Merhum babamla yaptığımız tarih sohbetlerinden hafızamda kalan ve kulağımı her zaman tırmalayan bir terim: “Kürt isyanları.” Babam sık sık İnönü ve Bayar döneminde hazırlanan ”Şark Raporu”ndan bahsederdi. Belki de bu ilginin kökeninde, dedem Kolağası İstiklal Madalyalı Ahmet Zühtü Bey’in Erzincan Askerî Rüştiyesi’nden mezuniyeti ve İhsan Nuri Paşa’nın başlattığı Ağrı Kürt İsyanı sırasında bir gözünü kaybetmesi yatıyordu.
İsyanların psikopolitiğinden ders çıkarabilmek
İhsan Nuri Paşa (1892-1976), Cibranlı Halil Bey (1882-1925), Şerif Paşa (1865-1951), Yusuf Ziya Bey (1882-1925), Hasan Hayri Bey (1881-1925) ve Halil Hayali (1865-1946) gibi Kürt ayrılıkçı ve isyancı aydınların hikâyeleri birbirine benzer ve son derece ibret verici.
Bu isimler, Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde Mustafa Kemal, Kazım Karabekir ve Fevzi Paşa ile Harbiye’de sınıf arkadaşlığı, İttihat ve Terakki saflarındaki ortak mücadele, Balkan ve Yemen isyanlarına karşı omuz omuza savaşlar, Trablusgarp cephesindeki mücadeleler ve Kafkas Cephesi’nde ortak görevler gibi birçok noktada kesişmişti. Osmanlıcılık ve İttihatçılık, bu isyancıların cumhuriyetin kurucularıyla paylaştıkları ortak ideallerdi.
Bu isimlerin bazıları, Kurtuluş Savaşı’na önemli katkılar sundu. Çoğu, Meclis-i Mebusan üyeliği yaptı, Misak-ı Milli’ye imza attı ve TBMM’nin kurucu meclis üyeleri arasındaydı. Ancak bugün hâlâ yanıtını bulmaya çalıştığımız temel bir soru var: Cumhuriyetin kuruluş yolunda bu kadar ortak geçmişe sahip olan bu insanlar neden 1914-1925 arasında koparak isyanlar örgütlediler ve bir kısmı idam edildi?
Ortak geçmişten ayrılıklara
Osmanlı’nın modernleşme politikalarının ürünü olan Harbiye mezunları, başlangıçta Osmanlıcılık fikrine bağlıydılar. Ancak İttihat ve Terakki içinde kazandıkları deneyimler, kariyerlerini şekillendirdi. Özellikle 1912 Türk Ocakları kongresiyle birlikte devletin savunma refleksi olarak Türkçülük ideolojisinin benimsenmesi, bu kopuşun ilk adımı oldu. Bu dönemde, Osmanlıcılık terk edildi ve bu karar, Kürt milliyetçiliği ve ayrılıkçılığı fikrinin doğmasına neden oldu.
Bu süreçte, İttihat ve Terakki’nin bazı kurucuları, önce Türkçü sonra da Kürtçü ideolojilere yönelebildi. Örneğin, uzun süre Kürt alfabesi ve sosyolojisi üzerine çalışan Ziya Gökalp, zamanla Türkçü ideolojiyi teorize ederek Cibranlı Halil Bey gibi Kürtçü arkadaşlarından ayrıldı.
Kürt aydınlarının bir kısmı, Kürt Teali Cemiyeti ile şekillenen ayrılıkçı ideolojilere yönelirken, Hasan Hayri Bey gibi isimler cumhuriyetin kuruluşuna destek verdi ve 1921 Londra Konferansı’ndaki ayrılıkçı çağrılara karşı çıktı. Ancak, yeni devletin katı seküler, merkeziyetçi ve ulus-devlet karakteri, bu aydınların beklentilerini karşılayamadı ve birçokları tasfiyelere maruz kaldı.
Travmalar ve süreklilik
Bu isyanlar, haklı gerekçelerle başlamış olsa da çok sert şekilde bastırıldı. Bu süreç toplumsal hafızada derin yas ve travmalar bıraktı. Örneğin, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkenceler gibi olaylar, bu travmaları daha da derinleştirdi. Ancak dikkat çekici bir gerçek, tasfiye edilen bu aydınların torunlarının bugün CHP, DEM, merkez sağ partiler ya da bürokraside üst düzey görevlerde yer alabildiğidir.
Bir başka açıdan bakıldığında, bu kişiler Osmanlı’nın son dönemindeki çokkültürlü emperyal yapı ile cumhuriyetin ilk yıllarındaki katı ulus-devlet politikaları arasındaki geçişin ve gerilimlerin sembolik figürleri olarak değerlendirilebilir. Radikal Kürt siyaseti ise bu olayları, ulus-devlet karşısında Kürt kimliğini koruma çabası olarak tanımlıyor.
Bugünkü perspektif
Turgut Özal döneminden itibaren, Kürt kimliğine saygı konusunda ciddi ilerlemeler kaydedildi. Ancak ne geçmişte ne de bugün, terör, Kürt kimliğiyle ilgili sorunlar için haklı bir gerekçe olarak kabul edilebilir. Bugün bile Bölgesel Kürt Yönetimi, Sevr Antlaşması’nı referans göstererek Türkiye’nin belirli bir bölümünü içeren haritalar kullanıyor. Coğrafyanın tartışılması mümkün olsa da, bunun bir siyasi harita olarak kullanılması kabul edilemez.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu bağlamda, Abdullah Öcalan’ın Kürtlerin ulus-devlet tuzağına düşmemesi gerektiği yönündeki son açıklamaları da dikkat çekici.
Geçmişten ders almak
Son olarak, Devlet Bahçeli’nin Kürt sorununa dair çıkışı, eleştiriye açık olmakla birlikte tarihi bir önem taşıyor. Yemen çöllerinde ya da Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza vatan savunması yapan Harbiyeli İttihatçılar, neden cumhuriyetten koptu? Onları cumhuriyet bürokrasisinde aynı vatanseverlikle devam ettirebilir miydik? “Onlar ihanet etti” demek sorunu çözüyor mu? Bu sorular bugün de sorulmaya devam ediyor.
Günümüzde, “Kürt sorunu yoktur, sadece PKK sorunu vardır” veya “Kürt sorunu sadece bölgeseldir” gibi tartışmalar yapılırken, geçmişe bakarak ders çıkarmak bugünkü sorunların çözümüne ışık tutabilir mi? Ne dersiniz?