AB-ABD arasında giderek artan itilaflar küresel düzeni nasıl şekillendirecek? Rusya, Avrupa ve Türkiye açısından yeni denge arayışları ve jeopolitik değişimleri “AB-ABD ayrışması sonrası yeni düzen arayışları” temalı yazısında Gökhan Bacık değerlendiriyor.

1956 yılında Fransa ve İngiltere, Süveyş Kanalı’nı millileştiren Mısır’a karşı operasyona girmek üzereydi. Bu, Sovyetler’le olan dengeler bahanesiyle ABD tarafından durduruldu. Fransız siyasi elitlerinde şok etkisi yaratan hadise, Fransa’nın kendi nükleer silah sistemini üretmesiyle sonuçlandı. Benzer tartışmalar yüzünden 1966 yılında Fransa, NATO müşterek askeri kumanda sisteminden nitekim çıkmıştır.
Bu tarihsel çizgiye uygun olarak Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından uzun süredir Avrupa’nın ABD dışında bir güvenlik doktrini üretmesi gerektiği dile getirilmekteydi. Aslında yeni olan bir şey yok. Trump’tan önceki ABD başkanları da sürekli olarak Avrupa’ya savunma harcamalarını artırmayı söylemiştir. ABD, Obama döneminde dış politik eksenini büyük ölçüde değiştirmiştir. Obama dönemi, ABD dış politikası bir tür “sessiz Trump” dönemidir ve en az birinci Trump dönemi kadar kötüdür. Biden yönetimi – üstelik Avrupalı müttefikleriyle konuşmadan – Afganistan’dan çekilmiş ve ünlü Inflation Reduction Act (Enflasyonu Düşürme Yasası) ile bir tür iç ekonomik güçlenme siyasetini benimsemiştir. Bunlar, üç aşağı beş yukarı Trump döneminde bugün gördüğümüz yönelim ve konumlanmayla uyumlu gelişmelerdi.
Hiç şüphesiz, Trump ve ekibi diplomatik usullere uymayan bir iş yapma tarzına sahipler. Ancak, aktörlerin “şımarıklıklarının” ötesine bakarak onları büyük dinamiklerin ürettiği sonuçlar olarak da yorumlamak mümkün. En nihayetinde Trump ve ekibinin üslupsuz siyaseti, ABD’nin imajını onarımı uzun yıllar sürecek şekilde zedelemektedir. Ne var ki, ABD’nin bugün yaptıkları kaçınılmaz olan şeylerdir. O nedenle, ABD ve Avrupa arasında daha mesafeli ve daha dengeli bir ilişkinin kurulması dönemin gerektirdiği bir zorunluluktur.
Yeni ABD elitleri ne istiyor?
Görünen o ki, ABD yönetimi Rusya’yı kendi eksenine yaklaştırmak istiyor. Bunun birçok nedeni var. İlk olarak, Putinist Rus elitleri ile yeni Amerikan Cumhuriyetçi partisi aşağı yukarı aynı sağcı görüşe sahipler. Ancak, bunun ötesinde madenlerin geri dönüşü de önemli. Bundan elli yıl kadar önce, madenler uluslararası sistemde önemli ama kritik olmayan bir şekilde kodlandı. Demir, bakır, kömür gibi madenler bir nevi daha alt sınıf ürün olarak tanımlandı. Fakat, yeni teknolojik devrimle birlikte lityum gibi mineraller yeniden önem kazandı. Belli ki Amerikan elitleri, Rusya’nın mineral rezervlerini Çin’in değil kendilerinin kullanmasını istiyor.
Bu Putinist Rusya için de bir fırsat. Putinizm, ekonomik olarak zayıflamış durumda. Esasen doğu Rus topraklarının kaynaklarının batı Rus şehirlerinde kullanılması gibi bir tür iç sömürge sistemine dayanan Putinizm, maddi bir büyümeye ihtiyaç duyuyor. Putinist Rusya bir iaşe düzenidir ve uzun süreli ekonomik zayıflık ölümcül sonuçlar üretebilir. Öte yandan, tarihsel olarak Rusya’nın merkezinin Batı’daki şehirler olması, Moskova’yı Batı Avrupa’yla yakınlaşmaya zorluyor. Rusya’nın uzun dönemde Avrupa’yla ilişkilerini düzeltmesi hayati önemde. Putin’in ABD’den istediği kritik bir talep de Avrupa’nın ambargolarının kaldırılması.
AB-ABD ayrışması Rusya ve Çin’in önünü mü açıyor?
Burada hatırlatmak gerekiyor ki, ABD kapitalizminin sembol kurumu Goldman Sachs’ta bir dönem çalışan Kirill Dmitriev, Putin’in danışmanı oldu. Yüksek lisans eğitimini Harvard’da yapan Dmitriev, ABD ve Rusya arasındaki yakınlaşmanın mimarlarından. Yakın zaman önce nitekim Putin, Goldman Sachs’ın Rusya’da iş yapmasına izin verdi.
Dış politikayı ticaret olarak gören yeni Amerikan elitleri ile Putinist Rusya’nın anlaşması zor değil. Putinizm bir yandan oligarklara dayalı bir sistem. Diğer yönden bir tür ham madde dükkanı olan Rusya’nın Çin yahut Batı’nın piyasa ortağı olmasından başka çaresi yok. Tabii bu gelişmelere Çin’in ne diyeceği ayrı bir tartışma konusu.
Ancak, bu denklemin sorunu şu: Rusya 2 trilyon dolarlık Avrupa ise 26 trilyon dolarlık bir ekonomi. Cumhuriyetçi elitlerin Rusya’yı “sömürme” siyaseti ancak Avrupa ile iyi bir ilişki devam ederse anlamlı. Aynı sorun Rusya için de geçerli: Putin yüzünden 26 trilyon dolarlık Avrupa silahlanıyor. Uzun vadede bu Rusya için iyi bir şey mi?
Milliyetçi-muhafazakâr Türk solu ve Putin
İngiliz İşçi Partisi, Alman Sosyal Demokrat Parti gibi üyeleri barındıran Avrupa sol ve sosyalist partilerinin çatı örgütü PES üst üste Putin karşıtı mesajlar yayınlıyor. Garip biçimde Türkiye’de bir kesim sol entelektüel ise Putin ile paralel pozisyonda. CHP’nin ise Ukrayna konusunda nerede durduğu Avrupa’dan bakılınca görülmüyor bile.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Putin ideolojik olarak solun hiçbir temel temasını sahiplenmiyor. Hatta Putin’i kolaylıkla sağ bir aktör olarak görmek mümkün. Putin’i konvansiyonel olarak solcu görmek için belki de onun Batılı düzen ile savaştığı düşüncesi söylenebilir. Ancak kapitalist Trump yönetimi ile yakınlaşması da bu iddiayı zayıflatıyor. Belli ki Putin ve Trump arasında yakınlaşma böyle devam ederse milliyetçi-muhafazakâr Türk solu ile Amerika arasında romantik bir dönem bile başlayabilir.
Ancak burada şunu unutmamak lazım: Ukrayna, Rusya’yla savaşırken Türkiye’nin güvenliğine büyük katkı sundu. Rusya, Suriye’den bu nedenle çekilmek zorunda kaldı. Karadeniz’in batısında Moldova, doğusunda Gürcistan müdahaleleri ve nihayet Suriye’de üsleriyle Türkiye bir dönem bir nevi Rus hilali içine girmişti. Türkiye, hiçbir şekilde Suriye’de yeniden Rus üssü açılmasına izin vermemelidir. Burada bir konunun altını çizmek gerekiyor: Trump yönetimiyle yakınlaşan Rusya, İsrail’le de kolay uzlaşacaktır.
Bu konuyu popülist bir söylemle devam ettirirsek şu iki soruya cevap aramak gerekiyor: En son bir Alman askeri ne zaman bilerek ve planlayarak bir Türk askerini öldürdü? En son bir Rus askeri ne zaman bilerek ve planlayarak bir Türk askerini öldürdü?
Avrupa ne yapacak?
AB ile hareket eden İngiltere ve Norveç gibi ülkeleri de hesaba katarsak, Avrupa 26 trilyon dolarlık bir ekonomi. Ekonomisinin, Trump’ın istediği gibi %4’ünü savunmaya ayırması neredeyse Rusya’nın GDP’sinin büyük bir kısmı kadar silahlanmaya para ayırmak anlamına geliyor.
AB uzun süre bir askeri güce dönmemeye direndi. Zor oyunu bozar. Gelişmeler AB’nin savunma sanayiini büyütmesini hatta yeni bir nükleer düzenlemeyi düşünmesini gerektirecek. Nitekim Almanya’da hükümeti bile kurmadan Merz, İngiliz ve Fransız nükleer koruma şemsiyesinin Almanya’yı da kapması için görüşmeler yaptığını ilan etti. Benzer değişim nükleer enerji konusunda yaşanacak. Belli ki AB nükleer enerji konusunda tavır değiştirecek.
Ancak bu geçiş kolay değil. Avrupa şu an eski alışkanlıkları ile düşünüyor ve yaşıyor. Bunlar sarsılıyor. Sarsıntı insanlarda karmaşık tepkilere yol açar. Zamanla yeni zorunluluklar kendi düzenli mekanizmalarını üretecek ve bunlar AB üzerinde etkili olacak. Savunmaya para harcamak elbette AB’yi yoracak ancak her yatırım gibi bu sektör de bir zaman sonra kendi istihdamını ve getirilerini üretmeye başlayacak.
Financial Times’te Ivan Krastev’in de yazdığı gibi büyük bir fırsat da var: ABD yönetimi Meksika, Kanada dahil pek çok yerde rahatsızlık doğurmuş vaziyette. Kanada’da hokey maçlarında Amerikan milli marşı tepki ile karşılanıyor. Avrupa için bunlar büyük fırsat alanları. ABD tarifeleri elbette can yakacak ama ABD’nin dünya ithalatında toplam payı %11-13 civarında. Yani ABD, dünyayı herkesi kızdırarak yeniden şekillendiremez. Üstelik, tarifeye tabii tutulacak pek çok mal Amerikan ekonomisinde başka ürünlerin üretilmesi için ara mal olarak kullanılıyor. Trump yönetiminin rahatsız edici diplomatik üslubu sayesinde Avrupa müzakereci yollarla diğer bölgeler ile kolaylıkla yakınlaşabilir. Krastev’in dediği gibi Avrupa, Trump’un başlattığı değişimi ‘çalabilir.’ Nitekim önceden bir tedbir olarak AB, Mercosur ülkeleri ile serbest ticaret anlaşmasını hızla imzalamıştı.
Uzun lafın kısası: Eski düzen bitiyor. Herkesin önünde zorluklar, fırsatlar var. Hazreti Thucyidides burada hatırlamak gerekiyor: “Kendi hatalarımızdan, düşmanın oyunlarından daha çok korkuyorum.” Yani, ülkeler düşmanlarından yahut rakiplerinden çok kendi hatalarından kaybedecektir.