Müsavat Dervişoğlu, Ümit Özdağ, Yavuz Ağıralioğlu ve onlar gibi düşünenler, var olasınız. Sizler Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreci “baltalayacağınız” iddiası ile kelam ediyor “siyaset” yapıyorsunuz, eyvallah. Size hak verip vermemek, inanıp inanmamak veya sizin samimiyetinizi sorgulamak elbette milletin işi, bizim değil. Lakin…
Mehmetçik hayattayken hakkını gözetmeyen, o daha çok yaşasın diye mücadele etmeyen siz; Mehmetçik’i ölüme gönderen tezkerelere rahatça el kaldırırken, üzerinde düşünmeyen ve tereddüt göstermeyen siz; Mehmetçik’in şehit haberi geldiğinde nedenini nasılını sorgulamayan ve hiç kimseden hesap sormayan siz; evet değil misiniz siz?
Hal bu iken iş hamasete geldi mi en öne siz geçiyor, mangaldaki külü kimseye bırakmıyorsunuz. Yaşarken gözetmediğiniz hakkın, hayatın savunucusu oluveriyor, nutuklarla ortalığı kasıp kavuruyorsunuz. Memleket evlatlarını ölüme gönderen başkasıymış gibi etrafta sorumlu arıyor, üç maymunu oynuyorsunuz. Ve dün soramadığınız hesabın faturasını bugün kesmeye kalkıyor, elinizde baltayla, züccaciye dükkanındaki fil gibi ortalığı talan ediyorsunuz. Riyakârlık yapıyorsunuz! Milletin acısını istismar ediyor, coşkun olan milli-dini duygularını suistimal ediyorsunuz. Etmeyin! Şehitlerin kanı, dağda nöbet tutanların canı ve geride kalanların hakkı için yapmayın.
Siz villalarınızda, rezidanslarınızda sıcak sıcak oturup kendi çocuklarınızın parlak geleceklerini dizayn ederken kerpiçli evlerden kalkıyor şehitlerin cenazesi. Ve şehitler de ölüyor. Öldükleri için sizlerin timsah gözyaşları dökerek ve sadece bir dakikanızı ayırarak geçiştirdiğiniz acı; bir ananın, bir eşin veya bir evladın bir ömürlük acısı oluyor. Ay yıldızlı al bayrağa sarılı o tabutları kendi kirli iktidar hırsınıza, hesabınıza, hevesinize alet etmeyin. Yazık millete.
Kürt’ün haysiyeti Türk’e, Türk’ün endişesi Kürt’e emanet. Şehit Anaları’nın acısıyla Cumartesi Anneleri’nin acısı aynı acı. Faili meçhuller gökten inmediler; onların da anaları, o anaların da acıları var. Acıları yarıştırmak hiç yakışır mı Türk’e? Kürtler haklarının, Türkleşmiş Türkler ise imtiyazlarının peşinde; garibim Türk ise iki arada bir derede.
Kürt meselesi nedir? Köylerin yakılıp yıkılması, insanların sürgün edilmesi, mallarına el konulması, dillerinin yasaklanması, kimliklerinin yok sayılmasıdır. 50 yıl “Dağ Türkü” dediler, olmadı “Doğu Türk’ü” dediler; yine olmadı bakın Cumhurbaşkanı bile olabiliyorlar dediler. Her şeyi dediler Kürt’e ama bir kere bile sen Kürt’sün diyemediler; Türkleşerek her şey oldu Kürtler ama Kürt kalarak hiçbir şey olamadı Kürtler.
Uzun yıllar Kürtler Türkçe öğrensin istemediler. Sonra fikir değiştirdiler bu sefer de Kürtler sadece Türkçe öğrensin istediler, Kürtçeyi yasakladılar. Önce yok saydılar, olmadı asimile etmeye çalıştılar. Bir kerecik de demediler ki eşit yurttaşlık paydasında entegrasyon bize yeter. Tahlilleri hatalı, teşhisleri yanlıştı. Bu yüzden de hakikati yok saydılar, hakka girdiler, halkı perişan ettiler.
Osmanlı döneminde, özellikle de hilafetten sonra Türk arka plana itildi. Bir 300 yıl uçlara göç ettirildi Türk, sonraki 300 yıl da gerisin geri göç ettirildi Türk. Perişan edildi Türk. Cephede ölecek asker istediler Türk’ten verdi, payitahtta yemeye vergi istediler Türk’ten verdi. Verdiklerinin hesabını sormak istediğinde de kellesi gitti. Kısacası Osmanlı döneminde çok çekti Türk. Sonrasında Cumhuriyet geldi lakin sanılmasın ki sefa sürdü Türk. “Kadının adı yok demiş” ya yazar, Türk’ün ise adı var ama kendi yok.
Türkleşmiş Türklerin kibri ile ezildi, korkuları ile sindirildi Türk. Sayın Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim çıkışı Türk’ün kendisine vurulan prangaları kırması, dayatılan ezberlerin bozması ve özgürleşmesi, özüne dönmesi için tarihi bir fırsat sunuyor biz Türklere.
Artık kara budun ak buduna hizmet etmeyecek. Türklükle, Türkçülükle aldatarak Türk’ün hakkını gasp ettiler bunca zaman. Türk kimdir, hikâyesi nedir diye hiç sormadılar? Orta Asya bozkırlarından Viyana kapılarına dek süren Türk’ün uzun ve kutlu yürüyüşünde neler yaşandı? Sadece kılıçla zorla olsaydı her şey, Moğol kalırdı bu topraklarda. Moğol kalıcı olamazken Türk oldu, neden?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Çünkü Türk “İl gider töre kalır” demiş, kendisi için kutsal olanın devlet değil adalet, bey değil millet olduğunu 1000 sene önce söylemiş. Çünkü Türk anlama, paylaşma ve bir arada yaşama karakteriyle kök salmış Anadolu’da. Çünkü Türk alın teri, kanı ve canı dahil her şeyini vermiş Anadolu’ya ve almış Anadolu’dan da iyiye, güzele dair ne varsa. Bu kültürel geçişkenliklerle gelebildik biz bugünlere. Harici ve dahili tüm ayrıştırıcı çatışmalara rağmen milleti hala bir arada tutan duygudaşlık bu.
Türk milleti sömürülmeye karşı olan direnci ile kutlu yürüyüşünde ayakta kalabildi. Türk’ün Müslümanlığı dönemin egemen gücünün etnik dayatmalarına karşı gösterdiği dirençten ileri gelirken, Türküm diyenin bugün kalkıp da etnik temelli milliyetçilik yapması mümkün mü? Ne demiş koca Yunus: “Ağyar dahi yar bize, kamu alem bir bize”.
Yukarda Allah aşağıda devlet dediler, Allah’tan çok devletten korktular, korkutarak hükmettiler. Ellerinde balta ile gezen arkadaşlar, illa bir şeyi yıkacaksanız içimizdeki putları yıkın. Bilesiniz ki Türkiye Cumhuriyeti’nin bir cihan devleti olabilmesi için demokratikleşmesi ve Kürtlerin de devleti olması şart. Türkiye savaşarak bir şey elde edemez ama barışarak değil sadece kendisine, cihana dahi ışık tutabilir. Savaşmak kolay barışmak zordur. Türk ne zamandan beri kolaya talip olmuştur? Türk prangalarını kırıyor, Türk’ün seyfiye nöbeti bitiyor, Türkiye yüzyılı bizi bekliyor. Fani kişilere inat baki bir ülküyü baltalamayalım.