İsmail Fatih Ceylan yazdı: Öfkeli+devrimci+İslamcı yazar = Nuri Pakdil

Kütahya Tavşanlı’daki Çağrı Kitapevi, 12 Eylül sonrası biz gençler için kültürel bir sığınaktı. Partisi kapatılmış, siyasi faaliyetlerden yoksun ama kitaplarla bağı olan otuzu aşkın gencin durum değerlendirmesi yaptığı, dergi ve kitaplara yöneldiği bir dönemdi. Zaten bizden önceki kuşak da yazarlarla edebiyatçılarla haşır neşirdi. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisinin çok okunduğu, Büyük Doğu Derneği’nin ilk şubesinin açıldığı yerdi Tavşanlı. Necip Fazıl’ın kitapları yüzlerce kişinin evinde bulunurdu. Bu yüzden Necip Fazıl Tavşanlı’ya başka yerlere nazaran daha sık gelip gidermiş. Sezai Karakoç ve Diriliş dergisi de bilinir, anılırdı.

Nuri Pakdil gençliği
Nuri Pakdil’in gençliği

Onu keşfetmek

O günlerde adını duyduğumuz ama kitapevine yeni gelmeye başlayan üç dergi bizi cezbetmeye başlamıştı. Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi, Mavera Dergisi ve Yaşar Kaplan’ın Aylık Dergi’si.

Kitapevine sürekli takılan gençlerin edebiyat dergilerine yönelmesine öğretmenler vesile olmuştu. Bunlardan biri İbrahim Çelik’ti. Uzun boylu, zarif bir beyefendiydi İbrahim Çelik, Nuri Pakdil’in yakınlarındandı ve Edebiyat Dergisi’nde Hüseyin Su ismiyle yazıyordu. Kitapevine dergiler gelmeye başlayınca, Edebiyat Dergisi ve kitap yayınlarıyla tanışmış olduk. Bir kısmı 1970’li yılların ortalarında yayınlanmış kitapları çoğumuz yeni görüyorduk. Dergide Nuri Pakdil’den başka Arif Ay, Hüseyin Su, Turan Koç, Ali Ulvi Temel, İdris Hamza, Fuat Altınsoy, Yusuf Nili gibi isimler yer alıyordu. Özellikle Pakdil’in yazılarında yer alan matematik işaretleri oldukça şaşırtıcıydı.

Hüseyin Su ve Nuri Pakdil
Hüseyin Su ile

“Büyük bir yalnızlık içindedir çağdaş insan = (Çünkü unuttuk sevgiyi = uygulayımbilimin yoğun ağırlığı altında büküldü belimiz + ruhumuzun gereksinimlerini konuşmanın ayıp olduğu bir çağda insanlık idam edildi = yana kaymış gözlerimizle, birbirimizin asılı bedenlerini seyrediyoruz ipte). Yeryüzünde, sürekli soyut, somut darağaçları; öldürme araçları yapılıyor, üretiliyor: ben beni bildim bileli böyle görünüyor bana yeryüzü. (Sürekli, bir tutunma, bir dayanma gereğini duymuşumdur : gerekiyor çünkü : ulaşılamayacak bunsuz hiçbir yere : bunsuz bir milimetre ilerlenemez : tutunmadan insana : insana yeniden bağlanmadan : insanı yeniden sevmeden : insanların acılarıyla yeniden acılanmadan : insanla ulaşılacak Tanrı’ya).” (Bağlanma, Nuri Pakdil, İnsan Gündemde, sayfa: 17, 1. Baskı, Edebiyat Dergisi Yayınları, 1979, Ankara. 2. Baskı, Ketebe Yayınları, Ekim 2024, İstanbul.)

Hiç paragraf olmadan üç sayfa devam eden bol iki nokta üst üsteli, matematik işaretli yazıda görüldüğü gibi Nuri Pakdil’in kendine özgü dili vardı. Onun üslubunda asıl hedef solcuları etkilemek gibi gelmişti. Biçim, özün önündeydi. Dergide yazan diğer isimlerin yazdıkları da Pakdil’in yazım biçimini andırıyordu. Allah yerine Tanrı, Kur’an yerine Kutsal Kitap, İslâm yerine Mutlak Öğreti, Peygamber yerine Önder, Ticaret’e tecim, Mezar’a gömüt ifadeleri, yaşam, saptamak gibi kelimeler, bizlere biraz fazla gelmişti. Bize şaşırtıcı gelen İslamcı bir yazarın böyle bir dili tercih etmesiydi. Bir yanımız yadırgarken, bir yanımız bizde böyle yazarlar da var diyordu.

Biat II kitabını sevmiştim. Özellikle “Sarhoş gibi konuşuşu” yazısı hoşuma gitmişti.

“Ahlâk. Yirminci yüz yıl, belki de en çok bunu bozdu insanda. Öldürme yaygınlaştıkça, birbirimizi öldürdüğümüzü gördükçe, buna tepki olarak yok etmeye başladık ahlâkı. Yirmi dört saat ahlâklı kalabilen insan çok azdır. Dün tanıdığınızı, bugün tanıyamaz oluyorsunuz. Yeryüzü hızla bir cehenneme doğru kayıyor. Herkes, kendi cehennemiyle o cehenneme doğru ilerliyor. That’s right.”

Biz yeni keşfetmiştik ama Nuri Pakdil, daha Maraş’ta lise öğrencisi iken çıkardığı Hamle dergisiyle İstanbul’daki, Ankara’daki edebiyatçıların dikkatini çekmişti. Nurullah Ataç, 1954’de Türk Dili dergisinin iki sayısında Hamle’den söz ederek buradaki yazarların gelecekte önemli birer yazı eri olacağını belirtiyordu. Gerçekten de Pakdil’den başka, Hamle dergisinde yer alan Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Alaaddin Özdenören gibi isimler ileride tanınan yazarlar olacaktı.

Rasim Özdenören - Nuri Pakdil
Rasim Özdenören ile

İlkokula gönderilmeyen yazar

Pakdil’in ailesi tarafından ilkokula gönderilmediğini duyduğumuzda pek şaşırmıştık. Resmi ideolojinin okulunda eğitim görmesini uygun bulmayan ailesi, Ahmet Kuşçu adlı bir öğretmeni Nuri Pakdil’e eğitim vermesi için tutmuştu. Nuri Pakdil’in bir diğer öğretmeni ise “Benim ilk ideolojik mürebbiyem” dediği annesiydi. Annesinin anlattığı Cezayir hikâyeleri, düş dünyasını zenginleştirmişti. Pakdil, daha sonra ilkokulu üçüncü sınıftan başlayarak bitirecek, dayısının zorlamasıyla üç yıl gecikmeli Ortaokula başlayacaktı. Lise öğrencisiyken ilk yazılarını Maraş’ta çıkan Demokrasiye Hizmet ve Gençlik gazetelerinde yayımladı. Nurullah Ataç Ulus gazetesindeki bir söyleşisinde Demokrasiye Hizmet’teki sanat sayfalarından söz etti. Lise son sınıftayken Maraş Lisesi’nin yayın organı olan Hamle dergisini çıkarttığında Nuri Pakdil’e Türk Dili dergisinde yazmasını teklif etti.

Nuri Pakdil liseyi bitirdikten sonra 1959’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite bitiminde avukatlık stajına başladı ve bir süre Maraş’ta maiyet memurluğunda bulundu. İstanbul Tuzla’da, daha sonra Bitlis’te askerlik görevini ifa etti. Askerden dönüşte Mehmet Şevket Eygi’nin Yeni İstiklal gazetesinde sanat sayfaları düzenlemeye başladı. Fakat Eygi ile anlaşamadı. Eygi, bir süre sonra on beş gün içinde dergiyle ilişkisini kesmesini isteyen bir yazı gönderdi. Pakdil yazıyı alır almaz dergiden çıktı. Daha sonraki yıllarda Ankara’ya gelen Mehmet Şevket Eygi, Nuri Pakdil’in evine gelerek, Bugün gazetesinde köşe yazmasını isteyecek, Pakdil ona şöyle bir baktıktan sonra kapıyı suratına çarpacaktı.

Pakdil, Büyük Doğu ve Diriliş dergilerine abone bulmak, etrafındakilere okutmak konularında çok katkıda bulunmuş, ancak bu dergilerin yazarı olmamıştı. Sezai Karakoç’un, Büyük Doğu’nun çıkmadığı bir dönemde Diriliş dergisini kurduğu gibi, Nuri Pakdil de Diriliş’in çıkmadığı dönemde Edebiyat Dergisi’ni 1969’da yayınlamaya başladı, 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları’nı kurdu. Dergi yeni üslubuyla, tarzıyla, dik kafalı duruşuyla, devrimci söylemleriyle, dikkatleri üzerine çekiyor, ilgi görüyordu.

Nuri Pakdil ve Erdal Öz

Derginin entelektüel yönü ağır basmasına, kapalı ve modern bir dil kullanmasına rağmen, yazıların içeriğinden neyi savunduğu pekâlâ anlaşılıyordu. Üniversite yıllarından merhabaları olan Erdal Öz’ün, Bulvar üzerindeki Sergi Kitabevi’ne derginin ikinci sayısını getiren Nuri Pakdil’e artık Edebiyat dergisini satmayacaklarını söylemesi bu yüzdendi. Neden satmak istemediğini soran, satılmayan sayılar varsa geri alabileceğini söyleyen Nuri Pakdil’e “Hayır,” demiş Erdal Öz:

“Elli adet bıraksaydın belki o da satılırdı. Ama Edebiyat dergisinin bu adla ve bu dille ne söylemek ve ne yapmak istediğini çok iyi anlıyorum. Edebiyat şeriatçı bir dergi, Kitapevimde buna izin veremem.”

“Eyvallah Erdal Bey,” demiş, “Biz de zaten size bunu söyletmek için çıkartıyoruz bu dergiyi!”

Nuri Pakdil, derginin a’dan z’ye her şeyiyle bizzat ilgilenmek için 1973 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’ndan istifa etti. Kitap kapaklarını bile kendisi düzenliyordu. Bir harf yanlış çıksa, dergiyi yeniden bastırıyordu. Dergi ve kitaplar artık tek geçim kaynağıydı.

Nuri Pakdil ile dergide yer alan yazarlar arasında militanca dayanışma vardı. Yüz yüze veya mektuplarla yazarlarını sıkı takip ediyor, yazmaları için baskı uyguluyor, yazmakta gevşeklik gösterenlere kızıyordu. Çünkü ona göre yazmak bir eylemdi. “Konuşmak, su üstüne yazı yazmak gibidir, aslolan yazıdır.” diyordu. Onun yaşam pratiği her an tetikte olmayı, ona sorgusuz güveni ve itaati gerektiriyordu.

Ali Göçer’e göre Nuri Pakdil’in ekibine, Edebiyat Dergisi kadrosuna giriş, hiç çıkmamak için bir girişti. Bu giriş, Nuri Pakdil’in kızgın bir namlu gibi elinde tuttuğu silaha mermi yerleştirmeye talip olmaktı. Bu giriş, anadan, babadan, eşten, evlâttan daha önce bu davayı önceleyeceğini kabul edişti. Gemileri yakmaktı.

Turgut Özal’ı postaneye gönderdi

Nuri Pakdil, bazı konularda tavizsiz bir kuralcıydı. Dergi bürosunda para ile alışveriş yasaktı. Dergiyi veya yayınlanan kitabı para verip satın alamazdınız, almak isteyen mutlaka PTT’ye gidip derginin hesabına para yatırmalıydı. Nuri Pakdil, Turgut Özal’ı bile PTT’ye göndermiş. Olaya şahit olan Hüseyin Su, 12 Ekim 2015’de Yeni Şafak Kitap Eki’nde bu olayı anlattı.

“Edebiyat dergisinin irtibat noktasında Nuri Pakdil ve iki arkadaşımızla birlikte otururken, yanında iki kişiyle Turgut Özal geldi (1976-77 sonbaharı olmalı). DPT’dan iyi tanışıyorlardı Nuri Pakdil’le. Çay ve sohbetten sonra kalkacakları zaman Turgut Özal elini cebine soktu; ‘Nuri Bey, buraya kadar gelmişken abonemi de yenileyeyim.’ dedi. Nuri Pakdil hemen ayağa kalktı, ellerini kaldırdı; ‘Hayır efendim, kesinlikle olmaz. Burada para alınıp verilmez. İlkelerimize göre şu posta çekini (bir posta çeki uzattı) doldurup herhangi bir postaneden yatırmanız gerekir abone bedelini.’ dedi. Heyecanlı bir gerginlik oldu bir an. Hepimiz ayaktaydık. Turgut Özal gülümsedi, posta çekini aldı; ‘Tamam Nuri Bey, öyle yapalım ve postaneden yatıralım.’ dedi.”

Nuri Pakdil’in önemli günleri bile farklıydı. Bir gün arkadaşları büroya geldiğinde günümüz kutlu olsun diye karşıladı. Hangi günü kutladıklarının farkında olmadıklarını görünce açıklama getirdi: “Bugün Fatıma anamızın doğum günü beyefendi! Yani Dünya Kadınlar Günü!”

Nuri Pakdil evliyaların erenlerin türbelerini ziyarete önem verir, dua eder, okuyup üflerdi. Hacı Bayram Veli, en çok gittiği yerdi. Ara sıra Tavşanlı’ya gittiğinde de türbeleri ziyaret edermiş. Öğretmen Şükrü Yılmaz, “Nuri abi evde misafir kalmazdı, o yüzden otelde kalıyordu. Sabah yanına gittiğimde otelde yoktu. Erkenden kalkmış, Çavuş Camiinin karşısındaki Eren Dede türbesini ziyaret etmeye gitmiş.” diye bana anlatmıştı.

Yazarlarına müstearları Nuri Pakdil seçiyordu

Nuri Pakdil yazarlarına müstearlar veriyordu. Başlangıçta müstearlar, bir kişi bütün yazıları aynı isimle yazmasın, eleştirileri bir başka isimle, şiirleri başka bir isimle, denemeleri başka bir isimle yazsın diye verilmişti. Ancak daha sonra yaşanan bir olay yüzünden tedbir amaçlı müstear verilme kararı alındı.

1981 yılı Eylül’ünde Almanya’ya giden Necip Evlice, Abdurrahman Başpınar’a bir mektupta “Ankara’ya gittiğinde mutlaka Edebiyat’a uğra. Arkadaşlarla tanış, gereken katkıları ver, gönüllü olarak oralarda bulun” yazmış, biraz da heyecanla sloganımsı sözler ilâve etmişti. Ama mektup K. Maraş’ta Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kontrolünden geçmeyince sıkıntı yaşandı. “Edebiyatta buluşalım, oraya git, buraya gel” gibi talimatlar görülünce, Abdurrahman’ı epeyce sıkıştırdılar. Abdurrahman Başpınar Edebiyat’ın bir dergi olduğunu ispatlayınca serbest kalabildi.

Nuri Pakdil, bu olay üzerine “Edebiyat Dergisi’nde yazan, yazmaya başlayacak arkadaşların tamamı verilecek müstear ile yazmaya başlayacaklar” kararını aldı. Ayrıca herkese posta kutusu kullanma mecburiyeti getirdi. Bu karardan sonra Nuri Pakdil Arif Ay ile birlikte Necip Evlice’ye İdris Hamza müstearını verdi. Bir yıl sonra Ankara’ya gelen Abdurrahman Başpınar da, Atıf Bedir oldu. Daha sonra yeni yazmaya başlayan İbrahim Çelik Hüseyin Su ismini alırken, Rahmi Kaya Yusuf Nili ismiyle yazmaya başladı. Nuri Pakdil yazarlarına ve yakın eylem arkadaşlarına müstearlarıyla hitap ediyordu artık.

Nuri Pakdil ve Necip Evlice (İdris Hamza)
Nuri Pakdil ve Necip Evlice (İdris Hamza)

İbrahim Çelik, Takvim Yırtıkları günlüğünün birinci cildinde Hüseyin Su ismini nasıl aldığını anlatır:

“Beyefendi, adınız Hüseyin Su’dur. Nasıl beğendiniz değil mi? Kerbelâ’da Hz. Hüseyin Efendimizin ‘Su! Su!’ diye inleyerek şehit edilişini yeryüzüne bir kez daha haykırmalıyız ve hatırlatmalıyız!” (Hüseyin Su, Takvim Yırtıkları-1, 2. Baskı, Sayfa 21, Şule Yayınları, İstanbul, Eylül 2018)

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Havada kurşun yemiş bir kuş gibi

Türkan Şoray ve Brigitte Bardot hayranı, Fenerbahçe tutkunu, herkese Beyefendi diyen, Sayın diye hitap eden öfkeli anları da vardı ve bu tahammülü gerektiren zor bir durumdu. Hüseyin Su’nun tarifiyle, yüzündeki bulutlardan, iç ikliminin değiştiğini, havasının karardığını, birden tipiye çevirdiğini anlayabilirdiniz. Dirseklerini dizlerine dayamış, ellerini sık sık birbirine vurup duruyorsa ve gözlerini yere dikmişse, yüzünde ve gözlerinde tikleri de hareketlenmiştir. Gergin bir ortam oluşturmayı aklına koymuşsa kurtulmanız mümkün değildir. Köşenin en son milimetrik noktasına dek sizi izleyip orada imha edebilir, tabii ki sizin ilkesel ve düşünsel selametiniz için.  (Hüseyin Su, age, s.58)

Bu tavırları, başından beri pek çok ismi kendisinden uzaklaştırmıştı. Bu durum giderek hız kazanınca 1983 Ağustos ayında İstanbul’dan Ankara’ya taşındı. Herkese İstanbul’da yaşamasını öğütleyen, yazarlıkla İstanbul’u özdeşleştiren Nuri Pakdil’in Ankara’ya taşınması onu yakından tanıyanlar için olağanüstü bir şeydi. Ankara’ya dönmüştü ama Ankara’da kalacak bir yeri yoktu. Necip Evlice’nin de kaldığı Keçiören’deki öğrenci evinin bir odasını yatmaktan yatmaya kullanıyordu. Dergide sadece Arif Ay ve Necip Evlice kalmıştı. Okulu bitirip memuriyete atılanlar, tayinle başka yere gidenler, evlenenler zamanla irtibatı seyrekleştirmiş, gelen giden azalmıştı. Üç beş kişi anca bir araya geliyordu.

Hüseyin Su, o günleri günlüğünde anlatır:

“30 Ekim 1983. Derginin çevresinde sürekli daralan bir ıssızlık ağı var. Büroya, eve uğramalar, yazı göndermeler çok seyrekleşmiş. Nuri Pakdil’in zaten keskin olan dili ve davranışları âdeta bir usturaya dönüşmüş. Nuri Pakdil’in tebessümü bile gergin ve tedirgin. Ankara’da henüz bir ev kurup yerleşemedi. Arkadaşlarla birlikte Keçiören’de kalıyor. Gecenin bir vaktinde yatmaya gidiyor.” (Hüseyin Su, age, s.142-43)

O günlerde Başbakan Turgut Özal herkesin vergi numarası olması ve kaşe yaptırması gibi bir zorunluluk getirmişti. Nuri Pakdil, Necip Evlice’ye “Sayın İdris Hamza bu işi halledelim,” dedi. Zaten derginin tasarımını, kitapların kapaklarını yapan Necip Evlice, o kaşeyi yaptırıp Edebiyat’ın bürosuna getirdi. Kaşeyi ondan aldı, birkaç kâğıda bastı, bastı, bastı. “Çok güzel olmuş” dedi, sonra kaşeyi çöp kutusunun içine atıverdi. O gün Edebiyat Dergisi ve yayınlarının kapandığı gündü.

Büroda para ile alışveriş yaptırmayan Nuri Pakdil, bürodaki dergileri ve kitapları öğrencilere bedava dağıttı.

“Akay Yokuşu’nda trafik tıkanmış 31 Aralık 1984 günü. Ankara’daki öğrenci yurtlarına haber verilmiş ve Edebiyat’ın bürosunda başlayan kuyruk Demirler Pasajı’ndan Akay Yokuşu’na taşmış. İnsanlar kucaklarında kitaplar ve dergilerle yokuştan aşağıya iniyorlarmış. Nuri Pakdil, takım takım kitap ve dergileri öğrencilere verirken, “Halktan aldık halka veriyoruz!” diyormuş. Edebiyatla birlikte kurulan düşlerimiz, havada kurşun yemiş bir kuş gibi tüylerini saça saça palazlanıp düşüyor gözlerimin önünde.” (Hüseyin Su, age, s. 211-12)

13 yıl süren sükût dönemi

Edebiyat Dergisi’nin bürosu da kapanınca, bütün gün dışarıda dolaşarak ve kahvelerde oturarak yaşamaya başladı. Mekanları artık kahvehanelerdi. En çok takıldığı yer Lale Kıraathanesiydi. Her akşam 18.30’da oraya gelip oturuyordu. Yeni Hal Kıraathanesi, Kardeşler Kıraathanesi, Örnek Ilgaz Kıraathanesi, Çamlık Kıraathanesi, Çınar Kıraathanesi, Dostlar Kahvesi günlerini geçirdiği yerlerdi. Birkaç kişiyle görüşüyordu sadece, onlara sokakta kalan bir yazar olduğunu söylüyordu. On üç yıl sürecek bir sükût dönemine girmişti.

Sükut döneminde üç dilde yazdığı "Benim ağzım fermuarlı, siz konuşun ben dinliyorum" notu
Sükut döneminde üç dilde yazdığı “Benim ağzım fermuarlı, siz konuşun ben dinliyorum” notu

Hiçbir yerden geliri yoktu, babasından kalan mirası dergi için harcamıştı. Yalnızlığa ve açlığa mahkûm hayatı 1988’e kadar sürdü. Kaldığı üçüncü sınıf otelde, Kudüs resmine bakarak gecenin yalnızlığında Otel Gören Defterler’i daktilo ediyordu. 1988’de Rasim Özdenören’in girişimleriyle tekrar Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki işine dönmesi sağlandı.

Konuşmadığı suskunluk dönemlerine ait, ziyaretine gelen insanlara gösterdiği kart gibi bir yazı vardı. Orada üç dilde şunlar yazılıydı: “Beyefendi, hoş geldiniz. Benim dilim bağlı, ağzım fermuarlı ama siz istediğinizi konuşup söyleyebilirsiniz. Sizi dinlediğimden emin olabilirsiniz. Ama benim size söyleyeceğim bir şey yoktur.”

1996’da insanlara kapısını açtığında, Edebiyat Dergisi Yayınları için arkadaşlarına ne yapabiliriz sorusunu sordu. Haftada bir gün yapılan toplantılardan bir sonuç çıkmadı. Bunun üzerine Nuri Pakdil’in artık dergi çıkarmayacağı, kitap yayınlamayacağı kanaati kesinleşti. Nuri Pakdil’in bir gün döneceğine inanan sadece Necip Evlice, yani İdris Hamza kalmıştı. Nitekim 1997 başında Nuri Pakdil, Necip Evlice ve Şaban Özdemir’i çağırdı, “Sayın İdris Hamza, bu kitabı yayınlayabilir miyiz?” diyerek ona bir dosya uzattı. O dosya Sükût Sûretinde kitabıydı. 28 Şubat’ın olduğu gün o kitap yayınlandı ve sonrası devam etti. Nuri Pakdil’in sükût dönemi sona ermiş, Edebiyat Dergisi yayınları bu sefer Necip Evlice yönetiminde yeniden faaliyete geçmişti.

Erdoğan, Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın ziyaretleri

Nuri Pakdil, siyasi partilerle ilgilenmiyordu ancak “ideolojik arkadaşı” gördüğü Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesine sevinmiş, daha sonra şiir yüzünden hapse düşmesine kızmıştı:

“Kardeşim, halk seni belediye başkanı yaptı, senin işin Müslüman bir belediye başkanı nasıl olur onu göstermektir. Gidip de orada burada mızraklı, kubbeli, miğferli şiir okumak değildir.”

Bir şeye daha kızmıştı: Tayyip Bey bir soru karşısında “Ben babama bile kefil olmam” gibi bir cevap vermişti. Nuri Pakdil, “Sen yol arkadaşına nasıl kefil olmazsın? Sen babana nasıl kefil olmazsın?” diyordu. Çünkü Tayyip Bey’e bir umutla bakıyordu.

Nuri Pakdil ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile

Erdoğan parti kurup iktidara geldikten bir süre sonra, tarikat-cemaat ve edebiyat çevrelerinden olduğu gibi Edebiyat Dergisi çevresinden de önemli makamlara gelenler vardı. Kimisi Erdoğan’ın konuşmalarını yazan ekibin içinde yer aldı, bazıları Erdoğan’ın danışmanı oldu. Konuşmalarını yazan ekibin etkisiyle Tayyip Erdoğan 2010’lu yıllarda Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un şiirlerini okuduğu gibi Pakdil’in Kudüs şiirlerini de okumaya başladı. Erdoğan 2013’te Gezi olayları sırasında bir kandil kutlaması vesilesiyle Nuri Pakdil’i arayınca karşılıklı diyalog başladı. Aynı yıl TRT 1’de Yedi Güzel Adam dizisi yayınlanınca Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Erdem Beyazıt, Ali Kutlay ve Alâeddin Özdenören’in hayatlarını anlattığı için, bu isimler geniş kesimlerce tanınır oldu. O zamana kadar pek satmayan eserler diziden sonra hareketlendi.

Erdoğan’ın ziyareti

Tayyip Erdoğan 2015 ve 2018’de Nuri Pakdil’i ziyarete geldi. Sonra bir kez Nuri Pakdil onun yanına gitti. Fakat onu asıl gündeme taşıyan görüşme, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın onu evinde ziyaret etmesiydi. Genelkurmay Başkanı ile MİT Başkanı’nın açıktan ziyaretini belli çevreler tepkiyle karşılamıştı.

Aslında Nuri Pakdil, kitaplarını okuduğunu duyduğu Hulusi Paşa’yı evine bizzat kendisi davet etmişti. O zaman Genelkurmay Başkanı olan Hulusi Akar bir yerde “Biz Nuri Pakdil’in kitaplarıyla büyüdük” demişti. Bunu bilen ve Hulusi Akar’ı tanıyan Şükrü Karatepe de Nuri Pakdil’e anlatınca Nuri Pakdil Necip Evlice’ye, “Paşa’yı eve davet edelim” diyor, o ise “Paşa ile bizim ne işimiz olabilir?” karşılığını veriyordu.

Ama bir gün, Nuri Pakdil “Sayın İdris Hamza, Paşa’ya ulaştım eve davet ettim, gelecek” dedi. Nasıl ulaştığı sorulunca, Başbakan Binali Yıldırım’ı arayıp öğrendiğini, sonra arayıp Paşa’yla hoş beş ettikten sonra eve davet ettiğini söyledi. 2017’nin Ocak ayında ziyaret gerçekleşince basının ilk gündem haberi oldu ve bazılarının tepkisini çekti. Nuri Pakdil ise bu ziyaretten oldukça mutluydu, çünkü Genel Kurmay Başkanı ve MİT Başkanı’nın gelip Nuri Pakdil’i ziyaret etmesi, fotoğraf vermesi Türkiye açısından farklı bir mesaj içermekteydi.

Erdoğan: En büyük muhafazakâr devrimci

Nuri Pakdil, Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmelerde, hiç kimsenin yapamayacağı eleştirileri yüzüne karşı yapıyordu. 2018’de bir akşam evde yapılan görüşmede Ayasofya’nın açılması konusunda oldukça yüklendi.

“Tayyip Bey, rivayet odur ki Ayasofya’nın açılmasıyla ilgili taleplere siz ‘önce o civardaki camileri doldurun, ondan sonra Ayasofya’ya sıra gelsin’ demişsiniz. Tayyip Bey, oradaki camilere hiç kimse namaz kılmaya gitmese bile Ayasofya bir semboldür, Fatih’in emanetidir. Behemehal ibadete açılmalıdır. Bunu başka bir şeyle gerekçelendiremezsiniz. Ayasofya’yı açmanızın önünde hiçbir engel de yoktur ve şimdi en uygun zamandır.”

Behemehal sözünü üstüne bastırarak söylemişti. Tayyip Bey onu dinledikten sonra, “Haklısınız Nuri Abi, ama biraz zamana ihtiyacımız var” dedi. Nuri Pakdil gelip giden gençlere, arkadaşlara “Ben Tayyip Bey’e Ayasofya’nın mutlaka açılması gerektiğini söyledim. O da, ‘Nuri Ağabey bana biraz müsaade edin’ dedi. Benden bir zaman istedi, ben de makûl karşıladım” diye anlattı. Bu konuşmadan iki yıl sonra Ayasofya 2020’de açıldı. Ancak Nuri Pakdil 18 Ekim 2019’da vefat ettiği için göremedi.

Hastanede son günlerinde yakın dostu Yaşar Ölmez ile
Hastanede son günlerinde yakın dostu Yaşar Ölmez ile

Nuri Pakdil vefatından sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeminde oldu. 21 Ekim 2022 günü Azerbaycan dönüşünde, “Ben merhum Nuri ağabeyimizin aynı zamanda talebesiyim, gençlerimize Nuri Pakdil’in eserlerini okumalarını tavsiye ediyorum” dedi. İki gün sonra Diyarbakır’da gençlerle yaptığı sohbette, “Muhafazakâr devrimcinin kimliği yerli ve millidir, vatanseverdir, en büyük muhafazakâr devrimci Nuri Pakdil’dir” açıklamasını yaptı.

Vefatından sonra Edebiyat Dergisi Yayınları’nı, son anına kadar yanında olan “manevi evlâdı” diyebileceğimiz “ideolojik arkadaşı” Necip Evlice beş yıl daha devam ettirdi. 2024 yılında Ketebe Yayınları Nuri Pakdil’in kitaplarına talip oldu. Bir “Nuri Pakdil Vakfı”nın kurulmasını mümkün kılmak için Nuri Pakdil’in eserleri Ekim 2024 yılından itibaren Ketebe Yayınları’nca yayınlanmaya başlandı.