Kemal Can yazdı: Seçim sadece sandık değildir

İktidarın seçim yasasında önerdiği değişiklikler, bir süredir siyasi gündemin en önemli başlığı oldu. Bugünkü durum, gelecekte ortaya çıkabilecek tabloyla ilgili Türkiye’de ve başka ülkelerde yaşanmış örneklere bakılarak öngörüler ortaya konuluyor. Yorumların çoğunluğu, iktidarın seçimde kendisine avantaj yaratacak bir hamle yaptığı veya dezavantajlı noktaları temizlemeye çalıştığı varsayımından hareket ediyor. Elbette bu varsayımın devamı olarak yapılan değerlendirmeler ve simülasyonlar da iktidarın beklediği faydanın mümkün olup olmadığı veya buna verilecek cevaplar hakkında. Muhtemelen, Meclis’e getirilen düzenlemenin arkasındaki mühendislik de büyük ölçüde bu gerekçelere dayanıyordu. Fakat hamlenin asli niyeti dışında farklı sonuçlar üreteceği de görülüyor. En önemli sonuçlardan biri, muhalefetin akıl yürütmede ve strateji geliştirmede bazı eksen kaymaları yaşama olasılığı. Daha doğrusu zaten varolan bazı eğilimlerin yeniden etkinlik ve ağırlık kazanması ihtimali.

Muhalefet partilerinin bağlayıcı ortaklık zemini olarak metne dönüştürdükleri “güçlendirilmiş parlamenter sistem” hedefinin, seçmen nezdinde ne kadar işe yarayacağı uzunca bir süredir tartışılıyordu. Bu soyut hedefin, çok somut ihtiyaçları olan seçmende bir karşılığı olmadığı veya bunun zaten lüzumsuz bir iddia olduğu şeklinde açık ve sessiz eleştirilerin varlığı biliniyordu. Adaylık tartışmalarında bu konudaki yaklaşımlar daha net ortaya çıktı. “Kazanabilecek aday” tartışmalarına gömülü olarak, aslında nasıl bir adayın kazanması istendiği konusundaki farklar iyice belirginleşti. Bu konularda muhalefet partilerinin yaklaşım farkları kadar, zaman içinde tercihlerinin değiştiğini de gördük. Seçim yasası değişikliği, 2017 referandumu sonrasında ve 2018 seçiminde hakim olan, “yeni sisteme göre siyaset yapmak” görüşünü güncellemiş gibi. Sistemi değiştirmek iddiasının bırakılıp sistemin el değiştirmesini yeterli saymak yeniden rağbet kazanıyor. Hatta daha ileri giderek böyle davranmanın ve devam etmenin faydaları anlatılıyor.

Türkiye’de ve dünyada popülist-otoriter dalga veya genel olarak otoriterleşmenin kutuplaştırmayla ilgisi, akademik bir değerlendirme olmaktan çıkıp artık gündelik konuşmaların ezberi haline geldi. Herkes kutuplaştırmanın nasıl işlediği hakkında yeterli fikri olduğu inancında. Ama hâlâ tam olarak anlaşılamayan, kutuplaştırmanın kötü birilerinin kullandığı araç olmak yanında, üretilen ve beslenen ortak bir zemin olduğu. Bu yüzden kutuplaştırma ile mücadele söz konusu olduğunda, zeminden daha çok bunu yaratan ve kullanan aktörler dikkate alınıyor. Hatta kutuplaştırmanın diğer tarafında yeterli birikmenin sağlanmasına daha fazla önem atfediliyor. Oysa kutuplaştırmayı aktif olarak kullanan bütün iktidarlar, geçici olarak sayısal dezavantajlar yaratsa bile öncelikle kutuplaştırma zemininin korunmasına çabalıyor. İktidarın son hamlesi, gevşemeye başlayan iki kutuplu siyaseti, bunu besleyen ittifak sistemini anlamsız hale getirerek tazelemeye yarayacak. Üstelik muhalefet cephesinde de bunun hayırlı olacağı inancı yaygınlık kazanıyor.

Erdoğan iktidarının son döneminde çoğunlukçu, tahakküm belirleyiciydi. Bir aşamaya kadar sayısal denge, bir aşamadan sonra ise yerli-milli beka çerçevesiyle ideolojik olarak tanımlanan tutum, siyasetin hareket alanını çiziyordu. Siyasi alanı başkaları için daraltırken, iktidarı da bütün satıhtan kopartıp bir hattı savunmaya mecbur kılıyordu. “Evde tutulamayan yüzde 50”, diğerleriyle ilişkiden vazgeçmek demekti. Hattın gerisinde yeterince destek varken diğerlerini uyumlanmaya mecbur etmek kolaydı ama bütün hatlar gibi arkasındaki destek de aynı kalmadı. Zaten kalması da mümkün değildi ve geç başlayan erime sürecinin asıl motoru da buydu. Buna karşılık muhalefetin (özellikle Kılıçdaroğlu çizgisinin) çoğu başarısız, sonuçsuz ve yanlış adımlarla ilerlese de satıhta etkinlik arayışı -en azından iddiası- devam etti. Altılı masayı yaratan asıl motivasyon buradaydı. İktidarın muhalefet çeşitliliğini ve çoğulculuğunu kıran bütün adımları ve son hamlesi, hat siyasetini zorluyor. Sayısal sıkıntısına rağmen hat mücadelesini elverişli görüyor çünkü satıhta hiç şansı yok. Ancak son hamle, muhalefette de bunun simetrisini yaratmaya aday, 2018’de iki kutuplu ve hat mücadelesine çevrilen rekabetten iktidar kazançlı çıkmıştı.

İktidar karşıtlığının, yüksek motivasyonuna rağmen hattın diğer tarafıyla -orada hareketlenen dip dalgayla- temas edemediğini gördük. Hat savunmasını, kendi tarafını tutabilen “Adam kazandı”. Fakat bir yıl sonraki yerel seçimlerde, hatların arkasında hareketsiz durduğu varsayılan seçmen gruplarının, başka bir bağlam önerildiğinde kimlik aidiyetleri dışına çıkabildiği görüldü. Bu sonucun devamı, muhalefet birlikteliğinin iktidar karşıtı hat kurmaktan daha geniş olabileceği ilhamını üretti. Son iki yıldır ise ekonomik kriz ve iktidarın siyasi krizi, aritmetik tabloyu dinamik hale getirdi. Bazı anketlerde Millet İttifakı’nın Cumhur İttifakı’nı geçtiği iddialarının sıklaşması, İYİ Parti ve CHP’nin belirleyici olduğu (milliyetçi-cumhuriyetçi) koalisyonu, yeni iktidarın çerçevesi için yeterli gören eğilimlerin yoğunlaşmasına yol açtı. AKP’den kopan partilerin beklenen oy hareketini yaratamaması, iktidarın HDP etrafında kurmaya çalıştığı “kırmızı çizgi” siyasetinin muhalefete kolay sızması, bu yaklaşımı büyüttü. Son yapılan hamle ile birlikte küçük partilerin ittifaka dahil olmasının önemsizleşmesi bu eğilimi besliyor.

İktidarın eşitsizliğe dayalı rekabet anlayışının bütün özelliklerini taşıyan yeni seçim yasası önerisi, -bazıları tarafından yeniden önemsiz sayılan- sayısal sonuçlar üzerinde ne kadar etkili olacak şimdiden kestirmek zor. Söylendiği gibi, iktidarın yaptığı hesaplar hiç tutmayabilir, kendi düşeceği kuyuya dönüşebilir. Fakat yukarıda bazılarını sıralamaya çalıştığım başlıklarda ortaya çıkan dolaylı etkiler, bugünün ama asıl olarak gelecekteki siyasi zeminin nasıl oluşacağı hakkında çok daha etkili olabilir. Seçmen üzerinde ve dolayısıyla seçim sonuçları üzerinde hiçbir etkisi olmayacağı kabul edilse bile sistem tartışması hâlâ önemini koruyor. Bu sistemin sadece yanlış kişinin elinde olmasından değil, her durumda yanlış olduğunu söylemekten vazgeçmek, sadece ahlaki bir sorun sayılamayacak kadar önemli. Kutuplaşmanın ve iki kutuplu siyaset tarzının daha kalabalık tarafında olmak, bu sorunlu zeminin verdiği hasarı ve engeli değiştirmeyebilir. Siyaseti, zaten tam olarak çıkamadığı cephe mücadelesine yeniden sıkıştırma hamlesinin nasıl karşılanacağı, aritmetik sonuçlardan daha geniş ele alınmalı. Çünkü bu seçim, öncesinde ve sonrasında siyaseti biçimlendirecek.

Kemal Can’ın önceki yazıları:

Hangi yol Diyarbakır’dan geçer?

Kimin kafası karışık acaba?

 Ukrayna penceresi nereyi görüyor?

“İdealden” uzak hedefe çok mu yakın?

Hedefe odaklanmak

“Onların ne dediğinin bir önemi yok”

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Cumhurbaşkanının “tensipleriyle”

Gündem değiştirme hiç değişmez mi?

Laiklik kime lazım, ne için lazım?

Nedir bu tedirginlik?

Aşırı güncellik

Dar koridora sürülen siyaset

“Sürdürülemez” ama ya sürdürebilirse?

Bardağın yarısının durumu ne?

Ekonomi, “asıl gündem” oldu mu?

Hafta sonu kötümserliği