Bir mozaik olarak Türkiye (46) – Türkiye’de Osetler | Ruşen Çakır’ın konuğu Sadrettin Kuşoğlu

Bir mozaik olarak Türkiye’nin 46. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Sadrettin Kuşoğlu ile Türkiye’de Osetleri konuştu. Kuşoğlu, videoda Osetlerin üç bin yıllık tarihlerini anlattı.

Türkiye’de Osetler kimler? Osetlerin günümüzdeki nüfusu ve demografik dağılımı hakkında neler söylenebilir? Osetlerin Türkiye’deki göç hikayesi nasıldır? Türkiye’ye ne zaman ve nasıl göç etmişlerdir? Osetlerin kökeni nedir? Türkiye’deki Oset nüfusu ne kadar? Osetlerin en yoğun olarak yaşadığı bölgeler nerelerdir? Osetler, hangi köylerde veya kasabalarda yoğunlaşmış durumda?

Sadrettin Kuşoğlu, Osetlerin kökeninin İskitler, Sarmat ve Alan gibi eski halklara dayandığını vurguladı. Kuşoğlu, günümüzdeki Osetlerin bu halkların temsilcisi olduğunu belirtti. Kafkasya’da iki Oset Cumhuriyeti bulunduğunu aktaran Kuşoğlu, bunların Güney Osetya ve Kuzey Osetya olduğunu ifade etti. Kuzey Osetya’nın nüfusunun yaklaşık 700 bin ila 800 bin arasında tahmin edildiğini söyleyen Kuşoğlu, Moskova’da ise tahmini 150 bin ila 200 bin arasında Oset yaşadığını belirtti. Dünyanın farklı bölgelerinde de Oset nüfusunun bulunduğunu ekledi.

Sadrettin Kuşoğlu, Güney Osetya’nın şu an 9-10 ülke tarafından bağımsız bir devlet olarak tanıdığını söyledi.

“Türkiye’de Osetler, Çerkes kimliği altında tanınıyor”

Kuşoğlu, Türkiye’de Osetler, genellikle Çerkes kimliği altında tanındığını söyledi. Ayrıca tarihsel kimliklerinin daha fazla tanınması gerektiğini ifade etti. Bunun yanı sıra, Kuşoğlu, Türkiye’nin ilk Dışişleri Bakanı olan Bekir Sami Kunduk’un bir Oset olduğunu belirtti.

Kuşoğlu, Osetlerin üç bin yıllık tarihleri olduğunu belirtti. Kuşoğlu Osetlerin göçünü şöyle anlattı: “Tarihsel süreçte Osmanlı topraklarına göç eden Osetler, diğer Kuzey Kafkasyalı halklarla birlikte Çerkes kimliği altında adlandırıldı. Bu çatı altında Dağıstanlılara da Çerkes dendi, Çeçenlere de Çerkes dendi”

Türkiye’de yaklaşık 40 bin Oset’in yaşadığını tahmin ettiklerini belirten Sadrettin Kuşoğlu, nüfusun büyük ölçüde büyük şehirlerde yoğunlaştığını söyledi.

Oset köylerinin sayısının azaldığına dikkat çeken Kuşoğlu, günümüzde Yozgat’ta sadece üç Oset köyünün kaldığını belirtti. “Boyalık, Karabacak ve Poyrazlı köyleri hâlâ Oset kimliğiyle biliniyor. En büyük köyümüz Poyrazlı, yaz aylarında 170 haneye kadar çıkabiliyor. Onu Boyalık ve Karabacak takip ediyor. Ancak diğer köylerde artık kimse kalmadı” dedi.

Videonun tamamına buradan ulaşabilirsiniz

Bir mozaik olarak Türkiye (46) – Türkiye'de Osetler | Ruşen Çakır'ın konuğu Sadrettin Kuşoğlu

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 46. bölümündeyiz, galiba 50’yi aşacağız. Bakalım hayırlısı. Ve bugün Osetleri konuşacağız. Çok az bilinen bir topluluk ama yıllarca Türkiye’de, Anadolu’da yaşayan bir topluluk. Bunları bize Sadrettin Kuşoğlu anlatacak. Hoş geldiniz.

Sadrettin Kuşoğlu: Sağ olun, teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Bu arada sizinle küçük çaplı bir hemşehri de çıktık. İstanbul’da Çağlayan’da aynı yıllarda, biraz mesafe olsa da aynı mahallede büyümüşüz. Benim de Çağlayan’da gördüğüm, bizim dükkanın üstündeki kahvede arada toplanan ve Çerkes diye bildiğim kişilerin aslında Oset olduğunu sizden öğrendim. Peki, Oset nedir tam olarak?

Sadrettin Kuşoğlu: Kafkasya’da, özellikle Kuzey Kafkasya özelinde konuşacağım, çok fazla millet var. Onlar Türkiye’ye göç ettiklerinde hepimiz Çerkes çatı ismi altında adlandırılarak Osmanlı’ya göç ettik ama onun içerisinde Dağıstanlılara da Çerkes dendi, Çeçenlere de Çerkes dendi. Adigeler Çerkes, ki öyleler. Osetler de Çerkes kategorisi adı altında adlandırılarak Türkiye’ye geldiler. Ama Osetlerin aslında 3000 yıllık bir tarihleri var. Yani hiç küçümsenecek bir şey değil. Daha doğrusu şu anki dünyada tarihi o kadar eskilere giden herhalde beş tane falan ancak çıkar baktığınızda, işte Çinliler, Türkler falan. Osetlerin köken olarak tarihsel zincirleri şöyle: İskit, Sarmat, Alan; onların bugünkü temsilcileri Osetler olarak geçiyor. Kafkasya’da Güney ve Kuzey Osetya diye iki cumhuriyet var. Kuzey Osetya nüfusu 700.000-800.000 civarında. Moskova’da 150.000-200.000 arası Oset yaşadığı kabul ediliyor, orada yaşayan, çalışan. Tek tek sayılmadı ama tahmini sayı bunu gösteriyor. Dünyanın birçok yerinde varlar. Bir de Güney Osetya var, biliyorsunuz. O bağımsız devlet statüsünde ve şu an sanırım 9 ya da 10 devlet tarafından da tanınıyor bu arada. O da daha Stalin’in zamanında, “Burası Gürcistan’a bağlı olsun” deyip Osetya’yı ortadan ikiye bölmesi kaynaklı bir şey. Türkiye’de Osetler çok fazla aslında tanınmıyorlar. Çerkes şemsiye adı altında yer alıyoruz. Ama mesela ilginç bir şey olarak söyleyeyim, Türkiye’nin ilk Dışişleri Bakanı bir Oset’tir: Bekir Sami Kunduh. Babası Musa Kunduh, Çerkeslerin, işte bir grup insanın oradan buraya göç etmesini sağlayan, Rus ordusunda general olarak görev yapan birisidir. O dönemin şartlarında orada çok bir gelecek görmediği için çarla konuşarak organize bir şekilde gelmelerini sağlıyor. Sonra Osmanlı ordusunda da paşa unvanı alıyor. Oğlu da Galatasaray Lisesi mezunudur. Bekir Sami Kunduh, sonra Sorbonne’u bitirmiştir. Atatürk döneminin ilk Dışişleri Bakanıdır. Biraz karizmatik, biraz kendine fazla güvenen, başına buyruk yapısı nedeniyle — işte kendi başına kararlar alan, çok böyle danışmadan, etmeden falan — bir ters düşme durumu var. Sonra işte İzmir suikastından dolayı yargılanıyor, sonra beraat ediyor. Sonra biraz küsüyor siyasi hayata ve çekiliyor. Yani düşündüğünüzde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk Dışişleri Bakanı. Kurtuluş Savaşı’nda var. Atatürk’le beraber resimlerde görürsünüz, böyle birçok yerde vardır, öyle birisidir. Günümüze kadar da birçok Oset var. Dünya üzerinde de Osetlerin çok fazla izleri var diyeyim. Ben kendi sayfamızda belirtmiştim, Ay’ın fethine Osetlerin katkısı. İsterseniz anlatayım.

Ruşen Çakır: Tabii.

Sadrettin Kuşoğlu: Amerikalılar Ay’a gidecekler, sadece gidiş geliş hesaplarını tutturamıyorlar bir türlü, bir problem var. O tarihlerde Stalin’den kaçmış, İngiltere’ye yerleşmiş Tokaty Grigori, Kafkasya Osetya’daki adıyla Gogki diye biri var, astrofizikçi kendisi. Ve o hesapları ancak onun yapabileceğine kanaat getiriyorlar. Her seferinde Amerika’ya gidiyor, hesapları tutturuyor, astronotlar Ay’a gidiyorlar, geri geliyorlar falan. Son Apollo 15’in dönüşünde 3 astronot Amerika’ya döndüklerinde ilk işleri İngiltere’ye gidip adama şükranlarını sunmak oluyor. Resimleri falan var, orada bir büyük salonda ağırlanıyorlar astronotlar, teşekkür ediyorlar ve Ay’a onun bir plaketini bıraktıklarını söylüyorlar. Şu an Ay’da bir Oset’in bir plaketi var. İngiltere Kraliçesi, bu çok ilginç bir bilgi, ona “Sir” unvanı vermek istiyor ama “Sir” unvanını alabilmek için İngiliz vatandaşı olması ve yemin etmesi gerekiyor. O da diyor ki; “Ben ilk nefesimi Osetya’da Kazbek Dağları’nda aldım, orada doğdum, orada büyüdüm, orada yaşadım. Bu yaştan sonra Sir olmak için yemin edip İngiliz olmam biraz sahtekarlık olmaz mı?” diye Sir unvanını reddediyor. Sanırım Sir’lik tarihinde herhalde böyle bir şey yok ki bir adam, “Ben Oset’im, nasıl yemin edip İngiliz vatandaşı olurum, Sir olurum?” diye reddediyor. İTÜ’de öğretim üyeliği de yapıyor, misafir öğretim üyeliği de yapıyor. 70’li yıllarda, sanırım 1974’te de vefat ediyor. Osetler bu anlamda, insan kaynağı açısından, onu söyleyebilirim, biraz ayrışıyorlar.

Ruşen Çakır: Peki, şunu bir hızlıca özetler misiniz? Türkiye’ye ya da Anadolu’ya gelişleri hangi tarihlerde? Genellikle Kafkasya’dan gelen göçler değişik dönemlerde, değişik nedenlerle olmuş. Sizin yaşadığınız, Osetlerin yaşadığı göçlerin yaklaşık tarihleri ve nedenleri neydi?

Sadrettin Kuşoğlu: Aslında tarih olarak çok büyük bir uçurum yok arada, yaklaşık aynı yıllarda geliyorlar. Büyük kitle göçü Osmanlı’ya, aslında 100 yıla yakın, hatta 100 yıl diyebiliriz, devam eden bir savaş var. En son Şeyh Şamil’in liderliğinde yürütülen o savaş kaybedildiğinde, Kafkasya’da Ruslara karşı olan direniş sona ermiş oluyor. Sona erdiğinde, Rusların bir bedel ödetme politikası var; yani Sibirya’ya sürgüne göndermek, Osmanlı’ya göçe zorlamak ve cezalandırmak gibi. Osmanlı’nın da taze kana ihtiyacı var, yeni bir göç hareketine ihtiyacı var. Çünkü savaşlarda zayıflamış, zorlanmış, ayrılıkçı hareketler başlamış. Bulgarlar ayrılmış, Romenler ayrılmış, Ortadoğu’da ayaklanmalar başlamış. Çerkesler diye adlandıracağım genel anlamda, 1860-64, bunun böyle nokta atışı ismi öyledir, geliyorlar Türkiye’ye, Osmanlı’ya geliyorlar. O tarihte Musa Kunduh Paşa da çok geleceği görmüyor. Osetlerin de başka bir problemi var. Osetler aslında işte o eski Sarmat-Alan zinciri içerisinde yer alıyorlar ve 1260-70’lerde Timur’un, Moğolların bir kıyımı sonucu sayıları 15.000’e kadar düşüyor, bitme noktasına geliyorlar. Dağlara çekiliyorlar, canını kurtarabilen yukarı, dağlara çıkıyor. Orada bir 400 yıla yakın yaşıyorlar, ancak 100.000’e ulaşabiliyorlar 400 yılda, oranın zor şartlarında. Sonra ovaya inmek istiyorlar, aşağıya, yaşam çok zor dağlarda. Onun için diğer Çerkesler bize ‘‘kuşha’’ diyorlar, ‘‘dağlı’’ anlamına geliyor, bu dağda yaşayanlardan. Ama aşağı inmek istediklerinde de bir arazileri yok, esir olarak yakalanabiliyorlar falan. Çariçe var, onunla konuşuyorlar, aşağı inmek istiyorlar ama Rusya’nın da kendine göre planları var, Kazakları oraya getirip yerleştirmek gibi. O toprak vererek yerleşme imkanları iyi gitmiyor. Şimdi Osetler aşağı inmek istiyorlar, zorlukları var. Bir Kazak’a verilen arazinin altıda biri kadar bir arazi bir Oset’e veriliyor. Geleceğe yönelik bir hareket başlamış, gidenler var. Osmanlı’dan da bir talep var. Dini sebepler var. Böyle birçok faktörün birleşimi sonucunda bir grup gitmeye karar veriyor. İlk böyle üçer beşer aileyi eğer katmazsak… Musa Kunduh Paşa çarla konuşuyor, önce izin alıyor, Osmanlı’ya geliyor, sarayla görüşüyor, göçün olabileceği konusunda anlaşıyor, işte 5000’er 5000’er aileler gelsin diye. Tekrar çara dönüyor, diyor ki; ‘‘Ben gittim, konuştum, anlaştım’’ ve bir program dahilinde kitlesel olarak Osmanlı’ya göç planlanıyor. Türkiye’ye geliyorlar, Erzurum, Kars, Sarıkamış, oralara yerleşiyorlar. İlk toplu büyük göçleri… Muş, Sivas, Yozgat, buralara yerleşiyorlar. Bu gelişler aslında daha sonra azalarak peyderpey devam ediyor. 1920’lerde Türkiye’ye gelenler var, piyanoyla gelip Kars, Sarıkamış’ta köyler kuruyorlar. Yani Sarıkamış köylerinde piyanosu olan, semaverle çay içen insanlar var. Daha bizim bugünkü çay kültürümüz aslında Anadolu’da yokken işte oradan gelenler beraberinde getiriyorlar. Gelişlerinin böyle bir hikayesi var. Genelde diğer Kafkasyalılarla kıyaslanınca, onların büyük çoğunluğu gelmiş iken Osetlerin büyük çoğunluğu orada kalıp az bir miktarı buraya geliyor.

Ruşen Çakır: Peki, mesela hep bunu soruyorum ve tabii tahmin oluyor. Siz, dernekler vesaire nedeniyle biraz daha bilgi sahibisinizdir. Ne kadar bir Osetin şu anda Türkiye topraklarında yaşadığını varsayıyoruz?

Sadrettin Kuşoğlu: Bunu ben de tahminle yürütmek zorundayım. Çünkü şöyle bir imkânımız yok, yani bir sayım yapıldığında kimseye sorulmuyor, ‘‘Sen nesin?’’ diye. Dolayısıyla resmi veri elde etmemiz zor. Ama biz o tarihlerde gelenlerin 5000-7000, aile olarak zaten 3000 aile falan gibi bir şey, pardon 1000-2000 aile arası bir şeyden bahsediliyor. Bunlardan ölenler, doğanlar, çoğalanlar derken ve elimizdeki sülaleleri biliyoruz, ‘‘Onlar şu kadar, şunlar şu kadar, şu köyde bu kadar insan var’’ diye baktığımızda 40.000 civarında bir sayımızın olduğunu düşünüyoruz, tahmin ediyoruz.

Ruşen Çakır: Bunlar büyük ölçüde büyük şehirlerde mi yaşıyorlar?

Sadrettin Kuşoğlu: Tabii, şu an öyle. Ama köy olarak bizim şu an Yozgat’ta 3 tane köyümüz kaldı: Boyalık, Karabacak ve Poyrazlı diye. En büyük köyümüz bizim Poyrazlı, işte yazın 150 hane falan olabiliyor. Boyalık ondan sonra geliyor, Karabacak da büyüklük itibarıyla ondan sonra geliyor. Bu üç köy hâlen Oset köyü olarak bilinen, tanınan köyler. Diğerlerinde kimse kalmadı.

Ruşen Çakır: Peki, bir diliniz var değil mi?

Sadrettin Kuşoğlu: Var, Osetçe diye bizim bir dilimiz var, tarihsel kökeni de biraz önce söylemiştim. Onun kendi içinde bir iki diyalekt farklılığı var ama çok önemli şey değil, yani bir Karadenizli’nin Türkçesiyle işte Ege’nin Türkçesi gibi falan, yani anlaşamamak gibi bir şey yok. O dil de çok eski bir dil, yani Alanların zamanına kadar gidiyor. Mesela Macaristan’da Yaslar var, Yasların ne olduğu bir dönem tartışmalı, ‘‘Kim bunlar, yani Macar değiller de kimler?’’ En sonunda Oset olduklarına kanaat getiriliyor. Bir Macar profesör ispatlıyor. Çünkü 1400’lü yıllarda Alanlar oraya gittiklerinde oranın da ticari mahkemelerindeki evrakları buluyorlar ve Osetlerin Digoron diyalektiğinden çözüyorlar. Yani o zamana kadar uzanıyor. Onlardan buraya gelenler oldu, Türkiye’ye. Bizim bir Oset yemekleri yapan güzel bir restoranımız var, ‘‘Fıccın.’’ Orayı buldular ve artık unutulmuş yemekleri Oset ismiyle söyleyerek, “Siz bunu biliyor musunuz?” diye sordular. Bir şeyleri kalmamış, kültürel anlamda da bir şey kalmamış ama mesela yemekler kalmış. Oradaki Yaslar bizim yediğimiz yemekleri, bildiğimiz ama bugün çok artık pişirilmeyen yemekleri…

Ruşen Çakır: Nedir o yemekler?

Sadrettin Kuşoğlu: ‘‘Zıkka’’ diye bir yemek var mesela, o dönemin şartlarına göre işte süt, un bulamacı gibi, peynirle falan yapılan yemek. Şimdi, Alanların 1300’lerde 1400’lerde orada olan kolunun 700-800 sene sonra Türkiye’ye gelip bir Oset restoranına gidip, ‘‘Zıkka var mı?’’ diye söyleyebiliyor. Başka bir şey bilmiyorum, o yemekler kalmış.

Ruşen Çakır: Peki, burada Osetler, özellikle yeni kuşaklar dili biliyorlar mı, sahip çıkıyorlar mı, bu konuda bir kurs vesaire gibi faaliyetiniz var mı?

Sadrettin Kuşoğlu: Var. Bu bizim çok önem verdiğimiz ve bizim için problem olan bir şey. Yeni kuşak maalesef bilmiyor. Eskiden köylerde yaşıyorduk ve dili, kültürü yaşatmak kolaydı ama büyük şehirlere göç başlayınca bunu sürdürmeniz çok mümkün değil. Yani bir kardeşin diğer kardeşi 6 ayda bir gördüğü bir il ve bir şehirde yaşıyoruz, büyükşehirler özellikle. Biz bugüne kadar Osetya’dan dil konusunda uzman kişileri davet ederek, burada 5-6 ay kalmalarını sağlayarak 4 ya da 5 hoca getirdik. En son pandemi döneminde konuştuk, online kurs açmak üzere. Sonra o dönemin Osetya’daki yetkilileri değişti, hükümet değişti falan, kaldı. Tekrar görüşmeleri sürdürüyoruz, Osetya’dan buraya online dil kursu açmak için. Çünkü kurs açmak, tamam, yapabilirsiniz, çok da zor bir şey değil ama bunu sürdürebilmek büyükşehirde zor. Yani hafta içi sizin kursunuza gelen insanın evine varması 11’i buluyor, 12’yi buluyor, ertesi gün işe gidecek. Bir hafta sonu var, bir sürü işi var. Bunun doğru yolunun online olduğunu düşünüyoruz. Muhtemeldir ki başlatacağız bunu.

Ruşen Çakır: Peki, Kuzey ve Güney Osetya, oralarda birisinde bağımsız devlet, birisinde özerk…

Sadrettin Kuşoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Türkiye’deki Osetlerin orayla bağları herhalde bayağı yoğundur diye varsayıyorum.

Sadrettin Kuşoğlu: Evet, oldukça iyi durumda olduğumuzu söyleyebilirim. Hatta diğer Kafkas kurumları içerisinde galiba bağları en sık olan, işte birinci ya da ikinciyizdir, bilmiyorum. Bu ay sonunda da ben tekrar oraya gideceğim, delegasyon olarak gideceğiz biz vakıftan. Çok sık gidip geliyoruz. Daha doğrusu bu biraz da şey, benim sülalemin büyükçe bir kısmı orada, çok az kısmı burada. Bu herkes için de geçerli. Yani çok az kısmı buraya gelmiş, büyük bir kısmı orada kalmış. Burasını vatan bellemişiz, burada yaşıyoruz. Dedemizin mezarı, babamızın mezarı burada; ama orada da bir sürü yakınımız var. Oradaki kurumlarla iş birliği yapıyoruz, kültür festivalleri düzenliyoruz, oradan dans ekipleri geliyor, orkestralar geliyor, müzisyenler geliyorlar. Bunu hiç aksatmıyoruz, yani o bağı güçlü tutmaya çalışıyoruz. Gençlerimiz oraya gidiyorlar, bir hafta 10 gün kalıyorlar, davetli olarak gidiyorlar. Orayla kültürel bağımızı korumaya çok ciddi çaba gösteriyoruz diyebilirim. O taraf da gösteriyor, sahip çıkıyorlar. Mesela, birkaç gündür burada bir akademisyen var, yarın yolcu edeceğiz onu. O da geldi, mesela buradaki Osetler üzerine kitap yazıyor. Hani, ‘‘Ne yapıyorlar, hangi sülaleler var, nasıl yaşıyorlar?’’ diye. Bu gibi bağlılığı sürdürecek, bağı koparmayacak çabalar fazlasıyla var yani.

Ruşen Çakır: Peki şöyle bir şey oldu mu? Çerkeslerin bazılarında olduğunu biliyorum. Mesela oraya yerleşen ya da tersine oradan buraya akrabalar üzerinden Türkiye’yi tercih eden oldu mu?

Sadrettin Kuşoğlu: Aslında Çerkesler kadar var diyelim, çok fazla değil. Evet, gidip yerleşilebilir ama bu öyle bir şey oluyor ki; çocuklarınız burada okuyor, babanızın mezarı, dedenizin mezarı, her şey burada, çevreniz burada, hepsini bir anda sıfırlayıp oraya gitmek ve orada sıfırdan bir hayata başlamak, yani çok kolay olmuyor. Yoksa işte Çerkeslerin ya da Kafkas kökenlilerin Türkiye’de birkaç milyon olduğu varsayılıyor ama yüzdeye vurduğunuzda %1’lere denk gelmez gidenlerin oranı. Gelenler ise, genelde evlilik yoluyla gelenler oluyor. Yani Çerkeslerde ne kadar varsa, Osetlerde de o kadar. Tek tük buradan giden, tek tük oradan gelen var.

Ruşen Çakır: Peki, tarih boyunca bu topraklarda Osetler herhangi bir devletten ve toplumdan, diğer topluluklardan olumsuz anlamda bir ayrımcılığa maruz kalmışlar mı?

Sadrettin Kuşoğlu: Öyle bir ayrımcılığa maruz kaldıklarını somut olarak Osetler özelinde söyleyemem ama burada bir çatı Çerkesdir. Yani mesela işte Çerkes Ethem hikayesi var. ‘‘İhtilal evlatlarını yer’’ ilkesi orada da çalışmış. Çok yakınımdan örnek vereyim; dayım ortaokulda öğrenciyken, ortaokul öğrencisi bir çocuk, o tarihte okuldan atmışlar onu, bir zaman gidememiş mesela.

Ruşen Çakır: Çerkes diye yani, Çerkes Ethem’den dolayı.

Sadrettin Kuşoğlu: Çerkes Ethem’den dolayı. Ama şimdi bizim tarihçilerimiz de kabul ediyor, ortada bir hainlik falan bir şey yok. Eğer bir şey söylenecekse, Çerkes Ethem çok fazla Çerkes öldürdü. Kurtuluş Savaşı sırasında Anzavur’la çatışıyor, Anzavur padişah yanlısı, çok fazla Çerkes’i öldürüyor yani öyle baktığınızda. Zavallı bir adamdır aslında, vatanperver, cesur ama harcanmış birisidir. Anılarında şey der: ‘‘Bana hain diyorlar, vücudumda 19 tane yara var Kurtuluş Savaşı’ndan kalma. Göstersinler, kimin var?’’ O 150’liklere af çıktığında dönmeyen tek kişidir, ölenlerin dışında. ‘‘Dönerim, sadece yargılanmak istiyorum, af istemiyorum’’ diye söylemiştir. Bir bunu somut olarak söyleyebilirim. O da o günün şartlarında yaşanmış bir şey.

Ruşen Çakır: Peki, Çerkes kimliği altında Osetlerin… Nasıl söyleyeyim? Hem sayıca az olmanız hem de çok bilinen bir topluluk olmamanız… Mesela Abazalar daha çok biliniyor insanlar tarafından. Birçok grubu, Adigeleri de biliyorlar. Ama ben mesela yakın bir zamana kadar, bu çalışmayı yapana kadar, Osetya diye bir ülkenin varlığını biliyordum, bölgenin varlığını biliyordum ama Türkiye’de, yani hemen yanı başımdaki Çağlayan’da, bizim sürekli gittiğimiz kahvenin sahibinin Oset olduğunu şimdi sizden öğreniyorum mesela. Böyle bir Çerkes tanıyorduk. Tabii Çerkes kimliğine çok fazla itiraz etmiyorsunuz anladığım kadarıyla ama Oset kimliği bayağı bir gölgelenmiş sanki.

Sadrettin Kuşoğlu: Yani Türkiye’de işte söylediğim gibi çatı adı altında olunca dışarıdan böyle bilinmesi çok normal. Ama Osetlerin aslında şöyle de bir hikayesi var. 1980’lere kadar, 12 Eylül’e kadar bütün Çerkesler, Osetler, Çeçenler tek bir derneğe gidiyorlardı. Oraya herkes geliyordu, Oset de geliyordu, Çeçen de geliyordu, Adige de geliyordu. 80’den sonra herkes kendi derneğini kurmaya başladı ve Osetler de kendi derneklerini, yani vakıflarını kurdular ve o yolda ilerliyorlar. Sayı az olduğu için belki bilinirlik bu anlamda dışarıdan bakınca öyle, yoksa diğerleri tabii ki biliyor. Mesela Abhazları örnek verdiniz, Abhaz Federasyon Başkanı’na sormuştum, “Siz ne kadarsınız?” diye. ‘‘Çok az söyleyen 500.000, çok abartan 1 milyon diyor, ama biz 700-800.000 varız’’ demişti. Ama bunu tersine, o tarafa döndürdüğünüz zaman oradaki sayı bunun herhalde onda birleri falan mertebesinde. Orada azlar, Abhazya’da, büyük çoğunluğu burada Abhazların. Osetlerin de tam tersi bir durumu var, orada 700-800 binken, burada 40-50.000, 30.000, neyse işte, bir sayıdayız. Bilinmemesi biraz da buna dayanıyor.

Ruşen Çakır: Peki örgütlenmeden bahsettiniz, 80 sonrası. Şu haliyle baktığınız zaman, Osetler olarak gerçekten örgütlenme, dernekler, vakıflar, belki varsa federasyon anlamında tatminkar bir örgütlenmeye sahip misiniz?

Sadrettin Kuşoğlu: Tatminkar demek belki çok doğru olmayabilir, bir tane kurumu var Osetlerin 1989’da kurulan, benim de şimdi başkanlığını yürüttüğüm Alan Kültür Yardım Vakfı. Bizim büyüklerimiz burayı kurarken çok bence de doğru iki tane kural koymuşlar, bir anayasamız var, İngiliz Anayasası gibi, yazılı olmayan. Der ki: ‘‘Bu çatı altında siyaset konuşulmayacak, dini konular konuşulmayacak.’’ Çünkü bu konuda herkesin bir fikri var ve bunu seslendirebileceği bir sürü platform var, gitsin oralarda seslendirsin. ‘‘Peki, ne yapıyor bu vakıf?’’ derseniz, işte bahsettiğim dil kurslarını açıyoruz, dans ekibimiz var, gençlerimizi dans yoluyla – ki gençler için popüler bir şey o – ona çekiyoruz. Cenazelerimizi duyuruyoruz, SMS sistemimiz var, herkes onlara gelmeye özen gösteriyor, cenazelere. Oraya gidip gelerek akrabalık bağlarını diri tutmaya çalışıyoruz. Kahvaltılar düzenliyoruz, geleneksel geceler düzenliyoruz, Oset Kültür Festivalleri düzenliyoruz. Böylece kendi camiamızı birbirinden kopmadan kültürünü yaşatacak şekilde tutmaya çalışıyoruz. Zaten STK’ların faaliyetleri de birbirine çok yakın bu anlamda. Çok çok farklı yapabileceğiniz bir şeyiniz yok. Bu tip faaliyetlerle camianızı bir arada tutmaya çalışırsınız, biz de onu yapıyoruz.

Ruşen Çakır: Kafkaslardan gelenler, mesela en son Çeçen bir arkadaşla konuştum, Abrek Bey ile, Dağıstanlılar’da da keza öyle; din konusu bayağı baskın kültürde, özellikle tasavvufi birtakım inanışlar falan mevcut. Osetlerde de benzer bir özellik var mı, yoksa daha mı hafif?

Sadrettin Kuşoğlu: Daha hafif belki denebilir, bilmiyorum ama şöyle adlandırayım: Osetlerde Müslüman nüfus %30’lar mertebesinde, Hristiyanlar biraz fazla. Bir de Osetlerin orada kendilerine göre bir Oset dini var, bu dine inanan insanlar da var. Din konusunda, dediğim gibi, belki Çeçenlerden ayrıştırılır. İslamiyet, Çeçenistan’a falan çok daha önceden girmiş ve yayılmış. Hatta Osetya’ya gelişinde Kırım’dan din adamlarının gelmesi, Çeçenistan ve Adige’den gelen din adamları vesilesiyle oluyor. Biraz daha geç tanışıyorlar Osetler. Sayısal olarak da eğer İslam dini için konuşuyorsak %30’lar, %5-10 belki Oset dini, diğerleri de Hristiyan Ortodoks.

Ruşen Çakır: Peki, buradaki Osetlerin hepsinin Müslüman olduğunu mu söylüyorsunuz?

Sadrettin Kuşoğlu: Tabii tabii, yani oradan göç edenlerin tamamı Müslümandılar.

Ruşen Çakır: Yani Ortodoks vesaire olan Osetler gelmemişler.

Sadrettin Kuşoğlu: Hayır, gelmediler.

Ruşen Çakır: Peki, şeyi merak ettim birden, sizin mesela akrabalarınız içerisinde Müslüman olmayanlar var mı?

Sadrettin Kuşoğlu: Tabii, çok fazla. Ama bunun bence şöyle bir güzel yanı var; işte, ben uzun yıllardır gidip gelirim, kimse bana bu konuda bir şey sormadı, ‘‘Müslüman mısın?’’ diye bir soruya ben muhatap olmadım. Ki 20 defa, belki daha fazla gitmişimdir yani. Orada bu anlamda güzel bir şey vardı. Sizi sorgulamıyorlar. Ben ilk defa giden birine sordum, ‘‘Seni en çok ne şaşırttı?’’ diye, şimdi merak ediyorum ilk gidenlerin düşüncesini. ‘‘Ya, seni olduğun gibi kabul ediyorlar, seni hiç sorgulamıyorlar. Ben buna çok şaşırdım’’ dedi. Türkiye’de böyle değildir, biliyorsunuz. Bir tartarsınız böyle karşınızdakini. Onun için o orada bir problem değil, yani burada rastlamayacağınız şeylere orada rastlarsınız. Yani gelin vardır evde Müslümandır, kayınpeder Hristiyandır, ama onlar için çok problem değildir, yani sorgulamazlar.

Ruşen Çakır: Peki, yeni kuşaklar, genç kuşaklar… Bunu herkese soruyorum, genellikle temenni ile karışık cevaplar alıyorum. Oset kimliğine sahip çıkma konusunda gençlerin… Dil herhalde bayağı zordur ama mesela arkadaşlarıyla konuştuğu zaman… Ben belli bir tarihten itibaren Laz olduğumu ısrarla dile getiriyorum, kitaplarımın girişine de yazıyorum, Laz diye. Bu bir duruş aslında, yani dil bilmiyorum ama kimliğe sahip çıkma anlamında. Osetlerde durum nedir?

Sadrettin Kuşoğlu: Aslında diğerleri gibi cevap vermek durumundayım. Yani biz başka bir… Nasıl diyeyim? Eski dünya tarihinde 300 yılda bir yaşanabilecek değişiklikleri 40 yılda yaşayan bir dönemdeyiz, tarihsel olarak. Orada da gençlerin işte bir telefon, Internet şeyleri var, onları bir tarafa doğru sürüklüyor; müzik tutkularında, kültürel anlamda da etkilenmemeleri mümkün değil. İşte Japonlar etkileniyor, Çin gençleri etkileniyor, bu bir dünya gerçeği, bugünün dünyasının gerçeği. Buna karşılık mesela işte kopamadıkları şey var, danstan kopamıyorlar, bayılıyorlar. Vladikavkaz’da her yıl bahar aylarıyla beraber bir şey başlar. Salı akşamları toplanırlar meydanda gençler, saatler boyu dans ederler, yeni öğrenenler orada öğrenir. Kopmadıkları şeyleri var kültürel anlamda; koptukları şeyler de var. Mesela dilde zayıflar, konuşmayan, bilmeyen bir sürü insana rastlıyorsunuz. Şimdi bunun için okullar açmaya başladılar, kreşler açmaya başladılar. Aslında normalde bunu beklemezsiniz, yani kreşte dil öğrensin ya da okulda dil öğrensin değil, ailede öğrenilmesi lazım. Ama şimdi kreşlerde ve okulda matematik dersinin bile Oset diliyle gösterildiği okullar kurdular, çoğaltacaklarını söylüyorlar. Gençler anlamında tehlike var. Hatta belki daha somut bir şey söyleyeyim bu sorunuza cevap olarak; UNESCO’nun ‘‘Kaybolacak diller kategorisi’’nde Oset dili de var, diğerleri de var. Yani önümüzdeki işte 70 yıl sonra falan kaybolacağı varsayılıyor. İnşallah kaybolmaz.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz? Şimdi sizin, Osetlerin geleceği anlamında tabii ana yurttaki bir gelecek var. Orada, Güney’de hala birtakım siyasi sorunlar var, değil mi, Gürcistan’da?

Sadrettin Kuşoğlu: Var, o devam ediyor. Ne zaman çözülür bilmiyorum ama nihayetinde mutlaka bir gün Kuzey ve Güney birleşecek gibi gözüküyor, bugün değil ama bir gün mutlaka birleşecekler. Zaten çok da bir anlam yok, arada bir dağ var. Birine böyle demişler, birine öyle demişler.

Ruşen Çakır: Türkiye’deki Osetlerin geleceği için ne söylersiniz?

Sadrettin Kuşoğlu: Somut, gerçekçi bir şey söylemek gerekirse, 50 yıl sonra, ‘‘Bir zaman Türkiye’de Osetler yaşadı’’ deneceğini düşünüyorum, çok parlak görmüyorum, çok azız, muhafaza etmek çok zor, sürdürebilmek çok zor. Gelecekte muhtemelen böyle diyeceklerdir, 50 yıl sonra. Yani işte, ‘‘Onun dedesi de Osetti’’ diye birilerini anlatacaklar. Bizim buradaki çabamız şu, ben kendi adıma da onu söylüyorum. Şimdi de genç değilim ama daha yaşlandığımda şey diyebilmeliyim, onun için vakıfta çalışıyorum; ‘‘Evet, bir problem vardı, bunu görüyorduk. Ben kenarda durup seyretmedim. Uğraştım, gücüm o kadarına yetti. Kapasitem, kabiliyetim o kadardı, o kadarını yapabildim. Ama şikayet etmedim. Elimi taşın altına soktum, çabaladım. Gücümün yettiği kadar faaliyet gösterdim. Seyretmedim, şikayet etmedim, çalıştım, çabaladım.’’ Bence hepimiz böyle yaparsak, UNESCO’yu belki biraz yanıltabiliriz, biraz daha uzatabiliriz.

Ruşen Çakır: İnşallah diyeyim. Evet, bu sayıca az olan toplulukların hepsinin böyle bir sorunu var; kültürü yaşatmak ve elinden geleni yapmak. Ben mesela dilin yaşamasını istiyorum ama dili çok çok az biliyorum, yok denecek derecede. Bir ara ders almaya, özel ders almaya çalıştım ama yapamadım. Ama yine de elimizden geleni yaparak ya da dili yaşatmak isteyenlere katkıda bulunarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Nasıl kapatalım?

Sadrettin Kuşoğlu: Valla şöyle, yani işte Oset, Osetler tarihi falan diyoruz ama bu işin bir, Kafkasya özelinde de söyleyeyim, müthiş bir kültürel boyutu var. Bu kültürün her şeyin ötesinde kaybolmaması gerekiyor. Şimdi size somut iki tane şey söyleyeyim. Dün akşam bir misafirlikteydim. Girdiğinizde terlik getirip bırakırlar önünüze, değil mi? Şimdi Osetler, Çerkesler o terliğe ayaklarını böyle sokmaz; eğilir, şöyle hafif dokunur, kendine doğru çeker, giyer. Karşısındakine olan saygıdandır, ayağını böyle sokmaz. Benim dayılarım 1968’de Erzurum’dan buraya göç ettiler. Büyük dayımın hanımı yaşlı bir kadındı, 70’lerindeydi, okuma yazma bilmiyordu. Hayatında ilk defa büyük şehir gördü. Şimdi günümüzde bütün dünyada metroda erkeklerin oturma düzeniyle ilgili bir şey var, değil mi? Yayılarak oturuyorlar falan. Yıl 2024. Dayımlar, dayımın o hanımı 1968’de geldi Türkiye’ye. Okuma yazma bilmeyen, köyde büyümüş birisiydi ama kültürü farklıydı. Çağlayan’da 68 çalışırdı, otobüs numarası 68-69.

Ruşen Çakır: Evet.

Sadrettin Kuşoğlu: 68 otobüsüne bindiğinde dedi ki; “Ya, İstanbul’da erkekler oturmayı bilmiyor.” Şimdi üzerinden 56 yıl geçmiş. Cahil bir kadın düşünün 56 yıl önce, onun aldığı kültürde erkekler başka türlü oturur. 56 yıl sonra, bugün hala erkekler oturmayı bilmiyorlar, dünyada da bilmiyorlar. Biz videolar izliyoruz televizyonlarda. Bu işin böyle kaybolmaması gereken, çok ince nüansları olan, seviye olarak çok yukarıda olan bir durumu var. Mesela çok net söyleyebilirim; Çerkesler, sadece Osetler değil, Anadolu’ya geldiklerinde çok üstün bir şeyle geldiler, kültürel birikimle geldiler ve o coğrafyada okur-yazar değillerdi. Aynı iklimde yaşadılar, ama kültürel şeylerini kabul ettirdiler, saygı gördüler hep çevrelerinden. Sadece dil kaybolmuyor, bunlar da kayboluyor. Bunların kaybolması da doğru bir şey değil, korunması gereken özellikler bunlar. Öbür türlüsü kolay; herkes bir şekilde hayatını sürdürüyor. Ama bir evde ayağınıza terlik uzatıldığında o terliğe dokunup almanızla ayağınızı böyle sokmanız arasında küçük gibi görünen çok büyük bir nüans var. Ya da oturma düzenini okuma yazma bilmeyen yaşlı bir kadının bilmesi… Ama bugünün Harvard’ında okuyanının bile bilmemesi gibi bir uçurum var.

Ruşen Çakır: Şimdi çok fazla nostaljik oldu. Çağlayan 68-69 otobüsleriyle… Evet, benim de çocukluğum otobüslerde geçmişti. Çok sağ olun Sadrettin Bey, çok keyifli bir sohbet oldu. Osetleri bize anlattınız. Çok teşekkürler. Evet, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 46. bölümünde Osetleri Sadrettin Kuşoğlu anlattı, kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.