Eski “Akil İnsanlar”ın gözünden yeni süreç (14) | Nihal Bengisu Karaca: “2013’te kamuoyu desteği daha fazla, Kürtler daha heyecanlıydı”

Gazeteci-yazar Nihal Bengisu Karaca, Aksiyon dergisi, Kanal 7 ve Zaman gazetelerinde çalıştı. Halen Habertürk’te yazan 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti’nin Akdeniz Bölgesi üyesiydi. Karaca, Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısından bir hafta önce DEM’in kendisine ait bir iradesi yoksa devlet iradesi olanı işe almalı başlıklı bir yazı yazmış, Öcalan’ı işaret etmişti. Nihal Bengisu Karaca yeni süreci Göksel Göksu’ya değerlendirdi.

Nihal Bengisu Karaca
  • 2013’te MHP, AKP’nin başlattığı çözüm süreci için “ihanet” nitelemesi yapıyordu. Bugünse sürecin kapısını aralayan bizzat MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Görüşmenin içeriği tam olarak açıklanmadı ama adı konulmayan, en azından müzakere süreci denilebilecek bir süreç de başladı. Bu süreçten beklentiniz nedir?

Nihal Bengisu Karaca: Süreçten beklentim Abdullah Öcalan’ın net, kesin, sofistike olmayan bir metinle ya da bir televizyona bağlanması sağlanarak canlı yayında çağrı yapması ve örgütü lağvettiğini açıklaması.

Bu ne kadar mümkün? Yapılan çağrı hükümetin beklediği netlik ve içerikte olur mu? Çağrı öyle bile olsa örgüt komutanları, Kandil ve İran’daki örgütü idare edenler bu çağrıyı dinler mi? Bu soruların cevapları önemli.

Ancak bu çağrı söz konusu olduğunda en kötü ihtimalle bile örgütün insan malzemesi bu çağrıdan etkilenir. Aradaki taşeronlar dönüp kulak kabartır. Bu sebeple en kötü ihtimalde bile bu çağrının koşulsuz bir şekilde yapılması önem arz ediyor. 

Erdoğan kendisini neden geride tutmak istiyor?

  • Devlet Bahçeli ön safta görünüyor olsa da sürecin oyun kurucusunun Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu bilinen bir gerçek. Sizce Erdoğan nasıl bir tutum sergiliyor?

Nihal Bengisu Karaca: AK Parti pek çok kez Kürt meselesi için adım attı. Oslo Görüşmeleri’nden Habur’a, oradan 2013’teki “çözüm süreci” olarak bilinen ve şimdikine nazaran çok daha şeffaf ve toplumsal katılımı da içeren girişime kadar… Sonuncusu en radikal olanıydı. Aynı zamanda, sürecin çökmesi ve yaşanan çatışmaların sertliği bakımından da en travmatik olanıydı.  

İkincisi, herhangi bir çöküş ve filmin başa sarması ihtimaline karşı siyasal ve hukuki sorumluluğu olan taraf olarak Erdoğan ve AK Parti. Bu yüzden kendisini geride tutmak istiyor olabilir.

MHP’nin 22 Ekim dahil, bu seferki girişime ön ayak olması elbette tek başına kendi tasarrufu değil. Ancak süreci neredeyse tek başına taşıyor gibi gibi görünüyor. Yine de MHP bu girişiminden dolayı bir hukuki ya da siyasi sorumluluk altında olmayacak.

Sorumluluk Erdoğan ve AK Parti tarafında olacak.

Bu rol ve görev dağılımı belki biraz da bununla ilgilidir. İşler ters giderse taraflardan daha fazla sorumluluğu olan, hızlıca manevra yapabilsin diye olabilir. 

“Sorunlar var, ama avantajlar da var” 

  • 2013 yılında başlayıp 2015’de sona eren çözüm sürecinin temel amacı, silahların bırakılması, barış ortamı ve toplumsal bütünleşmenin sağlanmasıydı. Bugün de hedef aynı. Hedef aynı olsa da koşullar çok değişti. Siz 2013’te mi daha iyimserdiniz bugün mü? 

Nihal Bengisu Karaca: 2013’te kamuoyu desteği daha fazlaydı. AK Parti tabanı da Kürtler de çok daha heyecanlıydı.

Bugün Kürtler son derece temkinli, AK Parti’de de öyle bir heyecan yok.

Ancak o gün bürokrasideki FETÖ yapılanması süreci sağından solundan bir kaç kere deldi, sabote etti. “Avrupa’daki dostlarımız bu işe dahil olmalı” diyenler oldu. Dağa gidip “Ne aldınız ki silah bırakıyorsunuz?” diyenler oldu.

Gezi eylemleri üzerinden nerdeyse bir iç isyan çıkıyordu. Derken 17-25 Aralık gerçekleşti. Buna rağmen, hatta 6-8 Ekim’deki kanlı olaylara rağmen, süreç 2015’teki Dolmabahçe mutabakatına kadar ilerleyebildi.

Ancak 7 Haziran’da seçim kaybedilmesi, Ceylanpınar’daki olaylar, hendekler, çatışmalar derken süreç bitti. 

Evet, doğrudur… Bugün süreç katılımcı demokrasinin enstrümanlarıyla ilerlemiyor. Ama devlet aygıtı bu türden sabote edici unsurlara karşı daha güçlü ve dirençli.

Ayrıca bugün uluslararası konjonktür Türkiye’nin terör sorununu çözmesi açısından daha elverişli. Şu an bu meselenin merkezinde Kuzey Suriye’deki SDG‘nin Esad rejiminin kolaylaştırıcılığı eliyle oluşturduğu tahkimat var. Ve Suriye’de Türkiye’nin müttefik saydığı bir oluşumun iktidara gelmiş olması, Türkiye’nin elini kuvvetlendiriyor.

Sorunlar var, ama avantajlar da var. 

“DEM Parti de meseleye ‘Önce silahlar susmalı’ noktasından bakıyor” 

  • 2013-2015 arasında gidilen bölgelerde hükümetin tutumu taviz olarak niteleniyor ve karşılaştığınız eleştirilerin başında bu tavizin ne karşılığında verildiği sorgulanıyordu. Bugün değişen nedir? 

Nihal Bengisu Karaca: 2013-2015 arasında herşey ortadaydı. Açık açık konuşuluyordu. Tepeden aşağıya, sağdan sola… Kim Kürt meselesinden neyi anlıyorsa, kakofoni yaratmalarına rağmen, açıkça önerilerini sıralıyor – “Ben barış marış istemiyorum aga” diyen bile – o akillerin toplantılarında masada fikrini söylüyordu.

Bugünse olay “koşulsuz silah bırakma” gibi kesif bir taleple ilerliyor ve meselenin perde arkasında tarafların birbirlerine Magna Carta misali uzayıp giden listeler sunduğuna dair “ciddi” bir kulis almıyoruz. 

Anayasa madde 42 ya da 66 ile ilgili değişim olasılıkları dillendiriliyor. Ama bunlar bana kalırsa şimdilik “wishful thinking” (hüsnükuruntu, Göksel Göksu’nun notu). Ben madde pazarlığına dair duyumlar almıyorum. Bilakis DEM tarafı da “Önce silahlar susmalı ve gömülmeli, çözüm daha uzun soluklu bir şey, o sonra” noktasından bakıyor meseleye.

Buradaki mutabakat sevindirici. Bu iyi bir ortaklaşma noktası. 

“Anayasa değişikliği için çok daha azı yeterli olurdu”

  • Başlatılan müzakere sürecini 2028’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilişkilendirenler var. Asıl hedefin bu sayede DEM Parti’nin desteğini alarak muhalefeti küçük parçalara bölmek olduğu yorumları yapılıyor. Sizin düşünceniz nedir? 

Nihal Bengisu Karaca: İktidar DEM Parti’nin vekilleri olmadan da muhalefeti bölebiliyor. Çok daha azı vadedilerek, misal “Biz belediyelere kayyum sopasını sallamaktan vazgeçelim siz de gelin üçüncü bir dönem daha cumhurbaşkanı olmama destek verin” denilerek bile DEM Parti bahsettiğiniz anayasa değişikliğine razı edilebilirdi diye düşünüyorum.

Sahiden terör örgütü olmadan bir yaşam hedefi konulmuş olmasa, sadece DEM Parti’yi anayasa değişikliğine ikna etmek için bu kadar “milliyetçileşmiş” bir milletin huzurunda Öcalan’ı denkleme almak, Bahçeli’nin siyasi risk alması vs, gibi majör hamlelere gerek olmazdı.

Ha bence de bu işin bir tarafında 2028 seçimleri var ama bu “iyi bir hikâye yazma” ihtiyacı bağlamında olabilir.

Sonuçta Erdoğan daha önce de bu meseleyi çözen lider olmak istedi. Defalarca hamle yaptı. Bir bir uhde onun için. Tüm olup biten sadece Erdoğan’ın yeniden aday olma isteğine indirgenebilir mi, eğer öyleyse bu milleti değersizleştiren bir at pazarlığı gibi görünür.

Lakin sanmıyorum. Bu girişim sadece Erdoğan’ın yeniden aday olması için yapılacak bir anlaşmaya endekslenmiş olsaydı Erdoğan ve AK Parti de konuya dört elle sarılırdı. Ama bilakis bir cansızlık var.

Çünkü 2015 yılının 7 Haziran’ı da gösterdi ki bu kadar yıl can almış, can yakmış terörün sonlandırılması için yapılan müzakere ya da ortaya konulan niyetler, süreci yürütenlerin karşısına bir maliyet de çıkarabiliyor.

Nitekim bakın o yüzden sürekli “Bu asla şehitlerimizi ve gazilerimizi rencide edecek bir girişim değildir” gibi hatırlatmalar yapılıyor.

Riski de var bu işin. Sessiz ve “Liderlerimizin vardır bir bildiği” diyen Cumhur İttifakı tabanı da günün sonunda artık 15. yüzyıl köylüsü değil. 

“Milletin öfkesi sandıkta patlayacaksa yeniden aday olsanız ne olur?”

Düşünün ki Öcalan çağrıyı yaptı ama terslikler birbirini kovaladı… Kandil ya da PYD dinlemedi, “aman sen de” dedi! Ya da Öcalan çağrıyı yaptı, muhatapları bir süre renk vermedi. Her şey yolundaymış gibi göründü ve Öcalan ev hapsine çıktı. Sonra sağda solda terör eylemleri olmaya başladı.

Böyle bir ahvalde, bir de toplum amaçla mütenasip görünmeyen tutarsızlıklar, inisiyatifin aslında bir siyasi ikbal ile karşılıklı talep takas etmekten ibaret olduğunu düşünürse ne olur?

Bu partiler aleyhine büyük sorumluluk ve siyasi maliyet doğar. O takdirde yeniden aday olsanız ne olur, milletin öfkesi sandıkta patlayacaksa?

Dediğim gibi bu sürecin başarılı olması, bu başarıdan 2028 için bereketli bir hikâye yazımı çıkarır. Ve bu çok da kolay olacaktır. Ama başarısız olunursa o başarısızlığa neyin neden olduğu çok fazla önem arz eder. Sorunuzu bu açıdan önemsiyorum ve iktidarı bu algıya izin verme anlamında çok temkinsiz görüyorum.

Şimdilik bu zeminde de bir yeniden aday olabilme pazarlığı yok. DEM Parti tarafı da “Bizden böyle bir şey talep edilmedi” diyor.

Ancak sizin de sorduğunuz gibi, Cumhurbaşkanı’nın bir kez daha seçilmesini mümkün kılacak bir anayasa değişikliği meselesinin bu derece hayati bir konunun ucuna iliklenmesi sık sık gündeme geliyor. Bu ister istemez konuşuluyor ve algıyı zehirliyor. 

Bu yüzden sürecin, inisiyatifin ya da girişimin akıbeti adına Cumhurbaşkanı’nın yeniden aday olmasıyla ilgili bir formül düşünülecekse de bu DEM Parti’yle değil, CHP ve Meclis’teki diğer partilerle konuşulup müzakere edilmeli.

DEM Parti ne yapmalı?

Öcalan’ın çağrısı, DEM Parti’nin terör örgütünün vesayetinden kurtulması, silahların geri dönüşsüz biçimde gömülmesi olgusu, söz konusu yeniden adaylık koşuluna destek talebinden – veya söylentilerinden – tamamen bağımsızlaştırılmalı. Ve bu da millete ilan edilmeli. DEM Parti’ye açıkça milletin huzurunda “Meclis’teki vekillerinizden hiçbir şey beklemiyoruz, Öcalan’ın net bir çağrı yapmasını sağlayın ve tüm bağlantılarınız ve hinterlandınızla bu işin memleket lehine, bu güzelim ülke lehine doğru biçimde sonuçlanmasına hizmet edin, yeter” denilmeli.

Süreç bu şekilde temiz ve medeni biçimde yürürse ve sonuç da iyi olursa bu başarı Suriye’deki son durum ve oluşan yeni konjonktürden sonra Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin hikayesini zaten devleştirir. Seçim 2026’da da olsa, “terörü bitiren” adam avantajlı olacaktır.

Ayrıca sürecin başarısız olması ihtimalinde de devlet-vatandaş ilişkisi lehine literal ve mental bir stabilite temin edilmiş olur.

Dersiniz ki “Biz sıfır bagajla, elimizden geleni yaptık, asla kendimizle ilgili (3. dönem) bir talebi, bu işin doğru bir şekilde ilerlemesini engelleyebilecek bir pazarlığın ön koşulu olarak koymadık ve böyle davranmadık. Temiz yürüttük, ama olmadı. Kandil kanı seçti, yahut PYD şöyle böyle yaptı… Mücadeleye devam.”

Böylece ittifak tabanının da, Kürtlerin de toptan milletin de akıl ve ruh güvenliği temin edilmiş olur. Bunlar da sınır güvenliği kadar önemli.

Yeni sürecin yumuşak karnı

  • 2013 -2015 sürecinde akil heyet Anadolu’da en çok MHP’lilerin başını çektiği milliyetçi kesim ile ulusalcıların tepkisiyle karşılaşmıştı. Bugünse sürecin başını çeken MHP. Bu tablo mevcut süreci daha avantajlı kılıyor mu? 

Nihal Bengisu Karaca: Bundan haftalar haftalar önce, yani konu gündeme gelir gelmez, ilk söylediğim ve yazdığım “Bu mesele Kuzey Suriye ile ilgili ve safi güvenlik endişesiyle çerçevelenmiş bir iradeden ibaret” cümlesiydi. Bu ideal bir durum olduğu için değil, durum bu olduğu için kullandığım bir ifadeydi.

İdeal değil, ama şunu da görmek lazım: Hedefin çok net olması, (terör örgütünün lağvedilmesi) ve girişimin milliyetçiliği çok köklü bir parti tarafından (MHP) savunulması bir parça daha avantaj yaratıyor.

2013’te kamuoyu desteği daha fazlaydı, bu o günün avantajıydı. 2024-25’te ise dikkat ve irade tek bir noktaya teksif olmuş durumda. Ve uluslararası konjonktür daha uygun. Bu da bugünün avantajı.

“Demokratik standartların yükselmesi gerekiyor”

  • Süreç başarıya ulaşır mı ve sürecin sonunda PKK silah bırakır mı? 

Nihal Bengisu Karaca: Başarılı olma imkanı var. Bunun zemini var. “Önce silahlar sussun, önce bunu halledelim” mutabakatı oluşmuş durumda. Bugün DEM Parti ileri gelenlerinin de böyle düşünüyor olması çok ciddi bir merhale ve iyi bir şey. İte kaka da olsa. Bakın, höt zöt ile de olsa şartlar öyle bir hizalandı ki, şu an un var, şeker var, yağ var – eh tamam herkes sustu kimse ateşe de üflemiyor ya da harlamıyor – o zaman bu helvanın yapılması gerekiyor.

Devlet Bahçeli’nin girişimi bu zaman aralığının değerini fark etmekten kaynaklanıyor.

Ancak unutulmamalı ki, Öcalan tam olarak hükümetin istediği çağrıyı yapsa bile Kandil, SDG ya da İran’daki örgüt komutasından beklenen karşılık gelmeyebilir.

Fakat dağa çıkan, çıkmaya niyetlenen gençlerin dağla ya da PYD-YPG ile irtibatını sağlayan topluluklar bu çağrıya duyarsız kalmazlar. Meselenin Suriye ayağında artık yeni bir iktidar profili de var. Ve onlar da ayrı bir oluşuma, kantona devam izni vermeme noktasında kararlı.

Bu şartlar en hafifinden örgütte bir tenakuz ortaya çıkarır. Artık örgüt eskisi gibi kalamaz ve zamanla sönümlenir.

Umutlu olmaktan yanayım. Demokrasi gelmeden barış gelmez diyemiyorum. Zira ona bakarsanız aslında hukuk devletinin aşınan, erozyona uğrayan boyutları onarılmadan, şeffaflık sağlanmadan, denge ve denetleme kurumsallaşmadan, iktidar hesap verebilir olmadan ekonomi de düzelmez.

Realitenin farkındayım, kamusal alanı siyasetsizleştirme siyasetinin acilen son bulması ve demokratik standartların yükselmesi gerekiyor. Ama bu realiteyi, Kürtlerin üzerindeki vesayetin kalkması ve terörün hayatımızdan tamamen çekilip gidişini sağlayabilecek bir imkanı yokuşa sürme aracı yapmak doğru gelmiyor. 

  • Akil İnsanlar anlatıyor” serimizin diğer röportajlarını bu linkten okuyabilirsiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.