Kısmetse 28 Mayıs 2023 günü kullanacağımız oy ile bir sonraki seçim dönemine adım atmış olacağız. Bu seçim işlerinden anlayanlar, “Seçim için ne zaman çalışmaya başlayalım?” sorusuna “bir önceki seçimin ertesi günü” diye yanıt verirler. Sadece seçimlerin yarattığı adrenalin bağımlılığından değil, sandığa yaslanan siyaset anlayışının sürekli bir seçim döngüsüyle beslendiği gerçeğinden dolayı. Gerçekten de hedefi siyasette bir yere seçilerek gelmek olanlar için her seçim dönemi tam bir adanmışlık gerektirir, bunu da aday olduğunuz seçime altı ay kala yapamazsınız.
Bizim seçimlerimizin bu döngüyü daha da görünür kılan bir özelliği var çünkü biz bu Pazar günü “eksik” seçim yapacağız, seçmenin kararı tam olarak sandığa yansımayacak. Başkanlık sisteminin dayatması, böyle seçimlerde birinci tercihinizin seçilme olasılığı çok fazla değil, ya hepimizin öğrendiği şekilde stratejik oy kullanacağız, kazanabileceğini düşündüğümüz adaya oy vereceğiz ya da gitmesini istediğimiz adayın karşısında oy kullanacağız. Aslında Karl Popper’dan mülhem, demokrasinin yöneticileri seçimle gönderebildiğiniz yönetim biçimi olarak tanımlayıp seçimlerde gitmesini istediklerimizi işaretlesek hepimiz için daha tatminkâr bir sonuç çıkar, o başka. Yine de başkanlık sistemleri kazananın her şeyi almasından ötürü toplumu kamplaştırır ve negatif oy verme yaygınlaşır.
Başkanlık sisteminin negatif oy vermeyi dayatmasına ilaveten, seçimin iki turu arasındaki ittifakları inenin, binenin belli olmadığı bir atlıkarıncaya dönüştürdü. Bir tarafta Erdoğan destekçisi sağ partilerden oluşan bir koalisyon var, karşı tarafta da sosyal demokrat bir adayın peşine takılmış sağ partilerin seçmenleri bulunuyor. Seçmeninin yüzde 60’ının sağcı olduğu bir ülkede böyle bir hizalanma şaşırtıcı olmaz ama ittifaklar oluşurken oluşmasını beklediğimiz asgari uzlaşmanın birisinin başkan olduğunu istemek ya da istememek olması, ittifak kavramının da içini boşaltıyor. Başkanlık sistemi altında uygulanacak birkaç seçimle bu geniş tabanlı ittifaklara alışırız ama şu anda yaşadığımız şey tam bir sağını solunu şaşırmak hali. Hepimiz biliyoruz ki kişiler etrafında oluşmuş bu ittifaklar ilk fırsatta dağılacaklar, sonrası yine bir hercümerç. Başkanlık sistemlerinin siyasi partileri ideolojisizleştirip, renklerini kaybettirip gri gölgelere dönüştürdüğünü biliyoruz, bir elli yıl başkanlık sistemiyle yönetilsek partilerin isimlerini bile hatırlayamayabiliriz. Bu yamalı bohça hali de seçimimizin eksik kalmasına yol açacak.
Bir de yaşamın gerçekleri var, seçimin ertesi günü bir sonraki seçim kampanyasının başlamasına yol açan. Bunlardan birincisi Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler… 2019 yerel seçimlerinde AK Parti ve Cumhur İttifakı unsurları yerel yönetimlerin kahir ekseriyetini ellerinde tutmalarına rağmen, İstanbul, Ankara ve Adana gibi kritik illeri kaybetmişti. 14 Mayıs ve belki de 28 Mayıs seçimlerinin sonuçlarından cesaretlenerek bu illeri ve belki de fazlasını almayı hedeflemeleri kesin. Öte yandan İstanbul, Ankara ve İzmir’i elinde tutan Millet İttifakı unsurlarıysa bu illeri kaybetmemenin yanı sıra gözlerine Bursa gibi kıymetli illeri de kestirebilirler. Bu da hükümeti kim kurarsa kursun yerel seçim sürecinin hemen ertesi gün neden başlayacağını bize anlatıyor.
Ülkenin acil çözüm bekleyen sorunları olduğunda herkes hemfikir, başta ekonomik kriz, depremin zararlarının giderilmesi ve mülteciler gibi sorunların yanı sıra “aç-kapa” eğitiminden gerçek bir eğitime nasıl geçileceği ya da “orta gelir tuzağından” nasıl çıkılacağı gibi daha kökten meselelerin hepsinin çözümü sonraya ertelenecek, tabii araya başka sorunlar da sıkışmazsa.
Bu sürekli seçim halinden ders çıkarması gereken çok sayıda aktör var, başta siyasetçiler geliyor. Rahmetli bir genel başkanın yaptığı gibi kaybedince uyumak, sonra da ertesi gün yeniden siyasete soyunmak gibi bir dayanıklılık gerektiriyor, bu arada da kim kaybederse kaybetsin bir Z-raporu almasında fayda var, böylelikle bir kez daha kaybetmemeyi başarabilirler. Bürokrasi de sürekli seçimlere alışmalı, aslında 1990’larda bakanların hepsi daha tuvaletin yerini öğrenmeden koltuğunu kaybettiğinden bürokrasimiz bakansız iş yapmayı öğrenmişti, ama çeyrek asırlık bir AK Parti iktidarı bu yeteneği kaybetmelerine yol açtı. Desteklediği partinin seçimi kaybetme olasılığı ufukta belirdiği anda paralize olan bürokrasiyle ülke yönetmek mümkün değil, kadim İngiltere devlet geleneğini anlatan “Emret Başbakanım” dizisi siyasetçileri yolcu, kendilerini hancı gören büyük bürokratların hem ülkeyi hem de siyasileri nasıl idare ettiklerini çok güzel gösteriyordu. Bizim de üzerinde güneş batmayan imparatorluk kadar olmasa bile Ali Paşa, Fuat Paşa geleneğinden gelme bir Babıali kültürümüz yok değil ancak AK Parti iktidarında bürokrasideki siyasallaşma o hafızayı kaybetmemize yol açtı.
Siyasetin profesyonellerinin seçim sath-ı mailinin sonsuza kadar devam etmesinden bir şikayetçiler yok haliyle. Reklamcısından anketçisine, matbaacısından köşedeki kebapçıya kadar herkes seçimin yarattığı milyarlarca liralık ekonomiden istifade ettiğinden onları seçimden çok seçim sürecini seviyorlar. Bunlara televizyoncu, köşe yazarı ve “influencer” kadroyu da eklemek lazım, onlar için de seçimler hava-su kadar gerekli. Ateşi harlı tutmak geçimi kolaylaştırıyor.
Esas bu seçim döngüsünden ders alması gerekenler biz sıradan vatandaşlarız… Hangi partiyi tutarsa tutsun çok uzun zamandır seçimlerden fazlasıyla yorgun, bezmiş ve tükenmiş olarak çıkanlar, sıradan vatandaşlar. Seçimlere “demokrasi bayramı” denir fakat bizim seçimlerimiz herkesin birbirine tekme tokat girdiği, kavgada yumruğun sayılmadığı bir mahalle kavgası niteliği taşıyor. Birbirimize ettiklerimizi kenara bırakalım, kendi kendimize yaşadığımız gerilimler, hayal kırıklıkları, üzüntüler bütün ülkenin sağlık durumunu tehlikeye attı; tuttuğumuz adayın kazanması bile düzeltemeyecek halimizi çünkü seçim zaferinin öforisi geçer geçmez aslında bir sonraki seçimin başladığını idrak edeceğiz.
Seçimlerin ruh sağlımızı tehdit etmesine izin vermemek almamız gereken birinci dersken, ikinci ders de daha fazla müdahil olmak olmalı… “Olur mu, ben gayet işin içindeyim oy kullandım” demeyin, oy kullanmak siyasete katılmanın en aciz yolu… Parti işini sevmiyorsanız, içiniz kaldırmıyorsa; sivil toplumu zorlayın o da olmazsa sivil aktivizm yollarına dökülün. Siyasetin siyasetçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğunu hala anlamadıysak, dükkânı kapatıp gitmenin zamanı gelmiş de geçmiş demek ki… Siyaseti ya da siyasetçileri sevmemiz, sorunlarımız çözme işini onlara devredip kenara çekilmemiz ile sonuçlanıyorsa, onlardan çok bize zarar verir.
Sadece geleneksel ya da geleneksel olmayan kapıları zorlamakla kalmayalım, sözümüze kıymet verilmesine sağlayalım. Eğer siyaset bizim kaderimizi belirliyorsa, kaderimizin ipini elimize almak zamanı gelmiş demek ki; cumhurbaşkanı adayının kimin olacağından, milletvekilleri adaylarına ya da partilerin programlarına kadar görüşümüze başvurulmasını şart koşalım, seçmeniz biz, seçim anketlerinde görüşü yalan yanlış yansıtılan pasif bireyler değiliz; öğrensinler. Kapısını sıradan vatandaşa en fazla açan, sorunları çözerken o sorundan etkilenen her kimse, kadın, erkek, işçi, emekli, tüccar, öğrenci; onu baştan itibaren dahil edeni sevelim, diğerine yüz vermeyelim ki öğrensin. Siyasetçi milleti kadar hızlı uyum sağlayan kimseyi bulamazsınız, kazandırdığını düşünürlerse gökteki aya yol döşerler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Yine iş başa mı düştü?” diyeceksiniz, doğru, siyaset sahnesinde bu kadar aktör varken, neden elini taşın altına sokan bizim “Gariban Memet” olsun ki? İş başa düştü çünkü “Sistemden beslenenler sistemi değiştirmezler” ve eğer biz kendi kaderimizin ipini elimize almazsak, yokuş aşağıya yuvarlanmaya devam ederiz. Hakim olan siyaset anlayışı bizi kendisini hedefe yani iktidara götürecek araç olarak görüyor ve siyaset sınıfının dışından gelenler sahne süsü olmaktan ileriye gidemiyorlar. Sadece şu seçimde bile aday adayı olup liderlerin teveccühünü kazanmayanları düşünün; ne kıymetlerin bilinmediğini açıkça görebilirsiniz, hatta bazıların toplumdaki karşılığı “oyun kurucu” olarak bilinen bazı parti liderlerinden bile fazla.
Çocuk büyütenler bilir, düşmek çocukluğun prospektüsünde var, düşe kalka büyüyorlar. Biz de vatandaşlar olarak o kadar düştük ki iki düz adımı atamaz hale geldik. Hazır seçim daha bitmeden bir sonraki seçim başlıyor; masaya ağırlığımızı koyalım, bize saygı göstermeyi öğrensinler aksi takdirde her seçimin en büyük kaybedeninin kim olacağı şimdiden belli olacak, tabii ki vatandaş…
e-mail: emreerdo@gmail.com