Kızım ve torunlarım İngiltere’de eğitimlerine devam ederken, onların dikkatini en çok çeken şeylerden biri, ülkemizde sıkça karşılaştığımız “nerelisin?” ya da “ne iş yapıyorsun?” gibi soruların orada sorulmamasıydı. Velilere, okul yönetimi tarafından sıkça önerilen bir başka şey de diğer okulları kötülememekti.
Din dersleri ise İsa’nın propagandası şeklinde değil, azizlerin hayatlarının hikayeleştirilmesi ve iyi insan olma vurgusuyla işleniyordu. Bir diğer önemli fark, zenginlerin kıyafetleriyle ya da yaşam tarzlarıyla fark edilmemeleri ve övünmemeleriydi. Bir anlamda, kendinizi ifade etmek için sesinizi yükseltmeye ya da paraya ihtiyacınız olmuyordu.
Anlaşıldığı kadarıyla, zenginler paralarıyla, siyasetçiler ise güçleriyle kuralların dışına “bu derin komplo ülkesinde” çıkamıyordu. Son kitabımın başlığı üzerinde çalışırken, “mahalle” ve “kriz” kavramlarının son aşamasına uygun bir başlık arayışındaydık. Krizin kaynağına sosyolojik olarak mahalle, ulaştığı zirveye ise memleketin ve kurumların krizi dedik. Bu krizin semptomlarını ise “görgüsüzlük”, “yolsuzluk” ve “çürüme” olarak ifade ettik.
Amacımız, tüm bu kavramlar arasındaki bağımlı ve zincirleme ilişkinin varlığına okuyucularımızı ikna etmekti. Sağ olsunlar, kitabımı elden verdiğim ya da veremediğim bazı aydınlarımız, “mahalle”, “görgü” ve “çürüme” kavramlarını kitaba referans vermeden bağlantılı olmasa da kullanmaya başladılar. Bu, gelinen noktayı kamuoyunun dikkatine sunma açısından olumlu bir gelişme.
Ancak “görgü” kavramı üzerine yapılan tartışmaların tam bağlamına oturtulamadığını düşünüyorum. Bu nedenle bu konuyu biraz daha açmak gerekiyor. İddialı bir şekilde söylemek gerekirse, mahalle, ahlak ve değerler krizi ile çürüme gibi olguların temelinde görgü sorununun yattığını görebiliriz.
Görgü denince ilk akla gelen kavramlar bizde “adabı muaşeret”, İngilizcede ise “social etiquette” olarak bilinmesi. Bu bağlamda Şerif Mardin, 1860’lardan itibaren Batılılaşmayı felsefi ya da ekonomik sistemler üzerinden değil, adabı muaşeret ve moda üzerinden tahlil edenleri hatırlatır. Bu konuda benzer eleştirileri de olmuştur. Cumhuriyet dönemi görgü devrimleri, taşra gençlerini Köy Enstitüleri, Askeri okullar veya Öğretmen okulları aracılığıyla belli bir seviyede topluma entegre edebilmişti.
Bugün seküler orta sınıfın kısmi kentliliğinin temelinde her ne kadar Yılmaz Özdil’in rakı içmek vatan sevgisindendir ironisi yatsa da bu görgü devrimleri vardır. Görgü devrimlerinin taklit aşamasını geçememesi ve rakı içme gibi folk ritüellerin işin içine karışmasında askeri ve diplomatik içeriğinin önemli payı vardır. Ayrıca bu devrimler, askeri ve diplomatik özelliği nedeniyle eleştirel bir felsefeyi, estetik anlayışı ve kritik düşünceyi geliştiremedi. Bu nedenle, ciddi bir seküler orta sınıf, görgülü olmayı yalnızca bilgi ve felsefi üstünlük olarak kabul etti, karıştırdı, ötekini içselleştiremedi. Görgü devrimlerinin en büyük başarısı, güvenli devlet kurumlarını inşa ve bürokratları yetiştirmek oldu.
Ancak bu devrimler, toplumun önemli bir kesimiyle yukarda bahse konu nedenlerden aidiyet bağını kuramadı. Bu anlamda modernleşme dayatması diğer kesimlere devrimleri yabancı hissettirdi. Görgü kavramını, toplumsal problemlerin temelini teşkil ettiği için daha geniş anlamda ele almalıyız. Bu anlamda tarihteki Charles Darwin’i araştırmaları için Galapagos’a gönderen kendi toplumu ne kadar görgülü ise, Hezarfen Ahmet Çelebi’yi tehdit gören o dönemin toplumunun da o kadar görgüsüzdü diyebilmemiz ilginç bir örneği teşkil edebilir.
Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi, “yaşamın amacı bilgi değil, görgü kazanmaktır.” Bu görüş, sorunun temelinde bilgisizlik değil, görgüsüzlük olduğunu bizim açımızdan teyit etmekte. Ülkemizde görgüsüzlük, en çok yeni sermaye ve tüm siyasetçi sınıfında belirginleştiği için, sorun başa çıkılamayacak boyutlara ulaşıyor. Görgü, yalnızca yüzeysel nezaket ya da sosyal normlara uymaktan ibaret değildir; aynı zamanda empati, hoşgörü, farklılıkları kabul etme gibi derin insani erdemleri kapsar. Öteki ile ilişkiyi belirleyen sağlam bir normdur.
Görgü sorunu olan bir toplumda kutuplaşma en doğal sonuçlardan biridir. Görgü, aynı zamanda insanlığın geçmişinden bugüne aktarılan bir deneyim ve öngörü bilgisidir. Görgünün ve geleneğin oluşamamasının da en büyük handikabı da göçebelikten ve köylülükten kurtulamamaktır. Günümüzde sıkça tartışılan zulüm, yağmacılık ve ahlaksızlık kavramları, bir şeye hakkını vermemek, vasatın altında ısrar veya yanlış yerde yaratılış amacına ters kullanmak doğrudan görgüsüzlüğün kendisi ile eşleşmiyor mu?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.