Tarık Çelenk yazdı: Sakıncasız sakıncalılarımız

“Allah için şahitlikleri adil bir şekilde yerine getirin. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sürüklemesin. Adaleti yerine getirin, zira adaleti yerine getirmekle Allah’ın azabından korunmaya daha layık olursunuz. Allah’dan korkun çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”  Maide 8

Uzun süredir bu sakıncalı vatandaşlarımız konusunu yazmayı amaçlıyordum. Ancak önceden sakıncalılar havuzunu oluşturan bu devlet aklı konusunda eskizler yapmak gerekiyordu. Devletin aklının oluşması için öncelikle geleneğe dayalı kurumlarına, bunların denetlenebilir veya hesap verebilirliğine ve sağduyuları gerekliliğine tarihsel süreklilik içinde değinmiştik. Derin devletin ancak kurumların tarihsel sağduyusunun derinliğinde oluşabileceğine, bunların yokluğunda bu derinliği çetelerin temsil edeceğine dair programlar da yapmıştık. Hatta son yazımızda ironik bir latife yaparak yazıyı “ya derin devlet yoksa?” olarak da sonlandırmıştık.

“Sakıncalı” kelimesi, bana, merhum Uğur Mumcu’nun “Sakıncalı Piyade” eserini çağrıştırdı. Mumcu eserinde askerlik döneminde fişlenmesi veya sakıncalı olması yüzünden başına gelenleri, karakterler ve sistemin zaafı bazında espriyle anlatıyordu. Gülüyorduk ancak aslında üzülüyor ve öfkeleniyorduk. O zamanlar devlet otoritesi ile özdeşimde olan mahalleli ise sağ-sol çatışma ortamlarında, devrimci aydın ve gençlere yapılanları “Otoritenin hikmetinden sual olunmaz, bunlar solcu nasıl olsa, devlet düşmanları mantığı” ile durumu umursamıyorlardı.

Cumhuriyetimiz kurulduğundan beri gerçek dış ve iç tehdit bağlamında sorunlu da olsa “sakıncalı kriterleri” ve “sakıncalıları” anlayabiliriz. Sorunlardan biri sakıncalıları belirleyecek bürokrasi mekanizmasının değerlendirme-anlama niteliğine haiz olup olamaması. İkinci sorun bu sakıncalılar veya kriterlerin güncellemeye tabi tutulup tutulmaması. Üçüncü sorun bürokrat psikolojisinin, otorite rüzgarına göre tavrını alması belki de.

Aklıma ilk gelen trajik kişisel karambole kurban olan sakıncalı Sabahattin Ali’dir. Nazım Hikmet trajedisini sayfalarca kitapla anlatsak bitiremeyiz. Muzaffer Şerif gibi dünya çapında kuramcı bir sosyal psikoloğu bu yüzden kaybetmedik mi?

Yakın bir arkadaşım Türkiye’nin en büyük güç elektronik şirketinin yönetim kurulu üyesiydi. Ama şirketin adı İran ile yapılan bir ticarete karıştığı için bu arkadaşım 30 yıldır sakıncalı olarak dolaşıyor. 28 Şubat’ta Deniz Kuvvetleri’nde bir istihbaratçı onbaşı “İnsanları Tan Gazetesi’ndeki haberlerden kupür alarak fişliyorduk” ifadesini ne çabuk unuttuk?

Bu sakıncalı işini çözen cumhuriyet tarihimizde iki devlet insanını tanıyoruz: İsmet İnönü ve Turgut Özal.

İsmet İnönü, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı dönemde, özellikle Atatürk’ün yakın çevresinden çeşitli nedenlerle uzaklaştırılan ya da yurtdışına sürgüne gitmek zorunda kalan bazı isimlerin yeniden Türkiye’ye kazandırılmasında önemli bir rol oynadı. Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Refet Bele, Kuşçubaşı Eşref ve Kazım Karabekir gibi isimler bunlardan bazılarıydı. İnönü bunların bir kısmının sürgünden döndüdü, bazılarını da milletvekili yaparak hem onore etti hem de ekonomik güvenliklerini sağladı.

Turgut Özal, Nazım Hikmet’in hatırasına binaen resmi iade-i itibar yaptırdı. TKP liderini ülkeye getirdi. Cem Karaca’yı kültür ve inanç hayatımıza kazandırdı. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya ile yumuşuma sağladı. Ülke bahar havasına girdi. Böylece toplumsal huzuru ve yatırımcı güvenliği sağlandı. Özal’ın ölümü ile birlikte ne yazık ki bahar çabuk bitti. AK Parti’nin gelişiyle de başlayan bahar da kısa sürdü, bizleri bugünlere sürükledi.

Yüzyılı aşkın bir süredir devletimizin bir sürü sakıncalıları oldu. Sırayla devre mülk sistemi gibi listeye girip çıkanlar veya hep liste başında olanlar oldu. Liberaller, Türkçüler, Kürt siyasetindekiler, dindarlar -ki bunlara bazen başörtülüler de girdi-, Kemalist emekli asker ve aydınlar, Gülenist piramidin tabanındaki yaşlı hacı abiler ve teyzeler, KHK’lılar veya şu günlerde muhalif aydınlar ve siyasetçilerin ciddi bir kısmı… Anlayacağınız sakıncalılar saymakla bitmiyor.

Bugün ülkemiz dışında terörle iltisaklı veya ülke güvenliğine tehdit kriteri dışında oldukça sakıncasız sakıncalı insanımız var. Çoğu aydın, bilim insanı, sanatçı, gazeteci veya iş insanı. Bunlardan bir kısmı resmi değil, dolaylı sakıncalı. Korkuları “Ülkeye sıla-ı rahim için gelirsek ya pasaportumuza el konulursa”…

90’lı yılların Kürt siyasetinin sakıncalılarının bir kısmı bu dönemde güvenle döndü. Ancak 90’lı yıllarda boşaltılan köylerden topluca sınırdışına çıkarılan PKK’nın kucağına o zaman itilen, geri dönmek isteyen insanlar da var. Devletimize Gülenist tehdidin oluşturduğu malum yapının içinde de özeleştiriyi vermiş onlardan bağını tamamen koparmış aydın ve sivilleri unutmayalım. Belki bunlara tehcir, 6-7 Eylül ve sonrası olaylarla yurtdışında diasporalarını kurmuş Osmanlı Ermeni ve Türk Rumların torunlarını da dahil edebiliriz.

Bazı tartışmaları içinde barındırsa da birçok sakıncasız sakıncalının durumunu gözden geçirmek, popülist siyaset veya bürokrasinin konfor alanının daraltılması açısından tercih edilmeyebilir. Ancak unutmayalım ki eski Osmanlı ve bugünkü Türkiye Cumhuriyetimizin vatandaşlarına bu bakışımızın sürmesi, sadece onların ülke karşıtı işbirliklerine açık radikal diasporalar oluşturmalarını sağlayacak.

Ülkede normalleşme ancak bu adım ile başlayabilir. Onurlarını kırmadan insanlarımızı kazanmak onurlarını kırarak kaybetmekten daha kolaydır. Bunu unutmayalım.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.