Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Ukrayna penceresi nereyi görüyor?

Şimdilerde herkes, Ukrayna’da yaşananların göstere göstere, bağıra bağıra geldiği konusunda hemfikir. İhtiyaca göre, hikaye farklı tarihlere geri sarılarak bu kaçınılmaz noktaya nasıl gelindiği anlatılıyor. Kronoloji paralel ilerlese bile, bu yola döşenen taşlara dair kanaatler ve o yolun tanımlanmasıyla ilgili hayli sert ayrışmalar mevcut. Tutarlılık ve halisane niyet aranması mümkün olmayan aktörlere meşruiyet atamak, bu gerilimde zorunlu taraf olduğu/olması gerektiği inancındaki –aslında süreçte pek de söz hakları olmayan- hariçten aktörleri daha fazla yoruyor. Gerekçelerle ilgili savunmalar bazen asıl aktörleri aşan bir keskinliğe varıyor. Bitmek tükenmek bilmeyen ve sonsuz sayıda versiyonu olan; “ama o zaman buna ne diyeceksiniz” örnekleri peş peşe sıralanıyor. Yapan yapabilmesini yeterli gerekçe sayabilirken onu desteklemek veya haklı bulmak zorunda olanlar, daha gürültülü nedenler bulmak zorunda. Elbette yine alışık olunduğu üzere, yüksek genellemelerle veya etiketlemelerle, başka bir açıdan görmeyi sağlayacak pencereler sıkı sıkı kapatılmaya çalışılıyor. Bu durum, sadece hayli karmaşık olan (aslında bir taraftan da aşırı kaba) dış politika meselelerinde değil her alanda karşımıza geliyor. “Öyle gerekiyordu yaptım” diyenler, “Bakın izah edeyim neden yapmak zorundaydı” diye dert anlatmaya mecbur bırakılanlardan daha rahat pozisyon.

Organize yalanlarla yıllardır bu gezegenin her köşesinde gayri meşru işgallere, kıyımlara neden olmuş, ülkeleri/halkları kullanıp ortada bırakmış NATO ve Batı emperyalizmi için ya da bu vahşi saldırganlıkla mücadele etmek zorunda olanları kendi kirli iktidar ve güç mücadelesinde taraf olmaya iten, onları canlı kalkan olmaya zorlayan –ilk fırsatta yine onları “temizlemekten” haz duyan- Putin Rusyası için aynı durum geçerli. Emperyalizmle mücadele edilen bir arena yok ortada.  Ahlaksızlıkta yarışarak kavga eden kirli ve sabıkalı güçler var. Bu zeminin taraflarına değil, bir bütün olarak kendisine karşı olanlar ise yine saldırıya uğramaktan kurtulamıyor. Batı emperyalizminin iki yüzlü tutumundan bahsedip, “sihalar nasıl da vuruyor” alkışını eksik etmeyen sağcılar, aynı anda hem NATO’cu hem Putinci solcu avına çıkıyorlar. Kantarın topuzunu kaçıranlara yapılan uyarıları, genellemeler eşliğinde benzer etiketlemelere kurban veren sol içi “eleştiriler” de bu vasatı besliyor. Küba’dan Çekoslovakya’ya, Vietnam’dan İran’a, Şili’den Afganistan’a, Irak’tan Kafkasya’ya, Yugoslavya’dan Suriye’ye kadar her akut krizde, bu gündem kendini dayatıyor. Kutuplaşma dengesinde taraf olmamakta ısrar edenler dayak yiyor, aslında seçenek olmayan tercihlere itiraz edenler bertaraf edilmek isteniyor.

NATO bir savaş aygıtı, barış organizasyonu değil. Putin eli ve gözü kanlı bir diktatör, emperyalizmle mücadele eden prens değil. “Soğuk Savaş’a geri dönüldü” saptamasında ima edilen, farklı gelecek perspektifleri veya sistem önerilerinin karşılaşmasından da söz edilemez. Özgürlük, bağımsızlık gibi kavramların uluorta kullanıldığı ama asla gerçek anlamlarıyla var olmadığı, kirli ve kanlı bir paylaşım kavgası var. Kimin bunu nasıl zorladığı, kimin buna nasıl hazırlandığı tarihin konusu olabilir ama tutarlı ve ahlaki bir pozisyonun meselesi değil. Dış politika söz konusu olunca tutarlılık ve ahlaktan bahsetmek saçma diyenlere verilecek cevap; romantikliğin tam da zamanı olmalı. Savaşlarla oluşan dehşet dengesinden fayda süzmeye çalışmak gerçekçilik değil. Savaşsız bir gezegen istemenin akıl dışı sayılmasını, “sonu geldiği iddia edilen” tarih doğrulamıyor. En ahlak dışı şiddet eylemi olan savaşı kullananların fıtratını, sadece sicilleri değil refleksleri de gösteriyor. Parasıyla dünyayı dövmeye alışmış Batı’nın, yine halkların canını yakacak biçimde “aç bırakma” tehdidine sarılması şaşırtıcı mı? Kendi halkını ikna edememiş olan Putin’in Ukrayna ordusunu darbe için muhatap alması, zihniyet ve ilişki dünyasını göstermiyor mu?

Ukrayna meselesi, yakın, orta ve uzun vadeli sonuçları her nasıl olursa olsun, bir süredir belirginleşmiş/birikmiş gerilimin açık hale dönüştüğü eşik olacak. Çok kutuplu dünya dengesinin ve geriliminin yeniden başlatacağını ileri sürenler var. Ülkeler bazında ve küresel ölçekte, güç sahiplerinin yapabilirlik sınırlarıyla çizilen dengesizlik krizinin daha derinleştirmesi de ihtimal dahilinde. Kutuplaştırma dinamiklerini güç ve iktidarları için araçsallaştıran odaklar, tehlikeli bir zorlama içinde. Yapabileceklerinin sınırını genişlettikçe, iktidarlarını sağlayan desteğin süreceği varsayımıyla hareket ediyorlar. Bunun açık örneklerini, ülkemizdeki (çeşitli ülkelerdeki) siyasi gerilimlerde de açık biçimde izliyoruz: “Yapıyorum ve bunu yapmamın önünde duracak kimse yok. Dolayısıyla yapabileceklerimin sınırı, karşısında durabilenlerin direnebileceği noktadır.” Bu her ölçekte başvurulan bir davranış kalıbı. Bunun kutuplaştırmayla çok doğrudan bir ilişkisi var ama çok kutuplu yeni bir denge oluşturduğu veya oluşturabileceği iddiası biraz tartışmalı. En önemli sorun, yaparken yapabilmekten başka bir meşruiyete ihtiyaç duymadıkları eylemlerin, sonuçlarını süreklileştirmek için gerekli desteği yaratmayı becerememesi.

Trump’tan Orban’a kadar otoriter muhafazakârları siyasi olarak ve Batı kodlarının sembolü sayılacak liberal siyasetçileri iktisadi olarak destekleyen (besleyen) Putin, yaptığı bu yatırımı geri almakta zorlanıyor. Gerekçe yaratmaya yarayan yatırım, destek temini söz konusu olduğunda aynı verimlilikte işlemiyor. Yaslandığı milliyetçi-muhafazakâr demagojinin -daha zayıf olduğu zamanlardaki kadar- iyi çalışmadığı anlaşılıyor. “Batı tezgahı, içerdeki hainler” filan diye geçiştirilemeyecek ciddi itiraz, kendi sokaklarında ortaya çıkıyor. Öteki tarafa dönüyoruz, onlarca ülkeye ağır meşruiyet sorunları eşliğinde müdahale ederek halklarını perişan etmiş olanlar, yine psikolojik savaş oyunları çeviriyor. Daha birkaç ay önce Afganistan’ı Taliban’ın elinde bırakıp çekilen ABD, haftalardır tanıtımını yaptığı işgal başlayınca kimseyi kollamaya niyeti olmadığını açıklıyor. AB, krizin ikinci gününde gaz akışını normalliğiyle ilgileniyor. SWIFT kararı alamayanlar Montrö zorlaması peşinde. Bu tablo, yeni bir güç dengesini ve çok kutuplu yeni soğuk savaşı andırmıyor. Kontrolsüz aktörlerin riskli hamlelerine açık, tehlikeli bir dengesizliği ve artan ısınmayı işaret ediyor. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” denilecek veya fırsat süzülecek bir durum yok.

Kemal Can’ın önceki yazıları:

“İdealden” uzak hedefe çok mu yakın?

Hedefe odaklanmak

“Onların ne dediğinin bir önemi yok”

Cumhurbaşkanının “tensipleriyle”

Gündem değiştirme hiç değişmez mi?

Laiklik kime lazım, ne için lazım?

Nedir bu tedirginlik?

Aşırı güncellik

Dar koridora sürülen siyaset

“Sürdürülemez” ama ya sürdürebilirse?

Bardağın yarısının durumu ne?

Ekonomi, “asıl gündem” oldu mu?

Hafta sonu kötümserliği

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.