Seçim dönemlerinde siyasiler normalden çok fazla görünür olurlar. Yapacaklarını kamuoyuna anlatıp, destek ararlar. Bazen konuşmaların rehavetine kapılarak yaptıkları konuşmalardaki iddialar kamuoyunda pek karşılık bulmayabilir; anlaşılmaz. Bazen yanlış yer eder akıllarda. Bu, siyasilerin izledikleri siyasi stratejilerin de kamuoyu tarafından yanlış veya eksik anlaşılmasına yol açabilir. Tabii böyle bir stratejileri varsa.
Ama bir başka durum daha var ki o çok daha dramatiktir. Bazen de siyasetçi kendi söylem ve eylemlerinin oluşturduğu bütünlüğü ve anlamı kendi de fark edemez. Bütüncül bir mesaj vermekte zorlanır kamuoyuna. Her bir söylemi ve yapılan vaatler ilişkisiz, birbirinden kopuk, büyük resimde yeri olmayan, kamuoyunun değerlendirme kantarına sunulmuş sıradan sözlere döner.
Kanımca bu çok önemli bir eksiklik ülkemizdeki siyasette. Zira vaatler böyle bütüncül bir hedefi tanımlayacak bir çerçeve içinde sunulamadığında, sarf edilen bu sözlerin “siyasi bir davaya” dönüştürülmesi son derecede zor.
Benzer bir durum, bugün seçimlerin son düzlüğüne girerken ülkemizde de oluştu. Özellikle muhalif seçmende, kamuoyunu kapsayıp heyecanlandıracak, ardından insanları peşinde sürükleyecek bir “dava” konusu oluşturulamadı. Kamuoyunun takdir ettiği birçok vaat ardı ardına paylaşılırken, bunların hizmet ettiği bütüncül amaçlar yeterince vurgulanmadı. Bu da kamuoyunda kafa karışıklığına yol açtı.
Bugün kamuoyundaki yaygın anlayışa göre muhalefet için bu seçim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yirmi bir yıllık iktidarına son vermek anlamına gelmektedir. İktidar açısında ise ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma arayışıdır.
Son zamanlarda görülen bu eksiklik siyasette vizyon eksikliği olarak dillendirilmeye başlandı. Aslında bu yerinde bir soru ve bizzat muhalefetin kendi kampanyasının bütününün neye hizmet ettiği konusunda cevap aranması gereken bir soruna işaret etmektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu zor ve siyasi açıdan son derecede hassas durumun neticesinde ortaya çıkmış bir dağınıklık olabilir bu durum. Özellikle tek bir vizyonun bu denli kutuplaşmış ve bir o kadar da ayrışmış bir ülkede geniş bir kapsayıcılığa sahip olamayacağı, muhalif siyasileri farklı kesimlerin ilgisini çekecek vaatlerde bulunmaya itmiş olabilir.
Oysa bugün siyasilerin her bir vaadinin hizmet ettiği toplumsal amaçların kesiştiği “toplumsal refah arayışı ” üzerinde bir vizyon oluşturmak mümkün. Zaten siyasetin amacı da bu değil midir? Örneğin daha “adil bir sisteme” sahip olmak bireysel refaha ve ülke refahına olumlu etki edebilecek bir vaattir. Buradaki adaleti sadece hukuku anlamı ile değil, toplumdaki her türlü eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik bir sistem arayışı olarak anlamakta yarar var. Ülkenin yönetim modelinin değişiminin de ülkemizin refahı üzerine olumlu bir etki yaratması beklenmelidir. Şahsen muhalefetin seçim vaatlerinin birçoğunun bu bakımdan refahla bir bağının kolayca kurulabileceğini ve temelde izledikleri stratejinin de vatandaşın refahını arttıracak politikaları hedeflediğini düşünüyorum. Tek sorun birbiriyle bağımsız vaatlerin bireysel ve toplumsal refahla bağının açıkça kurulmamış olmasıdır.
Bir yönüyle refah, ekonomideki kaynaklara erişimle ilgilidir. Refah arttırmak için girişilecek politikalar da tüm vatandaşlar için bu kaynaklara erişimi kolaylaştırmayı amaçlar. Ya da kaynaklara erişimini engelleyen çeşitli sosyal ve ekonomik kısıtlamaların ortadan kaldırılması bu vaatlerde konu edilebilir. Örneğin insanların dini, mezhebi, ırkı veya cinsiyeti bu engellerden biriyse, onları ortadan kaldırması ve bu kimliklere ait olanların ekonomik kaynaklara erişime engel teşkil eden bu kısıtların kaldırılması amaç edilebilir.
İnsanların yetersiz eğitim düzeyleri refaha erişiminde önemli bir diğer kısıt ise siyasetçinin görevi devleti bu eğitim eksikliğini giderecek şekilde yapılandırmaktır. Ülkemizde bir zamanlar konu olan “türban yasaklarını” bu manada değerlendirmek mümkün. Özellikle kadınların toplumsal birçok fırsattan yararlanmasını engelleyen türban yasaklarından kurtulmak bir refah aracı olarak görülebilir. Bu bağlamda belli bir refah düzeyine erişimi engelleyen önemli bir kısıt olarak, türban yasaklarına karşı bir duruş son derecede meşru, ekonomik etkileri olan bir vaat olarak düşünülebilir.
Ya da insanlar belli bir refaha erişebilmek için, hiçbir gelir kaynağına erişemiyorsa, devlet mekanizmasının bu insanlara gelir üretecek şekilde yeni kurumlara kavuşturulması ve/veya ekonomik bu insanların gelir getirici bir işte istihdamının sağlamasını yine refah artışını hedefleyen bir politika seçeneği olarak görülebilir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ülkenin refahı elbette bireylerin artan refahıyla birlikte artacaktır. Ancak daha önemlisi ülkenin yönetim modelinde kuvvetler ayrılığının benimsenmiş olması, özgür bir basının bulunması gibi toplumun geneli üzerinde etkili olan makro çerçevenin de ülke refahını arttırıcı etkileri olacaktır. Bunlarla ilgili birçok bilimsel destek bulmak mümkündür. Böyle bir çerçeve siyasilerin kullandıkları kaynakların hem yerinde hem de verimli kullanılmasına olanak sağlayacaktır.. Dolayısıyla muhalefetin bu seçim döneminde dile getirdiği tüm bu talepler, aslında son derecede meşru bir refah mücadelesinin birbirinden farklı unsurları olarak düşünülebilir.
Bu konuyla ilgili kamuoyunda tartışma konusu olan bir önemli konu da, muhalefetin gündeme getirdiği ekonomik vaatlerin popülizm anlamına gelip gelmediğidir. Popülizm olarak yorumlanacak bir vaadin, öncelikle ülkenin makroekonomik dengelerini bozucu etkileri olan ve ekonominin refah üretme kapasitesi olmayan (hatta olanı da azaltan) nitelikte olması beklenir. Bu yüzden de siyasilerin yaptığı bu tarz vaatler iktisatçılar arasında kabul görmez.
Bu tarzdan popülizm uygulamaları, 1970’lerde Latin Amerika ve Türkiye gibi, dünya ekonomisindeki değişimlere toplumsal olarak uyumda zorlanan ülkelerde ortaya çıkan toplumsal tepkileri bastırmayı amaçlamış uygulamalardır. Maalesef popülizm tartışmaları konunun bu yönünü büyük ölçüde ihmal etmektedir. İktisatçılar bu konuya sadece iktisadi teknik açıdan, anlık sonuçları dikkate alınarak bakarlar; toplumsal gerekleri çoğunlukla ihmal ederler. Bu tarz uygulamaların sağlayacağı toplumsal faydalar düşünülmeden, konunun olumsuz ekonomik etkilerini öne çıkartırlar.
Yani popülizm olarak nitelenen uygulamalar durduk yere, toplumsal düzlemde her şey yolunda giderken, makroiktisadi sistemde oluşan yeni koşullara göre yeni bir denge arayışı da yokken yapılan uygulamalarmış gibi yaklaşılır. Oysa durum hiç de böyle değildir. Her bir vaadin ve her bir uygulamanın bir nedeni olabilir. Konu her şeyden önce refah üretimi ve o refaha herkesin adil bir şekilde erişimidir. İktisadi olarak aranan dengenin toplumsal ihtiyaçlardan bağımsız olarak düşünülmesi mümkün değildir.
Peki içinde bulunduğumuz dönemde ülkemizdeki muhalefetin yaptığı vaatleri popülizm olarak değerlendirilebilir mi?
Bence hayır.
Zira yirmi bir yıldır AKP yönetiminin ekonomiyi getirdiği noktada tüm dengeler bozulmuş, kurumlar çökmüştür. Ekonominin yeniden inşası yapılmadan, yeni bir denge kurabilmek ve insanların ulaşabileceği refahı bu dengeyi referans alarak belirleyebilmek mümkün değil. Bu bakımdan bugün karşılaştığımız birincil sorun ihtiyacımız olan yeni dengenin nerede, hangi düzeyde kurulacağıdır. Bu da salt ekonomik manada teknik olarak belirlenecek bir sorun değildir. Aksine toplumsal ihtiyaçların çizdiği sınırlar içinde siyasi düzeyde de bir tavır alınmasını gerekli kılar. Bugün muhalefetin yapmaya çalıştığı bu dengeyi, toplumun daha geniş kısımlarını kapsayacak şekilde tekrar tanımlamak olduğunu düşünüyorum.
Elbette bu vaatlerin popülizm olarak görülmesine bir nedeni de bütçeye bir maliyetlerinin olup olmayacağıdır. Ancak bunca zamandır ekonominin yönetiminde olan AKP iktidarında yapılan altyapı yatırımlarının da bir maliyeti vardır. Bu yatırımların, bahsi geçen vaatlerde olduğu gibi, kısa dönemde ekonomik büyümeye yaptığı olumlu bir katkıdan bahsetmek de mümkün değildir. Bugün için o yatırımların meyveleri yerine külfeti vatandaşın sırtına yüklenmiştir. Ama buna rağmen popülizm olarak nitelendiğine pek rastlanmamaktadır.
Muhalefetin kendi vaatlerini burada vurgulamaya çalıştığımız gibi “refaha” erişmenin yolları olarak gören bir çerçeveye oturtturulması, bugün yürütülen kampanyada eksikliği çekilen vizyon ihtiyacını karşılayacaktır.
e-mail: guncavdio@gmail.com