“Gündem değiştirme” gündemine yine tosladık. İktidar ne yaparsa yapsın, “Bunlar hep gündem değiştirme” denildiğinde, ikinci bir cümleye gerek kalmadan her şey açıklığa kavuşuveriyor. Öylesine sihirli cümle ki, bu durum karşısında ne yapılacağı veya yapılmaması gerekenler de kendiliğinden söylenmiş oluyor. Toplam üç-dört kelimelik bir cümle, koca koca mevzuları süzüp özünü çıkartıyor. Yüksek intibak kabiliyetine sahip, akademik unvan sahiplerinden, esnaf sohbetlerine kadar her zeminde aynı kuvvette kullanılıyor. Herkesin en az bir kere duyduğu, hak verdiği veya bir vesileyle kullandığı söz olduğu için, kimse yadırgamıyor, şüphe duymuyor. Üstüne başka bir şey söylemeyi gerektirmeyecek kapsayıcılıkta olduğuna hep itirazım olmasına rağmen ben de kullanmış olabilirim. Son dört senedir özel takıntım haline geldi, defalarca bu konuda yazdım, konuştum. Takıntımın seviyesini anlatmak için, yazının sonuna önceki yıllarda yazdığım ve söylediklerimden birkaç örnek koyacağım. Çok kuvvetli, militan taraftarları olan, baş edilmesi zor bir hadise. Fazla basit, aşırı anlaşılır, müthiş yaygın, çok ikna edici ve son derece kullanışlı. Peki doğru mu?
Gündem kontrolü, Türkiye’deki iktidarın ve benzerlerinin çok müracaat ettikleri yaygın bir strateji. Kolayca hakimiyet kurabilecekleri konuların gündemi işgal etmesi, mümkünse rakiplerinin bu avantajlı sahaya mahkum edilmesi çabasına sık rastlanıyor. Konuşulmasından haz etmedikleri mevzuları ikinci plana atacak köpürtmeleri seviyorlar. Özellikle popülist versiyonlarında, kültürel fay hatları ve kimlik siyaseti çok elverişli malzemelere dönüşüyor. Kutuplaştırma, ötekileştirme, düşmanlaştırma ve yükseltilen çatışma tehdidi fütursuzca kullanabildikleri sopalar. Bunlar, farklı coğrafyalarda ve zamanlarda örnekleri yaşanmış hakikatler. Türkiye’deki iktidarın bu yöntemlere baş vurduğunun ne haber değeri var ne de akademik şaşırtıcılığı. Ancak bugün yaşanmakta olanları sadece bu cümleyle açıklamak zor. İktidarın hikaye ve çözüm üretemediği, pek çok sorununu yönetemediği, süreci geri çevirecek çaresi olmadığı doğru. Ama her hamlesi anlık refleks veya gündem bulandırma değil. Kısa olmayan bir süredir devam eden stratejiyi, iktidarın psikolojisiyle açıklamak gerçekçilik değil. Mevcut durumun neden bir “gündem değiştirme” olmadığı ve nasıl bir şeye dönüştüğünden biraz bahsedeyim.
Milat meselesine fazla girmeyeceğim. Çeşitli açılardan farklı başlangıç noktaları söylenebilir. Kabaca, mutlak çoğunluk fikrinin ilk darbesini aldığı 2017 referandumundan itibaren “gündem stratejisinde” ciddi bir değişimin başladığını, 2019 yerel seçimiyle birlikte nitelik değiştirdiğini düşünüyorum. Bunun, iktidar kombinasyonundan kullanılabilecek imkan ve araçların çeşitliliğine kadar pek çok sebebi var. Burada konu edeceğim mesele ise destek erimesinin kaçınılmazlığını gören iktidarın savunmasını nerede kurduğuyla ilgili. Muhalefetin 2018 hatasını tekrar etmeyip yerel seçimde iktidarı gerilim siyasetinde yalnız bırakmasının da katkısı var sanırım. Muhalefet bu yolla sağladığı başarıyı tekrarlanabilir süper taktik olarak cebine koyarken, iktidar bundan bir ders çıkarttı. Bu tarihten sonra –seçim yeniletme hamlesi dahil- rakiplerini gerilim alanına çekmek yerine, sahadaki rakipsizliğini vurgulayacak hamlelere yöneldi. Yaparak ve yaptığının sınırlarını genişleterek gündem kurdu. Devleti, dini, milliyetçiliği, toplumsal hassasiyetleri, beka davasını, mankurt etiketini arkasına takılacak bahaneler olmaktan çıkartıp kendisine kalkan yapan güç konsolidasyonuna yöneldi.
Bu strateji değişikliği, kavgaya mecbur bırakılmış rakiplere veya mağduriyetlere ihtiyaç duymuyor. Saldırganlık üretmek için bahane bulmak gereksizleşiyor. “Tepki gösterin de nasıl kullanacağımı görün” demiyor artık, rakiplerinin de katkısıyla zaten imkansız olduğunu gösteriyor. Kimsenin karşısına geçmeye yeltenmeyeceği, bunu yeterince ürkütücü kıldığı bir gündem üretiyor. Kayyım hamlelerinden parti devletine dönüşmeye, yargıya doğrudan talimatlardan muhalefete fiili taarruzlara, İstanbul Sözleşmesi’nden KHK’lara kadar engelsiz ve genişleyen bir hareket sahası. Bunun en çarpıcı özlü ifadesi, “geçti artık o günler”. Elbette bu yolla kaybettiği destek iktidara geri gelmedi. Hesap edilen bu değildi zaten. Kaybedilen desteğin iktidarı göndermeye yetmeyeceğini göstermekti. Kavgacı muarızlardan çok, ihtiyatlı rakipler çok daha iyi. Geçen üç yıl içinde iktidarın destek kaybına rağmen daha atak, rakiplerinin kuvvetlenen destek konsolidasyonuna rağmen daha ürkek hale gelmesi bunu gösteriyor. “OHAL şartlarında yapılabilen Adalet Yürüyüşü bugün yaptırılır mı?”, “Sokağa çekme” iddialarına karşın beş kişinin yürümesine bile izin verilmediği atmosferde, iyi bir test sorusu.
Artık iktidarın acil ihtiyacı, rahatsız olduğu gündemi değiştirmek değil kendi gündemini sürdürmek. Zaten en istemediği konu diye düşünülen ekonomiyi nasıl kendi gündemine çevirerek durmadan konuştuğunu, konjonktüre fazla güvenen muhalefetin ise gündemi elinde uzun süre tutamadığını gördük. İşte bu yüzden, olup biten her şeyin “asıl gündemi” saklamak için yaratılmış oyun olduğunu söylemek, işletilen “gündemi” idrak etmeyi imkansız hale getiriyor. Camiden ilan edilen dil kopartma veya canlı yayında “meydanlardan süpürme” tehdidi sanalsa, gerçek nedir? İktidar sahte gündem üretmiyor, yapabileceklerine olağanüstü alan açarak sert bir gündemi rahatça dayatıyor. Üstelik bunu sadece söylemiyor, yapıyor, yaptırıyor. Kimsenin eline bir oyuncak verdiği veya konuşulacak uyduruk mevzular ürettiği filan yok. Tersine kimin elinden neyi alabildiği ve kimi hareketsizliğe itebildiğiyle çok daha fazla ilgili. Kimseyi çatışmaya çekme gayreti içinde olduğu da söylenemez. Kendi kurduğu bir minderde kimsenin karşısına çıkamadığını, çıkacak biri olmadığını haykırıyor. Aslında bu, kavgadan kaçışın en yaygaracı biçimi, karşısında kimse yokken “Tutmayın beni” diye bağıran altı kof güç gösterisi.
Cami minberinden yapılan konuşmanın ve RTÜK açıklamasının gündem değiştirme olmayıp, kendisinin zaten ciddi bir gündem olduğunu, olması gerektiğini düşünmek için daha fazla sebebimiz var. Hep büyük risk olarak işaret edilen provokasyonun, bu gündeme tepki verirlerse amacına ulaşacağından hiç emin değilim. Asıl provokasyon, sadece şüpheli bir ihtimalle yaratılan korkunun ve uyanıklığın arkasına saklanmış utangaçlığın kendisi olabilir mi? Boğaziçi elitist damgası getirir. Dış politika, siyaset üstü. Yoksulluk sokak gerilimine gebe, erken seçimin acelesi yok. Bu yüksek ihtiyattan çıkan sonucu veciz bir ifadeyle muhalefetin önüne Erdoğan koymadı mı?: “Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmeleri kendileri için daha iyi”. İktidarın bulmayı umduğu fırsatları engelleme uğruna vazgeçilenler, iktidara umduğundan fazlasını sağlıyor olabilir. Çünkü bazen bulabildiği fırsatları bu verimlilikte kullanamıyor. “O çok istediği için biz yapmıyoruz” diyenlerin, bu müthiş taktiklerini açıkça ilan ederken iktidarın bundan haberi olmadığını düşünmelerine neden olan nedir? Hiç bilmiyorum. Ayrıca iktidarın bu arzusundan bu kadar emin olmalarının nedenini de pek anlamıyorum.
* Kendi söylediklerime hayranlığımdan değil fikri takip olsun diye, buraya birkaç hatırlatma bırakayım:
29 Ekim 2018: Gündem değiştirme ve gündem kurma
27 Kasım 2019: Yine gündem değiştirme paranoyası
26 Eylül 2020: Gündem budur işte
Medyascope'un haftalık e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her çarşamba mail kutunuzda.
Kemal Can’ın önceki yazıları:
Laiklik kime lazım, ne için lazım?
“Sürdürülemez” ama ya sürdürebilirse?