Kemal Can yazdı: Hafta sonu kötümserliği

Medyascope, kritik bir zamanda önemli bir ihtiyacı karşılamak için yola çıktı. Önemli işlere imza attı, genç ve başarılı bir ekiple genişleyerek yoluna devam ediyor. Bağımsız ve özgür gazetecilik için alan açmakla kalmayıp, geleneksel medya karşısında hızla gelişen yeni medya için içerikler üretiyor. Ağırlıkla görsel-işitsel olan bu içeriklere katkı veren insanlardan biri olmaya çalışıyorum. Ruşen Çakır’ın ittirmeleriyle haftada üç yayına kadar çıktık. 5 Soru 10 Cevap, Adını Koyalım ve Haftaya Bakış. Ancak itiraf edeyim ki -hız meselesiyle bir alakası olmaksızın- kendi görüntümden ve sesimden pek hoşlanan biri değilim. Ne böyle bir kariyer planlamıştım, ne işe böyle başlamıştım. Yazmak, her zaman daha çok sevdiğim, kendimi daha iyi ifade ettiğimi düşündüğüm ve tercih edeceğim bir yol. Gazetecilik mesleğine ilgi duymamın asıl nedeni de yazmaktı aslında. İşte bu yüzden, bir buçuk aylık bir aradan sonra Medyascope izleyicileriyle hafta sonu yazılarında buluşmak beni daha mutlu edecek. Ayrıca Alphan Telek, Ayşe Çavdar, Aydın Selcen, Edgar Şar, Roj Girasun, Ruşen Çakır, Seren Selvin Korkmaz, Sevilay Çelenk ve Ülkü Doğanay gibi hemen hepsini zevkle izlediğim, dinlediğim ve okuduğum insanların yazıları da benim hafta sonu kahvelerime eşlik edecek.

Eminim bu yazarların yazıları, hafta sonlarının (elbette zorlu kış buna izin verirse) ruh haliyle uyumlu sıcaklıkta ve lezzette olacak. Ancak kendi yazılarım için -en azından uzunca bir süre- kahvenin ima ettiği türden bir keyif sözü veremeyeceğimi peşinen söylemeliyim. Yazdığım ve yüklü gündem dolayısıyla yazmaya devam edeceğim konular, buna izin verecek gibi görünmüyor. Sadece geçtiğimiz hafta olup bitenler bile olacakların teminatı sayılabilir. Dört yılı aşkın süredir hapishanede tutulan Osman Kavala yine bırakılmadı, hükümetin akla ziyan ekonomik kararlarını eleştirmek ihanet olarak kayda geçti, MGK kararı haline getirildi, gözaltı ve baskılar hız kazandı, inat siyaseti hiç yavaşlamadı. Muhalefet ise aday imalarını açılışlara taşıyarak idare etti. Olup biten kadar gidişatın da –en azından yakın gelecek için- iyimserliği çağırmadığı konusunda dürüst olmak zorundayım. Hiç umutsuz olmadım, kimseyi umutsuzluğa itmek gibi bir niyetim yok ve gidişata ilişkin söylediğim hiçbir şey umutsuzluktan değil. Fakat görebildiğim ve anlamaya çalıştığım tablonun keyif verici olmamasının sorumluluğunu asla üstlenmem. Durumun da gidişatın da parlak olmaması, umutsuzluğun gerekçesi sayılmamalı hatta umutlu olabilmek için bazı rahatsız edici gerçekleri görmezden gelmek yerine biraz daha yakından bakmaya cesaret gerek.

Periyodik olarak yazmaya başladığım 2017 referandumu öncesinde, iktidarın olağanüstü bir güce sahip olduğu, bunun daha da artacağı inancı çok yüksekti. Sadece iktidar destekçileri değil muhalefetin önemli bir kısmı da böyle düşünüyordu. “MHP’yi yedeğine alarak” yüzde yetmişlere dayanacak desteği garantilemiş (hatta MHP’nin anahtarını teslim alacak), 15 Temmuz ve Yenikapı özgüveni ile donanmış, bir de anayasa değişikliği ile kendi rejimini inşasının önü açılan Erdoğan’ın durdurulması imkansız görülüyordu. O tarihlerde kendi partisindeki çapakları temizleyen Erdoğan’ın “şahsım” siyasi hikayesinin yeni başladığı anlatılıyor, aşılmaz blok duvarları ören siyasi aritmetikten bahsediliyordu. O tarihte “16 yıllık hikaye aslında bitti” yazmak, iyi hissettiren hoş bir iyimserlik gibi duruyordu. Referandum şoku geçmeden gelen seçim travması, “iyimserliğe” keşke denilerek açılan kredinin sınırını gösterdi. 2019 yılındaki yerel seçim sonuçlarının bile yatıştıramadığı düşmanlık “iyimserlere” yönelmişti. Sonra sadece ekonomik gerekçelere dayandırılan iktidar erimesi başlayınca, öfke tekrar iyimser olmayanlara döndü. Topu topu dört senede yaşandı bu dalgalı iyimserlik-kötümserlik grafiği.

Dört beş sene önce, koşullar, sayısal veriler, teşhir edilen niyetler ve abartılan imkanlar başka şeye inanmayı çok kolaylaştırsa bile, iç ve dış siyasetin dinamikleri, ekonomik trend ile bunların arkasında saklanan potansiyel, başka ihtimalleri düşünmeyi gerektiriyordu. Artan gürültü, başlayan veya yükselenden değil zorunlu inişin ilk sarsıntılarından geliyordu. Atılan adımlar, değiştirmekten olmaktan çok değişeni durdurmak içindi. Durdurmayı olmasa bile yavaşlatmayı becerdi aslında. Kötümserliğin geçer akçe olduğu zamanlarda, önce ilginç gelen, sonuç vermeyince nefret edilen iyimserliğin kaynağı, aşılmaz biçimde yükseltilen kutuplaştırma duvarlarının ebatları yerine, arkasında neler olabileceğini merak etmekti. Kimse o duvarların üzerinden atlayan mancınıklar icat etmedi, surları delen toplar atılmadı. Ne olduysa yine duvarın öteki tarafında oldu ve bizzat duvarcılarca yapıldı. Şimdi başka bir iklimdeyiz, dört-beş sene öncenin tam tersi rakamlardan bahsediliyor. Şimdi yenilmez olan değil, işi kesin bitmiş iktidardan söz ediliyor. Duvarın dışında yeterince kalabalık toplanmasının zafer olduğu sanılıyor. Ağır bir iyimserlik mecburiyeti var. Beş yıl önceki iyimserliğimin nedeni, kötümserlik mecburiyetinin boşluklarıydı. Bugün kötümser yapan da bu aceleci iyimserlik mecburiyeti.

*Bu yazı, Medyascope izleyicileri için bir merhaba, hafta sonlarınızda keyfinizi kaçırabilecek değinmeler için peşin özür içerir.

Kemal Can’ın yazısının Kaya Heyse seslendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.