Yeni dönemde dış politikanın en değerli “sermayesi” içeride yaratılacak çoğulcu, laik, demokratik cumhuriyet anlatısı olacak. Söz konusu anlatının bir parçası, Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğunun da Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adaylığını desteklemesi.
Bunun ötesinde seçimden sonra Yeşil Sol Parti’nin TBMM’de yani yasama faaliyetinde kilit veya anahtar konumda olacak olması. Başka deyişle, cumhurbaşkanı olduğunda Kılıçdaroğlu, YSP desteği olmadan ülkemizi “gönlünce” yahut yalnızca Millet İttifakı’nın desteğiyle yönetemeyecek.
Küresel Kürt nüfus, ülkemizin yanı sıra ağırlıklı olarak üç komşumuz Suriye, Irak ve İran’a yayılmış olarak yaşıyor. Bu nüfusun yarısı cumhuriyetimizin yurttaşları. Toplam nüfusumuzun en az beşte veya altıda biri de Kürt.
Irak’la durumumuz daha özel. Bu komşu ülke ticaret hacminde ve bizden yana fazla da vererek erken 80’li yıllardan itibaren hep ilk ikide veya üçte. Ve ABD askeri müdahalesiyle 2003’ten veya Irak’ın federasyona dönüştüğü anayasa referandumuyla 2005’ten alırsak kara sınırımızın tamamı Irak Kürdistan Bölgesi federe hükümetinin denetiminde. Dolayısıyla Habur da öyle.
Irak aynı zamanda baş petrol tedarik kaynaklarımızdan. Rusya, Ukrayna’yı işgaliyle fiyat kırmak zorunda kalmasa ilk sıradaki yerini koruyacaktı. Tahkim davasının aleyhimize sonuçlanması nedeniyle hat şimdilik kapalı. Soru: Ankara, IKB’den doğrudan petrol ve gaz alacak mı? Bence almalı.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi de 90’lı yılların başlarındaki Irak’ı andırır biçimde fiili bir “gri alan” olarak ortaya çıktı. Kısaca “Rojava” (Kürtçe “Batı”) deniyor. Rojava’nın IKB’den farkı, siyaseten PKK’nın uzantısı PYD’nin ve milis gücü olarak da HPG’nin uzantısı YPG/YPJ’nin denetiminde olması.
Buna karşılık Suriyeli Kürtlerin çoğunluğu, belki şimdi TSK denetiminde olan Afrin dışında, cumhuriyetin ilk yıllarındaki isyan bastırma harekâtları sonrasında Türkiye’den sürülen veya kaçanlardan oluşuyor. Başka deyişle, yurttaşımız Kürtlerin doğrudan akrabaları onlar.
İran’da da Kürdistan eyaleti var. Şii İran’ın Kürt azınlığının ezici çoğunluğu Sünni. Tarihsel Kürdistan Cumhuriyeti denemesi de II. Dünya Savaşı sonrasında orada yapılmış, çok kısa ömürlü olmuştu. Bugün kadın hakları, temel özgürlükler gibi çeşitli toplumsal nedenlere dayanan halk ayaklanmasının etnik boyutu da yadsınamaz.
Terörle mücadele deyince bizde ilk akla gelen PKK’nın barınma alanları da IKB’de. Gara, Metina, Avaşin-Basyan, Haftanin, Hakurk ve Kandil diye kısaca sayılabilir. Dolayısıyla buralarda TSK varlığı da 90’ların başından bu yana var.
Esasen üç ülkedeki Kürt nüfusa Ankara’dan bakışın kâh salt kâh öncelikle güvenlik penceresinden olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Bu itibarla, yakın zamana dek Şam, Bağdat ve Tahran’ın da “güçlü” olması ve aynı bağlamda komşularımızda demokratikleşmenin umursanmaması baskın yaklaşımdı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bunların üzerine ABD’nin önce Irak’a, sonra Suriye’ye gelip “yerleşmesi” ve güney komşumuz olması eklendi. Gerek Kürt meselesinin uluslararası boyut kazanması gerek müzmin “ABD emperyalizmi” karşıtlığı Ankara’da adeta travma yarattı. CENTCOM’u yok varsayıp, münhasıran EUCOM’u muhatap kabul etmek de aynı travmanın bir yansıması oldu.
Ayrıca çoğulculuk ve yerel yönetim yaklaşımlarının BAASçı diktatörlükler yıkılınca farklı biçim ve derinlikte olsa da hem Irak hem Suriye’de zemin kazanması bir diğer kaygı kaynağı oldu. Buradaki Kürtlerin oralara özeneceği, çoğulculuk ve yerinden yönetim uygulamalarının ülkemize ithal edilerek, bunlar bizatihi “kötü” kavramlarmış gibi, kendiliğinden bölünmemize yol açacağına iman edildi.
Oysa Soğuk Savaş bitip, SSCB de dağıldığından Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığı ve Balkanlar’da Varşova Paktı’nın ortadan yok olması, Rus tehdidinin nihayet bertaraf olması bakımından coşkuyla karşılandı. Türk cumhuriyetleri “soydaş”, ülkemizdeki nüfusları atayurtlarından fazla Boşnak, Arnavut ve Çerkesler “akraba” statüsü edindi. Hristiyan Gagavuzlar da “hoş bir süs” gibi görüldü.
Sınırötesi Kürtlerse hiçbir zaman ne soydaş ne akraba statüsüne layık görülmedi. Kendi Kürtlerimiz ile zaten “kardeş” ve “etle tırnak gibi” olduğumuz öne sürüldü. “Soydaş ve akraba topluluklar” diye bir dış politika başlığı açılınca, bunun kendi Kürt, Yahudi, Ermeni, Rum, Süryani vb. yurttaşlarımızca nasıl algılanacağı düşünülmedi.
Çelişkili biçimde komşularımızda Kürtlerin anadil veya yerel yönetim gibi alanlarda yerine ve zamanına göre (ve belki kağıt üzerinde) bizden daha ileri hakları olsa da çoğu sınırötesi Kürdün gözü ya Türkiye’de ya Türkiye’nin televizyon kanallarında oldu. Bizim anlamadığımız, anlasak umursamadığımız “insani gelişmişlik endeksinin” değerini onlar bizden iyi bildi.
Özcesi, yarın Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçildiğinde, bu ortak zafer Kürt seçmenin oyuyla (da) kazanılacak. Kılıçdaroğlu’nun önceliği, cumhuriyeti yüzüncü yılında gerçek demokrasiyle taçlandırmak olacak. Kürt yurttaşlarımız bu yönde atılacak her adımı kendiliklerinden sahiplenip, bunlara destek olacak.
İçeride değişecek algıyı ve anlatıyı, dışarıda yatırıma dönüştürüp, bir bakıma (başlangıçta değindiğim) sermaye artırımına gitmek de herhalde Dışişleri Bakanlığı’na düşecek. Hariciye’nin, sınırötesi Kürtlerle ilişkiler dosyasında yeni cumhurbaşkanımız Kılıçdaroğlu tarafından MGK dahil ve başta tüm istişare ve karar alma süreçlerinde merkezi eşgüdüm makamı kılınması gerekecek.
Böylece “Zagros’tan Amanos’a terör kuşağı/devletçiği” hurafesinden nihayet kurtulabileceğiz. Sınırlarımıza komşu Kürtler kendiliklerinden bir “güvenlik kuşağı” oluşturabilecek. Kürtler ile ilişkimiz ve onların bize ilişkin değişecek algısı, Irak, Suriye ve İran’ın da demokratikleşme yoluna girmesine somut katkı sağlamak değilse de hiç yoktan esin kaynağı olacak.