Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı – Bir yıl sonu muhasebesi: Muhalefetin başardıkları ve (henüz) başaramadıkları

Türkiye ve dünya için zor geçen bir yıl daha sona eriyor. Bir yıl bitiyor, yenisi başlıyor derken fark ettim ki 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna da epey yaklaşmışız. Yeni bir yüzyıl hatta milenyuma tanıklık eden biz sözde şanslı nesillerin dilek ve beklentileri neydi bilmiyorum ama herhalde kimse bugün yaşadıklarımızı hayal etmemişti. Henüz bitmesine üç yıl varken, savaşlar, insanlık dramları, ekonomik krizler ve de pandemi, yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vurdu bile.

Öte yandan, dünyanın neredeyse her yerinde sözde “güçlü liderler” demokrasiyi ciddi bir erozyona uğratmış durumda. Bazı yerlerde durum henüz idare edilebilirken, bazı yerlerde durum epey ciddi. Türkiye de maalesef bu ciddi vakalar arasında en öndeki yerini koruyor.  

Böyle bir atmosferde yaşayan siyasetbilimciler, ülkelerine üzülmekten ve “Ne yapabiliriz?” diye düşünmekten arta kalan zamanlarda birbirinden farklı otoriterleşme süreçlerine bakıp, ilginç sorular sorabiliyor. Mesela Latin Amerika’daki rejim değişiklikleri üzerine çalışan siyaset bilimci Laura Gamboa, 2017 yılında yayınlanan makalesinde, Venezüela ve Kolombiya’yı inceliyor. 2000’lerin başında birbirine birçok açıdan benzeyen bu iki ülkeyi karşılaştıran Gamboa, Venezüela’nın Hugo Chavez liderliğinde yaşadığı demokratik çöküşün, Chavez’e birçok açıdan benzeyen Alvaro Uribe liderliğindeki Kolombiya’da neden yaşanmadığı sorusuna cevap arıyor.

2002’de yüzde 53 oyla güçlü bir başkan olarak seçilen Uribe, iktidarı boyunca tıpkı Chavez gibi denge ve denetleme mekanizmalarını ortadan kaldırmış, hak ve özgürlükleri zayıflatmış ve hatta seçimleri adil ve özgür olmaktan çıkarmıştı. Üstelik iki ülkede de baş gösteren ekonomik krize rağmen liderler, kitlesel desteklerini korumayı başarmıştı.

Peki birçok açıdan birbirine bu denli benzeyen iki ülkenin birinde demokrasi çökerken, diğerinde ayakta kalmayı nasıl başarmıştı? Gamboa’ya göre tam da bu noktada muhalefetin yapıp yap(a)madıklarına odaklanmak gerekiyor. Kolombiya’da muhalefet elindeki siyasi ve kurumsal imkanları kullanarak Uribe’nin üçüncü kez seçilmesini engellerken, Venezüela’da muhalefet ardı ardına yaptığı hatalarla Chavez’e karşı bu şansı kullanamadı.

Hugo Chavez ve Alvaro Uribe

Ne ekonomik ne de siyasi açıdan Venezüela’nın kaderini paylaşmasını istediğimiz Türkiye’nin bu deneyimden öğreneceği çok şey var. Her şeyden önce bana göre Türkiye’de de muhalefetin yapıp yapmadıkları, ülkenin kaderini belirleyecek neredeyse tek parametre haline geldi. Ancak tabanı ve kadrolarıyla muhalefet bunun ne kadar farkında emin değilim. Nitekim, Erdoğan’ın son attığı adımlar bazıları tarafından halen oyunu değiştirebilecek hamleler olarak görülüyorsa, bana göre bunun tek sebebi muhalefetin oyunu gerçekten değiştirecek hamleyi henüz yapamamış olması.

Otoriter rejimlerde muhalefet eleştirisinin yer yer bir konfor alanı oluşturduğu doğru. Ancak bu durum muhalefetin yapıcı olarak eleştirilmesine engel değil. Hele ki muhalefet Türkiye’nin kaderinin bana göre yegâne belirleyicisi haline gelmiş iken… Bu yüzden yılın bu son yazısında muhalefetin bugüne kadar başardıklarının ve (henüz) başaramadıklarının kısa bir muhasebesini yapmanın anlamlı olacağını düşünüyorum.   

Muhalefet bugüne kadar neleri başardı? Her şeyden önce otoriter iktidar bloğunun kutuplaştırma ve siyasetsizleştirme adımlarına karşı anlamlı bir karşılık verebildi. Türkiye’nin yıllardır içinde bulunduğu krizler muhalefet tarafından siyasallaştırıldıkça, neredeyse ölmek üzere olan siyasetin de ömrü uzamış oldu. İktidar bloğu kimliksel ve kültürel ayrımları kışkırtıp ülkede kimsenin dışına çıkmaması gereken bir milli güvenlik çerçevesi çizerken, muhalefet Türkiye’nin en yakıcı sorunlarını iktidarın beceriksizliğiyle ilişkilendirerek kamuoyu araştırmalarında tüm oyların çoğunluğunu elde etmeyi başardı. Son zamanlarda sıkça eleştirilen bir tür “Kazandık” rehavetine yol açmış gibi gözükse de böyle bir otoriter rejimde moral üstünlüğün muhalefete geçmesi çok önemliydi.

Daha somut olarak baktığımızda da muhalefetin geçmiş deneyimlerinden dersler alarak ilerlediğini söylemek mümkün. İktidar bloğunun muhalefeti Kürt meselesi üzerinden bölme girişimleri halen ciddi bir sorun olarak karşımızda dursa da HDP’nin Millet İttifakı’na girmek istemediğini bizzat beyan etmesiyle iktidar, elindeki önemli bir silahı kaybetmiş oldu. Benzer şekilde Meral Akşener’in, muhalefetin cumhurbaşkanlığı yarışına ortak bir adayla çıkması gerektiğini belirtip, bu adayın kendisi olmayacağını açıklaması, muhalefeti haftalarca, belki de aylarca sürebilecek kısır bir tartışmadan kurtardı. Bunlar şu an için belki görece küçük görünen ama muhalefetin ilerlemesi için hayati öneme sahip adımlardı ve muhalefet bu adımları başarıyla atabildi.     

Ancak otoriter bir rejimde her türlü devlet imkanını elinde tutan bir iktidarı seçimleri kazanarak değiştirmek bir maraton koşmaya benziyor. Maratonun en önemli etaplarını önde tamamlamak elbette önemli. Ancak rakipleriniz aynı zamanda koşunun kurallarını ve bitiş çizgisinin konumunu belirleyen kişilerse, önde bitirdiğiniz etapların moralinizi yükseltmek dışında pek bir anlamı yoktur, olmamalıdır.

İktidar bloğu maratonda geri kaldıkça, muhalefet kanadından koşuya katılan her bir atlet iktidarı ayrı ayrı geçebileceği umuduna kapılıyor. Bu yanılsama sadece muhalefetin olduğundan daha dağınık görünmesine yol açmıyor, aynı zamanda iktidarın yaptığı her bir taktiksel hamle bu dağınıklığın yanında her şeye rağmen bir anlam ifade edebiliyor. Muhalefetin (henüz) başaramadığı her şeyin arkasında yatan bu yanılsama, son düzlükte zaferi iktidar bloğuna teslim edebilecek kadar tehlikeli.

Muhalefet asla unutmamalı ki iktidar bloğunun bu yarışı adil ve dürüst bir şekilde kazanma gibi bir hedefi ve hatta zorunluğu yok. Bu sebeple muhalefetin tüm bileşenlerinin, güçlerini gerektiği şekilde birleştirip iktidar bloğuna karşı sesi çoğul ama gür çıkan bir alternatifi toplumun önüne koymaları gerekiyor. Bunu yapmak yerine, “Bu ekonomi iktidarı nasıl olsa götürür” düşüncesinin, geçmişte muhalefetin sıkça başvurduğu ve hiçbir işe yaramayan “Bu eylemler, bu yolsuzluklar, bu skandallar iktidarı nasıl olsa götürür” yaklaşımından öte hiçbir anlamı yok.

İktidarı götürecek tek bir şey var, o da Kolombiya örneğinde olduğu gibi muhalefetin beraberce yapabilecekleri. Fakat her şeyden önce bunun idrakine varmak gerekiyor. Sanırım muhalefetin (henüz) başaramadığı şey bu.

Sağlıklı ve huzurlu yıllar!

Edgar Şar’ın önceki yazıları:

Seçimlerde Erdoğan’ı kim yener?

“Hele bir seçim ilan edilsin de bakarız…”

Kılıçdaroğlu, İnce’nin yaptığı hatayı yapar mı?

Ekonomik yıkım karşısında muhalefetin elinden ne gelir?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.