Kemal Can yazdı: Hedefe odaklanmak

Uzun zamandır beklenen buluşma dün gerçekleşti. Muhalefet ittifakını oluşturacağı beklenen altı partinin genel başkanları toplandılar. Teke tek yapılan “bayram ziyaretleri”, bütün muhalefeti kapsamaktan uzak olsa bile -görüşebilen- liderlerin beraber oturduğu bir yemek masası haline gelebildi. Bir mecburiyet idrakının ürünü bu tablo, küçümsenecek şey değil. Bundan sonrası, bu masanın politik ürünler verecek bir zemin haline gelip gelmeyeceğini belirleyecek adımlara kaldı. Elbette buluşmanın küçük küçük ilerleyen muhalefet oy desteğini hızlandırıp hızlandıramayacağı da merak konusu olacak. Bunları anlamak için de toplantıda verilen resim ve yapılan açıklamalardan çok yaratacağı etkileri izlemek gerekecek.

Geçtiğimiz hafta Medyascope’ta hem “Adını Koyalım“da hem de “Haftaya Bakış“ta “muhalefetin vereceği” veya “verdiği resim” konusuna epey temas ettik. Muhalefet bloğunun, küçüklü büyüklü ortaklardan kurulu -aktör açısından- kalabalık sağ tarafının, izledikleri siyasetin ve eksik bıraktıklarının yarattığı sorunlara değindik. Muhalefetteki bütün partilerin birlikte durma mecburiyetini, ittifakın kaçınılmazlığını birbirlerine karşı kullanmaya yöneldiklerinden bahsettik. Temsil kabiliyetinin yerine sadece “yakınlık” iddiasını koyarak pazarlıkçı bir tutumun öne çıkmaya başladığından söz ettik. Galiba bazı tartışmalar ve bir miktar da kızgınlık yaratmışız. Tepkilerin bir kısmı yakışıksız benzetmelerden ibaret.

Eleştirinin rahatsızlık vermesinde bir sorun yok hatta haklı olmasa bile kızgınlık da son derece anlaşılır bulunabilir. Ancak eleştirileri zorlama benzetmelerle karşılamak, hazır kimlik asabiliklerine müracaat ederek mağduriyet savunması yapmak, makul yöntemler değil. Bugünü, geçmişle ve kısmen gelecekle bağlantılı tartışan herkesi, “sicil amiri veya muhalefet kabul görevlisi” olarak göstermek, iktidar diliyle milletin değerlerinin uzak ideolojik dar görüşlülükle yaftalamak, gerçek tartışmadan sıvışmak için fazla kolay yol. AKP’den kopmuş ekipler tarafından kurulan DEVA ve Gelecek partisi kadroları için yakın siyasi geçmişleri sık sık karşılarına gelen mesele. Açıkcası bu tür eleştirilerin hem niteliği hem biçimi eminim bazen çok rahatsız edici de olabiliyordur. Fakat siyasette muhayyel bir çizgi çekip “beyaz sayfa” açmak o kadar basit olmamalı. Daha doğrusu çok etkili bir yenilik üretmeden müktesebatın unutturulması kolay olmuyor. Müktesebatın bir kısmını üstünlüğünüz veya pazarlık gücünüz olarak kullanmaya çalışıyorsanız daha da zor.

AKP iktidarını dönemlemeye çalışan siyasi, akademik, hatta diplomatik her çevrenin, ikna edici olabilmek için bu değişimin dinamikleri ve asıl olarak kendisi için tarif ettiği farkla ilgili cevaplar vermesi gerekiyor. Bir şeylerin bir zamanlar iyi olduğu ve yine öyle olabileceği iddiası, kaçınılmaz olarak ne olup da her şeyin rayından çıktığının makul bir neden-sonuç ilişkisine oturtulmasını gerektiriyor. Elbette böyle bir zorunluluğu önemsiz sayarak yürümeye kalkmak ve siyasi bedeline katlanmak herkesin kendi bileceği şey. Ancak muhayyel çizgi sonrasında kanat (blok) değiştireceklerin zorunlu temsilcisi sayılmak veya arada kalmış endişelilerin müsekkini kabul edilmek iddiasını zayıflatacağı da ortada.

İYİ Parti açısından ise yapısal sorunlarının muhalefet cephesindeki iç pazarlığa katlanarak yansımasının daha fazla örneğiyle karşılaşmaya başladık. Akşener’in şimdiye kadar müdahalesizlikle sağladığı hassas denge sallanmaya başladı. İktidarın artık daha zor kullanır hale geldiği -umursanmasa daha da zayıflayacağı- HDP meselesine, aldığı savunmacı tutumla yeniden hayat verdi. Geçmiş ihyası perspektifini “Ömer’in yoluna” kadar geriye taşımakta sakınca görmedi. Kılıçdaroğlu’nun fatura ödememe tepkisini kanunsuzluk saymak gibi bir tuhaflıktan kaçınamadı. Aday meselesinde yürütülen örtülü gerilim, muhalefet ittifakının mecburiyetleri veya kendi vazgeçilmezlikleri konusunda açık iddialara konu edilmeye başlandı.

İYİ Parti bütün bunları tutarlı bir strateji olarak mı ortaya koyuyor? Yoksa kendi parçalı ve oturmamış iç dengelerindeki dalgalanmaların yansımalarını mı izliyoruz?

İYİ Parti, Akşener, teşkilat ve seçmenler olmak üzere aralarında denge, hatta ilişkinin tam oturmadığı üç dinamiğinin yarattığı dalgalanmalara açık. İttifakın genişleme tartışmaları ve bu vesileyle gündeme gelen pazarlıkçı zemin, henüz bir uyum ve hukuk oluşturamamış parti dinamiklerini kontrolsüz hale getirmiş gibi duruyor. Anketlerden çıkan “oy artıran tek parti” resminin verdiği özgüven, bunu sağlamakta pek de etkisi olmayan unsurları daha fazla hareketlendirmiş görünüyor.

Kılıçdaroğlu’nun bütün enerji ve mesaisini ittifakın devamına hasretmesiyle yaşanan uzun politikasızlık dönemi, bizzat aldığı inisiyatifle önemli bir değişim geçiriyor. İttifakın kurucu ve aday partileri tarafından -açık ve örtülü biçimde- yadırgatıcı bulunan bu tavrın, muhalefet cephesinde önemli hareketlilik yarattığı ortada. En azından iktidarın ve özellikle de Erdoğan’ın dikkatini üzerine çektiğine hiç şüphe yok. Kılıçdaroğlu’nun muhalefet ittifakı misyonundan ibaret olmayan bir siyasi rol ortaya koymasını adaylık meselesiyle ilişkilendirenler epey fazla. Olası ittifak ortakları arasında yaygın değerlendirme böyle. Bu değerlendirmenin sonucu olarak muhalefetteki sağ parti kadroları, “CHP’ye kazandıran olmak” tedirginliğini veya garantisi olmayan “hizmet vaadini” siyasi karta çevirmeye yöneliyor.  

Altı liderin nihayet buluştuğu, bir masa etrafında resim verdiği günün ertesinde muhalefet ittifakının sorunlarından bahsetmek kimseyi memnun etmez elbette. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ağır tablodan muzdarip olan ve artık çoğunluk haline gelen seçmen kalabalığının sabırsız beklentisi, bütün potansiyel sorunlara rağmen “hedeften asla kopulmaması”. Hedef, iktidarın seçimle yenilmesinin önüne engel çıkmaması, çıkartılmaması, buna kimin ne kadar faydası olacaksa olması. Ancak bu ortak hedef, biraz açıklıkla, biraz olgunlukla ve bir miktar cesaretle aşılabilecek, en azından kabul edilerek üzerine konuşulabilecek sorunları yok etmiyor, aksine kapalı alanda çekerek besliyor. “Yok öyle bir şey” demek iyi bir problem çözme yolu olsaydı, iktidar ekonomik krizi çoktan halletmiş olurdu.

“Muhalefette herkese ihtiyaç var, kimsenin dışlanması lüksü yok.” Bu cümleye çok sayıda imzacı bulabilmek mümkün. Muhalefet vizesi için değil, ortak hedefe katkınız ve kendi iddianız açısından ikna edici bir geçmiş analizi yapsanız lafına çok bozulan partiler de imza atar. Hatta kendilerine yönelen sözlerin karşısına koyarlar. HDP’yi Türk adaletine teslim etmeyi uygun gören, Meclis’te yan yana oturduklarıyla bir masada oturamayan İYİ Parti yöneticileri de imza atar ve bu çelişkiyi merkez siyasetin gerçekçiliği sayarlar. Bütün endişelileri, kararsızları memnun etmeye çalışırken verilen resimde azınlıkta kalan yalnızlığını, masanın mimarı olma ve gündem yaratma imkanıyla karşılayan CHP zaten imzalar. Ancak hedef konusunda mutabık, hedeften sapmamak konusunda kararlı olmak, buna yaslanarak ileri sürülen bütün yöntemleri, iddiaları ve pazarlık kozlarını doğrulamaya yetmiyor. “Hedefe odaklandım başka kural tanımam” diyenlerin yolu ve iddiaları kendiliğinden rasyonel, başarı garantili ve dolayısıyla haklı olmuyor.

Kemal Can’ın önceki yazıları:

“Onların ne dediğinin bir önemi yok”

Cumhurbaşkanının “tensipleriyle”

Gündem değiştirme hiç değişmez mi?

Laiklik kime lazım, ne için lazım?

Nedir bu tedirginlik?

Aşırı güncellik

Dar koridora sürülen siyaset

“Sürdürülemez” ama ya sürdürebilirse?

Bardağın yarısının durumu ne?

Ekonomi, “asıl gündem” oldu mu?

Hafta sonu kötümserliği

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.