Bu seneki Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ile ayrılan, çağdaş Amerikan bağımsız sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Sean Baker’ın elinden çıkma “Anora” filmi, geçtiğimiz haftalarda ülkemizde vizyona girdi. Amerika’da da vizyonu eş zamanlı gerçekleşen film, bazılarına göre senenin en iyi yapımlarından ve Oscar sezonunun da en çok konuşulacak işlerinden. Filmin şimdiden en iyi film, yönetmen, senaryo ve kadın oyuncu dallarında Akademi adaylıkları olacağı tahmin ediliyor.
Amerikan gündemi geçtiğimiz hafta yapılan seçim sonuçlarının etkisini henüz üzerinden atabilmiş değil dolayısıyla Oscar tartışmalarının ve tahminlerinin biraz daha gecikmeli başlayacağını söylemek mümkün. Ne olursa olsun, film stüdyoları, platformlar, teknoloji şirketleri, moda dünyası ve Akademi, mart ayı yaklaştıkça sürecin ilgi çekmesi ve manşetlerde bol bol yer alması için ellerinden geleni yapacaklardır.
Biz de bu hafta Anora’ya, Sean Baker’ın kariyerine ve Amerikan bağımsız sinemasına odaklanalım. Ne de olsa, Baker ve filmin başrol oyuncusu Mikey Madison, seneye damga vurmaya hazırlanıyorlar ve Oscar’larda büyük bir çıkış yakalayabilirler!
Anora neyi anlatıyor?
Film, New York’ta bir gece kulübünde striptiz yaparak hayatını kazanan Ani’yi konu alır. Ani, Rusların yoğun olarak yaşadığı Brooklyn’in Brighton Beach’inde ikamet eder; zaten kendisi de Rus asıllıdır. Gece kulübü ve dans dışında Ani hakkında çok bir şey görmeyiz. Evini paylaştığı arkadaşıyla ilişkisi soğuktur. Çalıştığı kulüpte de samimi olduğu sadece bir dansçı arkadaşı vardır; diğerleriyle çatışır veya rekabet halindedir.
Filmin açılış sahnesi seyircilere, gece kulübü dünyasının derinliklerine bir pencere açar. Sabahın ilk ışıklarına kadar süren vardiyası boyunca Ani’yi ardı ardına farklı erkeklerle izleriz. Kamera, kulübün loş ışıkları ve labirent gibi odalarının arasında dolanırken, biz de yönetmenin deyimiyle dansçıların çalışma mekaniğine odaklanırız. Aynı zamanda, Ani’nin, erkekler ile olan diyaloğu, bu dünyada nasıl ayakta kaldığını, kendisine nasıl yer edindiğini de ustalıkla gözler önüne serer.
Bir gece, patronu Ani’yi, Rusça bildiği için Rus genç misafirlerin masasına yönlendirir.
Ani, Ivan ile tanışır, iyi vakit geçirirler ve ertesi gün de ondan evine davet alır. Ivan, büyük bir Rus oligarkının şımarık oğludur ve New York’ta lüks bir evde tek başına yaşamaktadır. Başlangıçta sadece para karşılığında birlikte olan ikili, yavaş yavaş Ivan’ın isteğiyle daha sık görüşmeye başlarlar. Evinde düzenlediği büyük bir yılbaşı partisinin ardından da Ani’ye evlenme teklifi eder. Ivan’ın teklifini, sağlık sigortası bile olmadan çalıştırıldığı gece kulübünden kurtulmanın bir yolu olarak da gören ve hızla alıştığı bu lüks ve eğlenceli hayatı bırakmak istemeyen Ani, bu teklifi kabul eder ve ikili, Ivan’ın ailesinden gizli bir şekilde, Las Vegas’ta evlenirler. Ailenin bu evliliği öğrenmesinin ardından, işler rayından çıkar ve agresifleşir. Ivan, Ani ve ailesinden kaçarken, Ani de Ivan’ın evliliklerini bitirmeye çalışan ailesine, onlar için çalışan mafya tipli korumalarına Ivan’ı bulmak için yardım etmek zorunda kalır.
“Pretty Woman” filmi ve Külkedisi masalındaki hikâye örgüsünü anımsatan bir dünya ile açılan film, daha gerçekçi, trajikomik ve hazin bir tonda devam eder.
Amerikan bağımsız sineması ve Sean Baker
Çağdaş Amerikan bağımsız sinemasının güçlü temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Baker’ı ve yeni filmini daha iyi değerlendirebilmek için bağımsız sinemadan ve yönetmenin tam olarak nerede durduğundan konuşarak başlamak isterim.
Bağımsız sinemayı, anaakımın dışında hareket eden yapımlar olarak düşünebiliriz. Ekonomik olarak anaakımdan ayrılırlar çünkü bilindik, büyük film stüdyoları tarafından finanse edilmezler. İçerik olarak ayrılırlar çünkü stüdyo filmlerinin aksine, daha dar bir seyirci tabanına seslenirler ve bu da anaakımda yer almayan temaları, konuları ve tartışmaları işleyebilmelerine olanak sağlar. Gişe önceliği olan yapımların aksine, yönetmen burada hikâye anlatıcısıdır ve daha kişisel bir hikâye izleriz. Bağımsız sinema, akışın tersine yüzmek gibidir. Son derece kırılgandır ama varlıkları hayatidir. Sinemayı büyütür; etki alanını genişletir ve yeni diyaloglar kurulmasına yardımcı olur.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu açıdan Baker’a ve filmlerine baktığımızda, toplumun dışına itilmiş, marjinal diyebileceğimiz, göçmen sınıfı ve alt kültürler yönetmenin ilgilendiği konular arasına girer. Örneğin 2015 yapımı ve iPhone ile çektiği Los Angeles’ta geçen “Tangerine” filmi, Ermeni asıllı bir taksi şoförünün hayat kadınları ile kesişen hikayesine odaklanır. 2017 yapımı “The Florida Project” filminde ise, Disney eğlence parkı çeperine kurulmuş ucuz motellerin içerisindeki hayatlara mikroskop ile bakar; oldukça fakir, daha çok Latin asıllı çocukların ve ailelerinin hayatta kalma mücadelesine, gerçeküstü ve çocuksu bir yerden odaklanır.
“Anora” da tema itibariyle çok farklı değildir. Brooklyn’de Rus asıllı insanların yaşadığı Brighton Beach, bir striptizci, bir Rus oligarkının oğlu, onun bakıcılığını üstlenen ve ebeveynlerinin ayak işlerini yapan Ermeni asıllı bir papaz, bize Amerika’nın hiç bilmediğimiz bir panoramasını sunar. (Bu açıdan baktığımızda, Sovyetlerin yıkılmasını takip eden 1980’li yıllarda, New York’a kaçan Rus muhalifleri anlatan Sergei Dovlatov’un kitabı Yabancı Kadın’ı meraklılara şiddetle öneririm. Belki de Ani’nin filmde bahsettiği anneannesi, tam da bu dönemde Amerika’ya göç etmiştir, kim bilir?)
Kıyıda köşede kalmış insanlar, toplumdaki hiyerarşik dengeler, Amerika’nın belki de en büyük sorunu olan evsizlik, temel ihtiyaçlara ulaşımda eksiklik ve alt kültürden göçmenlerin yaşam mücadelesi, Baker’ın filmografisinin yelpazesini oluşturur.
Baker’ı bağımsız yönetmen kategorisine sokan bir başka özelliğinin, sinema ve filmcilik ile olan güçlü bağı olduğunu söyleyebiliriz. Yönetmenliğin yanı sıra, filmlerini kendi yazar ve montajını yapar. Ona göre yazmak, çekmek ve montaj yapmak yönetmenlik şemsiyesi altında bir iştir. Sinema ile güçlü bir bağı vardır ve sinefildir. Yönetmenin sinemasına ve kariyerine dalmak, film öğrencileri ve tutkunları için bir nevi sinema okuludur. Eğer “Anora” ilginizi çektiyse ve Baker’ın gözünden bir sinema yolculuğuna çıkmak isterseniz, Letterboxd hesabını takip etmenizi öneririm. Kendisi sitede oldukça aktif ve izlediği ve yorumladığı filmlere oradan ulaşabilirsiniz. Kendisi aynı zamanda Amerika’daki bağımsız sinema salonlarının hayatta kalabilmesi için de birtakım çalışmalar yapıyor.
Aşağıdaki videoda yönetmen, “Anora” filminde bir sahneye nasıl yaklaştığını, çok güzel bir şekilde anlatıyor.
Oscar’a göz kırpmak
Güçlü performansları ile öne çıkan filmde, Baker yazarlık, yönetmenlik ve editörlük dışında casting çalışması da yürütüyor, oyuncuları kendi buluyor. Yönetmenin her yeni filmiyle, sinema camiasına müthiş yetenekler kazandırdığını not etmek lazım. Ani’yi canlandıran Mikey Madison’ın şimdiden, en iyi kadın oyuncu dalında Oscar kazanabileceği yönünde yorumlar var. Yönetmen, Ermenistan’da çok ünlü bir komedyen olan Vache Tovmasyan ve 2021 Fin yapımı “Compartment Number 6” filminden hatırlayacağımız, Rus oyuncu Yuriy Borisov gibi Amerikan seyircisinin pek tanımadığı ama bir hayli yetenekli ve taze yüzleri ile “Anora”yı eşi benzeri görülmemiş bir oyuncu kadrosu ile hayata geçiriyor. Ani’nin çevresindeki bu yan karakterler hikâyeye otantik ve gerçekçi bir ruh katıyor.
Film görsel olarak da çok güzel gözüküyor. 35mm film ve anamorfik, eski Rus lensler ile çekilen film, 1970’ler Amerikan sinemasının görsel ruhuna öykünüyor. (1970’lerin ve Yeni Hollywood’un, Amerikan bağımsız sinemasının başlangıcı olarak kabul edildiğini söylemiş miydim?) Yönetmen filmin,1974 yılında çekilmiş bir film gibi gözükmesini hedeflediğini söylüyor.
Röportajlarında Jonathan Demme ve Robert Altman gibi karakter dramaları ile büyük filmlerin yönetmenlerine atıfta bulunan Baker, bugün de öyle bir sinemanın peşinde olduğunu söylüyor. Evet, günümüzde, bolca büyük bütçeli süper kahraman filmine maruz kalıyoruz. Ama bağımsız filmler sınıfına giren birçok yapım, artık orta ya da düşük bütçeli filmler kategorisine dahi giremiyorlar ve Amerikalıların deyişiyle, ultra düşük bütçeler ile hayata geçmek durumunda kalıyorlar. Bu açıdan “Anora”nın bu sezonda izlenmesi gereken önemli bir yapım olduğunu düşünüyorum.
Belki film ile ilgili tek eleştirim, hikâye örgüsünün beni şaşırtmamış olması ve bazı yerlerini çok öngörülebilir bulmuş olmam olabilir. Çoğu zaman kendi kendime “Bir Rus oligarkının oğlu ile evlendikten sonra başına ne geleceğini düşünmüştün?” demekten kendimi alıkoyamadım. Ama şimdilik bu eleştirimi görmezden geleceğim çünkü filmin iyi bulduğum yanları çok daha ağır basıyor.
Ama “The Florida Project” hala en sevdiğim Baker filmi!