Tarık Çelenk yazdı: Tasfiyecilik dışında bir yol entegrasyon olamaz mı?

Bu haftaki yazısında Tarık Çelenk, entegrasyon olgusuna yoğunlaşıyor ve bu yaklaşımın tasfiyecilik dışında bir yol olup olamayacağını tartışıyor.

Tasfiyecilik dışında bir yol
Tarık Çelenk yazdı: Tasfiyecilik dışında bir yol entegrasyon olamaz mı?

Bir iftar gözlemi

Geçenlerde iktidar ve muhalefetin, kültür, sanat ve siyaset elitlerinin toplandığı bir iftara davetliydim. Davet sahibi platformun temel sütunları, eski ve yeni Türk-İslam sentezciliği ile Kemalist ulusalcılıktan oluşuyordu. Tanınmış sanatçıların yanı sıra, tarikat önderleri de fark edilebiliyordu. Aslına bakarsanız, bugünün Türkiye’sinde Nakşibendilik, Türk-İslam sentezciliği ve Kemalizm, yeni bir ulusalcılık pratiğinde senteze girmiş durumdalar da. Ortam da bu sentezden bir kesitti adeta. Ben bu duruma “yeni nostaljik İttihatçılık” da demekteyim. İlaveten sağ olsun, platform başkanı dostumuz, söz konusu ortak duyarlılıklara sahip elitlerin yanında bizim gibi farklı düşünenlerinde zaman zaman platforma katkısını talep edebilmekte.

Tasfiyeci bir anlam dünyası

Hazirun arasından iftar öncesi Kur’an tilaveti için bir hoca efendi sahneye çıktı. Tilavetin ardından iftar açıldı ve kendisi tekrar mikrofonu alarak kısa ama etkili bir dua etti. Duada Filistin, Doğu Türkistan ve mazlum Müslümanlar için yakarışta bulundu. Sonunda hoca efendi güçlü bir terennüm ile “İmparatorlukta kafirlere karşı kaybettiğimiz toprakların yakında geri kazanılması” temennisiyle duayı tamamladı.

Bu dua bende bazı tutarsızlıkları anımsatarak zihnimi rahatsız etmişti. Dünyada sadece mazlum olarak Müslümanlar mı vardı? Evrensel insanlık için gelmiş bir dinin, tüm dünyadaki adaletsizliklere ve zulme karşı ses vermesi gerektirdiğini düşünmeme neden oldu. Hikmet veya hermetik bakışta, kainatın değişmez bir matematiği vardır ve adalet denklemi bu matematiğe dayanır. Başkalarına zulmü görememek, bu zulmün bir gün kendine döneceği anlamına da gelmekte. Ayrıca, eğer siz kendi içinizde mazlum yaratmayı bir dava için meşru görüyorsanız ve buna da gözünüzü kapatıyorsanız dışarıdaki mazlum din kardeşinize destek olma veya bir model kurma konusundaki duanız ne kadar tutarlı olabilirdi ki?

İmparatorluğun üç kıtada kaybettiği toprakların tek sebebi sadece “kafirler” miydi? Nisa Suresi’nde belirtildiği gibi, “Size bir kötülük gelirse kendi nefsinizdendir” açısından bakarsak, belki de “kafirler” sadece bir sonuçtu. Popülist dövmeli ve çıkartmalı Yeni Osmanlı ideali bugün pek çok kişi için oldukça ürkütücü bir kavram. Dahası, bunu seslendirenlerin kapsayıcı bir emperyal fikre sahip olup olmadığı da tartışmalı. Bunlar elbette ayrı yazılar ve tartışmaların konusu.

Tasfiyeci devlet

Bu yazının esas dikkat çekmek istediği husus, bu örnekler üzerinden son 200 yıldır maruz kaldığımız tasfiyeci-tesviye devlet ve siyaset zihniyetidir.

Kısacası, tesviyecilik bir yapının içindeki unsurları bilinçli olarak dışlama, temizleme veya marjinalleştirme sürecidir. Siyasal, bürokratik ve kültürel alanlarda farklı anlamlar kazanabilir. Kelime anlamıyla tesviyecilik, “düzleştirme, eşit hale getirme, bir seviyeye getirme” demektir. Ancak siyasal ve kültürel bağlamda tesviyecilik, toplumsal farklılıkları ortadan kaldırma, bireyleri veya grupları tek bir kalıba sokma çabası olarak da kullanılır.

Katı merkeziyetçilik, ideolojik homojenlik ve bürokratik standardizasyon, bu anlayışın devlet içindeki görünümleridir. Homojen bir toplum yaratma çabaları, tasfiyeci yaklaşımla son dönem Türk tarihinde sürekli tekrar eden bir olgu olmuştur ve bunun sonuçları bugün de gözler önündedir.

Yeni dış sorunlar karşısında görünüşte entegrasyonculuk

Bugün Osmanlı’nın son dönemindeki gibi, “beka kaygısı” gerekçesiyle tasfiyeci siyaset uygulanıyor. Osmanlı’daki gayrimüslimlerin tasfiyesinin ardından, her anlamda tek tipleştirme ve kültürel tesviyecilik hız kazandı. Bu sürecin sonunda Soğuk Savaş sonrasına ve bugüne ulaştık. Ancak artık kapımıza dayanan yeni sorunlarla karşı karşıyayız: Kürt meselesi ve ona bağlı Suriye sorunu. Açıktan tasfiyeci, gizliden ise “çakma entegrasyon” politikaları yürütülürken, bu yaklaşımın bugünkü sorunlarımıza ne kadar merhem olacağı belirsizliğini koruyor. Ancak bir gerçek var ki, tasfiyeciliğin artık çözüm olamayacağını hepimiz az çok biliyor ve ortak kaygımız olarak gizlemeye çalışıyoruz.

Osmanlı – Britanya entegrasyon modeli karşılaştırması

Yazılarımda sıkça verdiğim örneği tekrarlamak isterim; Londra’da uçaktan indiğinizde sayıları onları aşan farklı etnisite ile karşılaşırsınız. Bu insanların ataları muhtemelen Britanyalı yetkililer tarafından işkence ile katledilmişlerdi. Ancak bugün torunları hukuk üstünlüğü ve refah nedeniyle Krallık vatandaşı olmaya koşuyorlar ve onur duyuyorlar. Bizim ise İmparatorluğun geçmişinde suç dosyası Britanya kadar kabarık olmamasına karşın İmparatorluğun eski unsurlarına tasfiyeci ve tek-tipleştirmeci bakışımız sürdüğünden yeteri güven ilişkisini kuramamaktayız.

Örnekteki gibi bugün dünyada geçmişten günümüze en uygun entegrasyon modelini uygulayabilen Britanya imparatorluğuydu. Ki bugün imparatorluk çağı tamamen kapanmasına karşın kapsayıcı emperyal kültürü halen İngilizler devam ettirebilmektedirler. Biz de entegrasyoncu bir politikayı tekrar başarabilir miyiz derken geçmişteki Osmanlı ve Britanya karşılaştırmasında fayda olacaktır.

1789 Fransız Devrimi’ne bağlı olan dış gelişmelere kadar Osmanlı hep entegrasyoncuydu; tasfiyeci değildi. Osmanlı yerelde inisiyatif tanırken hep merkezi güçlü tutmak zorundaydı. Anglosakson modeli bireyin devlete karşı haklarını koruma eğilimindeyken, Osmanlı, bireyi cemaat yapısı içinde tanımlıyordu. Osmanlı’da reformlar bugünü andırırcasına hep dış baskılar ve kriz durumlarında tepeden inmeci gelişti. Toprak kayıpları ve askeri yenilgiler reformlar için belirleyici unsurdu. Britanya ise özerkliği genişleterek isyanları bastırırken, Osmanlı katı merkeziyetçiliği nedeniyle Balkanlar’daki isyanları kontrol edemedi. Osmanlı, modernleşmeyi ordudan ve bürokrasiden başlattı ancak taşrada güçlü olan yerel elitleri ve dini otoriteleri sürece dahil etmedi. Cumhuriyetimiz de aynı deneyimi yaşadı. Britanya ise yerel aristokrasiyi, kabile liderlerini ve hatta sömürge elitlerini reform sürecine kontrollü bir şekilde entegre etti.

Avrupa ulus devletleri entegrasyon modeli ve biz

Belki de soru “tasfiyecilik coğrafi bir kader miydi?” olabilir. İngiltere ve Amerika, Anglosakson entegrasyon modelini ele alırken bir ada devletleri olmalarını ve güvenlik risklerinin bir kara devleti olarak yüksek olamayacağını görmek gerekiyor. Ancak bizim gibi yüksek güvenlik riskleri olup ilaveten toprakları da işgale uğramış Fransa ve Almanya’nın ulus devletler olarak vatandaşlarını entegrasyon modellerinin bize göre çok daha işlevsel olduğu açıktır.

Başlangıçta Fransız hukukuna dayalı anayasal tek kimlik modelini benimsese de, Türkiye’nin etnik ve mezhepsel farklılıkları asimile etmeye çalışan bir anlayış geliştirdiği söylenebilir (örneğin, Kürt meselesi). Türkiye’de ulus-devlet homojenleştirme çabalarına dayandığı için entegrasyon politikaları gelişemedi. Bu anlamda ülkemizde devlet-bürokrasi ilişkisi güçlü kalırken, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde demokratik kurumlar ve sivil toplum daha fazla güç kazandı. İttihat ve Terakki’nin Alman askeri stratejisi doğrultusunda “homojen bir ulus-devlet yaratma” hedefi, Osmanlı’nın geleneksel çok-kültürlü yapısını zayıflattı.

Sonuç: Tasfiyecilik dışında bir yol olarak entegrasyon

Bugün Gazze ve Suriye’deki gelişmeler, artık Türkiye’nin tasfiyeci alışkanlığı bırakmasını zorunlu kılıyor. Karar vericilerin içte ve dışarıda güvenlik ve istikrar alanının anakronik İttihatçı tasfiyecilik politikaları ile değil, emperyal bir Yeni “Pax Ottomana”- Osmanlı barışı entegrasyon siyaseti ile gerçekleştirebileceklerinin farkına varmalarının zamanı geldi de geçmek üzere.

Sağlıklı bir üniter devletin reçetesi rıza üretimine dayalı entegrasyon, hukuk üstünlüğü ve demokrasi de yazılıdır. Tasfiyecilik siyaset ve devlet politikalarında en kolay yol olarak görülebilir. Ancak Ortadoğu ve ülkemizdeki gelişmelere baktığımızda psikolojik ve siyasal ayrışmayı derinleştirmektedir. Asıl Ortadoğulaşmak tehlikesi de bunda yatmaktadır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.