Ayşe Çavdar yazdı: Birlikte sevinmek

En son dört başı mamur sevincimin gününü, tarihini, her bir anını gayet iyi hatırlıyorum. Ki o zaman bile bu sevinci bizim yanımıza bırakmazlar diye geçirmiştim içimden. 7 Haziran 2015 akşamı. Ahretliğimin evinde seçim sonuçlarını izliyoruz. (Doğum günün kutlu olsun kız!)! Hepi topu birer oyumuz var, erkenden verdik. Günü ayrı ayrı ne yapacağımızı çok da bilemeden telaşla geçirdik. Sonra onun evindeki büyük ekran televizyonun karşısında buluştuk. Canımın içi donatmıştı masayı ben oraya gittiğimde çoktan. Herkesler gelmeden iki lafın belini kıralım dedik, ama yok, aklımız fikrimiz seçim sonucundaydı. Kendi çevremizden biliyorduk, aklımıza gelmeyecek kimler, kimler HDP’ye oy verecekti. Cesaret bulmaya ihtiyaç duyduğumuzda hatırladığımız biri vardı mesela, “Yahu bu Kürtler de çok çekti, bu seçim oyum onların” diyen.

Ez cümle merak ettiğimiz şey, Kürtlerin oy potansiyeli değildi. Türkiye’nin Kürtlerin bağımsız adaylarla kenardan kenardan değil de tüm Türkiye’nin oyuna talip olan bir parti hüviyetiyle girdiği bu seçimde geriye kalanların siyasi olgunluk seviyesi ne olacaktı acep? Aşmış mıydı ülke hiç değilse birkaç zihinsel bariyeri? Ki o bariyerlerin müşterek geleceğimizle aramızda bir engel teşkil etmekten başka hiçbir işlevi yoktu esasında. Siyasetçilere ve kurumlara, yani elitlere canlarının arzu ettiği zaman istedikleri yere çekiştirecekleri kavgalar lazımdı çünkü.

Hülasa o seçim, HDP’nin ya da Kürtlerin değil, Türkiye seçmeninin sınavı olacaktı. Seçmen geçti o sınavdan, hem de sağlam geçti. Ama istisnasız (elbette HDP dahil) tüm partiler sınıfta kaldı ve o zamandan beri de sınavdan geçen seçmeni bilmem kaçıncı dikişi attıkları sınıfta tutmaya çalışıyorlar. Sözünü ettiğim o bariyer de seviye atladı şimdi… Sevincin öylesinden dönülünce varılan yerin karanlığı hakkında hepimizin bir fikri var. Tam orta yerinde yaşıyoruz ne de olsa.

Şu parantez içini azıcık açayım burada… En bilinen ve halkla en çok irtibatı olan siyasetçileri cezaevinde bu partinin yıllardır. Hem iktidar hem muhalefet, aslında düpedüz iktidarın oyununa talim etmeyi tercih eden ana akım muhalefet HDP’yi siyasetin dışına itmeye uğraşıyor nicedir. Bu konudaki prangalarından kurtulmaktansa seçim kaybetmeyi göze alacak kadar gözü dönmüştü kimi sözüm ona muhalif siyasi elitlerin. Bu yüzden HDP’nin de eleştirilecek yönleri olduğunu söyleyenlere hep, olur hep beraber mücadele edelim serbest kalsın HDP’liler, kazandıkları belediyeleri de geri verelim, sonra bakın hem nasıl eleştiriyorum, aklınız şaşar, deyip durdum. Gene diyorum. Ama bu da HDP’nin 2015 sonrasındaki süreçte girdiği sınavların pek çoğunda soru kâğıdını bile doğru dürüst oku(ya)madığını söylemeye mani olmasın artık.

Dönelim sevinç meselesine… O güzelim günden sonraki bütün sevinçlerim yarım yamalak, gölgeli, hatta mahcubiyet dolu. Hi̇çbir sevincimin ömrü birkaç saati bulmuyor. Ansızın bir şey hatırlıyorum. Bir olay değil. O kadar çok olay oluyor ki sığmıyor artık hafızalarımıza. Hepimize, toplamımıza birden yaşama sevincinin nasıl çok görüldüğünü, çünkü kimimize hayatın, kimimize sevdikleriyle birlikte yaşamanın haram edildiğini, sevince düşman o insanların, kurumların kimler olduğunu, bütün bunları niye yaptıklarını, sözün kısası bir halet-i ruhiyeyi hatırlıyorum. Çoğumuz bu haldeyiz, iyi biliyorum. Kimimiz öfkesine, kimimiz karamsarlığa sarılıyor. Şu son seçimden bu yana umuda sarılabilenimiz pek kalmadı. Çünkü partilerin bizdeki umudu alıp dönüştürdükleri şeyden tiksindik. Mundar ettiler bir defa daha umudu. Yalnız tanıdığım, arkadaş bildiklerim, şu ya da bu yerde siyasi ya da düşünsel olarak yoldaşlık ettiklerim değil, tanımadıklarım ve siyasi görüşleri itibariyle aynı yerde olamayacağım pek çok insanın da, benzer bir halde olduklarından eminim. Sebebi sadece iktisadi gidişat da değil. Ayaklarımızın altında, kendi ellerimizle çattığımız zemini çekiştire çekiştire paramparça etti siyasi partiler ve kurumlar. Hepimizin aklının yettiği, elinden geldiğince emeği vardı o zeminde.

Bir haftadır sürekli bu sevinci ve üzerindeki gölgeyi hatırlamamın elbette bir sebebi var. Hepimize birden sevinci çok görenlerin hedef aldığı bir kadının (başka hiçbir konuda, tek bir düşüncesine ya da hissine ortak olmayabiliriz, ama hedef alınmış olmakta pekâlâ paylaştığımız bir şeyler var) dahil olduğu bir takımın, alenen maruz bırakıldıkları bir psikolojik harp ortamında girdikleri bir şampiyonluk maçını kazanmalarıydı sevincin konusu bu defa.

Kendi adıma konuşayım, maçın milli olması zerre-i miktar ilgilendirmiyordu beni. Şu son voleybol maçına kadar izlediğim son milli maç sanırım 1980’lerde Galatasaray’ın bilmem hangi takıma bilmem kaç fark attığı maçtı. Iğdır’daydık ve o zaman henüz bu kadar betona boğulmamış olan Iğdır’ın Kürt mahallelerinden birinde oturuyorduk. Öyle bir gürültü patırtı kopmuştu ki o gün ve o kadar haz etmemiştim ki o gürültüden bir daha da milli maç izlemedim. Eğer Ebrar Karakurt bu denli hedef alınmasa ve onun üzerinden dahil olduğu takım öyle bir baskıya maruz kalmasa muhtemelen izlemezdim. Kızlara çok çektirilmişti, o yüzden istiyordum kazanmalarını.

Sonra bu defa, iki kadının, arkadaşım ve vekilim Sevilay Çelenk’in ve hiç tanımasam da kıymetli eşi Tahir Elçi’nin cenazesi esnasında çekilmiş bir fotoğrafı hiç aklımdan çıkmayan Türkân Elçi’nin farklı ve birbirine aslında taban tabana zıt “taraf”lardan gördükleri muameleye tanık oldum herkesle birlikte. Her ikisinin de aklına bu maçın “milli”liğinin geldiğini bile sanmıyorum o gayet güzel dileklerini paylaşırken. Sanmıyorum ne kelime? Adım gibi eminim bundan. Sevilay da Türkân Hanım da hedef alınmış, kalabalık gibi görünen arsız grupların dizlerinin arkasına arkasına vurduğu bir grup kadının, her şeye rağmen başarmasını kutladılar. Bu kutlamayı çok gören iki taraf da “bu bir milli maç, nasıl kutlarsın” diye soruyordu vekillerimize. Sorunun ikinci kısmında ayrılıyorlardı yalnızca: “Onların şampiyonluğunu nasıl kutlarsın?”a karşı “Bizim şampiyonluğumuzu nasıl kutlarsın?” Her iki taraf da, birbirlerinden hiç haz etmeseler, birbirlerini düşman belleseler bile bir konuda gayet ortak düşünüyorlardı: “Bu sevinci paylaşmaya hakkınız yok.”

YSP’den yapılan açıklamada, bu tepkinin belli odaklar tarafından tahrik edildiği, hatta düzenlendiği söyleniyordu. Çok kıymetli hocam Murat Sevinç’in bu konudaki şüphesini paylaşıyorum. Tepki verenler arasında gayet bildiğimiz, tanıdık simalar da var ve toplamda bu “sevinci çok görme” ortaklaşmasında aslında bir kopuşun izini sürmek mümkün. Karşılıklı üstelik bu defa o kopuş. Tek taraflı değil. Yani 2015 Haziran’ına kadar olandan, toplumun hakkıyla geçtiği bir sınavın sevincinin ona çok görülüp diplomasının iptal edilmesi vakasından önceki mesafeden, bir hayli farklı ve uzak mesafe var taraflar arasında.

O sevinci, kendi iktidarlarını sürdürebilmek ve ıslak rüyalarını gerçekleştirmek için karartanların, yani mevcut iktidar ve ortaklarının hiç umurlarında değil bu farklılık, adım gibi eminim. Hatta her seçim öncesinde iyiden iyiye körüklüyorlar o karşılıklı kopuş dinamiğini. Çünkü ellerinde de dillerinde de başka siyaset malzemesi yok. Ne tek bir vaatlerini gerçekleştirebilecek halleri var ne yeni bir şeyler önerebilecek hayal güçleri. Yaptıkları şeyin, sevinç düşmanlığının bir bedeli var zira. Kazanıyormuş gibi göründükleri her an ödüyorlar bu bedeli. Piksel piksel dağılmamak için birbirlerine suçlarından tutunuyorlar. Başka da tutunacakları bir şey kalmadı. Bilmiyorum ki dünya üzerinde bir topluluk için daha zelil bir durum var mıdır?

Çok uzatmayacağım bugün, çünkü nasıl bitireceğimi bilmiyorum. Son seçimden sonra siyaset hakkında yazmayacağım bir süre diye söz verdim kendime. Daha uzun süre de yazmak ve konuşmak istemiyorum. Bu yazı siyaset hakkında değil. Siyaset hakkında konuşup dururken ihmal ettiklerimiz hakkında… Listesi çıkarılabilir şeyler değil onlar. Ama birbirlerine ekleniyor ve boğazlarımıza diziliyorlar düğüm düğüm. Sevinçlerimizi de kederlerimizi de rehin alan öfke hınca dönüşüyor hızla. Bunun üstesinden gelebilecek ortaklıklar üretmekteki maharetimize de güvenmiyoruz artık.

Ben de istiyorum iyi bir şeyler söyleyerek bağlamayı yazıyı. Olmuyor işte.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.