Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Kimin kafası karışık acaba?

Savaşların, karmaşık arka planları, çok değişkenli ve kaypak karakterleri nedeniyle kafa karıştırıcı olduğu doğru. Savaş durumu doğal afet gibi birdenbire ortaya çıkmadığı için gayet yüklü bagajı oluyor. Son anda gördüğümüz, gerçeğin tamamı değil. Keyfi biçimde istediğimiz noktaya geri sararak okuduğumuz tarih de her şeyi açıklamıyor. Nedenlerini kaçırmadan olanı konuşmak, olanı ıskalamadan bütün öznelere dikkat çekmek ise pekala mümkün. Kötü niyetleri bir kenara bırakırsak, kimse iddia edildiği kadar cahil veya kimse suçlandığı kadar yanlış tarafta olmayabilir. Ancak savaşların hiç tartışma götürmez özelliklerinden biri, bütün tarafların herkes için müracaat ettiği yoğun kafa karıştırmalara sahne olması. Milli güvenlik derslerinde “psikolojik savaş” diye anlatılıp rasyonalize edilen kirli enformasyon mücadelesi, savaş başlamadan vardır, savaş boyunca sürer, savaşın tarihi yazılırken görevdedir.

Savaşta kimin silahları daha güçlü diye karar vermiyorsak, yürütülen “psikolojik harekat” üstünlüğü de hareket noktası olmamalı. Bütün akut durumlarda, reflekslere sarılmak kadar, zihni açık/algıları güçlü tutmak da önemli. Bunun için dikkati bozanları, kafa karıştıranları ayıklayabilmek lazım. Savaşla ilgili düşünürken veya konuşurken kafa karıştırıcılardan sakınmak hiç kolay olmuyor. Zira karıştırıcılar, öncelikle sizin kafanızın karıştığını (hatta zaten karışık olduğunu) iddia ederek tartışmaya başlıyorlar. O doğru değilse zaten düz cahil, dogmatik, satılmış ya da art niyetli olma ihtimaliniz yüksek. Öylesine emin konuşuyorlar ki, şüphe etmemek çok zor. Kafa karıştırmanın ilk kuralı, şüphe yaratmak. Oysa savaşı, onu yaratan ve sürdüren bütün unsurlarla birlikte özne olarak karşıya koymak, her şeyi berraklaştırıyor. Geçenlerde sosyal medyada, aynı gün içinde “amasız” savaş karşıtlığının “öznesiz konuşmak” olduğunu söyleyen -üstelik karşı cephelerde oldukları iddiasındaki- iki yoruma rastladım. Size, nasıl bir özne lazım acaba?

Rusya’nın Ukrayna işgali sonrasında  -dönemin ruhuna uygun biçimde- herkes aceleyle karşısında duracağı ve bizzat saldıracağı tarafı (yine asıl aktörlerden epey uzakta kendince en zayıf bellediklerinden başlayarak) belirleme acelesine girdi. Hemen peşinden yine dönemin en verimli silahı, etiketleme saldırıları ve içeriksiz alaylar geldi. Çoğu mesnetsiz, abartılı ve zorlama gerekçelerle, “ötekilerin” bilgi, zeka ve vicdan performansı hakkında uluorta genellemeler yapılmaya başlandı. Putinci veya NATO’cu olmak dışında bir seçenek bırakmayan köşelere doğru itti herkes birbirini. Söz söyleme mecburiyetinin en sert örnekleri sahnelendi. Kınamak yetmedi, nüans veya başka bir açıdan bahis yasaklandı. İşgal demek NATO propagandası, NATO’dan bahsetmek işgale destek sayıldı. İlke ve tutarlılık diyenleri “vicdan sinyalcisi” sayanlar birden evrensel medeniyet değerlerini hatırlayıverdi. Tamam burada buluştuk galiba diye düşünüp iki yüzlü tutumlardan bahsedince birden gerçekçilik duvarıyla geri geldiler. İlke de rasyonellik de aktörüne göre alakart mönüye dönüştürüldü. Artık ne lazımsa.

Senelerdir her vesileyle saldırılan sol, geniş bir yelpaze tarafından özel olarak hırpalanmak istendi. Nedense herkesin kafası berrak, pırıl pırıl ama bir tek solun kafası çok karışıktı. Kendini solda tarif eden kafası karışmışlar yok muydu? Elbette –hep- vardı. Hatta soldan konuştuğu iddiasıyla bizzat kafa karıştırmak isteyenler de mevcuttu. Ancak mesele, “komünistler Moskova’ya” sloganından pek ileri gitmeyen bir sol düşmanlığı vasatına çok çabuk oturdu. Putin’den anti-emperyalist çıkarmaya çalışılanlarla alay edenler, yanlarında biten ve solculuğun kategorik olarak Rusçuluk olduğunu zannedenleri fark etmek istemediler. “Putin buralarda çok yatırım yapmış” imalarına başvuranlar, yetmiş yıldır bu ülkenin ordusunu eğitmiş, -bütün dünyanın olduğu gibi- iş dünyasından medyaya kadar her şeyi  biçimlendirmiş olanların durup beklemiş olduğuna inanmamızı istediler. “Satılmış Batı ajanlığı” gibi “Putin’in beslemeleri” suçlamasının vardırıldığı noktaların saçmalığı görülemedi. Oysa katalog mecburiyet üretmenin biri diğerinden daha değerli veya mantıklı değil.

İnsanlığın bulduğu en yıkıcı ve en kirli şiddet eylemlerinden olan savaş, ateş gücünün çok üzerinde yayılma ve bulaşma kabiliyetine sahip. Herkesi içine çeken kara delik ya da her yere bulaşan zift gibi bir şey. Bu bozulmanın mental zaaflara neden olduğunu, nasıl absürtlükler ürettiğini ibretle izliyoruz. Rus yazarlara ilişkin dersleri programdan çıkartmak, bestecilere ambargo, Apple parçalama veya Rus votkası dökme eylemleri ve akıl almaz pespayelikte ırkçılık versiyonları. Bu haberler düşerken, acayiplik avcılığıyla daha büyük saçmalıklara da imza atılıyor. Mesela çekim yeri nedeniyle iptal edilen dizi veya listeleme değişikliği “saçma boykot” diye sunuluyor, defalarca paylaşılıyor. Fakat daha büyük kafa karışıklığı, etiketlerin birbirine girmiş olması. Türkiye’de NATO’nun genişleme politikasından bahsetmek “solcuların paranoyası” sayılırken bir süre önce ABD’yi yönetmiş ve belki yakında yine yönetecek Trump ya da İngiliz muhafazakâr parlamenter, rahatça bu iddiaları dile getiriyor. Marine Le Pen, Putin övmekte beis görmüyor, Putin ise Neo-Nazilerle mücadele ettiğinden emin.

“Rusya, Batı’yı hiç olmadığı kadar birleştirdi” memnuniyetine rağmen,  birleşmenin asıl nedeni Zelenskiy’nin çağrılarına “akılcı” barajlar konuluyor. Hem AB sözcüleri hem de Putin, Ukrayna liderini üçüncü dünya savaşını çağırmakla suçluyor. Kimsenin sahiplenmediği kışkırtıcılık, sonunda ülkesi işgale uğrayan Zelenskiy’ye kalıyor. Avrupa’nın nazlı ülkelerinin sert ekonomik yaptırımlara ve SWIFT yasağına gecikmeli katılması, “kararlı birlik” diye alkış alıyor ama aynı çevreler sosyal medyada açılan “Türkiye’ye çok zararı olur” odasına doluşarak rekor kırıyor.

“Sınırlarıma füzeler getirdiler” bahanesinin ülke işgalini meşru yapmayacağını söyleyenler, nükleer silahı bulan ve ilk kullananı hatırlamakta ayak diretiyor. Daha kısa bir süre önce komşudaki referandumu tanımayan ve hâlâ başka bir ülke topraklarında olan Türkiye, şimdi “ulusların kaderini tayin hakkı” diyor. Erdoğan, “NATO harekete geçmeli” sitemine, “Biz kimseden vazgeçemeyiz” şerhi koyuyor. Dünyanın toplam silahlanma harcamasının üçte birinden fazlasını yapan NATO’nun barış örgütü olduğunu kabul etmeyen aptal ya da bilgisiz sayılıyor. Bayraktar SİHA’ları uçarken, Ethem Sancak Moskova’dan konuşuyor. Sağa sola çemkirme enerjisi, Avrupa’nın pek çok başkentinde olduğu gibi çıkıp savaşı (işgali) protesto gayretine bir türlü dönüşmüyor. “Hür dünya” muhipleri sokaklarda görünmüyor. Yine de en kafası karışık solcular oluyor.

Emperyal niyetlerin, küresel tahakküm mekanizmalarının ve bunu sağlamak için yaratılmış savaş aygıtlarının aynı sistemin parçaları ve kavgalarının da bununla ilgili olduğunu söyleyince, gürültülü itiraz geliyor: “Bunlar asla denk görülemez. Biri otoriter bir diktatörlük, diğerleri demokratik ülkelerin kurduğu gönüllü birlik. Bir tarafta işgalci saldırgan, karşısında ise direnen koalisyon var.” Güç kavgasını yürüten tarafların kullandıkları araç ve yöntem farkları, onların “ötekiler” karşısındaki konumunu değiştirmiyor. Onların aynılığı birbirlerine benzerliklerinden değil, başkalarına (bize) uzaklıklarından. Birbirlerine hiç benzemiyor olmaları aynı şeyi yapmalarını engellemiyor. Çok ortaklı, çok uluslu ve “liyakatle” yönetilen bir şirketin, çırağını pataklayan vahşi ustadan daha az sömürdüğüne inanmamız için bir sebep yok. Birine yüzünüzü diğerine sırtınızı dönerek olanın hepsini göremezsiniz, herkesi de kafası karışık zannedersiniz. Açılın biraz ve oluşturan nedenler, açık ve örtülü tarafların hepsiyle birlikte savaşı karşınıza alın. Görüşünüz genişler, kafanız karışmaz.

Kemal Can’ın önceki yazıları:

 Ukrayna penceresi nereyi görüyor?

“İdealden” uzak hedefe çok mu yakın?

Hedefe odaklanmak

“Onların ne dediğinin bir önemi yok”

Cumhurbaşkanının “tensipleriyle”

Gündem değiştirme hiç değişmez mi?

Laiklik kime lazım, ne için lazım?

Nedir bu tedirginlik?

Aşırı güncellik

Dar koridora sürülen siyaset

“Sürdürülemez” ama ya sürdürebilirse?

Bardağın yarısının durumu ne?

Ekonomi, “asıl gündem” oldu mu?

Hafta sonu kötümserliği

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.