Deniz özleminizi gidermek, arabayla bir sahile gidip ailece yüzmek istiyorsanız, Karadeniz sahillerinde de artık bunu özgürce yapmanız pek mümkün olmayabilir. Mafya tarafından işletildiği iddia edilen restoranlar, otoparklar ve sahil tesislerinin işgali nedeniyle bu aktiviteler kısıtlanmış. Üstelik televizyonlarımızda sıkça karşımıza çıkan, “yerli ve millî mafya dizilerimizin” ayrılmaz parçası olan uzun boylu, siyah kıyafetli, mesleksiz genç fedailer bu sahil restoranlarında gerçek hayatın unsuru olarak karşınıza çıkabiliyor.
Son dönemde bu mafya bağlantılı tesislerin girişlerinde asılı tabelalar dikkat çekiyor. Normalde alışık olduğumuzdan farklı bir şekilde, bu tabelalarda “Tesisimiz içkisizdir” ibaresi yer alıyor.
Mafyanın içkisiz tesis işletmesi yaşadığımız dönemin gerçekliğinden çok da bağımsız değil. Nedendir bilinmez, bununla ilgili sosyal medya paylaşımım pek ilgi çekemedi. Ama akademisyen bir arkadaşımın bu paylaşımıma “helal mafya” demesi ilgimi çekti.
“Mafya”, “yasadışı işlerle uğraşan, zor kullanarak çıkar sağlayan, gizli ve hiyerarşik bir örgüt veya bu örgüte mensup kişiler” anlamına geliyor. Tarihsel olarak da mafya, gayrînizami harp unsuru olarak da karşımıza çıkıyor.
Napoli Kralı IV. Ferdinand 1860’ta, Fransız Devrimi sonrası olası bir Fransız işgaline karşı, 1283’te yapılan bir savaş çağrısından esinlenerek MAFIA’yı (Morte alla Francia, Italia anela: “İtalya Fransa’ya ölüm diye bağırıyor”) kurmuştu. Bizde de benzer bir oluşum, 1914’lerde İttihat ve Terakki yönetimi tarafından hapishane taburları altında, gayrînizami harp örgütü olarak oluşturuldu. O zamandan bugüne uzanan, sadece dünyasını değil, ahiretini de vatanı için feda etmeye hazır, arka sokak milliyetçisi “Kurtlar Vadisi” karakterleri, belki de bu 1914’lerin hapishane taburlarının bir mirası olarak hâlâ içimizde devam ediyor.
Tarihte daha geriye gittiğimizde, düzen ve adaletin sağlanamadığı toplumlarda mafyanın kendi yöntemleriyle bu eksiklikleri gidermeye çalışan sıradışı unsurlar olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Bunu, bizde artık kalmayan “mahalle kabadayılığına” benzeterek, bir tür “Robin Hood” mafyacılığı olarak adlandırabiliriz. Ülkemizde, özellikle 90’ların başlarındaki banker krizlerinde, çek ve senet tahsilatına yönelik irili ufaklı mafya grupları bu bağlamda ciddi şekilde ortaya çıkmıştı. Hatta o dönemde, bugünkü ironiyle, bu tahsilatı cübbeli ve sarıklı “helal mafya” gruplarının gerçekleştirdiğine bizzat şahit olmuştum.
Bugünün dünyasında büyük devletler, Britanya’daki Peaky Blinders ve Churchill ilişkisine benzer şekilde, büyük mafya tröstlerini kontrol edebildikleri ölçüde gayrînizami ve kirli işlerde kullanıyorlar. Dünyada en fazla kara para akışının gerçekleştiği karanlık işlerde bu döngü sürekli olarak işlemeye devam ediyor. Dünyada birtakım politikacılarda beka ve devlet ideolojisi gerekçesiyle kuralsız denetlenemeyen alanlarda bu döngüden yararlanıyor.
Yazımızın ve hicvimizin amacı aslında bu tür mafya yapılanmalarına değil, mevcut çürüme durumunun bir boyutuna dikkat çekmek. Birkaç yıl önce önemli bir kanaat önderi ve çevresiyle memleket meselelerini konuşuyorduk. Kendileri ülkenin iç ve dış problemlerinin ciddiyeti karşısında muhalefette ciddiyet-güven göremediklerini belirtiyorlardı. Haklı yönleri de vardı aslında. Kişisel görüşümü bu ortamda ifade ederken, “Ancak ülkenin hızla bir düzen fikrinden uzaklaştığını, ne gerekçe ile olursa olsun anayasanın yok sayılamayacağını, düzeni yasanın değil konjonktür kararların belirlemesi durumunda ülkede -yerel boyutlu dahil- bir düzensizliğin önünün alınamayacağını” söylemiştim. Bu düzensizliğin güvenlik kadar ticari boyutu olacağını, bunu artık butik küçük mafya guruplarının organize edebileceğini, nevzuhur bunların şirket, dergah demeden kapılara dayanacaklarını, tahsilat yapacaklarını ve kendi aralarında sokak ortasında da hesaplaşacaklarını ikaz etmiştim. Nitekim her sokak mafyası cinayetleri veya ilgili haberlerini bu dostlarla da paylaşıyorum.
Bugün artık X, Y, Z veya Alfa kuşağı butik mafyalar da arzı endam ediyor. Motivasyonları da dijital neo Kurtlar Vadisi milliyetçiliği. Bu durumda gençlere kazandırılamayan mesleksizlik kadar popüler televizyon dizilerinin de rolü büyük. Trafikte veya bir alışveriş merkezinde bunlardan ot kullanmış birine tesadüf edip etmeyeceğiniz kaygısını artık hep birlikte taşıyoruz. Şehit polis Şeyda’nın katilinin profili bu anlatının basit bir özeti.
Anayasayı ve hakimleri yok saymanın, yargıyı siyasete alet etmenin bir parçası kurumlardaki derin yolsuzluk ve güven kaybı olarak karşımıza çıkıyor. Bu çürümenin sadece kurumları yok eden boyutu. Düzensizlik ve kuralsızlığı göz ardı eden ve kendinden olanları seçimde veya normal hayatta uyarmaktan kaçınan ilgili insanımız ise bunun gerçek sorumlusu.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Çürümenin ironik boyutunun sahillerdeki bu görüntüsü ise bu yaz günlerinin tamamlandığı günlerde karşımıza “helal mafya” olarak çıkıyor.
Ne yapalım?
Gülelim veya ağlayalım mı?
Yoksa ülkemize gelir getirmesi açısından en iyisi bunu yeni ihraç dizilerimizin ilham kaynağı kabul edip, sevinelim mi?