesin, hem file hem de fili sevenlere karşı bayağı kırıcı sözler sarf ediyorlar. Fil, oturma odası siyasetimizin yok sayılamayacak bir parçası, görmezden gelmek onu yok etmiyor.
Fil, Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce… Kendisini böyle tanımlamakta bir sakınca yok, beş yıl önce de cumhurbaşkanı adayıydı, gelecek seçimlerde de olursa sürekli bir meslek sahibi olabilir. Deneyimli bir siyasetçi, hem yerel politikadan anlıyor hem de CHP’de üst yönetime kadar yükseldi hatta genel başkanlığa aday oldu. Baktığınız zaman hep şikayetçi olduğumuz parti elitlerinin ve müesses nizamın bir parçası. Ancak hem müesses nizama hem de müesses nizamın iki adayına saydırdığı söylemleriyle dikkat çekiyor. Ve önümüzdeki seçimlerde “oyun değiştirici” olmaya namzet bir siyasi aktör. İleride tarihçiler bu seçim hakkında ne yazarlar bilmem ama birincisi HDP’nin aday göstermeme kararı, ikincisi de İnce’nin adaylığı olmak üzere iki kırılma noktasından bahsetseler iyi olur.
İnce’nin hacmi ne kadar bilmiyoruz. Rivayet muhtelif, kendisine sorsak ikinci tura kaldı bile, bunun anlamı Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla oy almayı umduğu. Ha ikinci tura kalırsa, kazanabilir; ülkemizde siyaset tamamen “negatif” oy verme üzerinden kurulduğundan, şaşırtmaz. “Anketler güvenilmez!”, “duyduğunuz anketlere inanmayın” diyoruz, o yüzden de ortalıkta sirküle eden rakamlara dayanarak bir şey de söyleyemiyoruz. Bazısı yüzde 2 diyor, bazısı çift basamaklardan bahsediyor. Anketler şu anda doğru söylese bile, beşer şaşar, seçim günü karar değiştirebilir. Akıl ve mantığa başvurduğumuzda da elimizdeki siyaset sosyolojisi kuramları bir rakam üretmemize izin vermiyor, yüzde 40-yüzde 40 bölünmüş bir ülkede, Kürt siyasal hareketini de eklesek yüzer gezer bir on puan var, onun tamamını mı alacak “allasen”? Tabii bloklardan birinin parçasıysa, o başka…
Ne kadar oy alacağını bilmiyoruz ama oyunu değiştirebileceğini düşünüyoruz. Neden mi? O da basit aritmetik. Yine bölünmüş ülkemize geri dönelim, seçimi ilk turda kazanmak için yüzde 50 artı bir almak gerekiyor. Piyasadaki diğer iki aday, İnce ve Oğan diyelim geçerli oylardan toplam yüzde 4 alsın, geriye yüzde 96 kalıyor, kazanacak adayın diğerine 6 puan fark atması lazım 51-45 olması için. Olur mu, olur. Ama ya yüzde 6 olursa, o zaman fark 8 puan olmalı. Bu iki adayın oyu toplam yüzde 10 olursa, aradaki farkın 12 puan olması gerekiyor ki; o iş yaş. Seçim günü görürüz.
Öte yandan biz siyaset bilimciler için İnce’yle ilgili iki konu daha ilgi çekici. Birincisi söylemi, yani kullandığı dil, referansları, göndermeleri vesaire. Kendisi bir polemik üstadı olarak bilinirdi geçmiş siyasi hayatında, 2018 seçimlerinde de hayli renkli bir söylemi ve performansı vardı. Şimdi de çok farklı değil, eğer vaktiniz bolsa ve YouTube sayfasına girerseniz çok sayıda konuşmasını dinleme ve videolarını izleme şansınız var. Hızlı bir taramayla gördüklerim: Deprem döneminde bölgeden cep telefonuyla çekilmiş videolar, sıkça “Ben öğretmenim”, “Ben babayım” vurgusu; “Ne sağda ne solda, Atatürk’ün yolunda sloganı” ve biraz yüksek tonla siyasilere çatma. Vakit çok olsa canlı yayın kayıtları da izlenebilir ama bir yerden sonra çok da yeni bir şey olmadığını görüyorsunuz. Diğer liderlerde daha fazla retorik tutarlılık, ayağın yere basması, mutlaka yapılanlara ve yapılacaklara değinen bir projecilik görülebilir; İnce’deyse her şeye değinen ancak bir şey vaat etmeyen bir dizi cümle görüyoruz.
İkincisi, İnce’ye kimlerin neden oy verdiği meselesi. Kendisine sorarsak, seçmen yaşı 15’e indirilse cumhurbaşkanlığı cepte, yani gençlerin kendisine muhabbeti çok fazla. Sözüne güvenilir sosyal bilimciler de aynı fikirde, gençlerin Muharrem İnce’yi sevdiğini söylüyorlar. Öte yandan, var olan adayları sevmeyenlerin de İnce’ye sempatisi olduğu algısı da var. Belki de seçimde oy kullanmaktan imtina edecek kişiler anketlerde sorulduğunda İnce yanıtı veriyorlar, bu da bir olasılık. Eğer İnce gerçekten oyunu değiştirir ve seçimin ikinci tura kalmasına yol açarsa bütün bunları geçmişe dönük olarak bol bol tartışırız.
Diyelim haklılık payı var söylenenlerin ve gençler arasında İnce’ye muhabbet fazla. Bunu anketlerde görmenin ötesinde, iddianın mantıklı bir gerekçesi var mı, bunu düşünelim. Türkiye’de gençler neden ittifakların adayları haricinde bir adayı tercih etsinler? Geleneksel siyasetin, yani partiye gir, çalış, aday ol ya da olma gibi bir pratiğin gençlere cazip gelmediğini biliyoruz, bu neredeyse evrensel bir kural ve bizim bu meseleyi incelemeye başladığımız 1990’lardan beri de bir değişim yok. Geleneksel siyaseti sevmeyen gençlerin önünde sayılı yol kalıyor. Bunlardan biri “elitlere meydan okuyan” diye tanımlanan, boykot, grev ve işgal gibi bir dizi eylem. Arap Baharı ve Gezi Hareketi’ni de bu tür eylemlerden kabul edebiliriz. Batı’ya ilaveten bazı güney ülkelerinde sıkça görülen bu tür eylemlerin gençler için daha cazip olduğu biliniyor. Gençlerin önünde siyasetle ilgili bir başka yol da sosyal medya üzerinden organize edilen platform eylemleri, sanal boykotlar vesaire. Bunu siyasetten sayma konusunda tartışmalar var. En sonuncusu ve belki de en önemlisi de “apati”, yani siyasetle, seçimlerle ya da oy vermeyle ilgilenmemek, siyasete arkasını dönmek. Siyasetle ilgilenmemenin iyi bir şey olduğunu düşünenleri kenara bırakalım ama son dönemde gençler arasında apatinin yaygınlaştığına dair bir düşünce var. Hem pandeminin hepimizi serseme çevirmesi hem de belki de kuşak farkları; gençler siyasetten soğumuş durumda.
Eğer gençler siyasetten soğumuşlarsa, onları ne harekete geçirir de siyasetin geleneksel ya da geleneksel olmayan yollarına başvururlar? Öfkenin, adaletsizliğe uğramışlığın protesto eylemlerine katılmak için iyi bir sebep olduğunu biliyoruz. Yine öfke normalde sandığa gitmeyecekleri de sandığa götüren bir duygu, bunu da Haziran 2019 İstanbul tekrar seçimlerinde gördük. Korku ve tehdit algısı da insanları liderinin peşine takılmaya iter, o da bir tür katılımı tetikler. Ancak apatiyi yenip de siyasal katılımın en pasif hali oy vermeye iten etkenler üzerine düşünmeye değer.
Birikmiş öfke anlamına gelen hınç ile Nietzsche’nin “kölenin öfkesi” adı verdiği “ressentiment” arasındaki fark bunu açıklayabilir belki. Hınç “herhangi birisine karşı hissedilen sürekli öfkenin getirdiği bir ruh hali, geçmişte uğranılan haksızlıkların hatırlanması ve bu haksızlıkların uyandırdığı öfke duygusunun yeniden yaşanmasıyla gözlemlenen bir hal” iken, “ressentiment” öfke ve kederin yanı sıra, bastırılmış kıskançlık, utanç, etkisiz öfke, mağduriyet ve iktidarsızlık da içerir. Bir yerde “efendisinin tokatına karşılık veremeyen” kölenin ahlakıdır, güçsüzlüğünü kabul etmeye ve içine kapanmaya teşvik eder insanı. Apati, bu içe kapanmanın elle tutulur halidir.
Türkiye’de gençlerin öfkelenmeleri için yeterli sebepleri var mı? Var. Her geçen yıl daha da umutsuzluğa kapıldıklarını görmekteyiz. Ülke onlara güzel bir gelecek sunmaktan aciz. Zaten yetersiz olan eğitim sistemi “aç-kapa” uzaktan eğitimle iyice anlamsız hale dönüştü. Mezun olmak iş bulmak anlamına gelmiyor, her dört gençten biri işsiz, üstüne de iş bulmak için bir yıla yakın beklemek gerekiyor. Yoksulsanız, bakacak bir aileniz varsa daha iyi bir işi bekleme şansınız yok, önünüze geleni size dayatılan koşullarla kabul etmek zorundasınız. Çalışmamak ve o maddi yoksunluğa katlanmak da çare değil, özellikle genç kadınlar için “ev gençliği” denen pranga neredeyse ömür boyu mahkumiyet anlamına geliyor. Evde, okulda, işyerinde ve politikada sizin için neyin iyi olduğunu bilen, sizin adınıza karar veren ve size fikrinizi sormayan “babalar”, “anneler” ve “öğretmenlerle” dolu bir hayatınız var; herkes size parmak sallıyor. Yaşıtlarınızın daha özgür, daha müreffeh, daha mutlu bir hayat sürdüğünü görüyorsunuz ancak o yaşam size “masallardaki kadar uzak”, Keşanlı Ali’nin Sinekdağı Mahallesi’ne dönüşmüş koca ülke.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Sorumlusu kim? Mağdurda sorumluluk aramak beyhude olur, “genç” dediğimiz zaman zaten “failliği kısıtlı” demeye getiriyoruz. Eğer bu ülke yaşanılabilir bir ülke olmaktan bu derece uzaklaşmışsa, mikrosundan makrosuna bütün iktidar sahiplerini suçlayabiliriz; ibre cumhurbaşkanını da gösterir, üniversitedeki hocasını da evdeki babayı da. Böyle anlarda çığlık atmak, kırıp dökmek bir çare olabilirdi; Gezi’de yeşeren umudu belki böyle açıklayabiliriz. Ama Gezi’den sonra, öncesiyle aynı hale dönüşünce, devrim için kalkan eller “tıpış tıpış” oy vermeye davet edilince, olmadı, ateş söndü. Canlanır mı? Bu koşullar altında zor.
Eğer resim böyleyse gençlerin siyasete ve siyasilere küsmesi çok anlaşılır. Cumhurbaşkanlığı seçimine giden yol tam da “bildiğimiz gibi siyaset” taşlarıyla döşendi. Pazarlıklar, tavizler ve benzeri kirli siyaset pratikleri sokaklara döküldü. Alınan kararlarda vatandaş yok sayıldı, “Sen oy ver yeter, ben sana söz veriyorum” dendi, ama hangi sözün verileceğine bile “babalar” karar verdi. Böyle bir anda, siyasetin beyhudeliğine olan inanç belki de savunma mekanizmalarının en kıymetlisi olan sarkazm ile kendini gösterdi. Var olan durumun dramatikliği ve saçmalığı daha da saçma olan bir reaksiyonla, gençlerin çok iyi bildikleri “trollemeyle” karşılandı, böylelikle yaşam daha katlanılabilir hale geldi.
An itibariyle Türkiye siyasetinde köşe başlarından birini oluşturan İnce ve destekçilerini “Gençler de trollüyor canım!” gibi ukalaca bir yaklaşımla küçümsemek doğru olmaz. Tabii ki bi takım derin dalgalar kadar kişisel ilişkiler ve biz sıradan insanların havsalasının almayacağı yüksek siyaset manevraları da vardır. Ama, odaya fili şaka olsun diye sokmak da tam da gençlerin yapacağı türden bir şey değil mi? Malum, edebiyatın en büyük trajedilerinden olan biri Romeo ve Juliet; biri 17, diğer 13 yaşındaki iki gencin üç gün süren ve altı kişinin ölmesine yol açan aşk maceralarından ibaret. Tabii en büyük şaka da filin gerçekten odada bulunmayıp bir halüsinasyondan ibaret olması.
e-mail: emreerdo@gmail.com